23 Ekim 2020 Cuma

Kaliteli bir yaşama neden ulaşamıyoruz?

Hepimiz, iyi ve düzgün bir hayat sürüp, yaşam kalitemizi iyileştirmek için uğraşıyoruz. Bire bir baktığımızda ise, herkes haklı, herkes iyi, herkes en doğrusunu yapmaya çalıştığını söylüyor.

Çok az kişi yaptıklarının haksız, yanlış veya gerçekçi olmadığını söylüyor. Çocuklarımıza, imkanlarımıza göre en iyi eğitimi vermek için uğraşıyoruz. Toplum içinde faydalı ve iyi birer bireyler olmaları için doğruları aşılıyoruz.

Bu kadar çok doğrunun bir araya gelmesinden, ortaya doğru bir şeylerin çıkmasını umuyoruz ama ... Baktığımızda durum tam tersi.

Diğerlerinin yanlışları yüzünden, işler bir türlü istendiği gibi gitmiyor. Tutumlar ve alışkanlıklar gençlere ideal şekilde yerleşmiyor.(???)

Yani biz doğruyuz, diğer herkes kısmen doğru veya yanlış.


Peki sorun nerede, gerçekten?

Toplumbilimciler, sosyologlar, aklı selim aydınlar, eğitimciler, din adamları, siyasiler, medyatikler, haberciler, yorumcular, vs., vs. herkes bir şeyleri çözümlüyor ama sorun devam ediyor.

Bence konunun temelinde, toplumsal görgümüzün değişmesi var. Eskiden normal gelmeyen şeyleri yadsımaya ve kabullenmeye başladık.


Bu nasıl oldu?

Elbette her toplum zamanının şartlarına adapte olurken, bazı eski değerlerini de değiştirir. Biz bunu yaparken, daha iyisi ile değil daha kötüsü ile değiştirdik.

Etki ve görgü alanı olarak, o dönemin iletişim araçları ile toplum gündemine oturan çeşitli konulara bakarsak, "Anayasa'nın bir kere delinmesi ile bir şey olmaz!" ile toplumdaki zihinler değişmeye başladı.

Çünkü yasalar, yasa koyucuların bile uymak zorunda olduğu ve onların dahi sınırlayıp kontrol eden adalet kurumları idi. (Yasalar, toplumsal dinamiğin ve iş bölümünün temelini uyguladığı adalet oranında destekler.)

Evet, küçük bir adımdı. O an ki şartlarda zararsızdı. Ufak tefek sevimli bir adamın, kökleşmiş kurumsal yapıya meydan okuma cesareti idi. Köhneleşmiş sistem de değişim adımlarını müjdeliyordu. Ve etkiledi.

Etki, bir bebeğin büyürken, sınırlarını adım adım bir geri iki ileri ile genişletmesi, gibi genişledi.

Toplumsal yargı ve görgülere meydan okuyup, köşeyi dönenlere, fırsatları değerlendirenlere göz yummaya başladık. Hatta kimilerini sıvazladık. Tamam, yaptıkları yanlış idi ama mevcut durumu değiştirerek, herkese bir değişim fırsatı sunuyordu. Kimse bunu kaçırmak istemedi. Önüne bir fırsat geldiğinde, değerlendirmediğinde eleştirilir oldu.

Zamanla da bu tür haberleri kanıksadık, olayları canımız yanmadığı sürece görmezden gelmeye başladık. Uç nokta da "Çalıyorlar ama çalışıyorlar!" ile durumu mazur görenler çoğunluğu oluşturmaya başladı. Böylece toplum çoğunluğunun değer yargıları da buna göre şekillendi.

Büyükler bunu yapınca, daha küçükler, yani sıradan halk da değişime adapte oldu.

En başta çalışma hayatımız ve üretim ahlakımız deforme oldu. Zaman, nakittir sözü unutuldu. Boşa zaman harcayan toplantılar, planlamalar arttı. Seçim vaatleri gibi pempe tablolar sunan projelerle hem yöneticiler kendilerini, hem de dinleyicilerini inandırmaya başladılar. Sınırlı kaynaklar, şatafatlı ama toplumsal çıktı faydası düşük alanlara kaydı.
Iş hayatı, uzun vdeli planlamayı ve bu plana uymayı unuttu. Çünku şartlar o kadar hızlı değişiyordu ki, ancak kısa vadeli bakış açıları ile bir şeyler yapılabiliniyordu.

Vergi vermemek, az vergi vermek, başkasının parası ile iş yapmak ve borcunu geciktirmek yerleşti. Üretim de ise hatalı, eksik veya düşük kalite girdi ile üretim yapmak "ticaret hayatının gerçeği" olarak görümeye başlandı.

Bugün mobilya alıyorsunuz, boyası cilası, kaplaması, vidası hep bir yerlerinde maliyet azaltma için eksik ya da dana ucuz malzeme kullanıldığını görüyorsunuz.

Bırakın marketteki seri üretim ürününü, köylüden aldığınız karadut şurubunda, pekmezinde, balında, mışır nişastası şurubunu buluyorsunuz. Buna karşılık fiyat, sanki doğru malzeme varmış gibi oluyor.

Ustaya gidiyorsunuz, en iyi o'dur ama yaptığı taş duvarda, su tesisatında, elektrik aksamında hep bir eksiklik veya yanlış yüzünden günlerinizi düzeltmeye harcıyorsunuz. Otonuzu götürüyorsunuz, size piyasa değeri 50 olanı, (bilginize göre) 150'den sokmaya çalışıyor.
Hatta işi daha önce yaptığını unutursa, bir sonraki görüşünde kendi işine b.k atıp, daha iyisini yapacağını söylüyor. Çünkü ideali biliyor ama yaptığının o idealde olmadığını da görüyor.

Kamu çalışanı için, iş yerinde 1 dakika fazla kalmak verimlilik ve zaman kaybı oldu. Saatlerinizi ayarlayabilirsiniz kişilere göre artık.

Alt yapı işleri yapılır; su, elektrik, doğalgaz, telekomünikasyon, yol, kaldırım vs., ama yapılan işler daha miadının (toplam kullanım ömrü) ilk çeyreğinde aynı bölgede yapılan başka bir iş ile bozulur ve o bölgenin tükettiği toplam alt yapı yatırımlarını 3-4 kat artırır. Tabi ihale alan firmalar için önemli değildir. Kamu parası devlet tarafından karşılığı olmadan basılıyordur, kaynağı halktan toplanan vergiler değildir sanki... Yanında çalıştırdığı ustanın ise düşük maliyetli olması önemlidir. İşsiz çok nasıl olsa, düşük bilgide olması ve üretim-kalite sorunlarına yol açması önemli değildir aynı düzeyde.

Esnaf, şikayet eder, müşteri yetersizliğinden ama müşteri gelince ona bir kaç liralık ufak bir kusur kitlemekde mahsur görmez. Zaten para tanıdıktan, dosttan kazanılmaz mı?
Serbest piyasa ekonomisidir ya... Fiyatları gisli el belirliyordur. Kalite ve standartları da... Bu gizli el, satıcısının eli ise, ticaret adını alıyor.

Kimileri dini sömürdü, kimileri devletin temelini oluşturan ilke ve izmleri..

Çoğunluk "-kendi işini bilir" hale gelince, millet birbirini hoş görmeye başladı. Çünkü herkesin bir kusuru vardı ve eşitlenmişlerdi. Bu durum kanıksanmış şekilde topluma yerleşti. Zaten medya da o kadar hızlandı ki, bilgi-haber o kadar çabuk eskimeye başladı ki, biri daha anlaşılmadan bir sonraki darbe vura vura, insanları daha da duyarsızlaştırdı.

Özetle toplumumuz, komşu kovandan bal çalan arıların hikayesine döndü.
Gerçek üretim çok azaldı. Ortada bir kaç kovan bal var ve tüm kovanlara yetmiyor.
Mevcut balda kovandan, kovana hırsız arılarca taşınıyor.



Arılar, çalışmayı çiçek çiçek gezmeyi unuttu, birbirinin gözünü oyup, balını almaya harcıyor tüm enerjisini ve zekasını...

Çiçeklerden bal toplayanlar bile sayıca az kaldıkları ve topladıklarını diğer zorbalara kaptırdıkları için (örn: köylüler gibi) onlarda, bu ortamda sağ kalmak için zorbalaşma dışında bir alternatif göremiyorlar.


Ha... Bu durumu, dürüst ve adil vatandaşlar olarak eleştiriyoruz, yadırgıyoruz. Ama genellikle başımıza bir zarar geldiği zamanlarda...Yoksa kimse, kimsenin işine karışmak istemiyor, kimse kendi işine karışılmasından da hoşlanmıyor. Ona ne?

Karıştı mı, mahalle baskısı oluyor. Ancak artık görmezlikten gelinemeyecek kadar çok büyük olaylarda mahalle baskıları kaldı.

Listeyi uzatmak mümkün. Herkesin ekleyeceği bir şey çıkar nasıl olsa...

Çözüm ne?

Bu işin toplumsal bir çözümü yok gibi gözüküyor. Ancak bireysel düzeyde bazı değişikliklerle hafifletilebilinir.

O da bence bir şey ile mümkün; "her şey'e rağmen kaliteli standartlarda iş çıkartmak". Yani, bal toplayarak örnek olarak. Belki insaflı bir kaç kişi örnek alırda, uyar, zamanla bu kişiler çoğunluk olur.

Yoksa, kar'ını riskte gören arıcı, tüm kovanları yakacak.