26 Nisan 2017 Çarşamba

SOSYAL MEDYA ve İNSANLIK

Sosyal medya bir çok konuda müthiş fırsatlar ve imkanlar ortaya çıkarsa da, çok ciddi anlmada bir iç yıkımda getiriyor.

Eğer facebook paylaşımlarına bakarsak, millet geziyor, eğleniyor, paylaşıyor, çok mutlu ve güzel ilişkileri var...

Safsata...

Başlangıçta bunun öyle algılanması için biraldatma persesi inşaası olarak düşünürdüm.
Ama değilmiş.

Çoğu zaman kişinin kendisini ve kendisini eden çevresinin (iş, aile ortamı ve kişileri, dostlar, arkadaşlar, ilişkiler, vs...) nasıl olmasına istediğine göre şekillendirme çabasıymış...

Yani sosyal medya, kişilerin kendi kendilerini karndırdıkları ve paylaştıklarının gerçekliğine inandıkları bir mecra olmuş...

Geçen hafta kitap fuarına haber yapmaya giden arkadaşlarım, dönüşte dehşetli bir şaşkınlıkta idiler.
Fuar esnasında bir "instagram fenomeni"(?) gelmiş. Kızlar oraya çığlık çığlığa koşup, fotoğraf çekme yarışına başlamışlar.

Bu nedir? Fenomen nedir? Uzaylı gibi bir şey midir?

İnternetten baktık, sadece biraz estetikli yakışıklı bir gencin kendi fotoğraflarını paylaşmasıymış. Bu kadar. Özel bir yetenek, beceri, kapasite, bilgi , sanatsal estetik gereksiz kavramlar, fenomen olmak için anlaşılan.
Yaptığın birşeyler için, "like" seçeneğinin çoğunlukta olması yeterli sayılıyor başarı için...

Bu bizim kuşağımızın bile ötesinde kavramlar içeriyor. Oysa bizler geçiş kuşağıyız.

Ve internetsiz yaşayamayacak bir toplum yetişiyor. İnternet yok ise, zombiler ordusu olacaklar...
Bunun ikinci ihtimali ise, bireysel düzeyde kısıtlı ve uzmanlaşmış zekalarla, kollektif sınırsız bir zekaya doğru toplumsal evrilmenin adımları da olabilir bu.
Karıncalar gibi...


Devam: (Alıntı)  https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/30174/
...

Sorun yorulma, dinlenme sorunu değil.
Boşuna ve kaybedilmiş bir mücadeleyi sürdürmenin anlamsızlığı...

Genç nesil yeni teknolojiyle önüne geçilemez bir şekilde garip bir ilişki kurmuş. "Araştırma yapmak" deyince internette araştırmayı anlıyorlar. Yani bir nevi "internet" e köle olunmuş. Toplumun büyük bir kısmı boş gevezelikle kullanıyor. Ama asıl vahim olanı, eğitim almış, yabancı dili olan insanlar da bu köleliğe razı olmuşlar. Onlarınki daha kötü. Kölelikten kurtulmak bir yana, yaşamlarının önemli bir kısmı veya geçimleri bile bu özelliklerine bağlı olduğu için özgürlüğü seçemezler, siz vermek isteseniz karşı çıkarlar ve savaşırlar.

Peki, internet veya diğer iletişim araçları kimlerin elinde?
Dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin ve elbette sermayenin elinde. Bunlar kendi insanlarını yıllar boyu "uzaylılar" "51. Bölge" "üstün güçlü kahramanlar" "süpermen" gibi şeylerle idare ettiler. Şimdi de internet sayesinde tüm dünyayı aynı şekilde idare etmenin kolaylığını öğrendiler. Bilimi istedikleri gibi manipule edebilir, yönlendirebilir. tehlikeli konulara ulaşılmasını engelleyip, saçma sapan bilgiler doldurup diğer ülkelerin kendilerine bağımlı kalmasını, korkmasını sağlayabilirler. İstedikleri hikayeyi yazıp, istediklerini kahraman yapabilirler.

Buna engel olunamayacağını anladım. Biz sicim teorisinden bahsediyoruz, bir arkadaş internette bulduğu, etiketi profesör olan üstelik ingilizce ve bir sürü denklem doldurulmuş uydurma bir teoriyi önemsiyor. Üstelik onu doğru sanıyor ve size bilgiçlik taslıyor. Fizik altyapısı olmadığında istediğiniz kadar ingilizceniz olsun bazı şeyleri anlamazsınız. Çünkü bazı terimler sözlük anlamında kullanılmaz. Fiziği bilmezseniz internetten öğrenemezsiniz. Çünkü bunu engellerler...
Necmi Tüfek 10 Mayıs 2017
...

Bizim dönemimizle, bu dönem arasındaki fark; gözlemlediğim kadarı ile "hız"... Çok hızlı yaşıyorlar, öğreniyorlar, unutuyorlar ve karar veriyorlar.

Bunda internetin ciddi rolü var. 
Hem çok olumlu hem de olumsuz.
Olumsuz yanı birey olarak, zihinlerinin hayal gücü üretim kapasiteleri daralıyor. Çünkü branşlaşıyorlar, uzmanlaşıyorlar. Çok hızlı bilgi alışverişinden, eldeki bilgiyi özümseyip, kendilerine göre bir yaklaşım üretmede zorlanıyorlar.

Oysa kitap okumak, bilginin özümsenmesi ve kavranıp içine yeni bir şeyler katılması için en iyi yol. Kitabı bitirene kadar, kavramlar kafamızda şekillenir ve bizden de bir şeyler katabiliriz.
Yani kendi felsefemizi, bakışımızı, hayal gücümüzü... Üstelik kitabı her ele aldığımızda, aynı satırlardan farklı anlamlar ve kavramlar çıkartırız. Aslında değişen kitap değil, biz olduğumuz için.

İnternet ortamındaki bilgide bu imkanlar çok dar. Sürekli bilgi yenileniyor, çeşitleniyor. Her bilgiden bir tutam alınıyor... Bu seferde karşımıza, bu bilgilerle yapılmış yarım yamalak felsefeler (felsefe: bilgiden bilgi üretme anlamında kullanıyorum) çıkıyor.

Bunda eğitim sistemimizin kusurları da çok. İlk ve orta dönemde verilen fizik-fen bilgisi ve matematik'te verilen bilgiler aslında temel oluşturmak için fazlasıyla yeterli. Ama kullanılan teknikler ve eğitimin amacının farklılaşması (sınav başarısı), verilen bilginin kavranmadan yorumlarda kullanılmasına yol açıyor.

Yetişme koşullarımız ve amaçlarımız farklı. Bizler tek başına kaldığımızda bile bilgi ve zekamızla hayatı idame üzerinde bir bakış altında yetiştirildik.

Onların ki ise kolektiflik üzerine kurulu. Bu kollektif yaşam içinde bir birey olmayı öğreniyorlar. İnternet onları birbirine bağlayan, birbirlerinin açıklarını bulup kapatabilen bir sistem.
Uzmanlaşıyorlar. Bu şekilde hem güdülmeye hazır hale getiriliyorlar, hem de bunları birleştirecek bir uzman yönetici altında, bizlerin asla başaramayacağı eserlere katkıda bulunabiliyorlar.

Bunu ben, nüfusu artan ve kaynakları kıtlaşan dünyamızda, zekanın bireysellikten, kollektifliğe geçişi olarak yorumluyorum. Hepimiz ara aşamadayız. Onlar biraz daha evrilmiş sadece. Ama onlarda sonrakilerle benzer sorunları yaşayacaklar. 

Evet, internet ortamı güvenilir bir ortam değil. ama sorgulamaya ve doğrusunu araştırmaya müsait bir durum.

Bizim kitaplara olan güvenimizin kökeninde, eskiden yazılan kitapların ciddi elemelerden ve kontrollerden geçirildikten sonra basılmasından kaynaklanıyor. Bu alışkanlığımıza rağmen, artık kitapların güvenirliği de internetten etkileniyor. (Belki de akademik kurumlarca basılmadıkça, hiç bir kitap tam anlamıyla güvenilir olmayabilir şu anda ... Hatta eğer  (mevcut haliyle) Tübitak gibi kurumlarca hazırlanmış ise bile ciddi sorgulamalar gerekebilir.)

Bizim her durumda onlara katkı yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Eskiden bilim kitaplarında yazılan bir şey, en azından o dönemki bilgilere göre, doğru ve kesindi. İnternet ise öyle değil. Benim gibi birisi bile internet ortamında bir şeylere yazıp, ciddi ciddi paylaşabiliyor.  Okuduğu her şeyi ciddiye alıp inceleyen bizler için bu durum tam bir bilgi kirliliği... Onlar içinse, içinden işlerine geleni alıp kullanabilecekleri bir yığın. (Hatta aramızda 10 yaş civarı fark var. Bu bile beni, size oranla daha fazla "işine gelen bilgiyi kullanan" yapıyor. Siz çok daha sert ve geçerliliği kesinleşmiş bilimsel süzgeç kıstaslarıyla bilgiyi saflaştırıyorsunuz.)
Bu durumda Evet, benim bilgim biraz "kirli"... :-)  (Neyse bu kadar özeleştiri yeterli)

Bu yüzden bu kaybedilmiş bir mücadele değil. Onlar, kollektif zekanın parçaları olan bir toplumsal yapıya ve bilgi üretim yapısına yöneliyorlar. Yapabileceğimiz her katkı, onları bu kavrama ulaşmak için "harcadığımız zaman ve emek tüketiminden" kurtaracaktır. Üstüne kendilerinden bir şeyler eklemeleri için zaman fırsatı sağlayacaktır.

(Üstüne üstlük biz onlara göre çok avantajlıyız. Eğer bir şey olursa, (inşallah olmaz) 3ncü dünya savaşı gibi bir şey çıkarsa ya da Amerika'daki serverlar çökerse, bize muhtaçlar.
Hani şu zombili diziler filmler var ya, hepsi aynen öyle ellerindeki çalışmayan elektronik alet düğmelerine basan zombiler gibi olacaklar. :-))))

Diğer yandan ülkemizde bu tür bir "ulusal kollektif zekanın gelişmemesi için" çok çaba harcanıyor. Bu toplumumuzu zihinsel anlamda geride bırakacak şekilde; dizilerle, yarışmalarla, evlenme programlarıyla, boş anlamsız açık oturumlarla, gelecek vizyonu yerine olmuş bitmiş ve geri dönüşün artık imkansız olduğu geçmişin başarılarının ele alınmasıyla,  bayağılık düzeyine inmiş siyasetçi laf sataşmalarıyla gündem yaşayan topluma döndürülüyoruz.
Buna, birey bazında kimse karşı durabilecek güçte değil gibi... Ancak kollektif bir zekanın hakkından gelebileceği bir durum bu. Geleceğe bakabilen bir toplum için, bu gençlerden bir kaçı nüve olabilir. Olacaktır da...

Eğer tüm bilgimize ve yaşımıza rağmen, bizler (büyükler) hak ettikleri anlayışı gösteremezsek ("hoş görü" demiyorum; bilgiyle ezin, felsefeyle ezin, mantıksız kısımlarıyla ezin. Hatalarını, yanlışlarını dökün. Zorlansınlar, yeni yollar ve alternatifler arasınlar, doğruyu bulmak için, "hakkımızdan gelmek için" zorlansınlar. Ve başarsınlar! Ki bunun için de tekrar  tekrar hata da ısrar etmelerinde anlayışlı olmalıyım...) başka kim gösterecek?
Onların tahammül sınırları çok geniş değil gibi...

Gelecekte bizim onlara ihtiyacımız olmayabilir ama "çocuklarımızın birbirine ihtiyacı" olacak. Bunu onlar için yatırım olarak düşünün.



Burtay Mutlu (shibumi_tr) 10 Mayıs 2017

7 Nisan 2017 Cuma

Başkanlık sistemi seçimi öncesi endişelerim

İlginç olan görünüşte karşı çıkan yurt içi ve dışı grupların çoğu, Türkiye'de başkanlık sistemine özellikle Erdoğan yönetiminde iken istekli...
Hatta karşı çıkan muhalefet yaparken bile tepki oyları sağlayarak destekliyorlar. Özellikle AB ile olan ilişkilerde bunu görüyoruz.
Batı destekli kimi terör örgütleri bile incelenebilir...
Niye?
Geniş çerçeveden bakarsak, düşünülen başkanlık sisteminde iktidar yasaların üstünde yönetme ve biçimlendirmede ciddi güce sahip olacak. Hatta şu ankinden daha fazla serbestlik sağlayacak yönetim erklerine...

Ayrıca mevcut yönetimin mevcut icraat ve ifadelerine bakarsak, AB ve diğer Batı devletleriyle ilişkilerimiz daha da zorlanacak gibi...

AB, sırf milyonlarca mülteci korkusuyla bu şekilde hareket ediyor olamaz. Daha uzun vadeli planları olmalı.

Suriye, Ortadoğu doğalgazının, Akdenize açılan kapısı olma yolunda. Diğer kapı ise Türkiye ... Ama Türkiye Rus gazının Akdeniz kapısı oluyor.
Kuzey Irak ve Suriye'de Batı'ya muhtac küçük devletçikler oluşturmadan bu bölgeden çıkamazlar.
Çünkü enerji demek, her şey...

Oluşacak bu küçük devletler, çevredeki devletlerle kavgalı olmalı ki, sürekli batının desteğine ve korumasına muhtaç olmalı ki, Batı bu yolu kontrol edebilsinler....Dünyanın geleceği en az 100 yıl, doğalgaza bağımlı olacak. (Yenilenebilir enerji kaynakları bu tüketim hızını ancak bu sürede besleyebilecek gibi çünkü)

Bölgede batının kontrol edemediği İran ve Batı'nın yönlendirmesinden uzaklaşan Türkiye kaldı.
Her iki devletin de parlementer sisteminin güçlü alt yapısı var.
Ne Suriye, ne (eski) Irak, ne (eski) Libya gibi tek adam yönetiminde olmadılar. Bu nedenle, iktidarların toplumsal çeşitlilikten destekleri yüksek, toplum içi sürtüşmeleri çözecek kurumlar iyi kötü işliyor.

Batının müdahale etmek için kullandığı ilk yol, o ülkenin yönetim yapısının (batının empoze ettiği) dünya değerlerine uygun olmadığı oluyor. Bu şekilde o ülkenin toplumu bölünüp, iktidara karşı güçlü muhalif geliştiriyorlar. Ve bunları destekliyerek, ortalığı iyice kızıştırıp, bu "tek kişinin yönetimine adı altında", o ülkeye saldırıyorlar.
Yasalara ve yasa kurumlarına saldırı da bir devleti yıkmanın en önemli adımıdır. Toplumun yasalara ve adalete güveni kalmadığı zaman, parçalanması, yıkılması çok kolaydır.

Batı bu yüzden, hangi yönetim olursa olsun, ülkenin ve toplumun geleceğini garanti altına almak için, iktidarları bile yasaların altında tutmaya özen gösteriyor. Bu sayede toplumsal varlıklarını sürdürebiliyorlar.
Ama iş bize gelince, yasalarımızı da yasama kurumlarımızı da didik didik ettiler. aşırı derecede yıprattılar.

Türkiye ile Batı dünyası arasında bağlayıcı tek kuvvet Nato üyeliği. Sanırım Türkiye Nato üyesi olmasaydı, çoktan bu döneme gelinirdi.

Şimdi düşünelim. Eğer seçim sonuçları, güçlü bir lider yönetimine geçince, şu anki eğilimlere bakarsak, Türkiye'nin AB serüveni zayıflayacak ve hatta belki bitecek, kopacak.
Nato üyeliği ( ben dahil) ciddi olarak sorgulanıyor.
Her iki kurumda da Türkiye'yi uzaklaştıracak, soğutacak uygulamalar yapılıyor.

Bu bağları da kopan Türkiye'nin durumu ne olacak?
Net ve kesin bir OrtaAsya (Rusya ve Çin) desteği olmayan bir Türkiye direk hedef haline gelebilir ki, bu doğal gazı kontrol etmek isteyenlerce getirilecek.
Hele toplum bu kadar çok ideoloji ve inanç kurumları üzerinden bölünmüş, birbirine karşı bu kadar güvensiz ve inançsız iken... (Bunlarda hep parçala, böl, yönet politikalarının devamı)
Buna uygun alt yapı ve zemin hazırlanmış durumda da...

Eğer yasaların, yasamanın ve yürütmenin üstünde olduğu bir başkanlık sistemi getirilecekse, evet başkanlık sistemi olabilir.