kavrayış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kavrayış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2020 Cuma

Kadın'a karşı erkek şiddeti ile nasıl başa çıkılmalı?

Bunun çözümü kolay değil. Ve uzun vadeli. En başta, anneler oğullarını eğitmeli. Çocuk rol model olarak babasını alsa da, toplumsal görgü de yönlendiriyor. Bunu kesmek lazım.


Dizilerle, filmlerle maganda, maço erkek tiplemeleri yüceltilmemeli. Erkeklere kadınla iletişim dersleri verilmeli. Hatta okullarda dans kursları ile karşı cinsiyet ile iletişim kuralları (özellikle tango bu konu da iyi bir araç).
Kadınlara da iletişim kursları ve davranış eğitimi verilmeli. Zannetmeyin, daha narin veya duygusal diye kadınlar "erkekle iletişimi" biliyor. Erkekler hakkında çok fazla şey bilmiyorlar. Çoğu erkeği sadece ..salak zannediyorlar. 
Çünkü toplumsal korkularla, erkeklerle iletişim ve sağlıklı arkadaşça ilişkiler kurmaları küçük yaşlardan itibaren hep kontrol edilmiş veya engellenmiş.


Kadın erkeğe dili ile saldırdığın da kavgayı, kontrol etmeyi yönlendirmeyi bilmiyor. Oysa, erkeğin kendini çok yetersiz hissettiği ve kavgayı kaybettiği nokta bu süreçte. O zaman temel içgüdüler kalıyor geriye (Kaç ya da Saldır. Bu fiziksel eylemde de, kadın fiziksel olarak zayıf kaldığı için, öfkeyle hareket ediyor.)


 Bunun eğitimi de verilmeli... Okuldan, üniversiteden, kadın gönüllü kuruluşlarından...(Kadınlara, erkekle tartışma, erkeklere de öfke kontrolü...)

Ayrıca, namus kavramı güncellenmeli ve toplumda işlenmeli. Fahişe diye hor görülen bir çok kadının, erkeklerden ve hemcinslerinden daha namuslu olduğu bir toplumdayız. (Gizlileri, saklı emelleri ve planları yok. Açık olarak işleri ne ise onu yapıyorlar. Askerlik gibi binlerce yıllık geçmişi olan en eski sosyal kurumlardan biri...Yok edilemez.)

Buna karşı namuslu gözürken, ama çocuklara zarar verenlerden, toplumun ekonomik birikimlerini israf edenlere bir çok farklı örnek el üstünde tutuluyor.

Başkasına (bilinçli) fiziksel veya ruhsal zararı olmadan yaşamını sürdürüp, idame ettiren kişilere namuslu denmeli.

Kadınlar artık ekonomik hayatta önemli ve üretken roldeler. Üretken rolleri hiç bir zaman bitmedi ama değişiyor. Erkekle eşitlik çabaları ve savaşları çalışma yaşamına yansıyor. Hukuki eşitlik, uygulama olmadan çok anlamlı değil. Ama bu eşitlik kavgasının bir gözardı edilen noktası daha var. Kadın-erkek ilişkileri de artık eşitlerin ilişkisi değişiyor..
Kız kaçar, erkek kovalar şeklinde aktif-pasif rollerden, tarafların ortak hareket ettiği ve orta noktalarda buluştuğu (her iki tarafında kazan-kazan politikası takip ettiği) rol modellere geçiliyor.
Buna karşılık toplumsal görgü ve rol modellerle, hala yüzlerce yıllık alışkanlıkların modelleri beklentileri oluşturuyor. Bu da işlenmeli.

Bu ülke ve toplum sadece erkeklerin omzunda yükselemez. Kadınların omuzlarında da yükselemez. Birbirlerine destek olmayı öğrenmek zorundalar.

Öldürürcesine, Aşk mı (?)



Kadınlar öldürülemez mi?  Elbette öldürülebilinir. Erkeklerde keza aynı...

İnsanların anlamadığı nüans, bir kadının bir araba kazasında, bir suç işlenmesi sırasında öldürülmesi kadın cinayeti değildir. Basbayağı cinayettir.


Ama bir erkeğin bir zayıflığı, egosu yüzünden bir kadının öldürülmesi işte bu kadın cinayetidir.


Erkekler buna ne ad verirlerse versinler, "namus, ar, kendimi kaybettim, kıskançlık, töre, vs"... Esasında bu kendinden fiziksel olarak daha zayıf bir varlığa, fiziksel olarak karşı koyamayacağını bilerek yapılan bir şiddettir. Erkeğin kendisini riske atmadan güç gösterisidir. Kısaca erkeğin korkaklığıdır... Üstelik bu korkaklığı gizlemek için, kadına yüklemesidir.

(Aynı maço'lar, kendileri zarar görme riski olduğunda hemen alttan alırlar.)


Kim ne derse desin. Kadın'a şiddeti önlemenin ilk yolu annelerin eğitilmesi ve bu eğitimle, çocuklarını (kız-erkek) yetiştirilmesidir..

Babaların verdiği eğitim işe yarasaydı, bu halde olunmazdı zaten...

Tüm cinsler, kendi ve karşı cinsin sınırlarını bilip, saygı göstermeyi öğrenmeli. Artık kadınlar erkeklere ihtiyaç duymuyorlar yaşamak için, kendi ayakları üzerinde duruyorlar.
Çalışıyorlar ve ekmeklerini kazanıyorlar. Bu yüzden artık hikayelerde, efsanelerde, törelerde anlatılan kadın tiplemeleri de kalmadı erkekler karşısında.
Bir erkek nasıl bir başka erkeğin çalışma ve yaşam alanına saygı duyuyorsa, ister çalışma ister hayat arkadaşı olsun, kadına da aynı şekilde saygı duymayı öğrenmeli...


İkincisi özellikle gençler arasında, karşı cins ile doğru iletişim kurulması öğretilmeli.

Çoğumuz bu doğanın gereği zaten oluyor deyip, işi aşk'a, sevgiye filan bırakıyoruz ama öyle değil artık.

Birbirlerine hiç dokunmadan, sesini canlı duymadan haftalarca cep telefonları ile aşk ve bağlılıklarını ifade eden gençler dolu.

Bir arada yaşama gibi, fiziksel yakınlık ve gerçek iletişim isteyen bir duruma geldiklerinde ise, birbirlerini anlayamıyorlar. Tartamıyorlar. Doğru refleksleri uygulayamıyorlar.

Bir kısmı işi kısa yoldan seks üzerinden çözmeye çalışıyor ama, onunda devri kısa sürede geçiyor.


Bu yüzden gençlerin ortak çalışıp, bir arada dayanışma ile problem çözecekleri, bir şeyler yapacakları sosyal yapılar ve organizasyonlar düzenlenmeli. Bir amaca ortak olarak ulaşmaya çalışırken, birbirlerini de tanıyıp, daha doğru bir iletişim yolu öğrenecekler...

Ya da her zaman savunduğum gibi, dans, özellikle Tango eğitimi bu konuda önemli bir gelişmeyi getirecektir.

Kadına şiddet'e karşı idam cezası hk...


Hiç bir suç, caydırıcı cezalarla azalmamış. Kadın cinayetlerinde de durum aynı. Ancak idam kararı bir kere çıktı mı, kapsamına alınacak kişilere bakmak lazım.

Bugün bir tek kadın cinayeti iken, yarın terör denecek. Başka bir gün tüm muhaliflere terörist, teröristle işbirlikçi filan denecek...

Zamanında İdam cezasının kalkmasına karşıydım. Hapislerde besleneceğine, derdim... Bu konudaki fikrimi değiştirmedim.

Ancak o dönemde yargının bağımsızlığı konusunda da şüphem yoktu.

Kadın cinayetlerini önlemek mümkün değil. Ama azaltmak mümkün.

Önlemek mümkün değil, çünkü tüm toplumda bir zihniyet değişikliği gerektiriyor. Oysa her gruptan ve yaştan, çok tutucu ve bağnaz zihinler bolca var.

Ancak yeni nesil üzerinden gidilerek bu sorun hafifletilebilinir.

Ve şiddetin şekli, erkek-kadın niteliğinden çıkartılıp, insanın insana şiddetine dönüştürülmeli.

Elbette şiddet hoş değil ama maalesef, günümüz dünyasında bu toplumsal, ulusal ve uluslararası yaygın bir sorun.

Bu sorunun temelinde, Kadın-Erkek iletişiminin sakat/eksik olması yatıyor.

Erkek, kadına nasıl davranacağını bilmiyor. Kadın da erkeğe... Gerçek hayatta, kadınlar erkeği idare eder, yönlendirir. Biçimlendirir.

Bir kadının yetiştirdiği bir erkek, başka bir kadına hele geçmişte veya gününde ilişkisi olan bir kadına karşı şiddet uygulayabiliyorsa, bu sorunun salt erkek değil, kadın tarafından da kaynaklanan eksiklikleri var demektir.

Bu konuda en azından gençlere, hem birbirleriyle iletişim kurup doğru ifade ile anlaşabilecekleri, hem de kaynayan kanlarındaki heyecanı-ateşi kontrol etmelerini sağlayacak eğitim metotları gerekiyor.

Çocuklarımıza Centilmen Beyefendi ve Hanımefendi kurallarını ve yöntemlerini öğretmeliyiz.



Kadın erkekte yüreğe mi, cüzdana mı öncelik verir?

Ne kadında, ne de adam da öyle iddia edildiği gibi koca yürekler kalmadı. Bu yüzden hiç değil ise rahatını düşünmesi doğaldır insanın.
Bunun için kimseyi itham etmenin gereği yok. Toplumsal yozlaşmanın uzantıları, etkileri bunlar.
Kadın artık eski kadın değil, ekonomik özgürlüğünü=bağımsızlığını kazanmış durumda. Erkek ise hala ananevi öğretilerle, evde eşini bekleyen kadının görevlerini bekliyor ondan. İster çalışsın, ister çalışmasın.
Ev kadını dediklerimizde, hem çalışan kadının yaklaşımlarından etkileniyor, benimsiyor hem de günümüz şartlarına göre uygun bir yaşam standartı oluşturmaya çalışıyor. Bugün ortalama bir ev kadınının aile bütçesine işgücü olarak katkısı 1-1,5 asgari ücret düzeyinde.. (Tabii para değil, ayni olarak)

Erkek ise eski erkek değil, eskiden tüm kadınlar kulede prensini bekleyen prenseslerdi. Onlara prenses muamelesi yapılması doğru idi...
Şimdi çoğu iş hayatında, sosyal alanlarda, sporda ve bir çok dalda Red Sonya gibi rakip oluyor erkeğe...
Zaten iş imkanları dar, ortalama gelirler ev için yetersiz. Bir de kadın iş gücü ve ona (çocuk gibi haklı nedenlerle) tanınan pozitif ayrımcılıkla mücadele etmek gerekiyor. Karar mekanizmalarının çoğunda erkeklerin olmasından ve işyerlerindeki maaş ve kariyer konularındaki cinsiyet ayrımcılığından şikayetçiler.
Oysa onlara tanınan pozitfi ayrımcı politikalar erkeklere de uygulansa, bu sorunların çoğu otomatikman kalkardı.

Sonuçta, Erkek hangi kadına prenses, hangisine savaşçı gibi "ne zaman? ve nasıl?" davranacağını bilemiyor.

Romantizm ise dijitalleşmiş durumda. Lokantalardaki yemek ve farklı ortamlarda gezmelere indirgenmiş eğlenme anlayışı, doğrudan iletişimi öldürmüş durumda...
Hele korona kültürü ile yetişen çocuklar, 15-20 yıl sonra nasıl el ele tutuşulacağını, öpüşüleceğini bilemeyecek, sanal ortamda öğrendikleri ile bir şeyler yapmaya çalışacak sanırım.

Oysa iletişimin çok az bir kısmı sözeldir. Çoğu ise vücut dili, jesler, ses tonu ve kokularla feromenlerden kaynaklanır.

Bir kadına değer vermek? Ya da bir erkeğe değer vermek? klişe kalıplara sıkışmış gibi. Aslında tam anlamıyla, bunları tanımlayabilecek kimse de pek kalmadı.
Çünkü bu kalıpları alabileceğimiz, görgü kaynakları da azaldı. Ne toplum, ne aile ne de medya ...
Hangisi insanlara , diğerlerine değer vermeyi gerçek ve gerekli şekliyle öğretiyor ki? Ya da gösteriyor?

Bir erkek, bir kadına gerçekten değer veriyorsa, prensesmiş gibi davranır. Kadın da adama Prensmiş gibi... ilişkinin asaleti ve derinliği de bu karşılıklı saygı ve eşdeğerlilikten çıkardı...
Oysa günümüzde, erkeğe prens gibi davranan kaç prenses adayı kaldı ki?

Sözün özü, para sadece onunla eksikliklerini kapatma ihtiyacında olanlar için ön plandadır.
Eğer erkek bunu (kadında) kapatamıyorsa paranın, kadın kapatamıyorsa (erkek için) fiziksel özelliklerinin öne çıkması doğaldır.


Sorunuzun cevabı, hala muallakta kalıyor böylece :-) (21.10.2020)


22 Mart 2018 Perşembe

Geleceğin Örgütlenme Modelleri ve Mevcut Durum Hk.


Bozulmayan hiç bir kurum veya organizasyon yok ki?
Sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarına, derneklerden, sosyal dayanışma organizasyonlarına kadar...
Bu insanların bozulması veya değerlerinin aşınması ile alakalı değil sadece...
Çoğu insan iyi niyetlerle ve toplum adına bir şeyler yapma hazzı için elini taşın altına koyuyor. Ama bozulma, değişim hepsi için kaçınılmaz.

Bunun ilk sebebi, tüm bu toplumsal organizasyonların, kuruluşlarından hedeflerine, çalışma yöntemlerinden üyeler arası ilişkilere kadar, dönemi bitmiş-biten bir dönemin, sanayileşme ve endüstrileşme döneminin alışkanlıklarından kaynaklanıyor.
Tam açıklamak benim içinde zor ama görüyorum. Bu organizasyon yapıları ve çalışma şekilleri, günümüz toplumunun ihtiyaçlarına göre değil.
Gelişmiş, endüstrileşmiş dünya "tüketime dayalı kapitalist ekonomik sistemden", "sürdürülebilirliğe dayalı-liberal" ekonomik modele geçiyor.

Çalışma ilişkilerinden, saatlerine, toplumsal ihtiyaçlardan hedeflere bir çok şey değişiyor.
Gazeteler öldü. Sosyal medya geldi. Çocuklar öğrenmiyor, cep telefonu hep yanında, bilmediğini "goggle" veya "siri" ye soruyor. Kafasındaki bilgiye göre de alıştığımızdan farklı yorumlar yapıyor sorunlar için tanımlarken.
Siyasi kurumlara güven öldü, siyaset yapmak öyle pahallı hale geldi ki, aday olmak, siyasete atılmak ancak belli bir ekonomik gücü
(sanki ayrıcalıklı) olanların kontrolünde artık. Bu nedenle de kimse siyasi kurumlarca, meclislerde temsil edildiğini, düşüncelerinin savunulduğunu hissetmiyor. Bu tür dernek ve organizasyonları da genel de aynı şekilde değerlendiriyorlar.

O yüzden, zamanın durumuna göre yeni organizasyon modelleri geliştirmek gerekiyor. Şartlar, sorunlar, ihtiyaçlar farklı ama yöneten kişiler eskisi gibi...

Sovyetler birliğinin yıkılışından sonra, rakipsiz kalan Liberal ekonomik-kapitalist sistem azdı. Kendi haklılığın, doğruluğuna ve alternatifsizliğine olan inanç ve güvenle bu sistemin ilkelerine tüm dünya sarıldı.

Reagan, Thatcher dönemi ile başlayan özelleşmeler ve bunun dünya ya yayılışını hatırlayın. Sonuçta, devletler üzerlerinde yük olarak gördükleri "Sosyal Refah Devleti" ilke ve değerlerinden uzaklaşmaya başladılar. İster Sağ yönetimler olsun, ister Sol yönetimler bu fark etmedi. Devlet kurumları ve sorumlulukları özelleşmeye devam ediyor.  Tüm dünya da, ancak farklı hızlarda...

En sona kalanlar ise "Sağlık","Eğitim", "Sosyal Güvenlik" bunlarda tamamen özelleştiği zaman, devletlerin elinde kamu maliye gücü-vergilendirme, İçişleri-İç güvenlik (Polis-Jandarma) ve Silahlı Kuvvetler gibi temel kurumlar kalacak. Böylece devletler aldıkları vergileri üzerlerinde daha fazla ekonomik yük ve sorumluluk olmadan kullanabilecek.

Vaat edilen ve çizilen tablo ve hedef bu idi. Ama olmuyor. Bu kapitalist-Keynes'çi- tüketime dayalı büyüme ekonomi modeli çöküyor. Çünkü üretimin devam etmesi için, tüketim olması gerekiyor. Tüketim için ise alım gücü gerekiyor. Oysa hem vatandaşın alım gücü düşüyor, hem de üretime girdi olacak hammadde azalarak, maliyetleniyor.
Eskiden bir firma, atıklarını, çöplerini atardı doğa ya, derelere...Bu kirliliğin sosyal maliyetini topluma dağıtırdı. Şimdi öyle değil, geri dönüşüm veya arıtma yapması gerekiyor. Maliyet artıyor. Bu sefer işçiliği ucuzlatıyor, makine parkurunu artırıyor, verimliliği çoğaltıyor, parça başına işçilik giderini düşürüyor. Ama o işçi aynı zamanda tüketici olduğu için, çıkarttığı , ücretini düşürdüğü her işçi ile pazarını da daraltıyor. Bu bir kısır döngü. Bu yüzden kapitalist-tüketime dayalı ekonomik sistem çökecek.
(Sanırım biz ömrümüzün sonlarına doğru göreceğiz, epey bir çalkantılı dönem olacak gibi...)

İnsanlık bu sistemi zaten son 70-80 yıldır kullanıyor. Onsan önce başka ekonomik sistemler yok muydu? Vardı.

Neyse bu gelen dönemde 2 tür yapılaşma olacak gibi gözüküyor. Bir tanesi, bildiğimiz eski tip şirketler ve onların çalışma yapısı... Bunlar kâr amaçlı şirketler. Bir patronun veya ailenin yönetiminde, para kazanmaya yönelik çalışan dinozorlar olarak var olacaklar.

2nci tip şirketleşme ise çok daha önemli. Bu tip şirketler, siyasi sistemde demokratik taleplerine cevap bulamayanlar için demokratik bir ortam, hedeflerine ve ideallerine ulaşmak için kaynak ve destek bulamayanlar için, şirket grup ideali içinde, kendi idealini de gerçekleştirmek isteyenlerin şirketleri olacak. Yönetim yapıları daha yatay, iş bölümü uzmanlaşmaya dayalı, hedefler ve projeler daha çok kişinin katılımına göre belirlenen yapılar olacaklar.

Niye şirket?

Çünkü şirket yapıları, hem eski dinozorlarla rekabet etmek ve sağ kalmak için, hem de devletten ve kamu kurumlarından sağlayamayacağı finansmanı toplumdan sağlayabilmek için gerekecek. Özellikle ticaretin küreselleşmesi için şirket yapılarına sağlanan avantajlar ve teşviklerin de evrensel olduğunu düşünürseniz...

Bu tür şirketlere bir örnek, Goggle, Mars'a gitmek isteyen Spacex,
Asgard (dünya yörüngesinde yerleşim), yatırımlarına bakılırsa bir miktar Facebook, bu tür yapıların öncü şirketlerinden. Hem dönemin ihtiyacına ve şartlarına göre, projeler geliştiriyorlar, hem de bu projelerden sonraki projelere kaynak sağlayacak ürünler. Türkiye de "yemek sepeti" sitesinin kuruluşu da benzer sayılabilir.

Artık sosyal projeleri, toplumsal fayda sağlayıcı projelere bağışla, gönüllü destekle, kamu desteği veya iş adamı desteği ile kaynak sağlamak çok zor. Yönetim kurulu ve üyelerinden oluşmuş bir başkanlık divanı ve etrafında, başkanım, başkanım diyen üyelerle
(her biri kendi ihtiyacına öncelik isteyen) dernekler yürütmek çok zor. Daha en başta kendi üyelerinin tam ilgisini ve desteğini çekebilen kaç dernek var ki... Yok.

Üyeler artık, sözlerinin dinleneceği, destek göreceği, işleme alınacağı böylece kendisini ait hissedebileceği yapılar, organizasyonlar arıyorlar.
Sadece bilgilendirme yetmiyor. Her taraf- internet sağ olsun-bilgi dolu.

Kim uygulayacak? Nasıl uygulayacak? Kimler bu uygulamalara katılabilir? Kimler kendi projesine buradan destek bulabilir? Bunlar öne geçiyor.

Evet, bu tür bir yapıda şirketleşme oluyor ama dışarıda birileri bunu aşabiliyor. Adam, kendi amacına ortak ettiği binlerce kişinin desteği ile ürün geliştirip, başarısızlıklarına rağmen sonunda Mars'a gemi gönderiyor. Eskiden bu tür işleri sadece devletler yapabilirdi.

Eski tip Sivil Toplum Kuruluşu yapısı da geçerliliğini yitiriyor. Yeni modeller ve çalışma şekilleri geliştirmek lazım.

Bunun içinde ortaokul düzeyinden başlayarak gençlerin fikir ve isteklerine göre bir yapılanma -çalışma şekli ve hatta mantıksız gelse bile kampanyalar için düşünülmeli.
Ben bile o kadar meraklı olmama rağmen, eğitim ve birikim olarak sizinle çok daha fazla ortak bakış açısı taşıyorum. Değişimi tam anlayamıyorum. İhtiyaçları ve pratik çözümlerini de...

Basın Hakkında
Dünya değişiyor. Hem de ciddi ve geri dönüşsüz şekilde... Sert ve sıkıntılı dönemler geliyor. Toplumu bir arada tutacak, iç sorunların çözümünde sertliği azaltacak, karşılıklı olarak insanların birbirini anlamasını sağlayacak empati köprülerini kuracak olanlar, gazetecilerdir.

Bunu hiç bir devlet kurumu ya da hiç bir Tv programı, açık oturumu yapamaz.
İnsanların birbirini anlaması, dayanışması ve yardımlaşması için basın kurumuna ihtiyaç var. Hele bu dönemde bu ihtiyaç daha da artıyor. Artacak...

Son 20 yıldır politize olan, seçim ve tanıtım reklamlarından sağlanan parayla yaşayan basın kurumlarından dolayı, günümüzde haber yapmak zorlaştı.

Neyin haberi yapılıyor? Çatışmanın, Şiddetin, Öfkenin, Kutuplaşmanın, Kazaların, Hırsızlığın, Eleştirinin, Saldırının haberleri yapılıyor.
Haber böyle olursa, dikkat çeker, çok kişiye ulaşır, okunur, vs. vs...

Belki eskiden böyleydi ama bu gazetecilik değil. Medyacılık... Medyaya soyunmanın farklı bir türü...Sosyal Medya yükselince de değerini yitiren medyacılık...

Gazetecilerin şartların ve durumun analizini yapıp, geleceğe yönelik topluma olumlu mesajlar verecek ve olumluya yöneltecek yeni bir anlayışa ulaşması gerekiyor.

Sadece belirttiğiniz dernek için değil, ülkemizdeki neredeyse tüm sivil toplum kuruluşları için aynı durumlar ve sorunlar geçerli...
Sorun, yapısal ve nedeni günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermemesi..

Hangi derneğin yönetimi üyelerinden kopuk değil? Hangi STK mali yönden destekçilerinden tam güç alabiliyor?
Hangi kurum, üyelerini ortak bir hedef saptayıp, üyelerini ortak bir amaca organize edebiliyor?
Bu "hangi?" sorularımın neredeyse sınırı yok. Hepsinin cevabı da aynı, neredeyse HİÇ BİRİ...

Sivil Toplum Kurumlarımı ve örgütlenme modellerimiz artık çağın gerisinde. İhtiyaçlar ve sorunlar yeni ama yönetimler ve yönetimlere seçilenler hala "eski"...
Çünkü beğenilmese bile eskiler; bilinen, alışıldık tanıdık olanlar olarak ve eski yöntemleri, "bilinmez yeni'ye karşı" daha güvenilir.

O yüzden çoğu STK, üyelik aidatı alma ve bazen üyelerinin kalbini alacak, bir süre daha yönetime için sabır zamanı kazandıracak ufak tefek uygulamaların ötesine gidemiyor.

Eğer gerçekten STK olarak halk ve üye desteği almak istiyorsanız. İlk başta bu sosyal yapının, ekonomik olarak üyelerine ve bağışçılarına dayanmayacak şekilde bağımsızlığını planlamak zorundasınız.
Yoksa, bunların hepsi, kimi zaman destek, kimi zaman da köstek olurlar.
Evet ticari bir yapılama ihtiyacını tekrarlıyorum. Ama haklı olarak eleştirdiğiniz yapılardan farklı olarak, gelirlerin tümü üyelere değil, STK amaç ve hedeflerini göz önüne alarak kullanılmalı.

STK bir amaca yönelik çalışırken, insanlar onun amacına katılırken, kendi hedeflerini de kısmen gerçekleştirecekleri imkanları bulabilmeliler.
Bireyselleşme arttı. Farkında olmasak da... Bireysel hedeflerimizi gerçekleştiremeyeceğimiz, birilerininkine hizmet edeceğimiz organizasyonlara "niye destek verelim?" Girdiysek bile bir süre sonra maddeten sonra da manen koparız.


STK'nın bu hale gelip gelmediğini, toplanan üyelik aidatı oranlarından görebilirsiniz...

Şeffaflık, hesap verilebilirlik ne yazık ki, bizde lafta kalan şeyler. Acı da olsa, yönetimin üyelerinin tepkisinden korkmasına rağmen net şeffaflık olmalı.

Sosyal hedefi olan STK uzun vadeli bir oluşum olarak kurulmamalı. Bir ömrü belirlenmiş olmalı en baştan. Çoğumuz ne kadar süreceği belli olmayan yapılara dahil olmak istemiyoruz. Zamanımız artık daha kıt ve değerli. Hedefe göre, oluşuma süre tahdidi konur.
Süreç esnasındaki gelişmelere göre, gerekiyorsa, ortak kararla bu sınır bir miktar uzatılır.
Aksi halde ne kişileri ne de ekonomik imkanları motive etmeniz kolay olmaz.
Yani STK'lar proje bazlı geçici oluşumlar olmalı. Kişiler hayatlarından ne kadar zamanı bu yapıya adayacaklarını baştan planlayabilmeliler.

21 Şubat 2018 Çarşamba

İnternet üzerindeki bilginin güvenirliği?

İnternet üzerinden her türlü bilgiye ulaşmamız mümkün.  Bilgi'nin hızlı üremesi ve değişimi karşısında ancak internet bize son ve güncel bilgileri sağlıyor.
Bunun yanında ilgili konuda az veya çok bilgisi olanların da, olmayanlarında yorum ve eklemeleri ile zenginleşiyor.
Özgür bir ortam olması nedeniyle, doğru ve güncel bilginin yanında, arasında, serpiştirilmiş veya toplu olarak yanlış, hatalı, yanlı bilgilere de denk geliyoruz.

Bu bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını test etmek ise, genellikle o konuda bilgisi olmayanlar için genelde çok zor. Üstelik güncel bilgilerin çoğu zaten yeni olduğundan, doğruluğunu test etme imkanı da yok.

Eskiden bilimsel yayınlar, ilgili konularda yetkin kişilerden oluşan bir kurul tarafından kontrol edilir, güncellenir ve yayınına onay verilirdi. Bu onların güvenirliğini artırırdı.
Özellikle ansiklopediler, güncelliklerini yıllar boyu korurdu.
Ancak günümüzde, uzmanlaşan ve alt dallara ayrılan konular yüzünden her yıl, neredeyse önceki yılların toplamı kadar bilgi ekleniyor literatüre...
Böyle bir aktif bir bilgi üretimini ve güncellemesini kontrol etmek, imkansız gibi...
Ehh..Arada yarım yamalak, yanlış bilgilerde dağılıyor.

Bunları nasıl ayırt edeceğiz?
İlk önce, kullandıkları kaynaklara bakmak lazım. Eğer kaynaklar arasında akademik olanlar var ise ya da güncel popüler bilimsel dergilerde kullanılmış ise (çünkü bu dergiler, matbaa basımından önce gene ne olursa olsun bir elemeden geçiriyor yeni bilgileri) güvenirliği konusunda rahat olabilirsiniz.
Doğru mu, yanlış mı? Bu daha zor bir soru. Çünkü doğru, genellikle güncel bilgi birikimimiz ve bakış açımızla alakalıdır. Bu şahsi de olabilir, toplumsal olarak da... Mevcut bilimsel akımda şu an doğru kabul edilen ve kanıtlanan bir  bilginin, 10 yıl sonraki bilgi birikimi ve bakış ile aynı değerde olacağı şüpheli. Üzerine yeni eklemelerle tamamen farklı bir cevap üretebilir.

İkinci olarak, kendi bilgi birikiminize dayalı olarak mantığınızı kullanabilirsiniz. Tamam tüm bilgiye hakim olmayabilirsiniz ama en azından temel mantığını biliyorsunuzdur. Bu yeni bilgi, bu mantığa uyuyor mu? Onu destekliyor mu? Buna göre, doğru ya da yanlış olduğu konusunda bir fikriniz olabilir.

Üçüncü olarak ise, ilgili konuda belli bir bilgi birikimine sahip kişilerin fikirlerini alırsınız. Mesela fizikist gibi platformlarda...

Son olarak da, eğer hiç bir değerlendirme imkanınız yok ise, bu sefer bu bilgiyi elinizdekilerle çürütmeye çalışırsınız.  Bilgiyi çürütmek için saldırırken de onu anlayabilir, doğruluğu veya yanlışlığı konusunda fikir edinebilirsiniz.

Bu durumda internetteki bilgileri, özellikle yenileri, şüpheyle ele alıp, kesin karar vermeden önce süzgeçten geçirmek en mantıklısı.

Ancak bilginin çoğalma ve çoğaltılma hızını göz önüne alırsak, şu an mevcut bilgi ihtiyacını en hızlı ve bol kaynakla besleyebilecek  tek kaynakta internet.

Zaten her bilgi üretiminde, anti tezi de kısa sürede üretildiğinden, doğruluğunu /yanlışlığını değerlendirirken elimizde bolca kaynak olacaktır.

Konuyu anlamak ise tamamen farklı bir şey...Bir konuda fikir ürettiğinizde, eğer o konuyu anladıysanız- doğru olarak- o konunun ana fikri-özü ile uyumlu-tamamlayıcı fikir üretebilirsiniz.
Anlamadığınız bir konuda ürettiğiniz fikirler, yama gibi durur. Bir iki eleştiri ile düşerler.

Her insanın bilgiyi anlama ve kavraması farklı olduğu için, bir konuyu yeterince anlayan bir insanın üreteceği yaklaşım her zaman farklı-yeni ama eski konuyla bütünleşik olur. Bazen bir nüans, tüm bakış açısını değiştirebilir.


https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/35096/