24 Şubat 2018 Cumartesi

Çin ve Geleceği


Kişiler, toplumları ve yönetimlerini kendi deneyimlerine göre değerlendirirler. Batılı bakış açısıyla Çin'i değerlendirirken de uzmanlar "kendi doğruları" üzerinden Çin'i değerlendiriyorlar.

Sadece insanların değil, toplumlarında bir ruhu, anlayışı ve belleği vardır.
Toplumsal ruh, bireylerin farkında olmadığı ve hatta katılmadıkları fikirleri ve düşünceleri de taşıyabilir.
Bu toplumsal bellek sayesinde olur. Sosyolojik bir olaydır.
Toplumların devlet sistemlerindeki bellek ise onların devlet gelenekleri ile şekillenir. Çin'in devlet geleneği ise binlerce yıllık temele dayanıyor.
Zaten binlerce yıllık devlet geleneği olan toplumlar dünya üzerinde çok az.
(Çin, İran, Türkler, Hintliler devlet gelenekleri 3000-5000 yıllık geçmişleri var. İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin ki bunlara kıyasla genç  devlet gelenekleri. Bahar ile  kaosa düşen Arapların ise geçmişle bağlantılı bir devlet gelenekleri olduğundan söz etmek çok daha zor.)

Geçmişten bu yana Çin'in devlet yönetim sistemlerine baktığımızda, hakim bir güç altında toplanmış ve zaman zaman birbirleri ile rekabet de eden alt güçlerin, klanların yönetim bölgelerinden oluştuğunu görüyoruz.

Günümüzün modern komünist Çin'inde bile bu yapı korunmuş ve adapte edilmiş durumda.
Bu aynı zamanda bir gelenek. Ayrıca Çin toplumu aşırı nüfus baskısı ve kısıtlı kaynaklarla yaşamaya alışmış bir toplum. Üstelik dış kaynaklı baskılara da ister fiziksel, ister ekonomik olsun binlerce yıl dayanmış ve kültürel normları içine yerleştirmiş bir toplum.

Gelecek yıllarda dünyanın kısıtlı kaynaklar altında aşırı kalabalık nüfusları idare etmek zorunda kalacağı ve gruplar arasında kaynak paylaşımından dolayı çatışmaların çıkacağı kesin.

Batılıların Çin'e önerdikleri demokratikleşme ise, kendi anlayışlarına göre olan bir demokratikleşme. Oysa günümüzde, demokrasi kapitalist liberalizm altında engelleyemediği haksızlıklar ve eşitsizlikler nedeniyle, dünya da ciddi taraftar kaybeden bir kavram. Batı'nın kendilerine uygun gördükleri demokratik değerleri, başka ülkelere gerekli görmedikleri ve demokratik reformların daha çok bunlara ve uzantıları şirketlere pazar ve kaynak sağlamak için kullanıldığı daha çok görülüyor.

Söz gelimi, Afganistan, Irak ve Suriye olayları aslında tamamen enerji yolları güvenliği ve kontrolü üzerindeki çatışmaların sonucu...

Çin'in gelecekte de devam edecek bir kaç önemli sorunu var.
İlki, Enerji... Afganistan'daki yolların kapalı ve güvensiz oluşu nedeniyle Ön Asya'nın, Arap Yarım adasının ve Kafkasya'nın doğal gazına
(Hindistan da kısmen aynı sorunla karşı karşıya) ulaşamıyor.
İkinci en büyük kaynak olan Rusya ise Sibirya'daki ikinci kuyusundan değil, AB'ye gaz verdiği 1nci kuyudan aynı fiyatla gaz vermekte ısrar ettiği için, buradan da faydalanmıyor.
Yakın çevresinde ise bu tür çıkartma maliyeti düşük doğal gaz kaynakları yok. İhtiyacının önemli bir kısmını sıvılaştırılmış gaz olarak karşılıyor ki, en büyük doğal gaz üreticilerinde ABD'den 2020'lerden sonra gelecek sıvılaştırılmış doğal gaz bağımlılığı yüksek olacak gibi...
Çin bu yüzden nükleer santral projelerine ağırlık veriyor. Ancak gerek üretim için, gerek ise gelir seviyesi artan nüfusunun tüketim ihtiyacı için bu kaynaklar yeterli olmayacaktır.

İkincisi, yüksek nüfusun gelir düzeyinin artışı ile iç tüketimde biriken ekonomik kaynakların ciddi bir kısmının Çin sınırları dışına
(ithal ürünlerle) çıkması olacaktır. Oysa, aynı zamanda dünyanın fabrikası olarak Çin'in ulaşmadığı pazar kalmadı gibi. Gelişmiş ülkeler iç pazarlarını yüksek kalite standartları ve telif hakları gibi yan uygulamalarla ya da vergilerle zaten koruyorlar.

Çin'in yönelebileceği pazarlar ise sadece gelişmekte olan ülkeler kalıyor. Çünkü burada hem artan nüfusla hem de bu nüfusun gelir seviyesindeki artışla tüketim de artıyor.
Ancak nüfus ve tüketim artışı, hem üretimin de hem pazarlama da hem de tükettikten sonra çevreye çok ciddi  yan etkileri oluyor. Bu yan etkiler sadece o ülkeleri değil, Çin'de dahil tüm dünya'yı olumsuz etkiliyor.

Kırsal kesimden, kentsele göç aynı zamanda sanayileşmenin ucuz işgücü sağlama yöntemidir.
Sanayi şehirlerinde yaşayan ve uzun yıllar sonucu gelir seviyesi artan işçilerin özellikle sendika gibi organize hareketleri ile üretimdeki maliyetleri artıyor. Oysa, kırsaldan gelen çiftçi, çok daha ucuza mal olsa da, köyündekinden daha yüksek bir gelire kavuştuğu için düşük ücretle çalışmaya razı oluyor.
Bu zaten endüstrileşmenin ana maliyet düşürme araçlarından biri olmuş hep...

Bunun sonucunda da kentlerdeki yapılaşma ve barınma ihtiyacı artıyor. Sonuç, şehirlere yakın bölgelerdeki tarıma uygun alanlar, imara açılarak kaybediliyor. Bu seferde şehirlerin taze ve ucuz gıda kaynaklarına erişimi azalıyor ve gıda maliyetleri
(yol, depolama, pazarlama) artıyor.

Bu da gelir seviyesinde artışa ihtiyaç doğuruyor.
Çin'in bu sorunlarla gelecekte daha fazla mücadele etmesi gerekecek.

Üçüncü olarak, her toplumun yaşam refah seviyesindeki artış ile kaynak paylaşımında gruplaşmaya, katmanlaşmaya yönelmesi. Sahip olunan kaynak ve imkanların korunması ve geliştirilmesi için eşdeğer konumdakilerin oluşturdukları sosyal yapıların örgütlü olarak yönetime nüfuz etmeleri ve yönlendirmeleri. Çin bu açıdan çok müsait bir kültürel geleneğe sahip. Zaten bu yüzden yozlaşmaya ve yolsuzluğa açılan ve sert uygulamalar yapılmasına rağmen, yönetimdeki korozyonla başa çıkmak çok zor oluyor.

Böyle bir toplumsal yapıya batı tipi bir demokrasi gelirse, insanların değil, sadece belli grupların refah seviyesi artacaktır. Ayrıca çıkar gruplaşmaları artacaktır. Üstelik bu kadar kalabalık bir yapıdaki düşünce farklılıkları da, daha farklı gruplaşmalara ve çatışmalara neden olacaktır.
Bu nedenle batı tipi bir yönetim yapısı, Çin'in sonunu getirir.

Bence Çin insanı bunun bilincinde... Binlerce yıllık devlet geleneğinin adapte edilmiş bu hali daha uzun süre devam edecektir.
Evet... Tayvan, Güney Kore'de benzer gelenekten gelip hızlı bir şekilde ve neredeyse sorunsuzca batı tipi demokrasilere geçtiler. Ama hem aldıkları dış desteğin, hem de düşük nüfuslu oluşlarının
(Çin'e oranla) önemli bir katkısı var bu dönüşümlerinde...

Çin geleneklerine adapte ede ede değişmiştir. Bundan sonraki değişimi de buna benzer olacaktır.
Gelecekte Çin şirketlerinin ve yönetimlerinin, Çin'in eski yerel yönetim girişimleri gibi kendi tabanlarını belli bölgeden insanlardan oluşturarak, onların ortak bir girişimi olarak piyasa da ağırlık kazanacaklarını düşünüyorum.
Şirket içi yönetim ve yönetime katılma, demokratikleşme ve eşitlik ihtiyaçlarını bu şekilde doyurabilir.
Kişiler demokratik talep ve ihtiyaçlarını bu şirketler üzerinden gerçekleştirebilirler.
Bu hem geçmişleriyle, hem de komünist sistemle kazandıkları deneyimleriyle çok daha uyumlu gibi...
Ama Çin'in bir an önce "Sürdürülebilir Ekonomi" ye dayalı bir yapılaşma içinde acil planlara başlaması gerektiğini düşünüyorum.

China and Political Science (https://www.coursera.org/learn/chinesepolitics1 ) İlk bölüm sonu, görüşlerimdir. 24.02.2018
===========================================
Future of Chinese Community

People evaluate societies and governments according to their own experience. I think, when Westerner experts consider about China, they appreciate the China through their "own truth".

I think also, there are always a spirit of all societies with comprehension and common-long lasting memory, not only people.

This social psyche can carry ideas and thoughts of the society that individuals are not aware of it, or even do not attend it.
It happens through by social memory. It's a sociological one.

The memory in the state government systems of the societies are shaped by their state traditions of history.

China's has  a state tradition , which is based on thousands of years of history.
Societies that are already state traditions for thousands of years, are very few in the world.

(China, Iran, Turks, Indians state traditions have 3000-5000 years history.Discontinued states like Egypt(?),Romans are a few younger.
Governmental tradition of most European states are very young except Britain... Which generally have formed and specialized in governance after Renaissance.
 The Arab's state traditions are very young  comparatively to them. The situation after The Arab Spring ia a clue for it.)


When we look at the state administration systems of China since the past, we see that the lower powers that are gathered under a dominant power. Sometimes these minor powers had competed with each other as the administrative regions of the clans.

Even in today's modern communist China, this structure is preserved and well adapted. Because, It's an adopted tradition also at the same time.
Chinese society has been accustomed to living under extreme population pressure with limited resources.

Moreover, this society has been accustomed to repressions which are outsourced or internal by embracing as cultural norms them which are  physical or
to survive thousands of years. 

In the coming years, the world will have to handle with struggles due to overcrowded people under limited resources. There will be clashes break out due to resource sharing among the groups.

I think, the proposed democratization and reforms to China are inappropriate.

Also in nowadays, due to the increasing injustices and inequalities between peoples and also states under capitalist liberal economic systems, the concept of democracy is a losing concept of belief in societies.

Every day, the number of people are increasing which are think that both their needs-thought and they are not represent in their in their governments and in the national assemblies.
(Today being a politician is very expensive for an ordinary citizen, generally. So as, if being a politician were left in the hands of a class or group who have also economic power.)

Also the suggested democratic values as humanism, equality, justice, human rights, etc. seems as valid as only for some deserved societies.

The others are generally being free market and resource as raw or human source for international companies to supply this life standard level as expendable.

Speaking of which, the events of Afghanistan, Iraq and Syria are in fact the result of the conflicts over the security and control of energy pipes ...

China has a few key issues to continue in the future.

The first one is energy.

Due to the closed pipe roads because of being insecure in Afghanistan, china can not buy natural gas from the frontier Asia
(Uzbekistan, Turkmenistan, Azerbaijan) or the Arabian peninsula... (India is facing with the same problem from Russia).

The other option source is Russia. But she is insisting on selling natural gas from the same well with EU with same price instead of the second well in Siberia.

So that, China gets its need natural gas generally as liquefied.
As a biggest
(but not selling abroad) natural gas producer USA, can be the first source for China after 2020's when the USA gas trading companies will be ready to export liquefied natural gas. (Installing natural gas pipes is the most expensive part of investment. But also it gives dependence to seller and buyer.)

Therefore, China focuses on nuclear power plant projects. However, these resources will not be sufficient for the need for production for export and internal consumption. When the income level increases, the energy consumption is raising much more several.

The Coal mines are not preferable unless there is other choice, due to high pollution problems.
The wind, waves, solar are not efficient to supply the demand.

Secondly, by increasing income level, there will be more consumption for imported goods and trades. This means there will be less money accumulation.

Until now, china has collected the money generally by exporting abroad but consuming domestic products. It will be changed. The money will use not only for technology or branded-license rights or intermediate goods, but also for luxury goods or entertainment vacations.

As third, by with drawing credited money from world markets, the protection walls and instructions are raising as customs duties, quality standards, materials used, quotas or even production constraints within the same economic unions.
This means exporting the Chinese goods into the industrialized countries will be with difficulties.
Because of that, China has developed a good strategy to reaching the markets of developing countries. Which have generally high increasing population with their demands.
Now while supporting them as technological and educational also for economical and infrastructural developing, the China also build new markets and resource for new kind enterprises.

But until when? Because the China is already like the fabric of all the world. And there is less place where the Chinese goods do still not enter in the world...
In fact, the aim of trade is meeting mutually needs. Not only selling more and obtaining more resource for producing more to sell. Because the resources and abilities are limited.
Pushing on these conditions causes only enforced countries and the world with more expensive environmental problems.


As a fourth, the migration from rural to urban will cause some social problems. At first, this migration is the most used and cheapest way to decrease the production costs for all the history of industrialization. 
The new workers who came from rural is always ready to work with less income
(which is always higher than his/her old rural income) than old and organized (in unions) urban workers.

By this migration, the life standards in cities  are decreasing. Because there is more need for constructions for settlements, houses, roads with their environmental and infrastructure problems.
Also, the used land for buildings will cause some unseen obstacles. For example, at first the cultivated lands is used for building construction. So that, the food sources nearby the cities will be  disappearing.  The food will come from long away productive areas. Then the demand for roads, stores with refrigerators, package, stocks  will increase for supplying fresh and safe food.

At first, it seems as new business, in fact this means also the increasing environmental problems  because of lost agricultural lands.
Also, I think that, China should start urgent plans for based on "Sustainable Economy" as soon as possible.

As Fifth, The Chinese people are already accustomed already to be in a group or in a caste layer. This seems also a part of traditions.
It seems that power associations and solidarity have been generally existed around an aim-ideology or  society of a territory...

People are used to impact to their local officials according to their statue and position by demanding  or protesting.

In fact, I think, all the government system is based on this structure.

Of course, this structure is open for abuses but not more than other countries. Despite the harsh measures taken in the fight against corruption, it is certain that the fray will continue. Because the same problem exists in different levels  at all human societies.

 On the other side, like a crowded population, struggling and putting in an order needs and demands  are not possible in another system.

If a proposed social structure comes, under a politic reform like  a western type of democracy, the welfare level of only some certain groups of people will increase.

There will be also increasing at interest groupings. Which was born from conflicts and differences in thought.

And you can think that, there will be lots of groups in a crowded society which discussing and conflicting with each other.
Managing and governing like a society is very hard.

For this reason, I think, a western-style management structure is not suitable and reliable for China.

Yes ... Taiwan and South Korea come from a similar tradition and smoothly passed to western type democracies. But there is an important contribution for both as foreign support and low population (compared to China) in these transformations ...

(Also, is the only way for the humanity the westernized democracy? This should be debated.)


I think, the Chinese people are aware of that ...
This governing system will continue with some relaxing reforms according to the situation of social demands.

But at a level, the Township and Village Enterprises (TVE) and State-Owned Assets Supervision and Administrative Commission models can be new governing system for China and also for others.

Internal management of these enterprises can provide more democratic and freedom  for its workers and stock holders under the umbrella of these companies.

The people can continue to struggle with the life under the support and safe of these companies.
This can be supply more resource and support for people to realizing their life purposes.

It seems to be much more compatible with their past and their experience with the communist system ...

………..

Çin'deki devlet ve bürokrasi sistemini inceleyen, daha doğrusu Çin'de yatırım yapmak isteyen batılılar için bu ülkenin ekonomisi, geçmiş gelişimi ve kullanılabilinecek ihtiyaçları hakkında bilgi veren bir kurs almıştım.

Çin'deki komünizm, Çin usulü bir komünizm. Yoğun bir nüfusu, sınırlı kaynaklarla bir arada tutma ve ahenk oluşturma amaçlı. Pilot bölgelerde deneme ve yanılma ile uygulanan projeler bile oluyor. Devletteki kast ve liyakat sistemi, alışık olduklarımızdan farklı. Emekli yöneticiler bile kolay kolay yataklarında ölmüyor. (? :- ?)

Ceza sistemi de yoğun nüfustan dolayı sert.
1 Çocuk politikası ile beslenmesinden, eğitimine kadar çocukların yetişmesi için ayrılan kaynaklarla büyüyen çocuklar, artık Çin'de yönetim kademelerinde üste çıkmaya başladılar.
Yokluk ve paylaşma kavramlarına, geleneksel Çinli bakışından daha uzak oldukları için, sosyal problemlerden endişe ediliyor.

O yüzden Çin'i Komünist diye nitelemek, pek yerinde ve yeterli bir tanım olmaz bence...

Dünya nereye gidiyor?
İlk önce bildiğimiz demokrasi anlayışı sona ermeli. Komünizm de, kapitalizm de adalet getiren sistemler değil.

Kimse, vergisini vermeyenle, toplumsal sorumluluğunu gözardı edenle, daha düşük eğitim almış ile aynı kefede olmak istemiyor.

İnsanlar aldıkları ve yüklendikleri sorumluluklar çerçevesinde, topluma yaptıkları katkı ve ekonomik üretim çerçevesinde, yönetimlerde söz hakkında sahip olmak istiyor. Ve bunu da hakediyorlar.

Böyle bir yapı, ne komünizm de var. Herkese eşit davranacağım derken adaleti bozuyor. Ne de kapitializm de var, fırsatçılık ve bireysellik, üretimden çok "gereksiz" tüketimi teşvik ediyor.

21 Şubat 2018 Çarşamba

İnternet üzerindeki bilginin güvenirliği?

İnternet üzerinden her türlü bilgiye ulaşmamız mümkün.  Bilgi'nin hızlı üremesi ve değişimi karşısında ancak internet bize son ve güncel bilgileri sağlıyor.
Bunun yanında ilgili konuda az veya çok bilgisi olanların da, olmayanlarında yorum ve eklemeleri ile zenginleşiyor.
Özgür bir ortam olması nedeniyle, doğru ve güncel bilginin yanında, arasında, serpiştirilmiş veya toplu olarak yanlış, hatalı, yanlı bilgilere de denk geliyoruz.

Bu bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını test etmek ise, genellikle o konuda bilgisi olmayanlar için genelde çok zor. Üstelik güncel bilgilerin çoğu zaten yeni olduğundan, doğruluğunu test etme imkanı da yok.

Eskiden bilimsel yayınlar, ilgili konularda yetkin kişilerden oluşan bir kurul tarafından kontrol edilir, güncellenir ve yayınına onay verilirdi. Bu onların güvenirliğini artırırdı.
Özellikle ansiklopediler, güncelliklerini yıllar boyu korurdu.
Ancak günümüzde, uzmanlaşan ve alt dallara ayrılan konular yüzünden her yıl, neredeyse önceki yılların toplamı kadar bilgi ekleniyor literatüre...
Böyle bir aktif bir bilgi üretimini ve güncellemesini kontrol etmek, imkansız gibi...
Ehh..Arada yarım yamalak, yanlış bilgilerde dağılıyor.

Bunları nasıl ayırt edeceğiz?
İlk önce, kullandıkları kaynaklara bakmak lazım. Eğer kaynaklar arasında akademik olanlar var ise ya da güncel popüler bilimsel dergilerde kullanılmış ise (çünkü bu dergiler, matbaa basımından önce gene ne olursa olsun bir elemeden geçiriyor yeni bilgileri) güvenirliği konusunda rahat olabilirsiniz.
Doğru mu, yanlış mı? Bu daha zor bir soru. Çünkü doğru, genellikle güncel bilgi birikimimiz ve bakış açımızla alakalıdır. Bu şahsi de olabilir, toplumsal olarak da... Mevcut bilimsel akımda şu an doğru kabul edilen ve kanıtlanan bir  bilginin, 10 yıl sonraki bilgi birikimi ve bakış ile aynı değerde olacağı şüpheli. Üzerine yeni eklemelerle tamamen farklı bir cevap üretebilir.

İkinci olarak, kendi bilgi birikiminize dayalı olarak mantığınızı kullanabilirsiniz. Tamam tüm bilgiye hakim olmayabilirsiniz ama en azından temel mantığını biliyorsunuzdur. Bu yeni bilgi, bu mantığa uyuyor mu? Onu destekliyor mu? Buna göre, doğru ya da yanlış olduğu konusunda bir fikriniz olabilir.

Üçüncü olarak ise, ilgili konuda belli bir bilgi birikimine sahip kişilerin fikirlerini alırsınız. Mesela fizikist gibi platformlarda...

Son olarak da, eğer hiç bir değerlendirme imkanınız yok ise, bu sefer bu bilgiyi elinizdekilerle çürütmeye çalışırsınız.  Bilgiyi çürütmek için saldırırken de onu anlayabilir, doğruluğu veya yanlışlığı konusunda fikir edinebilirsiniz.

Bu durumda internetteki bilgileri, özellikle yenileri, şüpheyle ele alıp, kesin karar vermeden önce süzgeçten geçirmek en mantıklısı.

Ancak bilginin çoğalma ve çoğaltılma hızını göz önüne alırsak, şu an mevcut bilgi ihtiyacını en hızlı ve bol kaynakla besleyebilecek  tek kaynakta internet.

Zaten her bilgi üretiminde, anti tezi de kısa sürede üretildiğinden, doğruluğunu /yanlışlığını değerlendirirken elimizde bolca kaynak olacaktır.

Konuyu anlamak ise tamamen farklı bir şey...Bir konuda fikir ürettiğinizde, eğer o konuyu anladıysanız- doğru olarak- o konunun ana fikri-özü ile uyumlu-tamamlayıcı fikir üretebilirsiniz.
Anlamadığınız bir konuda ürettiğiniz fikirler, yama gibi durur. Bir iki eleştiri ile düşerler.

Her insanın bilgiyi anlama ve kavraması farklı olduğu için, bir konuyu yeterince anlayan bir insanın üreteceği yaklaşım her zaman farklı-yeni ama eski konuyla bütünleşik olur. Bazen bir nüans, tüm bakış açısını değiştirebilir.


https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/35096/

7 Şubat 2018 Çarşamba

Nükleer ve hidroelektrik santrallerle ilgili görüş...


Her ülkenin - toplumun görüşü kendi teknolojik ve ekonomik durumu ile alakalı.
Mesela Almanya, çok uzun yıllar boyunca nükleer santralleri kullandı. Çernobil’den sonra, bu santrallere yatırım yapmak yerine alternatiflere yöneldi. Çünkü bu konuda toplum baskısı vardı.
Nüfus artış hızı yavaşlarken, üretimdeki teknoloji ile verimlilik artışı sonucu enerji tüketim ihtiyacındaki artış yavaşladı. Üretim yapısını değiştirdi, yüksek enerji tüketen ağır sanayiyi üretimini gelişmekte olan ülkelere ihraç ederken, know-how ve tasarım gelişimi ile bu ürünlerin en yüksek ve karlı girdisi olan "bilgi" üretimini artırdı. 

Ayrıca o dönemde yüksek maliyetli olmasına rağmen, yerel enerji üretimini teşvik eden sübvansiyonlar geliştirdi, Böylece ani bir geçişte milyarlarca Euro’ya mal olacak alt yapı düzenleme ve gelişimini yıllara yaydı ve üretimi de destekledi. (Ev de üretilen düşük amperli ve voltajlı elektriği şehir sistemine öylece bağlayamazsınız.)

Doğalgazlı termik santrallere ağırlık verirken, Rusya- Ukrayna krizinden sonra enerji güvenliği için yenilenebilir kaynaklara yöneldi. Çünkü alt yapısı, mevzuatı, toplumsal bakışı da olgunlaşmıştı. Ayrıca bilgi-teknoloji ve sermaye birikimi de bu işi başarmasına yetecek kadar da (hatta çok daha fazlasıyla çünkü ülkemizin neredeyse 1/3'ü oranında güneş alıyorlar ama sistemlerinin verimliliği daha yüksek) birikmişti...

Tabii rüzgar ve güneşin sürekliliği yok ve garanti altında değil. Bu yüzden sürekli enerji kaynağı olarak termik santraller tamamen vaz geçilmiş değil. Sadece daha çevreci ve yeşil yöntemlerle zararı azaltırken, (kömür yerine doğal gaz, daha iyi baca dumanı arıtması, daha az katı atık. hatta bu atıklara yeni kullanım alanları), doğal gaz bağımlılığını da azaltacak şekilde su arıtma çamurlarından. lağım sistemlerinden ve çöplerden biyogaz (metan) üretimi ile destekleyecek projelerde uyguluyorlar. Hem  sera gazı salınımını (metan, karbondioksitten 26 kat daha güçlü bir sera gazı) azaltırken, hem de çevre koruma maliyetlerini, enerji elde ederek düşürüyorlar.
Üstelik Almanya'nın daha kuzeyde olması nedeniyle hidro elektrik kapasitesi de çok yüksek. Ama sanırım baraj yapılacak yer kalmamış artık.

Buna karşılık Avrupa'nın en büyük Nükleer enerji tüketicisi Fransa, süresi dolan nükleer santrallerin ömrünü uzatıyor, yeni daha güvenli santraller tasarlıyor... Gelgit-dalga enerjisi ve güneş-rüzgar o kadar ağırlıklı değil.

Ülkemize gelince, öncelikle küresel ısınma nedeniyle mevcut su kaynaklarımız, nehirlerimiz, potansiyelimiz gittikçe azalıyor.
Hala yavaşlamışta olsa, nüfus artışı hızlı ve ortalama ömürde uzuyor. Bu daha çok konut, iş ihtiyacı demektir. Büyüyen bir ekonomide her bin dolarlık işlem, 180 kg civarı ham petrol karşılığı ısınmaya neden oluyor diye hatırlıyorum.
Enerji ihtiyacı da aynı oranda artıyor.
Yani nüfus artıkça, konut ihtiyacı artıyor. iş ihtiyacı ve imkanı artıyor, ekonomi büyüyor, çevre kirliliği artıyor ve enerji tüketimi de geometrik olarak artıyor.
Yani nüfus 15-20 milyon artınca, buna bağlı olarak ekonomi büyüdükçe (her %25'de), enerji ihtiyacımız 3-4 kat artıyor.
Gençlerin daha erkenden evden ayrılması, bekar evlerinin sayısının artması da hep çevre ve enerji tüketimine yüzdeler halinde artış getiriyor.

Böyle giderse, 2025 de şu an’kinin yaklaşık 2 katı enerjiye ihtiyacımız olacak.
Oysa hidro kaynaklarda sınıra yakınız. Yeni kurulan barajlardan da istenilen enerjiyi alamayacağız.

Güneş enerjisinde sadece çatıda su ısıtma da Avrupa Lideriyiz ama elektrik üretimindeki mevzuat, aslen engelleyici. 2 kw'lik çatı sistemi kuruluşu ile  (bir evin günlük temel tüketimi yaklaşık-aylık 125 kw) 2 mw'lık tesis için (neredeyse bir kaç semt) gerekli evraklar ve prosedür, tesis, proje, ruhsat, altyapı, onay, Çed rapor ve onayları filan neredeyse aynı... Bu bürokratik engeller yüzünden kurulamıyor bile...Çünkü..... (Oysa bu konu ticari değil, olmamalı, milli -enerji- güvenlik meselesi..).

Sadece büyük enerji şirketleri rüzgar ve güneşe yönelebiliyor ama kömürle çalışan termik santraller karşısında fiyat/maliyet olarak rekabet etmeleri zor.
Bu nedenle termik santraller mantar gibi çoğalıyor. Kısa vadeli faydalar uğrunu, uzun vadeli kayıpları, gelecek kuşaklara bırakıyoruz...

Nükleer Santraller, ilk kuruluş maliyeti çok yüksek olsa da, risk analizi olarak en az hidroelektrik santralleri kadar güvenliler. en az 25-30 yıl sürekli ve düzenlenebilir enerji demek. (Elektriğin en önemli sorunu, depolanamaması, üretildiği zaman kullanılması lazım. O yüzden enerji üretim planlaması; gündüz yenilenebilir enerji, gece düzenlenebilir termik-nükleer, kısmen hidroelektrik-enerji planlaması gerekiyor.)
Nükleer santralin karbon salınımı da inşaat süreci sonrası yok. (İnşaat sektörü küresel ısınmanın neredeye %15'inden sorumlu en az...)

Dünya, gelişmiş ülkelerin hepsi nükleeri bırakmış değil. ABD başta olmak üzere, Çin Rusya, Fransa başta olmak üzere en az şu anki aktif kadar daha santral yapılacak.

Kararı siz verin. Gerçekten karar veremiyorsanız…
https://www.coursera.org/learn/future-of-energy/home/welcome
https://www.coursera.org/learn/global-energy/home/welcome

(Bazı rakamları buralardan hatırladığım kadarı ile kullandım. Dünya istatistikleri ve enerji politikaları, teknikleri –petrol-doğalgaz-biyogaz çeşitli kaynaklardan, kaya gazı, yenilenebilir enerji kaynakları, biyo dizel, biyogaz, ülkelerin enerji politikaları karşılaştırmalı olarak var.)

Orijinal Soru: https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/35723/  07.02.2018

17 Ocak 2018 Çarşamba

"Matematik" niye evrenler üstü?


Hangi evren veya boyut olursa olsun değişmeyecek bazı şeyler var. Elimizde iki tane sayı var. 1 ve 0 ..."O"

Hintlilerin "yokluk" ifade etmek için geliştirdikleri düşünsel bir kavram (daha sonra Hindistan’daki Moğol-Türk imparatorluğu sırasında kültürümüze de girmiş ve Türkistan yoluyla Anadolu’ya gelen dervişlerce) tasavvuf düşüncemizde de yer bulmuştur. 

 Matematiksel kullanımı çok daha sonra olmuştur. Arapların bilim dünyasına kazandırdığı matematiksel bir geçerlilik olmuştur.  Hesapları ve işlemleri özellikle 10'lu sayı sisteminde çok kolaylaştırmıştır.  Mesela matematikte o kadar ileri olan Mısır, Roma, Yunan, Maya, Aztek kültürlerinde var mıydı? Bilmiyorum. Denk gelmedim.

0 (Sıfır)'ın bir başka anlamı daha vardır. DENGE. Olumsuzlukla- olumlu, iyi-kötü, doğru-yanlış arasında denge noktasıdır. Matematiksel anlamda ise negatif sonsuz sayılar ile pozitif sonsuz sayılar arasında hangi sayı türü olursa olsun DENGE noktasıdır.

Üstelik sonsuz sayıda Sıfır vardır ama hepsi, tektir. Diğer sayımız ise "1" (bir) ...

Bu da olumlu anlamda varlığı ifade eder. Diğer tüm sayılar bunun üstüne eklenmiştir. Sonsuza kadar gider. İlginç olan bir başka nokta ise iki sayı arasında istediğiniz kadar, sonsuz sayıda sayı dâhil edebilmenizdir. Sonsuzların sonsuzluğu...

Tabii bu cevap değil, ön hazırlığı.
Şimdi elimize bir nokta (.) alalım. Bu boyutsuzdur. Hangi evrende olursa olsun, hangi boyutta olursa olsun nokta (.) 1’i temsil eder.  Bilinçli hangi canlıya gösterirseniz gösterin, gösterdiğiniz nokta onun için ismi ne olursa olsun. Bir tanedir.  Başka bir evrende veya üst boyutta bizim noktayı (.) üç, dört adetmiş gibi görme durumu olmaz.

Eğer 2 (İki)  noktayı koyarsanız yan yana, her durumda iki noktanız olur. Boyutuna veya evrenine rağmen, her yerde kendi kavramları, isimleri ne olursa olsun bu iki (2) tane nokta olur.

Aralarına bir doğru çizerseniz, bu tek boyutlu olur ve her evrende ve boyutta tek boyutlu bir nesne olarak ”doğru” olur.

İki tane “doğru” arasında ilişki kurarsanız, 2 boyutlu bir düzlem elde edersiniz. Elinizde 4 temel nokta ve bir düzlem olur. 

2 tane düzlemi birbiri ile ilişkilendirirseniz elinizde 8 temel nokta ile bir hacim olur. 3 boyutludur.  Üst boyutlara da gitseniz, başka evrenlere de gitseniz bunlar değişmez.

Her cisim, bu noktaların arasındaki ilişkilere göre oluşur. Noktalar miktarıyla ilgili ilişkiler bize sayıları verirken, noktalar arası ilişkilerde cisimleri, yüzeyleri gösterir.
Elinizde bir yüzey veya cisim var ise bunun kendi içindeki çeşitli noktaları arasındaki ilişkileri incelmeye başlarsanız, ilk trigonometri bilgileri de ortaya çıkmaya başlar.

Peki, sonuçlar evrene ya da boyuta göre farklı olabilir mi? Eğer varsa çoklu evrenler, bu evrenlere göre farklı sonuçlar olabilir. Ama boyutların sayısı çok önemli olmaz. Çünkü, ister tek boyutlu olsun ister 10 boyutlu aynı evren içindeki tüm boyutlar, aynı koşullara tabii zaten.
Ama sonuçlar farklı olabilir. Eğer diğer evren bizim evrenimizden daha bükümlü bir evren ise bazı değerler değişecektir.

Mesela bir üçgen ele alalım.  Düz bir kâğıt üzerine çizdiğimiz
(2 boyutlu) üçgenin iç açıları toplamı 180 derece. Şimdi evrenimiz daha eğri olsun. Ya da üçgenimizdeki kenar oranlarını korumak üzere, aynı üçgeni Türkiye de Ankara, İstanbul, İzmir noktalarından geçmek üzere çizelim. İç açıları toplamı aynı olacak mı? İç açıları sabit kılsak, kenar uzunlukları aynı olacak mı? Dünyanın eğikliği yüzünden elbette olmayacak…

3, 4 veya 5 boyutlu çizdiğimiz bir üçgeni 2 boyutlu ya indirdiğimizde (türevini aldığımızda) her durumda 180 dereceyi buluruz. Başka bir evrende ise evrenin eğimi daha fazla ise, iki boyutlu bir düzlem, bize göre daha eğimli olabilir. Sanki 3 boyutludan alınmış gibi. Hesap sonuçları buna göre farklı olabilir.

Ama açıkçası, yine yanılıyormuşum gibi geliyor. Sanki göreceli olarak, “bize göre farklı bir sonuca ulaşırken”, onlara göre oradaki gözlemci gene 180 derece ölçermiş gibi geliyor. Yani temel matematik kuralları ve yaklaşımları değişmezmiş gibi… (19 Mayıs 2015)

18 Aralık 2017 Pazartesi

KADINLAR. ERKEKLER... Dünya Egemenliği



8 Mart Çalışan Kadın Haftasında, Kadına Şiddet konusunda yorum.


Bir insan sevdiği uğruna ölümü göze alıyorsa gerçekten seviyordur. Ama karşısındakini öldürüyorsa, bu sadece kendini sevmektir. Karşısındakini de, onu kendisi kadar sevmediği için öldürüyor demektir.
O yüzden kimse, "Seviyordum, vurdum" yalanına sarılmasın. Sadece kendisini kandırıyor.

Sorunun bir çok sebebi var. En başta bu şiddet türüne başvuran erkekleri de, "bir kadının" yetiştirdiği unutulmamalı.
Yani ilk önce, anneleri bu konuda eğitmek gerekiyor.

Ardından, insanlar sosyal varlıklar olarak, toplumsal olayları görerek ve taklit ederek öğrenir. Günümüzde TV dizi ve filmleri altında şiddetin her türlüsü var. Kadına şiddet de çeşitli şekillerde işlenen bir konu.

Özellikle uzun süre devam eden dizilerde. Artık konu bulunamadığı için şiddet sahneleri artıyor. Sanal olduğu iddia edilse de bu beyinlerde, makul edilebilir limitlere çıkartıyor şiddeti.
Yani, medya'dan şiddet haberlerinin ayrıntısını kaldıracağız. Şiddetin "nasıl uygulandığı" değil, olumsuz sonuçları haber yapılmalı.
Dizilerde ise bu şiddet sahneleri kalktığı gibi, bu şiddet çağrışım ile bile anıldığında kınandığı, ayıplandığı, yerildiği ve engellendiği sahneler yer almalı. Dizilerde ve çalışma yaşamında çok gördüğümüz bir şiddet türü de, "duygusal şiddet". Özellikle, kadının kadına uyguladığı duygusal şiddetin düzeyi, fiziksel şiddetten az değil.

Üçüncü bir konu ise sosyal yaşamın yanında, ekonomik yaşam içinde karşımıza çıkan eşitlik kavramının doğru anlaşılmamış olması, Çoğu kadın hareketinin söylemleri de, yaklaşımları da; erkeği bir rakip olarak hedef gösteriyor.

Bu tür eşitlik- hak arama söylemleri altındaki kadın şövenizmi de bu şiddeti körüklüyor.
Çünkü kadın ve erkek eşitliği, adilliğe dayanmadığı zaman sadece söylem olarak kalıyor.

Örneğin, eğer kadın erkek eşit ise, boşanmalarda çalışan ve iş sahibi kadınlar niye nafaka alıyor? Birinin geliri yüksek olsa bile, artık yollarını ayırmış kişilerden biri, niye ömrü boyunca diğerini ekonomik yük olarak çekmek zorunda?
Evet, yasalar, mazlum, ezilmiş, iş sahibi olmayan kadınları korumak için bu tür bir caydırıcı önleme başvurmuş. Ama bu durumda zaten eşitlik yok ve yasalar bu eşitsizliği telafi ediyor.

Diğer yandan, meslek kariyer sahibi kadınlarda bundan faydalanıyor. Nerde eşitlik? Kadın, bekar ise varsa ebeveynlerinden miras kalan sosyal haklardan ömrü boyunca faydalanıyor. Erkek ise 25 yaş sonrası tek başına...
Üstelik kadın-kız çalışmadığı zaman hoş görülüyor. Ama erkek iş bulamaz ise,bu onun bir eksikliği hatası oluyor. Öyle olmadığı ne kadar söylense de, hissedilen böyle... Oysa okumuş ve çalışma yaşamına girmiş kadın sayısı az değil. Boşanmalarda da genelde bu kadınlar sayıca ağırlıkta.

Yani yasalarda, kişilerin ekonomik durum ve imkanlarına göre de adalet getirecek düzenlemeler gerekiyor.
Bir gazetede vardı. 15 günlük evlilik için 30 yıldır (cüzi de olsa artık) nafaka ödeyen adamın hikayesi.
En azından, zayıf pozisyonda olan kişinin kendi ayakları üzerinde durması için bir süre tahdidi konulmalı. 


Kadınla erkeğin kavga, mücadele şekilleri de farklı. Modern hayatta mücadelelerin çoğu sözü, sataşma, taciz, mobbing şeklinde olsa da; bu insanoğlunun yüz binlerce yıllık genetiksel mirası ile uyumlu değil.

Kadın fiziksel gücü yeterse şiddet uygulayabiliyor. "Diğer" kadına vurabiliyor. Çocuğa vurabiliyor. Karşısındakine gücü yeterse fiziksel şiddet uygulayabiliyor.
Ama fiziksel gücü yetmediğinde, sözlü olarak "duygusal şiddet"e başvuruyor. Savunma amaçlı da, saldırı amaçlı da... Kadına uygulanan fiziksel şiddetin ciddi bir kısmı da, bu tür duygusal şiddet birikiminden çıkıyor.
Üstelik bu tür tartışma anlarında, artan adrenalin ile erkeğin içgüdüleri sadece" Kaç ya da Saldır!" derken. O anda erkek, kadına, onun kurduğu mantık karmaşasındaki sözlerine bile doğru dürüst cevapta veremiyor.Çünkü (beyin lobları çalışması farklı), erkek kadın kadar sözel değil.
Sonuç malum, biriken ve patlayan şiddet.
Elbette bu durumun dışında olan ve kadına şiddeti normal görerek yetişmiş insanlar var, ama bunlar çoğunluk değil.


Yani, bu durumda kadına da, erkeğe de; karşı cinsle "doğru iletişim" dersleri, eğitimi vermek gerekiyor.
Keza, şimdiye kadar "söyleneni söylendiği anlayan, gördüğünü de görüldüğü gibi betimleyebilen" bir kadına denk gelmedim.
Her seferinde her söze, her harekete bir anlam yüklendiğini, olandan farklı yorumlandığını gördüm.

Kadınlar fiziksel  ve zihinsel bu dünyaya zaten egemen.

Eğer erkeklere kalsaydı dünya, bütün gün dövüşüp, kavga edip, akşam ateş başında içmekten başka dertleri olmazdı. Yani onların cenneti, Valhalla olurdu.
Ama kadının bitmeyen istek ve ihtiyaçları, erkekleri hep bu hayattan uzaklaştırmıştır. Onları araştırmaya, daha iyisini bulmaya, ticaret yapmaya, daha fazlasını istemeye yöneltmiştir.
Bir erkeğin hayattan istediği nedir ki? Bira, çerez, maç, bir işi bir kaç arkadaşla yapmak, avlanmak, spor yapmak, bir de çoğalma eylemi ...
Doğal bir erkeğin bundan fazla isteği olmaz. Kalan istekleri ve bu isteklerine ulaşma çabası hep arkasındaki kadının yönlendirmesindendir.

Eve ihtiyacı yoktur. Yukarıdakiler varsa mağara bile olur. Çok değişik lezzetli yemeklere ihtiyacı yoktur. Açlığını bastırıp, ihtiyacını karşılasa yeter.
Giysiye, hele illaki temiz giysiye ihtiyacı yoktur, doğa şartlarına karşı korusun, ısıtsın, serinletsin bir de kaşındırmasın yeter. Araba, fiziksel güç uzantısıdır. Silahlarda...

Oysa daha iyi evi, arabayı, temiz, ütülü yeni giysileri (giymeyi ve görmeyi), rakibelerinden daha güzel olmayı (böylece çevresindeki kullanabileceği potansiyel erkek gücünü elde tutabilecek), parayı, gücü (belirsiz geleceğin kara günleri ve çocuk yetiştirimi ihtiyaçları için güvence) hep kadın ister. Kendi ulaşamayacaksa ya da erkeği yönlendirerek ulaşmak daha ekonomikse yönlendirir.

Sonra bir de "Kadın Şiddeti" vardır. "Kadın eşitliği" vardır.
Kadınlarla, erkekler eşit değil. Kadınlar üstün konumda. Tek dezavantajları fiziksel güçlerinin olmayışı. Onun dışında her alanda, her konumda üstünler.

Boşanma davalarında avantajlılar. Boşandıktan sonra, çalışsalar dahil eski eşlerinden nafaka alabiliyorlar. Hani eşitlik?
İş hayatında avantajlılar, özellikle hizmet sektörü ağırlık kazandığı için, daha ucuz iş gücü ve işsizlik karşısında alternatif zenginlikleri nedeniyle, kadınlar daha kolay iş buluyor. Çalışma hayatında çalışan kadından eve bakması beklenmiyor, destek vermesi bekleniyor.


Erkek ise bu yükü birinci dereceden, eşi çalışsın çalışmasın taşımak zorunda...

Şiddet olayına gelirsek, evet erkekler kadınlara şiddet uygulayabiliyor. Ama bununda bir kaplanı evcilleştirme düzeyi ile benzerlik taşıdığını düşünüyorum. 
Üstelik bu erkekleri de başka kadınlar
(anaları) yetiştirdiğine göre, bu kadına şiddeti sadece ailelerinden gördükleri için değil, en güvendikleri kadınların da tasvip etmesiyle bağlantısı var bence. İstisnalar var. Ama kaideyi bozmaz.
Üstelik kadının erkeğe uyguladığı şiddet çok daha acımasızdır. Derindir ve yaralayıcıdır. Kapasitesini sürekli zorlar, yeni isteklerle aşındırır, kıyaslayarak eksiklik hissi yaratmaya çalışır. Çocukları doldurup adama karşı isyana yöneltir, Adamın arkadaşlarını eşine eleştirir, küçümser bu arada adamı övüyormuş gibi yapar. (Oysa bir erkek arkadaşları ile hep övünür, onların maddiyata değil kendisine olan yaklaşımlarına değer vermeye çalışır. Ama elbette hatalar yapabilir.)

Kadın sadece erkekten şiddet görmez. "Kadının kadına yaptığı şiddet" çok daha acımasızdır.

Kişilik ezmeye ve hakimiyet altına almaya yöneliktir. Duygusal şiddet, dedikodu altında yönlendirme ve kötüleme, iş yerine ast-üst ilişkisinde ezme, giyim kuşamda, maddi değerlerle sahip olunanlarla rakibelerine rekabette geri kaldıklarını hissettirme,
(kadınlar erkekler için değil, diğer kadınlar için giyinip süslenirler...)

Ehh. Aynı duygusal şiddeti erkeğe uyguladıklarında, neye uğradığını şaşıran ve doğru dürüst mantıklı cevaplar üretemeyen, üretse bile bunu anlatamayan, ağdalı, çok anlamlı kavramlarla sözlerin ve davranışların farklı yorumlanmasıyla şaşıran erkeklerin, savunma durumunda verebildikleri tek cevap, kaba kuvvet kalıyor.

Şimdiye kadar bir erkeğin söylediğini, söylediği gibi, yaptığını da gördüğü gibi yorumlayıp anlayan tek bir kadın görmedim. Her kelimenin ve hareketin altında başka anlamlar ve kavramlar aranır, yakıştırılır, yapıştırılır ve sadece ama sadece kendi içinde olmak üzere bir mantığa oturtulur ve erkekten bunun üzerinden cevap vermesi istenir. Genelde doğru düzgün yanıt veremez. Eğitilmişlik ve ehlileştirilmişlik düzeyine göre cevap verir. Ya kuyruğunu kıstırır kaçar ya da  kükreyip, pençe atar.
 
Kaçması ya da kükremesi, aslında erkeğin eğitilmişlik düzey kabının, kadın tarafından ne kadar doldurulup biriktirildiğine bağlıdır.


(Yavvv. Karnı doymuş, uyuyan hayvanı ne diye dürtersin? Sevmediği ile beslenmeye, tırnaklarını törpülemeye, tüylerini yıkayıp taramaya, kısaltmaya, olmadık elbiseler giydirmeye ve alış verişte yük taşıyıcı olarak kullanırsın. Bir de üstüne kendin bindiğin gibi, çocukları, akrabaları, bazen arkadaşları da yüklersin? Yanına yaklaşan arkadaşların hoşşt! dersin? Diğer kadınların sende göreceği şey; en güçlü, uysal, itaatkar, bakımlı, tüyleri de alerjik olmayan, homurdanmayan kedicik, senin kedicik, olacak...)
Kadınlar aralarında işbölümü yapmayı ve uyumlu çalışmaya meyillidirler ama ast-üst ilişkisi belli olduktan sonra. Birbirilerini tamamlayıcı gibi hareket ederler.
O yüzden erkeklerden kurulu verimsiz bir iş takımından verim almak istiyorsanız, aralarına "bir kadın" katın. Ama verimli bir ekibi bozmak istiyorsanız, aralarına "iki kadın" katın.

Kadınlar için ilişkiler ve bu ilişkiler ağının genişliği önemlidir. Bu onun gücüdür. Dertli, sıkıntılı durumlarda yardımına koşacakları saklar. Hatta yatırım amaçlı, gelecekteki olası yardımlar için, bu ağ içindekilerden ihtiyaçları olanlara da yardım eder. Öyle ki, bıraksalar bir kaşık suda boğacağı kadının başı, grup dışından bir sorunla-dertle belaya girse, hemen tüm kinini bir kenara bırakıp yardıma bile koşar. Ama daha sonra kin'i tekrar canlanır. O ateş sönmez bir türlü...


Oysa erkelerde durum farklıdır. Dövüşür, kavga eder, yumruklaşır. Eğer herhangi bir şekilde bir "kadın telkini" yok ise, bir kaç gün sonra aynı adamla balığa çıkar, ava gider, hayatını emanet eder, içer... 
(Kavganın nedenine bağlı olarak bu süre değişebilir.)

Kadınlar hem eşitlik derler, eşit iş eşit ücret derler, doğrudur insan olarak haklıdırlar ama verimli çalışma saatleri açısından erkeklerden geridedirler.
Duygusal depresyon, özel sağlık durumları, hastalıklar, iş yeri sabah kahve ve dedikoduları, öğlen kahve ve dedikoduları ile geçirdikleri verimli iş saatleri çok daha azdır.
Evet, başarılı iş kadınları var. ama onlarda aileleri dahil, ciddi fedakarlıklarla bu düzeye erişiyorlar.

Kadınlar, erkekleri bu fedakarlıkları yapmak zorunda olmamakla itham ediyor olsalar da, erkeklerin işlerini ellerinde tutmak ve evlerinin ihtiyacını karşılamak gibi toplumsal zorunluluk bir yükleri de genelde zayıftır.

Üstelik erkeklerin kadınlara karşı olan zaafını da iyi yönetebilen kadınlar, çok daha az eforla konumlarını güçlü pozisyona çabucak alabiliyorlar.
Erkeklerin böyle bir çabası genellikle sapkınlık olarak karşılanacağı için, uzun vade de erkek içinde çok riskli.
Bu yöndeki silahları olmayan ya da kullanmayan kadınların ise aynı güvenceler için daha çok efor harcaması ve daha güçlü ilişkiler ağı kurmak zorunda olması da doğal tabi ki...

İş hayatında kadın elbette toplumun bir temsilcisi olarak yer almalı. Üstelik bu oran yarı yarıya olmalı. Madem hayat müşterek, üstelik gün geçtikçe, aradığı mükemmel ruh eşini bulamayan erkek ve kadın sayısı hızla artıyor
(ana sebebi sosyal medya yalnızlığı ya neyse), yani kadınlar ev geçindirmek için değil, kendi geçimleri için de olsa çalışma hayatına girmeli...

Aslında şu sosyal güvence yasaları da değişmeli kademeli olarak. Çalışmayan, bekar kadına babasından maaş bağlanması adil değil. Erkeklerin de günümüzde buna ihtiyacı var. Üstelik kadınlar arasında eğitim görenlerin sayısı, erkeklere oranla daha hızlı artıyor. Meslek sahibi kadın sayısı az değil.
Ama erkeklere okumuyorsa 18, okuyorsa 25 yaşından sonra hiç bir sosyal güvence desteği yok. Kadına ömür boyu destek var. İşi bıraksa, bekarsa bile yıllar önce ölmüş sigortalı babasında maaş bağlanabiliyor.
(Ülkemizde istisna sayılamayacak kadar çok sayıda mağdure ve faydalanamayan olsa da, yasalardaki düzenlemeler hep kadın lehine dengeyi bozacak şekilde...)

Tarım Toplumuyla Kadın (Başlık Parası)
Şimdi birisi kalkıp da, kadının başlık parası adı altında mal gibi alınıp satılmasına dem vurabilir. Başlık, drohoma, ödeme, çeyiz bu adetlerin hepsinin, içinde geliştikleri toplumun sosyo kültürel yapısını ve ilişkilerini belirleyen, "üretim araçları ve yapısıyla" ilişkisi var.

İnsanlık tarım yaşamına geçip, avcı-toplayıcı toplum ihtiyaçlarından ve geleneklerinden uzaklaştıkça, toplumun kadına bakışı ve yargısı değişmiş.
Avcı toplayıcı toplumlarda kadın özgürdü, erkekle eşit idi. Erkek avlanırken, kadın toplayıcılık yapıyordu. İş bölümü vardı. Üstelik bir taşa vurduktan 9 ay 10 gün sonra ses çıkınca nasıl bağlantı kurmak zor ise, erkek ile çoğalma arasındaki bağ da çok net değildi...
(Halikarnas balıkçısının bir anlatısındandır.) Anaerkil toplum yapıları daha güçlüydü.
Hele tarımsal yerleşik yaşama geçildiği ilk antik dönemlerde, kadın kutsaldı. Doğum gücü onun elindeydi. Erkekler ona hizmet için vardı. Toprak tanrıçasını bereketlendirmek için yılda bir ayinler düzenlenirdi. O yıl için seçilen erkek rahipler, ayin gününde erkeklik organlarını kesip kanlarıyla toprağı bereketlendirirlerdi.  (Bu adet, bin yıllar sonucunda, sünnete dönüşmüştür diyenlerde var.)

Sonra insanoğlu toprağa yerleşince, köyler, kentler, kent devletler kurulmaya başlanınca, bu yeni yönetim ve devlet sistemlerine vergiler zorunlu olunca, üretim daha önemli olmaya başladı. Bu dönemlerdeki en önemli işgücü kaynağı, insan gücüydü. Hayvanların işgücünün kullanımı sınırlıydı. Oysa köleleştirilmiş insan gücü, en dar ve zor koşullarda çalıştırılabiliniyordu.

Tarımsal üretimde de iş gücü ihtiyacı artmıştı.  Tabii maddi imkanları dar özgür kişiler
(mal-mülk sahibi-erkek sadece) için köleler, lüks sınıfına giriyordu.

Ürün ve üretim yapısı köydeki toplumsal ilişkiler üzerinde bile belirleyici olabiliyor. Aynı nehrin güney kısmı alçak olduğu için pirinç tarımı, kuzeyi ise tepe yamacından dolayı yukarıda olduğundan buğday tarımı yapılan bir bölge incelendiğinde
(Çin'de); aralarında bir kaç yüz metre olmasına rağmen, sosyal ilişkilerin ve rol modellerin farklı olduğunu görmüşler. Pirinç tarımı yapılan köy halkı, daha eşitlikçi, işbirliğine dayalı ve birbiriyle daha çok zaman geçirirken, buğday tarımı yapılan bölgede ailelerin ve aile içi ilişkilerin ön planda olduğu daha kapalı bir toplumsal yapı görülmüş. Pirinç toplumunda kadınlar ve çocukların daha fazla söz hakkı var iken, buğday toplumunda ataerkil aile yapısı daha baskınmış...

Aralarındaki farklılık ise, buğday ekildikten sonra işgücü daha az ihtiyaç duyuyor. Mevsimlik yağmura dayalı, bir tarlayı bir aile rahatça sürüp ürünü toplayabiliyor.
Oysa Pirinç tarlarında durum farklı. Çeltiğin tarlalara ekilmesinden, günlük bakımlarının yapılması, kanalların temizlenip açılmasından, pirinçler olgunlaştıktan sonra Musonlar başlamadan toplanılması için tek bir ailenin işgücü yeterli olmuyor. O yüzden komşu aileler birbirlerinin tarlalarında da  ortak çalışmak  ve işbirliği yapmak zorundalar.  Köy halkı her gün 2-3 tarlanın işini ortak yapıyormuş.

Başlık Parası konusuna geri dönersek, özellikle ataerkil aile yapısının güçlü olduğu tahıl üretimine dayalı ailelerde; hayvanlarla ilgilenecek, besleyecek, tarlalarda çalışacak işgücünü aile fertlerinden sağlamak ekonomik bir yol oluyor. Ayrıca hastalıklara ve yüksek çocuk ölümlerine karşı, çok çocuklu aileler daha avantajlı oluyorlar. Üstelik yaşlılık dönemlerinde bir tür sosyal sigorta güvencesi olarak, yaşlıların bakım yükünün paylaşılması daha kolay oluyor. Bu yüzden kadın, özellikle doğurgan sağlıklı kadınlar, işgücü üretmesi açısından değerli bir kaynak haline dönüşüyor. Hatta imkanlar elveriyorsa, çok eşlilik de güçlü bir avantaj sağlıyor.

Böyle bir üretim yapısının desteklenmesinde anahtar rolü oynayan kadının, bir mal gibi değer görmesi ve verilirken karşılığında bir meblağ alınması da ananelere bu şekilde girmiş.

Kadının bu kadar değerli olmasının bir diğer nedeni de üreme kapasitesinin, erkeğe göre sınırlı olması. 2 yıl içinde ancak bir veya belki iki çocuk sahibi olabilirken kadın, erkek aynı sürede bir kabile kadar çocuk sahibi olabiliyor. Bu da kadını, erkeğe göre değerli-nadir haline getiriliyor.

Doğadaki canlılıkta ana amaç, sahip olunan genetik bilginin aktarılmasına indirgenirse, türün devamı için kadın sayısının erkek sayısından daha önemli ve belirleyici olduğu da görülmekte.


Özellikle savaş, kıtlık, salgın hastalık gibi toplumsal buhran ve birey kayıplarının çok olduğu dönemlerde, tüm canlılarda- tür yok olma riski yaşadığında, yeni doğan bireylerde kadın-dişi unsuru artıyor.
Bunu doğanın, tür'ün devamlılığı için geliştirdiği bir mekanizma olarak tanımlamak mümkün.

Gerek savaş veya salgın hastalık gibi toplumsal risk altındaki toplumların doğum istatistikleri de bu varsayımı büyük oranda doğruluyor...

İnsanlığın tür olarak pek iyiye gitmediğini, yok oluş sınırlarını zorladığımız bu dönemlerde kız çocuk doğum oranları da bunu doğruluyor. Nüfusu hızla yaşlanan Avrupa ülkelerinde bile kız çocuk doğum oranları, erkekleri geçmeye başladı. Rusya gibi, krizlerden kurtulamayan bir ülkede bile şu an 6 milyon fazla kadın var.

Gelişmekte olan ülkelerde ise oranlar şimdilik eşit gibi ama ibre, kız çocuktan yana. Bazı gelecek bilimciler, bu verilere bakarak bir gün dünya üzerinde hiç erkek kalmayacağını da düşünüyorlar. Ama kadının taşıdığı kromozomlar, insan türünün tüm bilgilerini taşımadığı için ve sadece tek cinsiyete imkan verdiği için pek olası değil. Erkek sayısı çok azalabilir ama yok olmaz. Olduğu zaman zaten kendilerini kopyalamaktan öteye gidemeyen bir kadınlar klon toplumuna dönüşür.

Ayrıca kadın erkek beyin bağ yapılarının farklı oluşu, insanlığın bazı alanlarda teknoloji geliştirmesine de direk olumsuz etkisi olacaktır. Oysa insanlık, teknoloji geliştirebildiği sürece var olabilmiştir. Aksi halde, doğanın güçlerine karşı oldukça savunmasız ve zayıf bir yaratık.  18.12.2017






Diğer Yazılar

Tamam kadınla erkek eşit olmalı... Ama nasıl?

İnsan türü tek eşli mi, çok eşli midir?

12 Aralık 2017 Salı

Genetik Mühendisliği ve Geleceği



30 yıl evvel tercih yaparken, geleceğin mesleklerine bakmıştım... Mesleğimin devri hala başlamadı, bekliyorum.
Sanırım ya ben, ya da o ağız birliği yapan iş dünyası dergileri zamanlama hatası yaptılar.

Meslek seçerken, bazı mesleklerde ekonomik  veya hukuki güvenceleri cazip gelebilir ama öncelikli olan "yapmaktan zevk alacağınız iş alanı, konu" olması önemli...

Genetik Mühendisliği, halen aktif ve güçlü bir meslek. Dünya'nın bir çok sorununa  çözümler vaat eden  ve sonu olmayan genişlikte bir alana hitap ediyor.
Plastik tüketen bakteri genlerinden, GDO dediğimiz ürünlerin gelişimine kadar. Ya da türü tükenmiş bir canlıyı geri döndürmekten, özel maksatla geliştirilmiş insanlara kadar.

Dünya ciddi bir değişim dönemine giriyor. Şu an bize kaotik ve belirsiz gibi gözükse de, yeni bir çağ'ın sancıları bunlar.
Şu an ki üretim yapısı ve teknikleri, iletişim teknolojisinin güçlendirdiği bilgi alışverişi ve karşılığındaki artan sosyal yalnızlık, temel yaşamsal ihtiyaçlar, çevre ve kaynak yoğun tüketimine karşın artan insan nüfusu ve onların geometrik artan ihtiyaçları, bu değişimi zorunlu kılıyor.

Yoksa kendini yok eden bir tür olacağız.

Genetik mühendisliği hem geçiş döneminin sancılarını azaltacak, hem de gelecek dönemlerdeki bir çok ihtiyacı karşılayacak potansiyele sahip.

Biyolojik Canlılık, girdi-çıktı ve iş bakımından en verimli yapılardan biridir.
Bunu düzenleyerek iş makinelerinden, nano tedavi robotlarına, bilgisayar işlemcilerinden, yığın et dağları şeklinde besin üretimine, özel şartlara adapte edilmiş bitkilerle; yer altında, okyanus tabanında tarlalar, bağlar kurulmasına kadar bir çok şeye öncülük edebilecek.
Kırılan kemikleri, doku hasarlarını bile tedavi etmek çok kısa sürebilecek.

Kısaca genetiğin ufku geniş. Ama Türkiye'de durum ne?
Biyoloji öğretmeni olabilirseniz şanslısınız. Zaten 3-5 ilaç şirketi başta olmak üzere bu konuda eleman ihtiyacı olan şirket sayısı fazla değil. Mevcut mezunların en parlakları ile kısmen de bazıları dayıları ile bu kariyerleri doldurmuşlar.
Bu ülke şartlarında hiç birinin bulunduğu yeri terk etmeye niyeti yok. Çok parlak bir zihin olmadan da bu kariyerlere ulaşmak kolay değil.

Diğer yandan, dünya da, "milli devlet sistemleri" de değişiyor. Şu anki koruyucu engelleyici duvarlara bakmayın. Onlar, eski statüyü korumak isteyen yönetim erklerinin ve bunların kamuoyu desteklerinin endişeleri... Kurdukları set, eninde sonunda yıkılacak, bunu biliyorlar da, en azından bizim dönemimizde olmasın, altında kalmayalım diyorlar.
Böyle bir ortamda, sınırlar-engeller kimi bölgelerde var olsa da, özellikle ülkemizin de dahil olacağı ve ekonomik-toplumsal hareketliliğin çok olduğu büyük bir alanda olmayacak, ya da çok zayıf olacak. (Küreselleşme kavramı, onu kontrol edebileceğini düşünen tüm gelişmiş ülkeleri de kontrol altına almış ve önü kesilemeyecek bir canavara dönüştü çünkü...)

Dünyanın her yerinde çalışabilecek mesleklerden biri bence.... Her toplumun genetikten ve dizaynından anlayan bireylere ihtiyacı olacaktır. (Diğerlerinden bir kaçı; aşçı, berber, doktor...)

5 Aralık 2017 Salı

"Mutluluk Nedir?"

Kime sorsam, yeterince mutlu olamadığını ya da mutluluğu aradığını söylüyor. Mutluyum! diyen sayısı çok az.

Soruyu deşip, kendisinden ya da hayatından (daha doğrusu yaşam tarzından)  mutlu olup olmadıklarını sorduklarımıza da ise bu sefer , çok daha yüksek bir oranda olumlu cevap veriyorlar.

Ülkelerin memnuniyet skalalarına baktıklarında  (http://worldhappiness.report/) ise gelişmiş ülkelerde oranlar yükseliyor. Gelişmekte olanlarda da rakamlar değişiyor. Bu daha çok ülkelerin ekonomik programlarına ve bireylerinin tüketim gücüne dayalı gözüküyor.

Buna karşılık geçmişte, bazı az gelişmiş (doğu Asya ve Afrika)   ülkelerinde bireylerin mutluluk oranlarının, gelişmiş ülkelerden bile yüksek olduğu görülmüş. Daha sonra bu mutluluk oranları hızla düşünce, sebeplerine bakılmış.
Televizyon ve internet yayılımı ile mutsuzluk; başkalarının hayatıyla kıyaslama, benzer refah tüketim düzeyi özlemi ve imkansızlıkların çatışmasının sonucu olarak, hayattan tatminsizlik hissi ile eş zamanlı artıyormuş.

Kişiye göre, göreceli olduğu ifade edilse de, tüm "mutlu olma tanımlarında ortak bir nokta" olması gerektiğini düşünüyorum. Tüm insanlar için genel ve geçerli bir tanım...

Gün geçtikçe insanları mutlu etmek gittikçe zorlaşıyor. Mutsuzluk bulaşıcı ve  insanın empati yeteneği yüzünden, diğer hastalıklardan daha hızlı yayılma gücüne sahip. Ciddi bir zihinsel ve fiziksel işgücü kaybına neden oluyor. Ama daha önemlisi "insanlık kaybı"...

Peki, nasıl çözeceğiz? Daha doğrusu, çözüm zor olsa da, etkilerini hafifletmek, başa çıkılır düzeye indirmek, nasıl mümkün olabilir ?

Burada uzun zamandır fizik yazıyoruz. Bazı arkadaşlarımız fizik dışındaki konularla siteye ruh vermeselerdi, çok sıkıcı da olurdu.
Yazarlardan gördüğüm kadarıyla, sistemli düşünce mantığına sahip insanlar ağırlıklı. Doğru verilerle ve analizle, semptomları hafifletme yöntemi bulabiliriz diye düşünüyorum.

İlk olarak insanların ne zaman mutlu olduklarına bir bakalım.
Aç iken (güzel) yemek, yorgunken yatak bulunca. Çocukla oynarken hatta alt bezini değiştirirken. Bir hobiyle uğraşırken ya da balığa olta atarken...
Yolda çok sıkışınca tuvalet bulunca, boş oturup martıların pikelerini sayarken.
Aşık olup, düz duvara tırmanma gücünü bulunca, sevdiğine sarılınca. Sevişirken, sarılıp ağlaşırken. Sevdiğine (kim olursa olsun) sarılınca... Ya da köpeğiniz, kediniz gelip "en sevgili ilgisi" istediğinde...Yetiştirilen bitkilerin çiçeklerini koklarken, akvaryumdaki balıklar sizin görünce coşarken. Dans ederken, sarhoş olurken (sonrası benim için sıkıntı), müzik dinlerken, resim yaparken...Alış veriş yaparken (bu madde: Sadece Kadınlar İçindir. SKİ), araba sürerken, koşarken, yüzerken, rakip ile müsabakaya girerken... Dedikodu yaparken (SKİ?), bir şey anlatırken, yazarken, vs.vs.

İnsanlar neden mutsuzluğa saplanır?

Öncelikle, mutsuzluğun öncelikli nedenlerinden birinin, gelecek belirsizliği...
Geleceği düşünmek ve çıkabilecek sorunları görememek, kontrol etme gücünü bulamamak ciddi bir karamsarlık nedeni... İnsan huzursuzluğunun ana nedenlerinden biridir.

İnsan huzur arar. Çünkü insan ancak geleceğini biçimlendirebileceğini, yönlendirebileceğini hissederse, huzurlu olabilir.

Bunu sağlamak içinde; güç, imkan, çevre arar.
Güç ve imkanın en net ifadesi "Para"dır. İnsan para'ya ulaşmak için çeşitli yollar arar. "Para var, huzur var!", ifadesi bunun bir ifadesidir.

Peki' ihtiyaç duyulan bu para, ne işe yarıyor?


Eğer gelir, ihtiyaçlara zar zor yetiyorsa ya da yetmiyorsa, mücadeleden mutluluğu aramaya pek vakit yoktur.

Eğer çalışmak zorunda olan orta gelirliyseniz, geliriniz çalışma veriminizi gücünüzü koruyacak kadar beslenmenizi, barınmanızı sağlar. Kalanların sosyal masraflara gitmesi günü idare etmeye yeter.

Canlılığa uygun şekilde, bir canlı ilerdeki kıtlık dönemleri için nasıl yağ depoluyorsa, insan da sıkıntı dönemleri içinde ekstra güç ve imkan depolamaya çalışır. Yani, nakit veya mal olarak hayatını zenginleştirmeye çalışır. Eğer bu uğraş, tutku olursa, o zaten kayıptır artık.

Eğer zaten yeterince zengin ise, bu tür endişeler ve sıkıntılar olmadığı için, tasa-dert hanesini daha farklı tutkuların ve arzuların hayal kırıklıkları doldurur. Daha basit olaylardan daha kolay incinir olur. Alınganlığın yanında, gerçek yalnızlığı da artar.

Gene de her üç durumda da, insan mutlu olmayabiliyor. Mutluluk arayışı süregider.

O zaman mutluluğun anahtarı, gelir veya güç değil diyebiliriz.

Şu ana kadar: insanın mutlu olmak için, huzur aradığını... Huzur'u geleceğini kontrol etmek ve/veya aksiliklere karşı dayanma gücü için istediğini, bunun da en kolay yolu olarak maddi imkanları geliştirmek olduğunu işledim.

Buradan bir önermede şöyle çıkartabiliriz. Huzursuz insan, asla tam anlamıyla ve gerçekten mutlu olamaz.

O zaman formülün ilk kısmını : "Mutluluk=Huzur" olarak tanımlayabiliriz.
Mutluluk hedef olduğu için, denkleme "Huzur" üzerinden gideceğim.

İnsanlar ne zaman huzurludur? 
Görevleri olan bir işleri bittiğinde, sevgilinin kollarında, bebeğin kokusunun yanında, aileyle , arkadaşlarla bir aradayken, hedefledikleri bir amaca ulaştıklarında, yarından endişe etmediklerinde, geçmişe bakıp Ah! veya Keşke! demediklerinde, vs.vs...
Sonuçta; kısaca üzerilerinde bir gereklilik kalmadığında ve kendilerini güvende hissettiklerinde huzurludurlar.
Çünkü yarından endişe etmeyi kestikleri an'da , o zaman'ı yaşamaya, hissetmeye başlarlar.

İşte mutluluk budur. Carpe Diem... (An'ı Yaşa)

Sonuç: Şimdi elimizdeki fizik bilgilerine bakarak durumu değerlendirebiliriz. Elimizde artık önermeler var. Fizik kuralları ezberlenecek, katı değiştirilemez kurallar değildir. İçeriğini kavradığınız her fizik kuralını, hayatınıza adapte edebilirsiniz. Sonuçta fizik kuralları birer denklemden ibaret ve eşitliğin diğer tarafını uygun verilerle doldurabiliriz. (Dik üçgen bağıntılarının, hız veya vektör hesabında kullanılması gibi...)
Fizik, evrenin şairi değildir bence ama "evrenin tablosunu çizen ressamıdır"  diyebilirim.
Sonuçta canlılarda madde kökenli olgular.

Kuantum belirsizliği ve olasılıklar kullanabileceğimiz en uygun kuralları içeriyor. Çift yarık deneyinden benzetme yaparak.

Öncelikle deneyin sonuçlanıp, olasılık dalgalarının çökmesini ele alırsak; artık tüm olasılıklar tükenmiştir. Olay gerçekleşmiş ve elde edilen sonucu değiştirebilecek, etkileyecek bir olasılık kalmamıştır.
Bu durumdaki dalga fonksiyonu belirlenmiş ve yazılabilir olduğu için, buna "geçmişimiz" diyebiliriz. Değiştiremeyeceğimiz, etkileyemeyeceğimiz  sonuçlanmış deney sonuçlarını değiştirmeye kalkmak ve buna kafa yormak, beyhude bir zaman ve enerji kaybıdır. (Geçmişe kafayı takmak)

Elbette deney sürecini sonradan incelemek ve bundan ders notları çıkarmak iyidir. Bu notlara göre, bir sonraki deneyde, dalganın hangi dar aralıkta 1 (%100) olmasının istiyorsak sonucu, onu belirleme yeteneğimiz daha fazla olacaktır. (Geçmişten ders almak)

Deneyin gerçekleşme anına ele alırsak, eğer deneği izlemezsek, sonuç herhangi bir yerde olabilir. Elbette büyük olasılıkla hangi genişlikteki aralıklarda sonuçlanacağını tahmin edebiliriz ama yüzde yüz kesinlikle sonucu öngöremeyiz. (Düzensiz, kontrolsüz, amaçsız yaşam)

Eğer "deney sırasında" dikkatli bir şekilde gözlem yaparsak, deney sonucunu da büyük ihtimalle tahmin edebiliriz. Deneği izlemek ve  koşulları gerekirse anlık düzeltmelerle belirlemek kesinliği artıracaktır.(An'ı yaşamak)

Ama her durumda, daha gerçekleşmemiş, hatta hangi koşullarda gerçekleşeceğini bile bilmediğimiz deneyleri ve sonuçlarını belirlemeye kalkmak, bize ciddi ve zaman maliyeti çıkartır. Hele bunu mevcut deneyin içinde yapmak kaynak israfı getirdiği gibi, mevcut deneyin de kontrol ve gözlemleme imkanlarını daraltır. Yaşanılan deneyimden hatalı sonuçlar bile çıkartabilir. (Belirsiz gelecek ve endişeleri). 

O zaman; Geçmişe 0, Geleceğe de 1 dersek , arası "Şimdi" olur. Hayatımızı (H) bu "Şimdi Aralığında" hissetmek ve yaşamak  çözümü getiriyor.

0> H> 1 

Elbette gelecek belirsizliğinin verdiği güvensizlik kaynaklı huzursuzlukla baş etmek çok zor. Ama kaos teorisine göre, düzeltme esnasındaki değişkenlerdeki herhangi bir değişiklik, olabilecek sonuçları çok daha olumsuza çevirebilir.

Mümkün olan en iyi ve güvenli olasılık, içinde bulunulan mevcut koşulları en iyi şekilde kullanmak bu yüzden.

Zaten evrene bakarsak, her şey sadece "şimdi" üzerinde gerçekleşiyor. Geçmiş ya da gelecek kaynaklı hiç bir şey yok. Belki foton bile bu yüzden şimdiye yerleşmiş olabilir.

Kanıt mı? Şöyle bir mutlu olduğunuz zamanları anımsayın...
Hangisinde 1-2 saat sonrasını bile düşünüyordunuz?


O an yaptığımız işten haz alıyorsak ve geleceği unutmuşsak, mutluyuz. Hepsi bu... (Adrenalin sporlarının verdiği mutlulukların daha geniş sürelisi...)
(Eşime adanmıştır.)