19 Kasım 2021 Cuma

Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz

Bu tür bir iddiayı ilk defa duyuyorum. Oysa tarih okumayı severim...




Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz verilmesinin, devlete ve topluma önemli faydaları olmuştur.

Toplumu olmayan hiç bir devlet yoktur. Ama devleti olmayan toplumlar vardır. Bu, toplumun varlığının, devlet oluşumu için öncelikli ve kesin şart olduğunu gösterir.
Tüm devlet yönetimlerinde, yönetim erki gücünün kaynağını soyut bir kavrama dayandırır. Orta cağ döneminde Tanrıdan alınmış güce dayanan soyların yönetimi vardı.
Günümüzde bu, halktan alınan iradeye dönüştü. (Tabii demokratik toplumlarda iş başına gelenler bunu Allahın izniyle oldu deyip, yetkisinin kaynağını farklı algılayınca işler çığırından çıkıyor ya...Bu ayrı bir tartışma konusu).


Osmanlı ailesi, toplum içinden evlilik yapamazdı. Bu kan bağı yolu ile başka ailelerin, sülalerin veya beyliklerin taht üzerinde hak iddia etmesine kaynaklık edebilirdi.

Aynı şekilde, kardeşler arası çıkan taht kavgalarında halktan binlerce kişi ziyan oluyordu. Bu iç çatışmaların toplumsal ve ekonomik maliyeti, toplum için yüksekti.
Kardeş katline izin veren ferman, bir kaç günahsızın fedası karşılığında toplumdan binlerce can'ın sağ kalmasını sağlamıştır.

Aynı dönemde Avrupa devletlerinde ise asilzadelerin fişeklemesi ile oluşan gruplaşmalar ve suikastlarla öldürülen veliahtlar var.
Bu iki ölüm arasındaki fark, birinde sistemin yasalar içinde belirlenmiş olması. Diğerinde ise kim vurdu ile düzenlenmiş olması.

4ncü Murat, Yavuz'un yanlış seçimleri ile gerileme ve yıkılma sürecine giren Osmanlı da, bir süre nefes aldırmıştır. Fetihe dayalı devlet gelirleri artmıştır. İçki yasağı, bazı konulardaki dengesizlikleri belki gerçekti, belki de o dönemde baskı kurmak için oluşturulmuş bir rol7ün icabıydı. Bilemiyorum. ama ok ile zevk için adam vurduğunu ilk defa okuyorum.

(Osmanlı devleti, bir uluslararası ticaret devletine dönüşemediği için yıkılmıştır. Yavuz ve ardından Kanuni, Osmanlının önceki birikimlerinin de ivmesi ile en tepeye ulaşmışlardır ve uzun vadede sonu hazırlayacak küçük adımları da bu dönemlerde atmışlardır.)


Osmanlı geçmiş başarılarının ışığına döndükçe, güncel dünyadan koptu. en önemlisi, dünyanın diğer devletlerine (karşı) taraf oldu. Bu da onların bilim, teknoloji, sanat ve kültün birikimlerinden faydalanmasını ve kendisine adapte etmesini engelledi.
Yıkılması kaçınılmazdı.

Bir toplumda bilim ve sanatın gelişebilmesi için önce toplumunu temel (yeme,barınma ve korunma) ihtiyaçlarının üstüne çıkıp, sanat ve kültürü destekleyebileceği sermaye birikimi yapması gerekir. Sanat ve kültürel etkinliklerin getirdiği bakış açıları ile de bilim gelişir.
Osmanlı da toplum böyle bir sermaye birikimi yapacak kadar refah artışı yaşamadı. Yaşadığı kısa dönemlerde sadece bazı atılımlar yaptı.

15 Ekim 2021 Cuma

Amerika'nın Yunanistan atılımı hk.



ABD'nin bu hamlesi şimdilik Yunanistan için bir avantaj gibi görünüyor... Ama ne yazık ki orta vadede Yunanistan'ı çok sıkıntıya sokacak... Yunanistan'ın ekonomik kırılganlığı ve AB'deki konumu düşünüldüğünde. Elinde pek fazla seçenek yok gibi görünüyor.

Yunanistan böyle devam ederse çok yakında Türkiye dışında birçok devletle çatışmaya girecek.
Çünkü ABD, Türkiye ile doğrudan savaşmaya hevesli değil. Elbette başlangıçta askeri üstünlüğü sağlayacak kaynaklar ve teknoloji var (ancak bunlar ne Vietnam'da, ne Afganistan'da, ne Irak'ta ne de Suriye'de istenilen başarıyı getirmedi).
Türkiye ise her türlü savaşta deneyimli bir ülkedir. ABD, NATO deneyiminden böyle bir durumda sürprizlerle karşılaşacağını biliyor. ABD doğrudan çatışma isteseydi, koşullar çok daha uygun olduğunda bunu Irak ve Suriye'de kullanırdı.
Üstelik böyle bir durumda doğrudan bir çatışma yerine Yunanistan'ı öne çıkaracakları kesindir. Bunun yerine ABD, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra galip gelenlerin yaptığı gibi lojistik ve mali destek sağlamayı tercih edecek.


Ancak bu çatışmaların ve desteğin bedelini Yunan halkı ve Yunan doğal kaynakları üzerinden karşılayamayacakları kesindir. Onu işgal altındaki topraklardan ve halk üzerinden çıkaramayacaklar.
Amerika Birleşik Devletleri, duygusal nedenlerle hiçbir eylemde bulunmaz. ABD bunu çıkarlarını en üst düzeye çıkaracak şekilde alıyor.
Bu durumda ABD'nin çok daha büyük hedefleri olduğunu düşünmek gerekiyor. Ve Türkiye'nin ABD'nin ana hedefi olmadığını düşünmek yanlış olmaz. İkincil olabilir.


Dünyada ciddi bir enerji krizi var. Bu maliyet hem üretim maliyetleri hem de çevresel baskılar nedeniyle artmaktadır.
ABD bu pazarı kontrol etmekte zorlanıyor. Önce Türkiye üzerinden çeşitli yollar denedi ama son 25 yılda bu kontrolü sağlayamadı. ABD Türkiye'ye baskı yapınca Türkiye uzaklaştı.
ABD'nin tüm politikalarına rağmen Rusya Akdeniz'e çıktı ve üsler kazandı. Rusya'yı Türkiye üzerinden engelleyemeyen ABD, şimdi de Yunanistan üzerinden kontrol etmeye çalışıyor.


Yunanistan'ın Türkiye ile ilgili endişelerini kullanarak, onu silahlandırarak ve istenilen mevzilere ulaşarak, sadece Rusya'nın değil, diğer Balkan ve Karadeniz ülkelerinin Akdeniz'e ulaşımını ve lojistiğini de kontrol edecektir. Elbette sadece Balkan ve Karadeniz ülkeleri değil, ekonomik olarak zengin AB pazarına ulaşmak isteyen Çin ve diğer Asya ülkelerinin Akdeniz limanlarına erişimleri de kontrol edilecek.
Halihazırda Karadeniz kıyısında bulunan Balkan ülkeleriyle çeşitli şekillerde olumlu ilişkilere sahip olsalar da, bu devletlerin hareketlerinde ABD ve Yunanistan'ın denetimi arttıkça, gerilimlere de yol açacağı kesindir.
Bu durumda Yunanistan sadece Türkiye ile değil, diğer komşu Balkan ve Karadeniz devletleriyle de çatışmalara girecek gibi görünüyor.


Fransa çıkarlarını maksimize etmek için bu bölgede... Silah satışları, ucuz hammaddeler, gelişmekte olan ülke pazarlarındaki hakimiyet... İngiltere'nin AB'den çıkmasıyla birlikte AB'de birliği bir arada tutan iki güç var; Fransa ve Almanya. (Almanya'nın üretim gücüyle liderliği, katı hal yapısıyla tescillenmiştir.)
Fransa birlik içindeki liderliğini artırmaya çalışırken, kendi kamuoyunun da dikkatini dışarıya çekmeye çalışıyor gibi görünüyor...


Elbette bu gelişmeler sırasında NATO'nun dağılması gerekecektir.
100 yıl önceki dünya siyasetindeki Anglo-Sakson yönelim, Ülke değişse de devam ediyor. Bu yönlendirme şimdiye kadar 2 dünya savaşına neden olmuştur.

https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-ve-yunanistan-savunma-isbirligi-anlasmasini-yeniledi/6270492.html

(211015)

----------------------------------------------

This move of the United States seems to be an advantage for Greece for now... But unfortunately it will put Greece in a lot of trouble in the medium term... Considering Greece's economic fragility and its position in the EU. It seems like there are not many options in its hands.
If Greece continues like this, she will soon enter into conflict with many states other than Turkey.

Because the USA is not eager to fight directly with Turkey. Of course, there are the resources and technology to provide military superiority at the beginning (but these did not bring the desired success in either Vietnam, Afghanistan, Iraq or Syria).
Turkey, on the other hand, is a country experienced in any kind of war. The US knows from NATO experience that they have surprises to face in such a situation. If US had wanted direct conflict, US would have used it in Iraq and Syria when the conditions were much more favorable.
Moreover, in such a situation, it is certain that they will put Greece forward instead of a direct conflict. Instead, US will prefer to provide logistical and financial support as the victors did after the First World War.
However, it is certain that they will not be able to incur the cost of these conflicts and support through the Greek people and Greek natural resources. They will not be able to take it out of the occupied lands and over the people.
The United States does not take any of its actions for emotional reasons. The United States takes it in a way that maximizes its interests.
In this situation, it is necessary to think that the USA has much bigger goals. And it would not be wrong to think that Turkey is not the main target of the USA. Could be a secondary.
There is a serious energy crisis in the world. This cost increases due to both production costs and environmental pressures.
The US is struggling to control this market. First, he tried various ways through Turkey, but he could not achieve this control in the last 25 years. As US put pressure on Turkey, Turkey moved away.

Despite all the policies of the USA, Russia landed in the Mediterranean and gained bases. The USA, which could not prevent Russia through Turkey, is now trying to control it through Greece.

By using Greece's concerns about Turkey, arming it and reaching the desired positions, it will control the transportation and logistics of not only Russia but also other Balkan and Black Sea countries to the Mediterranean. Of course, not only the Balkan and Black Sea countries, but also the access to Mediterranean ports of China and other Asian countries that want to reach the rich  EU market,  economically, will be controlled.

Although they have positive relations in various ways with the Balkan countries, which are currently on the Black Sea coast, it is certain that as the control of the USA and Greece increases in the movements of these states, it will also cause tensions.
In this case, it seems that Greece will enter into conflicts not only with Turkey, but also with other neighboring Balkan and Black Sea states.

France is in this region for the maximization of interests... Weapons sales, cheap raw materials, dominance in developing country markets... With the withdrawal of England from the EU, there are two forces that hold the union together in the EU; France and Germany. (Germany's leadership with its production power has been registered with its solid state structure.)
While France is trying to increase its leadership position in the union, it seems as if it is trying to attract the attention of its own public opinion to the outside...

Of course, during these developments, NATO will have to disband.
The Anglo-Saxon orientation in world politics 100 years ago continues even though the Country has changed. This redirection has caused 2 world wars so far.

https://www.voanews.com/a/us-greece-enhance-ties-with-china-turkey-in-the-background-/6271730.html


7 Temmuz 2021 Çarşamba

İZMİR'E NASIL BİR YÖNETİCİ LAZIM ?

Aşağıda birbirine benzer iki görüş var. Sahipleri yapıcı önerileri ve geniş pespektifleri ile yaptıkları yorum ve paylaşımları ile saygımı kazandıklarından, kendimce bir cevap yazacağım.

Esasen bu konu da bir tartışma açmanın ve diğer katılımcılarında bu konudaki fikirlerini almanın çok faydalı olacağını düşünüyorum.

Tahminim, sonraki seçimlerde aday olmayı düşünenler de buradaki yaklaşım ve yorumlardan faydalanıp, küpeler çıkartacaklardır.

Biliyorsunuz, erken veya vaktinde bir seçim yaklaşıyor ve ben artık klasik "partili politikacı" kimliklere oy verme taraftarı değilim.

-----
M. Çetin Oktay, " İzmirde yıllarca yaşamış, neyin nerede olduğunu bilen , sorunları bilip seçim öncesi projelerini açıklayıp uygulama gücü olan yöneticilere ihtiyacı var kentimizin....
İlk önce gelen bu vasıflara sahibi yönetici ihtiyacıdır."

Hüseyin Çelikyay "Popülist politikalar yapmayan, beldeyi tecrübeli ekibiyle yönetebilecek, vizyonu geniş, 40-50 sene sonrasını görebilecek, dirayetli taviz vermeyen , dürüst bir başkana ihtiyacı var İzmir’in. Diğer konuları o halleder."

-----

En başta gözlemlediğim şey, hiç bir belediye başkanı sorunları ve ihtiyaçları bilerek gelmiyor. Ancak aynı koltukta ikinci seferinden sonra doğru düzgün bir şeyler üretmeye başlayabiliyor.

Çünkü bizim yaşayarak gördüğümüz sorunlara üretilen çözümler hep aynanın parlak yüzü... Oysa "Sır" arkasında biriken sorunlar çok daha karmaşık ve sanılandan çok sebebe bağlı oluyor.
.
Kimisinin 5 yıl-10 yıl yöneticilik yaptığına, bulunduğu yerde iyi sonuçlar ürettiğine bakmayın. Yeni bir koltuğa geçtiğinde sıfırdan başlıyorlar. Çünkü aday oldukları mevki hakkında hiç bir ön çalışma yapmıyorlar. Çevrelerindeki üç-beş danışmanın birikimi ve kendi fikirleri ile varsayımda bulunuyorlar.
Yani bilimsel bir ön çalışma yapanı yok.

Seçim vaadlerinde bol keseden atıyorlar. Çünkü sorunları ve imkanları gördükleri cepheden, sorunları basit ve çözülebilir, kaynakları yeterli, yeni perspektifden bakılırsa yeni şeyleri eklemenin kolay olduğunu düşünüyorlar.
Ama koltuğa oturdukların da iş göründüğü gibi çıkmıyor.
.
Yöneticilik çok ciddi sabır, azimli çalışma ister. Yorucu iş ve bu işi paylaşacak ekip arkadaşlarına gerek duyarlar.
Bu yüzden koltuğa oturanlar, kendilerine güvenebilecekleri, böylece lider olarak sorumluluğunu taşıyabilecekleri, sorun çözüp proje geliştirecek kişileri danışman olarak yanlarına alıyorlar.
Güven öncelikli konu olduğu için de, sadakat, liyakat'ın önüne geçebiliyor.
Sorunlar çözülemedikçe, sadece danışman sayısı artıyor. işi kötüsü her yiğit yoğurdu farklı yediğinden, sorunların düğümleri sıkılaşıyor.

Oysa sorunların cözümü ve önceki politikaların devam edip, gelişmesi için liyakat öncelikli öneme sahip olmalı.
.

Bir de kurumlar da kemikleşmiş bürokrasiler oluyor. Bir kurumun herhangi bir birimininde üst düzey bir amirin sözüne genellikle itiraz edilmez. Yanlış olsa bile karşı çıkmaz. Sorumluluk ondadır çünkü ve her koyun kendi bacağından asılır. Çalışan, ancak ciddi bir sorumluluk alacak ise karşı çıkar veya uyarır.

Eğer amir uzun bir süre bu birim başındaysa, birimi ve kişileri de tanıdığı için, rahattır. itirazlar, uyarılar olmadığı için de verdiği kararların isabeti ve doğruluğu hakkında şüphesi de yoktur.
Bu çerçevede de kadrosunu yapılandırır. Memnun olduğu kişilerden oluşan bu kadro'nun kendine güveni ile sistem yürür. Kadro kemikleşir, hatalı kararlar alınabilir ve hatta uygulanır.
Çünkü sorunlarda aynanın hep parlak, imaj kısmı ön plandadır.
Bir de birbirlerine kendilerini ve birbirlerini övüp, egolarını şişirmişlerse... Onları kimse durduramaz.
.
Belediyelerde ise işin bir de siyaset yanı var.
Siyaset, toplum içinde önemli bir işleve sahip kurum olakla beraber, belediye gibi her türlü görüşe ve gruba eşit, ortak hizmet vermesi gereken kurumlarda ciddi bir sorun bence...

Çünkü siyasetçilerin ihtiyaçları ve öncelikleri ile toplumun ihtiyaçları ve öncelikleri her zaman uyuşmuyor. (Siyasetin yozlaşması ayrı bir konu, girmiyorum)
Toplum faydasına yapılacak uygulamaların sağı-solu, ideolojisi olmaz. Ama biz de toplum yararına bile olsa, karşı siyasetten gelen öneriler, iktidar olan siyaset tarafından yok sayılıyor.
Aynı şekilde iktidarın yaptığı her şey de, muhalefetçe eleştirilebilinecek bir konu olarak ele alınıyor.
(Bir de buna siyaset, yapanlara da siyasetçi demiyorlar mı?)
.

Sonuçta, hiç bir idarecinin İzmir'i gerektiği gibi bilerek ve çoğu sorunlarına hakim olarak aday olacağını sanmıyorum.
Zaten bunları bilen birisi de aday olmaz. Ne yapsa, bitiremeyecek, yeni sorunların çoğunu çözemeyecek.
.
O yüzden, İzmir veya ilçe yönetimlerine aday olacak kişilerin öncelikle partilerinden bağımsız hareket edecek ve partilerinin de bunu kabul edip, açıkça kamu oyuna beyan etmiş olmaları lazım.
Başkanın görünürde bağımsız olması yeterli değil, partinin iç yönetimlere üst yöneticiler de tavsiye etmemesi gerekiyor.


İkinci olarak, bu kişilerin liderliği öğrenmiş olması gerekiyor. Liderlik doğuştan değildir. Öğrenilen bir şeydir. Ama onu uygulamak, cesaret ister. İşte bu kolay öğrenilmiyor.
Ama kast ettiğim liderlik, güncel parti liderliği gibi "tek adam liderliği" değil. EKİP LİDERLİĞİ...

Çünkü sorunlar çok bilinmeyenli denklemler gibiler. Her sorunun çözümünde ve diğer çözümlerle uzlaştırılmasında bir çok insan görüşü gerekiyor.
Lider her şeyi bilmek zorunda değil ama ekiplerin arasında eşgüdümlü uyumu sağlamayı bilmeli.
Bir de zaman ilerleyince, çevresinde yığılan "onaycı kalabalığın övgülerinin artmasının, sorunların çözülümediğinin ve arttığının işareti olduğunu bilmeli...
Çünkü, sorunlar yığıldıkça ve çözüm üretilemedikçe, hedef kişi olarak sorumlulugu taşıması için, yakın çevreder övenlerin sesleri ve yoğunluğu artıyor.
İdareciler de  henüz tamamlanmamış işleri, sorunları çözülmüş gibi algılatabiliyor.
Bu dönemler de imaj çalışmaları öne çıkıyor. Eksik kalınan veya zamanında yetişmeyen sorunlar, imaj balonları ile ikinci plana itilmeye çalışılıyor.

Üçüncü nokta ise "bilimin rehberliği"ni muhakkak kullanmalı.
Bu iyi bir eğitim almayla veya yetkin, akademik ünvanlı danışmalrla çalışmak değil sadece. Bunun için konununda uzman kişilerden ve kurum içinde bu konularda pişmiş kişilerden faydalanmayı, bu kişileri kaznmayı bilmeli.

Orta ve uzun vadeli olarak, sorumluluk alanında çıkacak teknik ve toplumsal sorunlara uygulanacak politikalara göre şimdiden planlar ve projeler üretmekle ilgili...

Bunun için kahin olmaya gerek yok.
Şu an dünya üzerinde İzmir'in 20 yıl önceki durumunda olan binlerce şehir var.
Aynı şekilde günümüzdeki sorunları 20-30 yıl evvel yaşamış ve çözüm üretmiş şehirler de var.
Kopyalamadan adapte etmek mümkün.

Kent tasarımı ve mimarlık yapısı da buna göre ele alınmalı.

Dördüncü olarak, muhalefet ile muhakkak çalışabilmeli. Şehir belli bir düşünceden oluşmadığı gibi sorunlar da belli bir açıdan tam ve doğru teşhis edilemez.
Muhalefetin katıkılarını yönetimde kullanabilmesi için, yönetime dahil edebilmeli.
İşte burada partiden bağımsız olmanın önemi bir kez daha çıkıyor.


* Beşincisi, topluma düzenli rapor verebilmeli.
Örnek üzerinden gidersem:
Vatandaştan, projeler isteniyor. Hatta yönetime Toplumsal  Katılım deniyor. Bu ekonomik koşullardan kaynaklı olarak biraz da, yüzlerce, binlerce öneri geliyor.
Uygulanamayacak olanlar ağırlıkta ama bir kısmı değiştirilip, süslenip püsleniyor, uygulanıyor.
Vatandaş olarak, kim ne önermiş? Nasıl uygulanmış veya niçin uygulanamamış?  Bunu görebilmeli diğerleri...
Böylece başka biri belki bu fikri geliştirip, daha ekonomik ve uygulanabilir hale getirebilir...

Ya da,
Bir proje geliştiriliyor. Uygulanıyor. Haber yapılıyor. Sonra o proje gündemden düşüyor. Aradan bir kaç yıl geçince, ne durumda bilinmiyor. (Eğer bittiyse hiç bilinmiyor.)
O yüzden yapılan ve uygulanan projelerle ilgili düzenli bilgilerde, yönetimler değişse bile aktarılmalı.

Yönetici olacak kişinin, eğrisi ile doğrusu ile ilgili topluma düzenli yaptıkları ve yapamadıkları ile ilgili bilgi vermesi gerekli...

Bakın birisi, "Yanıldık, hata yaptık!" dedi..Ne oldu? Muhalifleri bir süre topa tuttu ama vatandaş için belirleyici olmadı.




25 Haziran 2021 Cuma

Bitaraf olan Bertaraf olmaz...


Kıran kırana mücadelelerin geçtiği ve galip gelen tarafın her şeyi aldığı çatışmalarda kullanılır bu söz.
Özelikle siyasi yaşamımızda, seçimler yaklaştıkça tarafların saflarını güçlendirmek ve sıklaştırmak için kullandığı bir deyim olarak karşımıza çıkıyor.

Nedir bunun anlamı?
Eğer ben kazanırsam, her şeye taraftarlarımla biz sahipleneceğiz, sizler ise uygun bulduklarımızla yetineceksiniz.

Tabii, eski savaş meydanlarında, toptan yıkım tehditi olarak da karşımıza çıkıyor. Kişiyi, temel korunma güdüsünü harekete geçirerek, en azından bir gruba dahil olarak kendisini ve yakın çevresini güvence altına almaya zorluyor…

Devlet, toplum iradesinin cismani iradesidir. Bu yüzden yönetimi kişilerin iradesine değil, toplumun iradesine tabii olmalıdır. Aksi halde yönteminden kaynaklanan sorunlar, taraf fark ettirmeksizin tüm toplumu sarar, yutar.

Peki, her seçim öncesi gündeme gelen bu deyim ne derece doğru? Geçerli?


Çok partili siyasette amaç, toplum içindeki bir grubun diğer gruplara üstün gelerek yönetime geçmesi ve her şeye karar vermesi değildir.

Demokrasinin özüne aykırı olduğu söylense de, esasen toplum idaresinin ruhuna aykırıdır. Çünkü toplum, farklı düşünceler, farklı idealler ve farklı hedefleri olan, farklı bireyler ve bazen bu bireylerin bazı ortak hedeflerini toplamış, küçük topluluklardan oluşur.

Bir topluluk için en iyi karar alma yöntemi ortak akıl üretmektir.

Ortak akıl nedir?
Siyaset  dünyasında ve üst düzey bürokrasi de gördüğümüz şekliyle, lider ve onun yakın ekibinin ortaya koyduğu, ortak hedefler üzerinde herkesin fikir birliğine varması ve iradelerinin bu amaca sevk edilmesi mi?
Elbette değildir.

Ortak Akıl, Çok Seslilik’tir.

Çok seslilik toplum yönetimlerinde özellikle sorunların çözümleri açısından çok önemlidir.
Toplumsal sorunlar basit nedenlere dayanmazlar. Bir çok birbirinden farklı değişkenle, sebeplerle bağlantılıdırlar.
Bir sorunun çözümü için ise bu sorun kaynaklarının mümkün olduğunca ayrıntılı olarak ele alınmasını gerektirir.

Bazı sesler zayıf, bazı sesler cılız olabilir. Ama en az güçlü olanlar kadar, çözüm için değerlidirler. Çünkü her bir ses, sorun bütünün bir parçasını temsil etmektedir.

Söz gelimi, elimizde sorun olarak tanımlanmış bir kırmızı kalem olsun. Kullanıcının ise bulunduğu pozisyondaki bakış açısı ile bu kalemi tanımlamasını isteyelim.
Eğer en geniş (bir bakıma en büyük partiler gibi) açıdan kalemi görüyorsa, tanımı büyük oranda geçerli ama yine de eksik olacaktır.
Karşı taraftan bakan kullanıcının da tanımı aynı şekilde eksik olacaktır. Dar açılardan (küçük partiler gibi) bakanların da tanımı eksik olacaktır.
Sorunun yani kırmızı kalemin doğru teşhis edilmesi için tüm bu bakış açılarından sağlanmış bilginin derlenmesi ve bu bilgilerle kalemin tanımının yapılması gerekir.


Basit bir kırmızı kalem tanımında, en azından 5 farklı bakış açısı gerekli gözüküyor. Oysa toplumsal sorunlarda, teşhis için çok daha fazla bakış açısına ihtiyaç var. O zamanda doğru bir çözüm de geliştirilebilinir.

İşte iktidarların görevi de bu bilgileri derledikten sonra, çözüm üretmektir. İktidar adayları, “en iyi çözüm uygulayıcısı” olduklarını iddia edenlerdir.

Benzer ilke tüm yönetim birimleri için geçerlidir.

Ne yazık ki ülkemizde en iyi yönetimler bile, bir süre sonra kısırlaşmaya ve hatta yozlaşmaya başlar.
Bunun bir kaç nedeni var.
İlki ve en önemlisi, yönetimde çok sesliliği kaybetmesidir. Tabii bazı yöneticilerin bir sürü “danışmanı” oluyor ama bu çok seslilik değildir.
Çünkü seçtikleri danışmanlar veya yardımcılar, onlarla uyumlu düşünen ve hareket eden, genellikle  “ benzer vizyondan“ oluyorlar.
Bu sadece bir bakış açısının sesinin güçlenmesidir. Eğer bu ses diğerlerini bastırırsa ki ülkemizde yönetim sistemlerinde ana amaç bu gibi gözüküyor, sistem güdükleşip, verimsizleşir. Çözüm üretemez, ürettikleri ise kısa vadeli ve günü kurtaran çözümler olur.

İkinci bir neden ise aynı kadroların uzun süre yol gösterici, belirleyici olmasıdır. İnsan doğası, ben merkezli olarak, narsizme yatkındır. Ve hiçbir zaman kendisini haksız olarak görmez. Haksız olduğu itiraf etse bile, aslında gizliden gizliye gerekçelerle kendisine gurur payı bırakır.
Eksik bilgiden dolayı yanılmıştır, hata yapmıştır. Aslında bunu yapacak kişi değildir. Hiçbir beşer, bu iç güdüsüne uzun süre karşı gelemez. Bir gün kapılır.

Üçüncü neden ise, liyakatın yerine sadakatin almasıdır. Ayrıntısına gerek yok, ilk iki sebep ile bağlantılılar.

Çözüm nedir? Siyasi partiler de dahil, en iyi çözüm şeffaflıktır. Şeffaflık illaki her şeyi ile kamuya açık bilgi vermeyi gerektirmez.
Ama tüm grup temsilcilerine bilgi vermeyi ve görüş almayı gerektirir.

En şeffaf yönetim ise,  yönetim erkini ele alan gücün, yanına muhalif gücün temsilcisini yardımcı olarak almasıdır.
Evet, yönetim  son sözü söyleyen olacaktır ama hatalarında uyarılacaktır ve yaptığı tüm uygulamalarda şeffaf olmuş olacaktır.


İşte bu şeffaf demokrasidir.

Bu açıdan ele alınca, bitaraf olmak ana bakış açılarına katılmamak oluyor.
Şu anki ülke gündemine bakılırsa, karasız seçmen adı verilen ve neredeyse %10’a yaklaşan bilinçli bir kesim. Yeni bir cephe oluşturuyor gibi gözüküyor. Böyle giderse, en güçlü cephe olacağı da kesin.


9 Mayıs 2021 Pazar

"Türk olmak" ne anlama geliyor?

 Benim bildiğim Türklük, kan'a, kökene, dine dayanmaz. Kültürel bir birlik ve uyum anlayışına dayanır.

Kendisini Türk sayan ve Türk toplumuna faydayı gözeten herkes Türk kabul edilir.
Göktürklerden beri farklı etnik gruplar birleşip devletler oluştururken, Türk'lüğün bu niteliği kullanılmış.
O yüzden dünyanın her yerinde, her ırktan ve dinden Türk bulabiliriz.

Ama Türk olmayı; "özel, asil" kılan şey nedir?

Benim bildiklerim;
- Zayıfa (kadın, çocuk, ihtiyar), mazluma (fakire, güçsüze, düşene) yardımcı olmak, zarar vermemek.
- Dosta, akrabaya sahip çıkmak. İnsana, canlıya hoşgörülü olmak.
- Dost, düşman fark etmeksizin, kişinin hakkına saygı duymak ve el uzatmamak.
- Yardım isteyene, gücün var ise yardım etmek.
- Toprağına göz diken ve toplumuna saldıran düşmana aman vermemek.
- Atalarını, büyüklerini ve değerlerini kutsal bilip, onlara sahip çıkmak.
- Geleneklerini, zamanın şartlarına göre evrimleştirerek sahip çıkmak.
- Çocuklarına, onların geleceğine yaşadıkları ülke ve toplum olarak sahip çıkmak, gözetmek ve daha güzel bir ülke bırakmaya çalışmak.
- Sorunlar karşısında pratik çözümler üretmek ve araştırmak. Asla vaz geçmemek.
- İnsan hayatını ve doğayı değerli bulmak ve üstün tutmak.
- Başkalarından çalmamak, çalışarak kazanmak.
vs.vs.

Oysa günümüz toplumumuza bakınca, bunların çok azı var. Çoğu kaybolmuş ve yozlaşmış.
Türklük, idealizmini unutmuş ve Türklük bayrağı arkasına bazı yozlaşmış kişiler de saklanmış. Sesleri çıktığı çok içinde, bazıları bayraktar bile olmuş.



Kanın asaleti soydan değil, huydan gelir.

Eskiden asiller, daha fazla bilgi ve görgüyle donandıkları için huyları da, daha ince ve derin olur diye asalet yakıştırılırmış.

Yoksa kimse kan bağı ile bazı özel nitelikleri doğuştan getiremez.
Bu huy ve tutumlar ancak, toplumsal görgü paylaşımı ile aktarılır.

30 Nisan 2021 Cuma

1915 Olayları hk.

 

1915 olayları ve ABD başkanının siyasi açıklamaları malum.
Batı dünyası, malum iki yüzlü yaklaşımları ile Türk insanını da kendileri gibi karanlık bir geçmişe sahip olduğunu iddia etmeye çalışıyor.
Onlar gibi olmadığımızı ve olamayacağımızı, insan olarak tüm eksik ve hatalarımıza rağmen, karanlık bir yüzümüz olmadığını kavrayamıyorlar. İnanmak istemiyorlar.

Ancak bu durumun Türkiye'nin kendi konumunu değerlendirmesi ve gelecekteki pozisyonunu belirlemesi için bir fırsat olarak da görüyorum.

Dünyanın ekonomik geleceği, Doğu'ya kayıyor. Dünya piyasalarını doğunun hammadde ve kaynakları ile üretimi belirlemeye başladı.
Batı dünyası, bu değişimde kontrol ve yönlendirme yeteneğini tehdit altında görüyor.
Bu da yüzlerce yıllık kapitalist birikimle sağlanan sosyal refah ve yaşam standartlarının risk altına girmesi demek.
Nüfusları yaşlı, yüksek teknoloji ve bilgi teknoloji destekleri ile artmış verimlilikleri olmasa, bu durumlarını daha ne kadar koruyabilecekler? Belirsiz.

Türkiye bunu öncelikle ekonomik bir savaş olarak görmeli.
Batı ülkelerinin tarihi gerçekleri saptıran bu tutumları, bağlaşıklarına olan yükümlülüklerini de zayıflatıyor.
Türkiye'nin değişen dünya ekonomisi içinde kendi konumunu saptaması ve bağımsız politika üretmesi içinde bir bahane sağlıyor.

Ancak önce bu asılsız propaganda ile devlet eliyle ve devlet desteği ile güçlenmiş Sivil Toplum Örgütleri ile mücadele etmek gerekiyor.

Mücadele alanı da, zaten ön yargılarını pekiştirmiş batı toplumları içinde olmamalı başlangıçta...

Onu yerine, bu konuda Türkiye'nin gelecekte ticari ve askeri partnerleri olabilecek, ikili ilişkiler kurduğu toplumlar ve batı nüfuzunun zayıf olduğu çok uluslu alanlar olmalı.

Bu konuda tarihçilerin bağımsız çalışmalarını destekleyecek şekilde hareket edilmeli.
Mesela Güney Doğu Asya, Orta Asya, Güney Amerika ve Afrika devletlerinde bu konuda akademik çalışmalar yapılmalı.
Sempozyumlar, konferanslar, bu ülkelerin dillerine çevrilmiş romanlar, hikayeler ile konu işlenmeli.
Çünkü bizim ana sorunumuz haklı olduğumuzu, suçlayanlara anlatmaya çalışırken, konu ile alakası olmayan zihinlerin zehirlenmesine de seyirci kalmamız.
Toplumsal bakış açısı bir kaç kuşakta şekillenir ve geri döndürmek çok zordur.
Batı ile bu konuda hesaplaşma ayrıca onların kendi ortamlarında ve kendi hukuk alanlarında yapmalı. Mesela, şahıs veya dernek olarak açılan karşı davalarla ???
Birinci dünya savaşında zarar gören insanlarımızın ardılarının, Ermenistan'a ve Ermeni çetelere destek veren devletlere niye kişisel tazminat davaları açmadığı da ayrı bir konu?
Bu konu üzerinde çalışılmalı. AİHM başta olmak üzere bir çok uluslararası arenada davalar açılmalı.
Kişi ve sivil örgütlerin bu konuda çalışma yapması daha mantıklı geliyor.

İşin sonucunda olan şey, bence şudur.
Batı; ucuz hammadde, mamul ürün, doğalgaz ve işgücü istiyor. bir yandan da kendisini dış etkilere ve baskılara karşı koruyacak, ekonomik birlikler, hukuki ve ticari duvarlar kuruyor.

Kuralları kim belirlerse, güç onun kontrolündedir.

21 Nisan 2021 Çarşamba

Pandemiye Göre Ev Tasarımları

https://www.insaatderyasi.com/ev-tasarimlari-pandemiye-gore-yeniden-sekilleniyor-18749h.htm

Bence üzerinde durulması gereken bir kaç konu daha var.

Müteahitsel dönüşümde kâr için konut alanlarını küçültmesi bir tanesi...

İkincisi çekirdek ailenin sayıca azalması, buna karşılık bekar-yalnız yaşayanların sayısının artışı...

Üçüncüsü evlerde çalışma kültürün gelişmesi için, ayrı bir çalışma odası kavramının (misafir, oturma, çocuk, yatak odalarının kavramları gibi) eklenmesi gerekiyor.

Dördüncü olarak ise çalışma sürelerinin tekrar düzenlenmesi gerekiyor.
Mevcut çalışma saati ve düzeni, zamanla çok iyileştirilmiş olsa bile, 1800'lerin sanayi üretimine dayalı endüstri toplumuna dayanıyor.
Günde 8 saat, hafta da 45 saat bile kazanılmış haklardır ama...

Günümüzde bu süreler çok uzun, gereksiz ve işlevsizdir.

Bilginin değişim oranı saniyelere indi, sanayi de bile üretim hızı 10 bin kat arttı, fiziksel ulaşım bile 10 kattan fazla hızlandı...
Ama çalışma saatleri ve günlerinde ciddi bir değişim yok. (17 saatten, 11 saate son 100 yıldır da 8 saate gibi genel bir ortalama...)

İnsanlar, Yaşamak için çalışır. Çalışmak için yaşamaz.

Bu gelişimin amacı insana, kendisini geliştirebilmesi için daha fazla zaman bırakmaktı.
Ama tersi oldu: Hız artıkça, üretim arttı, tüketim arttı, atıklarla kirlilik arttı, dünyanın içine edildi.

Eğer insanlığın nüfusu azalsın isteniyorsa, önce çalışma saatlerini tekrar düzenlemek gerekiyor.

Günümüzde dijital teknoloji kullanan çoğu firma, iş yerinde atıl kapasite de bekleme modunda enerji tüketen personel ile çalışıyor.
Oysa haftalık çalışma saatlerinden başlayarak, günlük çalışma sürelerinin azaltılması ve vardiyalı sistemle, hizmet sürekliliğinin ise artırılması gerekiyor.

Bunun bir kaç faydası var. İstihdam katkısı, gelir paylaşımı, fırsat eşitliği artışı, daha dengeli bir tüketim eğilimi olacaktır.
Kendisine zaman bulan insan, kişisel gelişim için daha çok sosyal ve sanat etkinliğine fırsat ve zaman bulacaktır.
Bu da toplumsal öfkenin ve şiddet eğiliminin azalması, uzlaşma altında işbirliği kültürünün gelişimi demektir.





7 Nisan 2021 Çarşamba

ABD, Karadeniz'e savaş gemisi sokmayı neden bu kadar ister?...

 

Niye istediği belli... İstanbul da bir kanal olsa, Süveyş gibi, Montrö de olduğu gibi engellenemezdi...

Dünya yakın geleceğin kutuplarını belirlemiş bile... Batı ve Doğu diye...
Batı, Türkiye'yi yanlarında görmüyor ama Doğu'ya da kaptırmak istemiyor.
Doğu, batıya özenen Türkiye'ye net bir güven hissedemiyor.
Türkiye ise geleceğinin hangi tarafta olacağına karar verememiş durumda...

Bu kutuplaşma siyasi bir bölünme değil...Ekonomik tabanlı bölünme... Üreten ve tüketenler arasında...
Dünya Gsmh'sinden aslan payını alan Batı, temiz sanayi ve üretim ile konumunu korurken. kirletici sanayi ürünleri de dahil ihtiyacı olanları doğu'dan ucuza almak istiyor. Bunun zeminini korumak istiyor. Doğunun doğal gazını ucuza almak fiyatı üzerinde belirleyici olmak istiyor.

Basra körfezinin doğal gazını Akdenize ulaştırmak ve güvence altına almak için Kuzey Irak ve Suriyeyi temizleyip. kendilerine bağımlı bir devletçik için çok uğraştılar. Olmadı. Bölge kaynıyor sadece...
Olsaydı. Kıbrıs Rum kesimine gelen boru hattı maliyeti ile birliğe doğalgaz alacaklardı. Kıbrıs -Avrupa kıtası arası doğalgaz boru hattı maliyetini ve güvenliğini de İsrail üstüne yıkacaklardı. (Bulunan rezerv kaç yıl yetecekti ki?)
Şimdilik tutmadı.
Ukrayna'yı Batı destekliyor. Eğer Sovyet döneminden kalma doğalgaz boru hatları geçmeseydi bu ülkeden, umursamazlardı.

Tabii Rusya'nın Karadeniz ve Akdeniz ile olan bağlantısını da kesecekler böylece. Bu iki ülkenin sürekli gerilimde olması için ortamı sürekli gerecekler.
Ki Rusya sıkışsın da doğal kaynaklarını, en büyük müşterisine onun istediği fiyattan versin.

Tabi bunlar uzun vadeli, hayaller.

Türkiye, gelecekte hangi ekonomik yapılaşma içinde olacağına karar vermeli.
Emareler, dinamik ve üretim yapısı ile Doğu'yu gösteriyor.

22 Mart 2021 Pazartesi

Yeni Dönem de Ekonomi

Her dönemin ekonomik yapısını da siyasal yönetim yapısını da üretim tipi belirler.

Avcılık, Tarım ve Endüstriyel üretim dönemleri kendilerine has ekonomik yapıları ve siyasal iktidarları oluşturdu.
endüstriyel dönemin uzantısı olan Kapitale dayalı üretim tarzı da artık döneminin sonunda...
Günümüzde "bilgiye dayalı üretim" modelleri gelişiyor. elbette deneme- yanılma ve toplum şartlarına göre farklı modeller gelişecek, gelişiyor ama temelde bilgiye dayalı üretim hakimiyeti artıyor.

Siz şimdi kalkmış kapitalist sistemlerin son modelerinden Keynesçi ekonominin kalıntılarını ele alıyorsunuz.



Artık büyümeye dayalı ekonomik model sorgulanmalı. Yüksek tüketim, yüksek üretimi getirmiyor. Ülkeler ekonomilerini GSMH üzerinden değerlendiriyor ama esasen net GSMH üzerinden ele almak lazım.
Yüksek büyüme aynı zamanda yüksek tüketime işaret ve bu tüketimin çoğu da yurt dışından tedarikle oluyor.
Net sonuca baktığınızda, ülkenin büyümek için ihtiyaç duyduğu artık değer miktarı çok düşük kalıyor. Yani kısaca rakamlar aldatıcı. Politik.

Net GSMH'nın ana kaynağı günümüzde "bilgi üretimi"dir.

O yüzden bu diyagramlar veya rakamlar hiç bir şey ifade etmiyor. Eski ekonomiler ve değerleri öldü veya ölüyor.

Bilgi üretimi için düşünen ve sorgulayan insana gerek var. Düşünce çeşitliliği ve farlı bakış açıları ile çözüm üretebilme kapasitesinin desteklenmesi için düşünce için özgür ortamlar lazım.
Bunu desteklemek ve geliştirmek için sanat, edebiyat desteklenmeli...
Oysa bunun ayrıca siyasal sonuç ve bedelleri var. İktidarlar için de bu istenen bir birikim değil.
Sonuç Covid bu konu da onlara kurtarıcı bile oldu. Bu yüzden daha uzun süre bizler Covid ile de yaşayacağız gibi gözüküyor.

22 Ocak 2021 Cuma

İş, iştir...



Çocukların hayat karşısında bu kadar erken mücadele etmek zorunda kalması, bizim ayıbımız.

Sorun kişilerin, çözüm olarak hemen kamu kurumlarını veya siyaseti adres göstermesi.
Parasını vereyim de beni uğraştırmasın.
(Benim de vicdanım para verdiğim için rahat, o para da kolay kazanılmıyor ve kendi hayatımızdan bir ödün sonuçta..)

Doğruluğu tartışılabilir. Eksikleri var.

Ama toplum olarak bu tip konularda sorumluluğu ve yetkiyi verdiğimiz ve üstelik gelirlerimizin yarısıyla vergi olarak desteklediğimiz kamu kurumlarından çok da çözüm üreten şeyler çıkmıyor.
Bana göre hatta bazıları, "biraz şişirilmiş renkli balonlar"... Fazla şişince veya ilk engelde patlıyorlar.

Hammaddesi yurt dışından ithal edilen hazır kedi-köpek mamalarına milyonlarca dolar ödeyen ve bunu "sevgi, merhamet" adına yapan bir milletiz.
Kapasitemiz var. Paramız da...

Çocukların sokaklarda çalışmasını yasaklamak, aileyi cezalandırmak da çözüm değil.
Başka yollar üretmeliyiz.
En başta da bu konuda çalışan, sivil sosyal yardım kuruluşlarına katılıp, desteklemeliyiz.

Havadan para elbette kıymetsiz.

Birey olarak bağımsız olması önemli.
Bu ülke de ciddi bir istihdam sorunu var.
Bir çok sebebi var ama en başta geleni, planlama hatası...
Örneğin: Adamın işe ihtiyacı var. ama kalifiye değil, boşluk olan alanda.. Ona eğitim imkanı sunulmalı.

Ya da (daha çok gençlerimiz) iş beğenmiyorlar. İşin iyisi kötüsü olmaz.

Üç temel sebep var, gözlemlediğim.

İlki çocuklarımızı bizler yani ebeveynler olarak çok pohpohluyoruz. Koruyoruz.Harçlık verip, ihtiyaçlarını karşılıyoruz.
Önüne konan işi ve getirisini, sahip oldukları ile kıyaslıyor. Genelde rahat durumda kalmayı tercih ediyorlar.
Benzer mantık, yardım, sosyal yardım ve destek alan yetişkinler içinde geçerli...

İkincisi çocuklarımız istedikleri, zevk aldıkları işlerde çalışamıyorlar.
Gerçi çoğu ne yapmayı sevdiğini bile bilmiyor.
Küçük yaştan itibaren sınavlardı, ödevlerdi derken çocuklara kendilerini tanımaları ve hobi edinmeleri için fırsat vermiyoruz.
Karar verme zamanı gelince, iyi kötü bir karar veriyorlar ve genellikle bu karar geçici süre işe yarar oluyor.
Çocuklarımızı serbest bırakmalıyız. Günlük çalışma planlarında, ne olursa olsun, kendilerine ayıracakları bir kaç saat belirlemeliyiz. Ve bu boş vakit olarak asla isimlendirilmemeli.
Boş vakit, hakikaten boş ve dinlenme , düşünme ile geçen zamandır. Bırakın çocuğu 3 saat daha az test çözsün, ödev yapsın.
Sanki okulu iyi derece ile bitirse veya sınavda çok yüksek not alsa, geleceği daha iyi ve mutlu mu olacak?
O sadece bir olasılık. Kesin değil.

Üçüncüsü ise bizim yani toplum olarak, çalışanın-gencin etrafındaki kişiler olarak ön yargı ve beklentilerimizin yüksek oluşu.
Çocuk bir iş yapmaya kalksa, beğenmiyoruz, ona yakıştıramıyoruz.
"- Onca yılın ve emeğin, parası bu mu?" diyoruz.
Gençte bunu benimsiyor. Sanki mezun olur olmaz, büyük sorumlulklar alacakmış gibi kariyer beklentisi ve havası oluyor.
Bu bulaşıcı bir şey ve kalifiye olmasa bile herkes yaptığı işin kendisini temsil edip etmediğini, yakışıp yakışmadığını sorguluyor. Çünkü gizli de olsa bir mahalle baskısı hissediyor.

İş iştir, evi geçindiren ve toplumun ihtiyacı olan her iş değerlidir. (Bazıları ahlaken normları zorlasa bile onlar bile bir iştir. Çünkü toplumda talep var, işlevi var.)

O yüzden hırsızlıkla, yalanla, aldatma ile veya fırsatçılıkla ilgili yapılan işler haricindeki tüm toplumca talep edilen işlere saygı duyulmalı.
Bir kanalizasyon temizliği de iştir, bir fabrika veya devlet dairesi yöneticiliği de... Yeter ki toplum içinde işlevi olsun ve çalışana dürüst kalmasını sağlayacak şekilde fayda sağlasın..

Bu bakışımızı değiştirmeli ve çocuklarımıza bunu da aşılamalıyız. İş, iştir. Dürüstçe oldukça, her türlüsü saygıya layıktır.


12 Ocak 2021 Salı

Siyaseti ne yozlaştırıyor?

Siyasetçi insan olarak yozlaşmaz. O hala iyi bir insan, tutkulu bir vatansever ve tamamen toplumu için bir şeyler yapmak istiyor olabilir. Ahlakı ve hatta geçmişi olumlu referans olabilir.

Ama bunlar siyasetçiyi yozlaşmaktan kurtarmıyor.

Siyasetçinin önce şu bilince ulaşması lazım.
Devlet, toplum tarafından kendi aralarındaki işleyişi düzenlemesi için oluşturulmuş bir kurumdur. Varlığı toplumu bağımlıdır ve toplumsuz bir devlet bu yüzden olamıyor.

İkincisi siyaset eleştiri alanı değildir. Farklı bakış açılarının işbirliği alanıdır.
Hiç bir görüş, öneri tek başına geçerli doğru değildir. (Doğru olması için çok geniş bir veri kaynağından destek alması gerekir.)
Bu yüzden çok kutuplu siyaset alanı, aslında toplum için o anki en uygun çözümleri içeren süperpozisyonudur.
( https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCperpozisyon_prensibi_(fizik) )

Bizdeki sorun, siyasetin, ortamında çoğunluk olanların tek söz sahibi olmalarında... Bu siyaset değil ki, bir tür topluluk diktatörlüğü..

Üçüncüsü ise siyasetçinin ekonomik düzeyi... Ülkemizde hayatını hatta ailenin, çocuklarının geleceğini garanti altına almak istiyorsan, siyasete gir.
Ama bu işte kolay değil. Siyaset düşük ve orta gelirli vatandaş için çok masraflı ve riskli bir alan.
Bu kadar parası olsa zaten ne işi var siyasette? İşleri yolundadır.

Bu yüzden siyasete, aday adaylığı ve adaylık harçlarını partilere il ve ilçe örgütlerine yatırabilenler girebiliyor.
Ehh...Haliyle yüksek gelir grubunun arka bahçesine dönüyor siyaset arenası...
Ondan sonra da yırtınıyorlar. Halka inemiyoruz diye..
İnemezsiniz!
Aranızda elektrik su, yol, okul, pazar, kira, ulaşım, vb masrafları daha ay başından düşünmeye ve planlamaya alışmış o kadar az adam var ki...
İstediğiniz kadar vatansever ve iyi niyetli olun. Olmuyor. Çünkü bu refah şartlarının verdiği alışkanlıklar ve kültürün bakış açısı ile sorunlara sadece kendi cephelerinden çözüm önerebiliyorlar.

Bakış açıları dar kalıyor. Sıradan bir vatandaş için hayatı önemi olan bir meblağ, onun için küçük bir rakam olarak kalıyor.
Eskiden siyasete maddi durumu iyi olanlar, partiyi ekonomik olarak desteklesin ve karnı toktur, tenezzül etmez diye davet edilirlerdi... Doğru da o dönemin siyasetçileri en azından devlet adamıydılar.
Ama şimdi? Adamın milyarları var. Kendisi veya oğlunu, damadını sokuyor siyasete...
Eğer faydalı bir şey yapacaksan vatana, git bir oda'nın başkanı ol, tacire esnafa destek ol ki onlarda halka destek olsun.
Ya da sivil toplum örgütlerini destekle geliştir.
Zaten bu ülkenin faydasını isteyen ve maddi durumu iyi olanlarda genelde böyle yapıyor.

Siyaseti ve siyasetçiyi yozlaştıran bir diğer şey de, ekip ruhunu, itaatkarlıkla karıştırmış olmaları.
Ekipler, çözümü zor bir sorunu; çoklu bakış açısıyla ele alıp, çözüme doğru yerden başlamak ve sürdürmek için vardırlar.


Ekip lideri, bunları koordine eder, işbirliklerine yönlendirir ve seslerinin-görüşlerinin diğer ekip üyelerince de duyulması ve dikkate alınması için uğraşır.
Biz de ise lider demek, belli bir süre için de olsa "tek karar merci"demek.
Ekip üyeleri itaat edip, mevçut işlerin sorumluluk yüklerinden kaçtıkça, liderin gücü artıyor ama altı da boşalıyor. onu destekleyen kadro, altından çıkıp, yanına geliyor.
Liyakatın yerini sadakat ve yalakalık alıyor.

Sonuç, toplu çöküş çünkü yükseldikleri zemin alttan desteğini kaybediyor ve onları taşıyamıyor.
-----------------
Bence ülkedeki tüm siyasi oluşumlar kendilerine bir reset atmalılar.