26 Ağustos 2020 Çarşamba

Ailemin eseri miyim?

Elbette kişiliğimin ilk şekillendii dönemlerde anne ve babamın tutumları,alışkanlıkları rol model olarak üzerimde çok etkili oldu.
Biz primatlar (yassı tırnaklılar) sosyal varlıklarız. Çoğu alışkanlığımızı, bilgimizi içinde bulunduğumuz topluluktan öğreniriz.

İnsan kişiliğinin temellerinin atıldığı ilk 6 yıl içinde ise en çok ebeveynlerle ilişkide olduğumuz için, kişiliğimizin temelini büyük oranda onlar şekillendirir.
Bu öyle bir düzeydedirki, en derin korkularımıza kadar yansır.
Ebeveynlerden fiziksel olarak aldığımız ve kişiliğimizi etkileyen şey ise biyolojik yapımızdır.
Sinir sisteminin yapılanması, düşünce sistemimizi etkiler. Fiziksel yapımız, ilgi duyduğumuz başarılı oyunları ve ilgisiz olduklarımızı belirler.
Sinüs boşlukları ve gırtlak yapısı, konuşma şeklimizi ve tonumuzu etkiler. Bu ise sosyal ilişkilerde diğerleri ile konumumuzu biçimeldirir.
Hormon yapısı, kalıtsal özelliklerimizi belirleyebilir. Az veya çok salgılanan biz bez, tüm tutumlarımızı etkileyebilir.

Ama kişilik biçimlenmesinde bunlar, öğrenerek benimsediklerimizin yanında ikincil plandadır.

Çocuk bu üçünün karmasında(genetik aktarımlar+ aileden öğrenilenler+ sosyal ilişkilerden öğrenilenler), kendisine bir harman yapar.
Ebeveynler, iyi özelliklerini aktarmak için uğraşırlar ama tüm özellikler çocuğa geçmez. Çünkü o yorumlayıp, kendi yapısına göre en uygun olacak şekilde bunları harmanlar.
Böylece tamamen yeni bir yapı çıkar,
Ergenlik dönemi ise bu harmanlamanın doruk noktasıdır. Ebeveynlerle çatışmanın en çok olması ise bundan...
Eski ile yeni'nin kaynaşmasıdır bu. Tamamen bağımsız bir birey olmak için, farklı ve daha başarılı bir tutum-bakış açısı geliştirmek zorundadır. Tabi deneyim ve bilgi eksikliği ile bolca hata da yapılır.

Bir zamanlar ebeveynlerim ile özellikle güc ve statu simgesi olan babamla çok çatıştım. Ona benzememek için çok uğraştım.
Ama zamanla, olgunlaştıkça, bir çok temeli ondan hazır aldığımı ve onu taklit etmeye çalıştığımı görüyorum. Elbette farklı olarlar da var. Zamanın şartlarının getirdiğig ve yeni koşullara göre geliştirilmiş tutumlar.

Bu nedenle onun da bir eseriyim. Yıllarca sevgisini ve ilgisini sürekli üstümde tutarak, her hatamda, kararım ne olursa olsun destek olarak kendisinden ve ruhundan, bazen de mutluluğundan bir şeyler verdi.
Tabii aynı durum, annem içinde geçerli, onlardan farklı bir birey olsam da, bu farklılığımda onların desteği ve payı büyük...

25 Ağustos 2020 Salı

Toplumsal birlik ve alt kültürlerin durumu hk.


Genetik kökenleri bilemem ve de umursamam da ama zihniyetleri önemli görürüm.
Bu toprağın ve toplumun insanı olmak isteyip, istememek önemli. İstemeyenler genellikle, kendilerini bir şekilde, öncelikli olarak bir gruba dahil ederek tanımlıyorlar zaten.

Önemli olan bu toprağa, insanına ve tarihine sahip çıkmaktır. Bizler, Anadolu halkı, Türk toplumu olarak, bu toprakların en iyi özlerinden oluştuğumuzu düşünüyorum. Din, inanç, köken, hepsi bu oluşmun bir özü. Ama öncelik değiller.

Yoksa gereksiz konularda bolca ciddi ciddi tartışılır. Gereksiz, çünkü var olan durumu daha iyiye, güzele tüm toplum için götürmeyecek. Fayda sağlamayacak.

Diller, evrimleşir. Kelimeler evrimleşir, İsimler evrimleşir. Ortaçağ Avrupasındaki hangi dil, aynen sürüyor? Bırakın, 50 yıl evvelki dil nerede var?
Hele elektronik ileşimle gelen kısaltmalar, dili değiştiriyor. Kavramları da... Yeni kelimeler de zaten yeni kavramları isimlendirme ihtiyacından doğuyor.
Çoğu isim ilk halinden farklı olsa da, aynı kökten türüyor. Bu çok doğaldır.

Cumhuriyet başlangıcı ve 10 yıllık süre bir devrimdir. Anadolu insanının, binlerce yıllak alışkanlıklarından ve bağlılıklarından kurtarmak için bir devrimdir.

Yoksa çok değil, 20-30 yıl sonra tekrar, farklı da olsa monarşik bir sistem başlardı. Çünkü zihinsel alışkanlıklar hala baskındı. O yüzden bu değişim rüzgarı içinde, yer isimlerinin de güncellenmesi normaldir.
Bu Anadolu insanınını tarihinden, kökünden değil, zihinsel ve kültürel bakışıyla geçmişe dönme çabasını bırakıp, yüzünün geleceğe döndürme amacıdır...

Keza, her şey'e rağmen, aradan geçen 100 yıla rağmen bu zihniyettekiler hala toplumsal hayatta baskınlar ve geçmişin sadece olumlu yönlerini dile getirerek, toplumu kısmen dönüştürmektedirler.

Şu var, biz de devlet abartılıyor. Çünkü birey kendini, daha üstün bir güç karşısında kul olmaya şartladırılmış.
Oysa, devletler, toplumların cismanileşmiş tezahürleridir.
Devletsiz toplumlar var olabilir, yaşayabilir.
Ama toplumsuz hiç bir devlet var olamaz.

Bu yüzden devlet, onu oluşturan toplumun özlerinden birinden değil, tüm özlerden oluşur, varlık bulur.

Bunu anlamak için, önce "benim insanım, toplumum" kavramı öne çıkmalı.
Köken, din, vb, kavramların öne çıkması ise sadece bu bütün içindeki çatlakları genişletir. Sonucu ise her durumda toplumsal acizliktir.

-----
Soru- Devlet bunu belli etnik gruplara karşı yapıyprsa bu etik değil. Tek tip bir dil tek bir kültür oluşturmaya çalışırsan renklerini kaybedersin ve o etnik gruplara da baskı asimilasyon vs şeklinde yansır.

Cevap - Bu şekilde algılamıyor ve düşünmüyorum. Asimilasyon bu şekilde olmaz.
Sadece belli bir dili kullananlar için anlam ifade eden isimlerin, tüm toplum için eş anlamlı hale getirilmesi olarak algılıyorum.
Başka türlü, toplum içi eşgüdüm nasıl sağlanacak? Yerleştirilecek? Zaten insanlar, kendilerini şu'yum, bu'yum diye küçük topluluklarla tanımlamaya alışmış.. Hala da bunun peşindeler...

O kadar kısa sürede, ancak net ve devrimsel değişimlerle mümkün bu.

Yüz yıl sonra, insanlar kendilerini neye göre tanımlayacaklar ? Bir düşünün. Şu anki şekilde mi kalacaklar?

-----
Soru- Doğu anadolu bölgesinde halkın kendi dilinde isimlendirdiği köy kasaba dağ tepe isimlerini değiştirmek asimilasyon çabası değil mi ve bu seninle kader birliği yapmış bir halka yapılıyor.

Cevap- "kader birliği yapmış bir halka yapılıyor" diye bir şey yok. Halkların kardeşliği palavrasındaki gibi, birbirinden farklı halklar yok.
Aynı halkız. Aynı toplumuz. Hepimiz birden aynı toplumu oluşturuyoruz. İki farklı ve birbirinden bağımsız parçanın bir araya gelmesi diye bir şey yok. (Ama olması için çok uğraşan var.)
Durumumuz, kardeşlerin ayrılığından daha ötesi olamaz.
-------

Soru- O halde neden belirli yerlerde bu politika uygulandı?

Cevap- Tam konuyla alakalı olmasa da, dil örneği üzerinden gideyim.
Günümüz Türkçesinde kullandığımız bir çok yabancı kökenli kelime var. Batı Avrupa kökenli olanların yanında, Farsça ve Arapça olanlar da var. Aynı şekilde, günlük kullanımda farkında olmadan kullandığımız yerli kelimelerimizde var. Günümüz Türçesinde, mesela Kürtçe veya Lazca kelimelerde yok mu kullanılan. Telafuzu değişmiş olsa da?

Bir ara Türk Dil Kurumu, dilde sadeleşme diye "tavuksal fırtlangaç" gibi abuk sabuk kelimeleri de sokmaya çalıştı. ama olmadı...

Bir kelimenin, toplumsal hayata yerleşmesi, kökeniyle veya hangi dilden geldiğiyle alakalı değildir çünkü.
İfade ettiği kavramı tanımlamasıyla hayat bulur ve yerleşir.

Türkçe'nin bilim dili geliştirmede yetersiz kalması ile bu alanda kavramları ifadea eden yabancı kelimeler, sanat ve edebiyatda, huhukta, diplomasi de, her alanda o kavramı zenginliği ve doğru tanımı ile ifade eden kelimeler baskın olur.

Kimse kelimeleri, ırkından veya dininden dolayı seçmez. Kullanım kolaylığı ve herkese aynı kavramı anlatmasıyla seçer...

Sözgelimi, bilimsel keşif ve gelişmelerde Kürtçe kökenli kelimeler baskın olsa veya şehirleşmede veya tarımda veya sanatda, herkes bu kelimeleri kullanır. Çünkü o kelime, kavramı herkes için aynı şekilde doğru ve tam ifade ediyordur.
Yerleşir.

Siz belli bölgeler de sadece o bölge halkının anlayacağı kavramlar yerine, tüm topluma yeni bir tanımla ortaya koyarsanız. Toplumsal Zihniyet de tümleşir.

O günün iç ve dış dinamikleri altında, siyasi ve ekonomik açılardan da olayı ele almak ve ona göre sorgulamak daha doğru olur.

Günümüz şartlarında, siz hümanizma, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar altında yetiştiniz. Size bunlar, ideal olarak benimsetildi. Bu bakış altında sorguladığınız zaman varacağınız yargı ile
100 yıl evvel, padişahın kutsallığına, aşiret liderine tam itaate ve şıhların, şeyhlerin kutsal gücü ile cenneti garantilediğini düşünen bir zihnin yargısı ve yaklaşımı farklı olurdu.

Hatta toplumsal sorunları çözüm önerileriniz bile farklı olurdu..

Siz tarihçisiniz, bilirsiniz ki, olaylar ve yaşananlar o dönemin ve o döneme kadar olan olguların birikiminin sonucudur.
Verilen kararlar ve uygulamalar da o günün koşul ve ihtiyaçlarına göredir.
O döneme göre, o şartlar altında hata yapıldıya, o koşullar altında ve ele alınmalı ve yargılanmalı. O döneme göre, alternatifleri ele alınmalı, yapılacak doğru buydu denmeli.
Günümüzün doğruları ışığı altında, tarih incelenemez.

(Yavuz'un İran seferinde tanıdığı ayrımcılığın ürünleri bugünkü sorgular hep.)