İnsan türüne girmeden önce, doğa da
canlıların niye eşleştiği ve hangi koşullara göre eş seçtiğine bakmak lazım...
Elbette canlı türü yükseldikçe,
nedenler çeşitlenip çeşitli psikolojik
gerekçelere sığınıyor ama tümünün temelinde, üreme eylemi sonucu doğan bireyin
kendi ihtiyaçlarını destekleyecek kapasiteye ulaşana kadar desteklenmesi ve tür
devamı ile genetik çeşitlilik bilgilerinin korunması var.
Tek eşlilik ya da çok eşlilik, canlının
yaşam ve beslenme koşullarına göre değişiyor. Doğa da müsriflik yoktur. Her
zaman, kaynak-tüketim dengesini optimumda tutmaya çalışır.
Eğer yalnız avlanan ve beslenen bir tür
ise sadece periyodik dönemlerde eş seçimi olur. Kedigiller gibi... İstisna olan
aslan ise, erkeğin kabarık yelesinden dolayı av esnasında gizlenme
kapasitesinin zorluğundan farklı bir evrim geçirmiş.
Otobur-avlanılan türlerde ise, tür
devamı için dişi sayısı daha önemlidir. Eğer tek bir erkek, güçlü, kuvvetli ve
sağlıklı olduğunu kanıtlarsa, hareme sahip olabiliyor sürü hayvanlarında...
Sonuçta tür'ün devamı için iki temel şart lazım. Sağlıklı genlerin aktarımı ve yeni bireyin yetişkinliğine kadar bakımı.
Sosyalleşmek, grup içi ilişkilerde bunu
belirleyebiliyor. İnsanların dahil olduğu primatlar (yassı
tırnaklı) grubunda tek eşlilik genelde hakim. Çünkü bebek
bakımı ve bireyin yetişkinlik süreci uzun. Süreç zorlaştıkça ve uzadıkça bu
eğilim artıyor.
Ancak istisnalar var... Hiç bir erkek,
enerjisini ve çabasını (temel
ilke olarak) kendi genlerini taşımayan bireylere
harcamak istemez.
Oysa dişi de iki temel içgüdüyle eş
seçer; en iyi olası geni ve bebeğin yetişme sürecinde en fazla kaynak
sağlayabilecek erkek. Bu ikisini aynı anda sağlayabilenler olabileceği gibi
bazen iyi gen ile ekonomik kaynakları sağlayacak erkekler farklı olabiliyor. Bu
iç güdü, aldatma eğiliminin temelinde olsa da, türün gelişmişlik düzeyine göre
farklı eğilim ve isimler alabiliyor.
Erkek mümkün olduğunca geniş alana
genlerini dağıtmak ve en azından sağ kalacak üç-beş bireyle tür devamını
garantilemeye çalışırken,
dişi edinebileceği birey sayısı düşük
ve buna bireyin yetişmesinde kullanacağı kaynaklar daha elzem olduğundan, hem
seçici hem de akıllıca bir strateji izlemeyi tercih ediyor.
Sonuçta tek eşlilik, dişi açısından
doğacak bireyin ve kendi ihtiyaçlarının sağlanması açısından en verimli ve
ekonomik yol. Erkek açısından ise ciddi bir kapasite kaybı. Bu da onun tasvip
edilmeyen tutumlarını temelindeki biyolojik gerçek.
Goriller, harem hayatı yaşarken, bonobo
şempanzeleri tamamen farklı yol izler. Kızışan dişi, sürüdeki tüm erkeklerle
ilişkiye girer. Böylece doğan bebeğe, tüm sürü erkekleri sahiplenmek ve bakmak
durumunda kalır.
İnsanlarda ise birey yetişimi uzun.
Üstelik birey sayısı arttığı için, sosyalleşme ve ekonomik imkanlar ve hatta
gelecek endişesi bile eş seçimi ve tercihi koşullarını etkiliyor. Yeni nesil
geleceğe (bizim kuşağın
dangalakça tüketim ve savurganlığı ile bu durumu gelen dünya ya bakıp) güvenmediğinden, bu bir çok tercihlerini etkiliyor. Çünkü yeni
bir bireye bakmak ve yetiştirmek için gerekli koşullar ve imkanlar alışılandan
farklılaşıyor.
Normalde aşk yaklaşık etkisini 4-5 yıl
sürdüren bir hormon bombardımanıdır. Tam da avcı toplayıcı toplumlarda,
bireylerin anneye fiziksel olarak daha az yük olduğu yürüyebildikleri, kendi
başlarına beslenebildikleri, hatta besin seçip toplayabildikleri dönemin başına
kadar olan bir süredir. Sonrasında ise alışkanlık ve bağımlılık hormonları devreye
girer.
Çoğu ilişki aşk üzerin kurulsa da
kurulmasa da, bu alışkanlık hormonlarının başlattığı, karşındakini bilme-tanıma
güveni üzerinden devam eder. Edemez ise ilişki sona erer. Çoğu aşk evliliği
için 4-5nci yıllar bu yüzden risklidir.
Tabii ilişkiyi sürdüren tamamen hormonlar
değil… Tetikleyici olsalar da, sağlıklı ilişkilerin çoğunda en fazla %10-15
civarı etkileri vardır.
Kalanı, yeni bireyin ihtiyaçları, şartların getirdiği sıkıntılara karşı işbirliği ile çalışma ve birbirini tanıma sayesinde gelişen "gerçek sevgiye dayanan" karşılıklı bağımlılık sağlar.
Kalanı, yeni bireyin ihtiyaçları, şartların getirdiği sıkıntılara karşı işbirliği ile çalışma ve birbirini tanıma sayesinde gelişen "gerçek sevgiye dayanan" karşılıklı bağımlılık sağlar.
Kadınlar çekici, güzel, erkeklerin
atletik görünüm ihtiyacı, sağlıklı gen sahibi olduklarını ifade etmeye dayanır.
Tabii erkekler için sadece sağlıklı gen sahibi olmak yetmiyor, ekonomik kaynak
sağlayabilme kapasiteleri de önemli... Bu yüzden, kadın daha seçici,
belirleyici, kara verici pozisyonda oluyor. Erkek o düzeyde seçici değildir.
Seçim skalası daha esnektir.
Kadınlar dar kısıtlı ekonomik
kaynaklarını, başka kadınlar ve onların çocukları ile paylaşmak istemez. Bu
yüzden öncelikli ve tercih edilir olmak demek; kaynakların korunması demektir.
Aldatılmak, kaynak paylaşımıdır. Dehşet vericidir onun için. Hele (erkeğin) kaynakları sınırlı ise.
Erkek ise her ne kadar istese de,
birden çok kadının ve bunlardan doğacak çocukların ekonomik yükü altında
ezilmek istemez. guguk kuşu gibi fırsatları da kaçırmak istemezler. Diğer
yandan, başka bir erkeğin (bilmeden) çocuğuna zaman ve
kaynak harcama düşüncesi dehşete düşürür. Aldatılmak bu yüzden dehşet
vericidir.
Bu yüzden uzun süre insan türü için,
tek eşlilik, tüm bu olasılıkların optimum dengesini sağlayan tercih olmuştur.
Elbette istisnalar var. Üstelik nüfus
ve iletişim olanakları arttığı için daha sık duyuluyor ama toplam nüfusa
oranla, istisna sayılmalarına yetecek kadar düşük bir orandalar.
Yazdıklarım, "en temel içgüdü ve eğilim" açısından bir değerlendirmedir. Bu yüzden sosyalleşmiş insanın, sosyal hayatı ve karmaşık biyolojisi ile bu eğilimin "farklı kabuklar" ve gerekçelerle şekillenmiş olmasını açıklayacak bilgileri içermiyor.
Sorunuzun cevabı için bu sayfalar yetmez. Üstelik doğru olma ihtimali de çok düşük. Çünkü İnsanın karmaşık bir organizma olarak hem iç yapısından, hem de sosyal bir varlık olarak içinde yaşadığı toplumdan kaynaklanan çok sayıda değişken var. Bunları sınıflandırmak, belli sebeplere bağlamak çok zor.
Doğum yapmamış tavşanlara, doğum yapmış tavşanın hormonlarından aşılayınca, annelik güdüsü ile memeleri süt doluyor, emzirmeye hatta yavrulara sahiplenmeye çalışıyor.
Diğer yandan aşırı strese sokulunca, bu hormonlar hızla parçalanıyor ve yavrularına ilgisizleşiyor.
Hormonlar içsel bir neden iken, stres dış kaynaklı bir neden.
John Calhoun'un deneyini incelemek belki bir bakış açısı kazandırabilir.
http://www.matematiksel.org/bir-toplum-nasil-yok-olabilir-universe-25-deneyi/
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/34886/ 18.12.2017
Yazdıklarım, "en temel içgüdü ve eğilim" açısından bir değerlendirmedir. Bu yüzden sosyalleşmiş insanın, sosyal hayatı ve karmaşık biyolojisi ile bu eğilimin "farklı kabuklar" ve gerekçelerle şekillenmiş olmasını açıklayacak bilgileri içermiyor.
Sorunuzun cevabı için bu sayfalar yetmez. Üstelik doğru olma ihtimali de çok düşük. Çünkü İnsanın karmaşık bir organizma olarak hem iç yapısından, hem de sosyal bir varlık olarak içinde yaşadığı toplumdan kaynaklanan çok sayıda değişken var. Bunları sınıflandırmak, belli sebeplere bağlamak çok zor.
Doğum yapmamış tavşanlara, doğum yapmış tavşanın hormonlarından aşılayınca, annelik güdüsü ile memeleri süt doluyor, emzirmeye hatta yavrulara sahiplenmeye çalışıyor.
Diğer yandan aşırı strese sokulunca, bu hormonlar hızla parçalanıyor ve yavrularına ilgisizleşiyor.
Hormonlar içsel bir neden iken, stres dış kaynaklı bir neden.
John Calhoun'un deneyini incelemek belki bir bakış açısı kazandırabilir.
http://www.matematiksel.org/bir-toplum-nasil-yok-olabilir-universe-25-deneyi/
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/34886/ 18.12.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder