Toplumsal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Toplumsal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2019 Cuma

Şiddete karşı, toplumsal eğitimde dansın yeri

Şiddet !

Son günlerde gündem gene, erkeklerce gerçekleştirilen "kadına şiddet" haberleri ile çalkalanmaya başladı.
Medya'nın hızı ve etkisi ile haberler ön plana çıkıyor.

Bu sorun uzun zamandır çözülememiş bir toplumsal yara.
Elbette erkeğin kadına (fiziksel) şiddeti veya kadının erkeğe uyguladıkları (mobbing -duygusal) şiddet, çağlar boyunca vardı.
Ama yoğunluk ve derinlik olarak hiç bu kadar genelleşmemiş, toplumca yadsınmış değildi.
Medya sayesinde şiddet, her türlüsü ile günümüz toplumunda artık "olağan"laşıyor.

Oysa çok değil, 30-40 evveline kadar bile çok özel şartlarda nadir olarak gerçekleşen olaylardı. Özellikle kadına şiddet uygulanması, hassasiyeti yüksek, kabul edilmeyen bir olaydı.

Bu şiddet türünün temeli için bir çok sebep sayılabilir. Bence en başta, bireyselleşme ile kadın - erkek arasındaki iletişimin yapısını değiştirmiş olması önemli bir etken.

Kadın-erkek eşitliği kavramının, gerek savunucuları, gerek ise karşıtları tarafından yanlış tanımlanıp uygulanması da bu sorunun gelişimini destekliyor.

Sebeplerde çok ayrıntıya girmeden, tüm sorunların temelinde, insan'ın insan'a karşı, "nasıl davranması gerektiğini" ve iki insan arasında olması gereken "aradaki saygıyı" unuttuk.


Diğer yandan çözüm için bir toplum mühendisliği önerim var.

İlk olarak anaokulları ve ilkokullardan başlayarak, milli eğitim müfredatına "toplumsal görgü ve davranışlar (Adâb-ı Muaşeret Kuralları) eklenmeli. Çünkü toplumumuz, aileler olarak artık bunu sağlayamıyor.

Öğrenciler, birey olarak, çevrelerindeki diğer insanlara karşı hangi ortamlarda nasıl davranması gerektiğini, yemek yeme kurallarından, topluluk içinde takip edilmesi gereken ilkelere kadar eğitilmeli.

Eğer bu eğitim, milli eğitim müfredatına eklenemiyorsa, yerel yönetimler vasıtasıyla da bu konuda eğitim çalışmaları yapılabilinir.

İkinci olarak özellikle ergenlik çağına giriş döneminden başlayarak, gençlere karşı cins ile iletişim ve saygı konularını içerecek şekilde bilgilendirmek gerekiyor.

Ve bunu yapmak çok kolay.

Bireyselleşme, insanı çok yalnızlaştırmış durumda. (Hatta bazı ilişkilerde, aynı ortamdaki kişiler bile birbirini göremiyor.)

 
Medya ve sosyal medya araçları ise gençler arasındaki ilişkileri ve iletişim yollarını çok değiştirmiş durumda.
Uzaktan eğitim gibi, uzaktan hoşlanma, iletişim, sohbet, fikir birliği oluyor ama..
İş, yüz yüze iletişim ve gerçek bir ortama dönüşünce genel de çuvallıyorlar.

Çünkü işin içine, vücut dili, söz ve tavırlar giriyor. Uzaktan sohbet sırasında, üzerinde konuşulması daha kolay ve rahat olan konular, bakış açıları, yargılar,
yüz yüze iletişimde iken hayatın gerçek değerleri ile çakışıyorlar.


Bunun aşmanın ve bu eğitimi vermenin yolu ise, Tango...


Sosyal Latin danslarından Tango, diğer dans türlerinden farklı olarak evrensel kurallar ve ritüellere sahip. Bu kurallar ve davranış kalıpları, sadece kadın-erkek arasındaki değil, kadın-kadına ve erkek-erkeğe olan davranış kalıplarını da içeriyor.
Bir bakıma centilmenlik ve hanfendilik kuralları diyebiliriz. Bu kurallara uymayanlar, zorlayanlar ise kısa sürede toplumdan soyutlanarak, topluluk baskısına tabi kalıyor.

Kurallar; dansa davet, kabul veya ret etme, topluluğa - dansa dahil olma ve ayrılma, diğerlerinin alanlarına saygı gösterme gibi bir çok alt unsur taşıyor.

Eş'li dans olmasına rağmen, kişilerin birbirleri ile dans etme süresi ve şekilleri de sınırlı. Aradaki mesafeyi ve duruş şeklini kadın belirlerken, dansın nasıl yapılacağını erkek belirliyor.
Bir çiftin dans etme süresi de sınırlı. Bu süre sonunda, kişiler başka kişiler ile dans edecekleri aşamaya geçerek tekniklerini geliştirmek zorundalar.

Dansın amacı ise, müzikten haz almak. Genellikle kiminle dans ettiğiniz ikinci planda kalıyor. Sadece o an ve müzik ön planda...

Bu dans, Tango, vücut temasında da sınırlamalar getirmiş durumda. Kişiler dansın yapısından dolayı bu sınırları zorlayamıyorlar. Yoksa dans, dans olmaktan çıkıyor.

Günümüzde toplum bireylerinin birbirine en saygılı olduğu ülkelerden biri olan Arjantin'de bu dansın eğitimi, babalar tarafından çocuklarına ilkokul yaşlarına geldikleri zaman verilmeye başlanıyor.

Bu yüzden bu dansın en azından özel okullarda, beden eğitimi dersleri gibi haftalık 1-2 saat olarak eklenmesi bile önemli ve olumlu değişimler getirecektir.

Hatta belediyelerin, kültür ve sanat dairelerinin bu eğitim imkanını, semtlere kadar götürmesi, özellikle gençleri yönelik olarak Tango eğitim ve etkinlikleri sağlayacak alanlar oluşturması toplum üzerinde olumlu etkiler sağlayacaktır.

İddia ediyorum: Her semte bir tango eğitim merkezi açılıp, gençlere haftada bir tango kurallarına uygun olarak dans etme imkanı verilsin; yerlere çöp atmaktan, çiğdem kabuğu fırlatmaktan, kadına şiddet'e kadar bir çok toplumsal problem orta vade de şiddetini kaybeder.



Diğer Yazılar






Medyadaki şiddet ve yansımalarına karşı
Kadına şiddet'e karşı idam cezası hk... 

Kadınlar öldürülemez mi?

24 Nisan 2018 Salı

Anadolu'nun Acılı Halkları

Dönemin koşullarına, düşünce yapısına, ideallerine ve şartlarına bakarsanız... O dönemde tüm Anadolu halkları bir diğerinden acı çekmiştir.

Millet olamamanın, cemaate, itikada göre ayrım yapmanın bedelidir. Kimse ama kimse, o dönemde ve şartlar altında herhangi bir halkın masum olduğunu, gereksiz ve haksız yere bir aylama maruz kaldığını düşünmesin.

Osmanlı tebaası Ermeniler; İngiliz, Fransız, Rus desteği ile isyanlar çıkartmış. Orduya zarar verici terör eylemleri yapmış ve toplum içinde parçalanmalara, huzursuzluğa neden olmuştur.

Burada düşman devletleri suçlayamamam. Bu savaşın yapısında olan ve doğal bir harekettir. Ama isyan edenleri, toplumu ayrımlaştıranlara da hoşgörüye gerek yok. Uymasalardı...

İşin içine din girdiği için ve merhameti sadece söyleminde bırakan bir din anlayışı ile Müslüman tebaaya yaptığı eziyetler, ne yazık ki bu dinin mensubu tarihçileri tarafından göz ardı ediliyor. Yakın zamanda Azerbaycanlı kardeşlerimize yapılanlar, bu zihniyetin ve ruhun hala içten içe korunduğunu da gösteriyor.



Diğer yandan Ermenilere yapılan uygulama bölgesel bir uygulama olmuştur. İmparatorluğun muhtelif yerlerindeki Ermeniler aynı uygulamaya tabii tutulmamıştır. Osmanlının Ruslara karşı doğu cephesinde güçlü durması ve Avrupa da Almanya üzerindeki Rus askeri baskısını dağıtmak, azaltmak için, müttefik Osmanlı ve Alman karargahlarında planlanmıştır. O günün şartlarında yapılan planlama ciddi bir insan kaybına neden olmuştur.

Osmanlının demiryolu ve karayolu ulaşım alt yapısı olmadığını, iaşe ve lojistik planlamasını yapacak kaynaklarının da sınırlı olduğunu düşünmek gerekiyor. Ülke de doğru düzgün üretim yapan hiç bir sınai kuruluşunun olmadığı, kimya ve ilaç endüstrisinin bulunmadığı bir dönem bu.



Boşalan araziler, çiftlikler ise kalan Müslüman tebaa tarafından yağmalanmış. Arada Ermeni komitacıların baskın ve zulümlerinden acı çekenlerde, kan davası yürütmüşlerdir. Kan davası anlayışı bu bölgede gücünü kaybetse de hala vardır.



Verilen sayılar ne hikmet ise hiç tutmuyor. En son 1.5 milyon oldu ama tüm doğu Anadolu nüfusu bu durumda nerdeyse göçe tabii olmuş olmalı...



İnsanların ayrımcılık, ötekileştirme, dışlama, yabancılaştırma gibi birbirine düşüren etkilerin toplumları nasıl etkilediğini ve olumsuz sonuçlandığının bir örneğidir Ermeni techiri...

O zaman ekilen kin ve düşmanlık tohumları, ölmemiş tam tersine bu tür etkinliklerle, anmalarla güçlendirilmiştir.



Belki acıların üzerine gidip, toplumsal itiraflar çok daha önce olabilirdi. Ama bunun için önce toplumların barışması lazım. Birbirlerine güvenmeleri ve söylediklerinin doğru, içten olduğuna inanmaları lazım.

Bu ancak dost ve müttefiklerimizin, bu iki toplum üzerinden siyasi ellerini çekmeleri ile mümkün olur. Bu da bu konjonktür de olacak gibi değil.




Batılıların, kendilerin aşağıda gördükleri toplumlara mezalim ve katliam yapmada sakınca görmediklerini tarih boyunca gördük. Kızılderililer, Hintliler, Doğu Asyalılar, Afrikalılar ve Yahudiler... Bunlar önce hümanizma, insan sevgisi propagandası yapan bir zihniyetin elinden sürekli acı çekmiş ve derin yaralar almış toplumlar.



Osmanlı'yı ve onun ardından bu topraklarda bağımsızlığını kazanmış olan Türk Milleti'ni de kendileriyle aynı-benzer görmek istiyorlar, umuyorlar.

Çoğu aydın geçinen de başta olmak üzere, bunlara çanak tutuyor.



Eğer gerçekten sevgiye, merhamete dayalı bir anlayışı savunuyorlarsa, toplumların barışması ve kaynaşması için kullanırlar bu enerjilerini. Birini suçlayıp, diğerini mazlum göstererek değil. Hatasız kimse yok.



Örneğin, Ermeniler yaptıkları katliam, mezalim ve terörist saldırıların sorumluluğu alsalar önce, bunun için pişmanlıklarını dile getirseler, Türk toplumu uzlaşmadan kaçınır mı? Hiç sanmıyorum.



Çünkü biz bizden olanı, kökeni-dini ne olursa olsun; Türk olmayı, toplumla gönül bağı kuran herkesle, gönül bağı kurabilen yüce bir milletiz. Asaletimizde bundan geliyor. Kan'a değil, kültürel birliğimize dayanıyor.



Aynı toprakların çocukları olarak, bu toprağa kan ve can vermiş herkes kardeşimizdir. Tabii o da aynı tutumda ise...

https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyeli-ermenilerin-unutmad%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ac%C4%B1-1915/a-43505844

https://kiriminsesigazetesi.com/fransiz-yazar-benard-ermeni-soykirimi-yoktur/

22 Mart 2018 Perşembe

Geleceğin Örgütlenme Modelleri ve Mevcut Durum Hk.


Bozulmayan hiç bir kurum veya organizasyon yok ki?
Sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarına, derneklerden, sosyal dayanışma organizasyonlarına kadar...
Bu insanların bozulması veya değerlerinin aşınması ile alakalı değil sadece...
Çoğu insan iyi niyetlerle ve toplum adına bir şeyler yapma hazzı için elini taşın altına koyuyor. Ama bozulma, değişim hepsi için kaçınılmaz.

Bunun ilk sebebi, tüm bu toplumsal organizasyonların, kuruluşlarından hedeflerine, çalışma yöntemlerinden üyeler arası ilişkilere kadar, dönemi bitmiş-biten bir dönemin, sanayileşme ve endüstrileşme döneminin alışkanlıklarından kaynaklanıyor.
Tam açıklamak benim içinde zor ama görüyorum. Bu organizasyon yapıları ve çalışma şekilleri, günümüz toplumunun ihtiyaçlarına göre değil.
Gelişmiş, endüstrileşmiş dünya "tüketime dayalı kapitalist ekonomik sistemden", "sürdürülebilirliğe dayalı-liberal" ekonomik modele geçiyor.

Çalışma ilişkilerinden, saatlerine, toplumsal ihtiyaçlardan hedeflere bir çok şey değişiyor.
Gazeteler öldü. Sosyal medya geldi. Çocuklar öğrenmiyor, cep telefonu hep yanında, bilmediğini "goggle" veya "siri" ye soruyor. Kafasındaki bilgiye göre de alıştığımızdan farklı yorumlar yapıyor sorunlar için tanımlarken.
Siyasi kurumlara güven öldü, siyaset yapmak öyle pahallı hale geldi ki, aday olmak, siyasete atılmak ancak belli bir ekonomik gücü
(sanki ayrıcalıklı) olanların kontrolünde artık. Bu nedenle de kimse siyasi kurumlarca, meclislerde temsil edildiğini, düşüncelerinin savunulduğunu hissetmiyor. Bu tür dernek ve organizasyonları da genel de aynı şekilde değerlendiriyorlar.

O yüzden, zamanın durumuna göre yeni organizasyon modelleri geliştirmek gerekiyor. Şartlar, sorunlar, ihtiyaçlar farklı ama yöneten kişiler eskisi gibi...

Sovyetler birliğinin yıkılışından sonra, rakipsiz kalan Liberal ekonomik-kapitalist sistem azdı. Kendi haklılığın, doğruluğuna ve alternatifsizliğine olan inanç ve güvenle bu sistemin ilkelerine tüm dünya sarıldı.

Reagan, Thatcher dönemi ile başlayan özelleşmeler ve bunun dünya ya yayılışını hatırlayın. Sonuçta, devletler üzerlerinde yük olarak gördükleri "Sosyal Refah Devleti" ilke ve değerlerinden uzaklaşmaya başladılar. İster Sağ yönetimler olsun, ister Sol yönetimler bu fark etmedi. Devlet kurumları ve sorumlulukları özelleşmeye devam ediyor.  Tüm dünya da, ancak farklı hızlarda...

En sona kalanlar ise "Sağlık","Eğitim", "Sosyal Güvenlik" bunlarda tamamen özelleştiği zaman, devletlerin elinde kamu maliye gücü-vergilendirme, İçişleri-İç güvenlik (Polis-Jandarma) ve Silahlı Kuvvetler gibi temel kurumlar kalacak. Böylece devletler aldıkları vergileri üzerlerinde daha fazla ekonomik yük ve sorumluluk olmadan kullanabilecek.

Vaat edilen ve çizilen tablo ve hedef bu idi. Ama olmuyor. Bu kapitalist-Keynes'çi- tüketime dayalı büyüme ekonomi modeli çöküyor. Çünkü üretimin devam etmesi için, tüketim olması gerekiyor. Tüketim için ise alım gücü gerekiyor. Oysa hem vatandaşın alım gücü düşüyor, hem de üretime girdi olacak hammadde azalarak, maliyetleniyor.
Eskiden bir firma, atıklarını, çöplerini atardı doğa ya, derelere...Bu kirliliğin sosyal maliyetini topluma dağıtırdı. Şimdi öyle değil, geri dönüşüm veya arıtma yapması gerekiyor. Maliyet artıyor. Bu sefer işçiliği ucuzlatıyor, makine parkurunu artırıyor, verimliliği çoğaltıyor, parça başına işçilik giderini düşürüyor. Ama o işçi aynı zamanda tüketici olduğu için, çıkarttığı , ücretini düşürdüğü her işçi ile pazarını da daraltıyor. Bu bir kısır döngü. Bu yüzden kapitalist-tüketime dayalı ekonomik sistem çökecek.
(Sanırım biz ömrümüzün sonlarına doğru göreceğiz, epey bir çalkantılı dönem olacak gibi...)

İnsanlık bu sistemi zaten son 70-80 yıldır kullanıyor. Onsan önce başka ekonomik sistemler yok muydu? Vardı.

Neyse bu gelen dönemde 2 tür yapılaşma olacak gibi gözüküyor. Bir tanesi, bildiğimiz eski tip şirketler ve onların çalışma yapısı... Bunlar kâr amaçlı şirketler. Bir patronun veya ailenin yönetiminde, para kazanmaya yönelik çalışan dinozorlar olarak var olacaklar.

2nci tip şirketleşme ise çok daha önemli. Bu tip şirketler, siyasi sistemde demokratik taleplerine cevap bulamayanlar için demokratik bir ortam, hedeflerine ve ideallerine ulaşmak için kaynak ve destek bulamayanlar için, şirket grup ideali içinde, kendi idealini de gerçekleştirmek isteyenlerin şirketleri olacak. Yönetim yapıları daha yatay, iş bölümü uzmanlaşmaya dayalı, hedefler ve projeler daha çok kişinin katılımına göre belirlenen yapılar olacaklar.

Niye şirket?

Çünkü şirket yapıları, hem eski dinozorlarla rekabet etmek ve sağ kalmak için, hem de devletten ve kamu kurumlarından sağlayamayacağı finansmanı toplumdan sağlayabilmek için gerekecek. Özellikle ticaretin küreselleşmesi için şirket yapılarına sağlanan avantajlar ve teşviklerin de evrensel olduğunu düşünürseniz...

Bu tür şirketlere bir örnek, Goggle, Mars'a gitmek isteyen Spacex,
Asgard (dünya yörüngesinde yerleşim), yatırımlarına bakılırsa bir miktar Facebook, bu tür yapıların öncü şirketlerinden. Hem dönemin ihtiyacına ve şartlarına göre, projeler geliştiriyorlar, hem de bu projelerden sonraki projelere kaynak sağlayacak ürünler. Türkiye de "yemek sepeti" sitesinin kuruluşu da benzer sayılabilir.

Artık sosyal projeleri, toplumsal fayda sağlayıcı projelere bağışla, gönüllü destekle, kamu desteği veya iş adamı desteği ile kaynak sağlamak çok zor. Yönetim kurulu ve üyelerinden oluşmuş bir başkanlık divanı ve etrafında, başkanım, başkanım diyen üyelerle
(her biri kendi ihtiyacına öncelik isteyen) dernekler yürütmek çok zor. Daha en başta kendi üyelerinin tam ilgisini ve desteğini çekebilen kaç dernek var ki... Yok.

Üyeler artık, sözlerinin dinleneceği, destek göreceği, işleme alınacağı böylece kendisini ait hissedebileceği yapılar, organizasyonlar arıyorlar.
Sadece bilgilendirme yetmiyor. Her taraf- internet sağ olsun-bilgi dolu.

Kim uygulayacak? Nasıl uygulayacak? Kimler bu uygulamalara katılabilir? Kimler kendi projesine buradan destek bulabilir? Bunlar öne geçiyor.

Evet, bu tür bir yapıda şirketleşme oluyor ama dışarıda birileri bunu aşabiliyor. Adam, kendi amacına ortak ettiği binlerce kişinin desteği ile ürün geliştirip, başarısızlıklarına rağmen sonunda Mars'a gemi gönderiyor. Eskiden bu tür işleri sadece devletler yapabilirdi.

Eski tip Sivil Toplum Kuruluşu yapısı da geçerliliğini yitiriyor. Yeni modeller ve çalışma şekilleri geliştirmek lazım.

Bunun içinde ortaokul düzeyinden başlayarak gençlerin fikir ve isteklerine göre bir yapılanma -çalışma şekli ve hatta mantıksız gelse bile kampanyalar için düşünülmeli.
Ben bile o kadar meraklı olmama rağmen, eğitim ve birikim olarak sizinle çok daha fazla ortak bakış açısı taşıyorum. Değişimi tam anlayamıyorum. İhtiyaçları ve pratik çözümlerini de...

Basın Hakkında
Dünya değişiyor. Hem de ciddi ve geri dönüşsüz şekilde... Sert ve sıkıntılı dönemler geliyor. Toplumu bir arada tutacak, iç sorunların çözümünde sertliği azaltacak, karşılıklı olarak insanların birbirini anlamasını sağlayacak empati köprülerini kuracak olanlar, gazetecilerdir.

Bunu hiç bir devlet kurumu ya da hiç bir Tv programı, açık oturumu yapamaz.
İnsanların birbirini anlaması, dayanışması ve yardımlaşması için basın kurumuna ihtiyaç var. Hele bu dönemde bu ihtiyaç daha da artıyor. Artacak...

Son 20 yıldır politize olan, seçim ve tanıtım reklamlarından sağlanan parayla yaşayan basın kurumlarından dolayı, günümüzde haber yapmak zorlaştı.

Neyin haberi yapılıyor? Çatışmanın, Şiddetin, Öfkenin, Kutuplaşmanın, Kazaların, Hırsızlığın, Eleştirinin, Saldırının haberleri yapılıyor.
Haber böyle olursa, dikkat çeker, çok kişiye ulaşır, okunur, vs. vs...

Belki eskiden böyleydi ama bu gazetecilik değil. Medyacılık... Medyaya soyunmanın farklı bir türü...Sosyal Medya yükselince de değerini yitiren medyacılık...

Gazetecilerin şartların ve durumun analizini yapıp, geleceğe yönelik topluma olumlu mesajlar verecek ve olumluya yöneltecek yeni bir anlayışa ulaşması gerekiyor.

Sadece belirttiğiniz dernek için değil, ülkemizdeki neredeyse tüm sivil toplum kuruluşları için aynı durumlar ve sorunlar geçerli...
Sorun, yapısal ve nedeni günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermemesi..

Hangi derneğin yönetimi üyelerinden kopuk değil? Hangi STK mali yönden destekçilerinden tam güç alabiliyor?
Hangi kurum, üyelerini ortak bir hedef saptayıp, üyelerini ortak bir amaca organize edebiliyor?
Bu "hangi?" sorularımın neredeyse sınırı yok. Hepsinin cevabı da aynı, neredeyse HİÇ BİRİ...

Sivil Toplum Kurumlarımı ve örgütlenme modellerimiz artık çağın gerisinde. İhtiyaçlar ve sorunlar yeni ama yönetimler ve yönetimlere seçilenler hala "eski"...
Çünkü beğenilmese bile eskiler; bilinen, alışıldık tanıdık olanlar olarak ve eski yöntemleri, "bilinmez yeni'ye karşı" daha güvenilir.

O yüzden çoğu STK, üyelik aidatı alma ve bazen üyelerinin kalbini alacak, bir süre daha yönetime için sabır zamanı kazandıracak ufak tefek uygulamaların ötesine gidemiyor.

Eğer gerçekten STK olarak halk ve üye desteği almak istiyorsanız. İlk başta bu sosyal yapının, ekonomik olarak üyelerine ve bağışçılarına dayanmayacak şekilde bağımsızlığını planlamak zorundasınız.
Yoksa, bunların hepsi, kimi zaman destek, kimi zaman da köstek olurlar.
Evet ticari bir yapılama ihtiyacını tekrarlıyorum. Ama haklı olarak eleştirdiğiniz yapılardan farklı olarak, gelirlerin tümü üyelere değil, STK amaç ve hedeflerini göz önüne alarak kullanılmalı.

STK bir amaca yönelik çalışırken, insanlar onun amacına katılırken, kendi hedeflerini de kısmen gerçekleştirecekleri imkanları bulabilmeliler.
Bireyselleşme arttı. Farkında olmasak da... Bireysel hedeflerimizi gerçekleştiremeyeceğimiz, birilerininkine hizmet edeceğimiz organizasyonlara "niye destek verelim?" Girdiysek bile bir süre sonra maddeten sonra da manen koparız.


STK'nın bu hale gelip gelmediğini, toplanan üyelik aidatı oranlarından görebilirsiniz...

Şeffaflık, hesap verilebilirlik ne yazık ki, bizde lafta kalan şeyler. Acı da olsa, yönetimin üyelerinin tepkisinden korkmasına rağmen net şeffaflık olmalı.

Sosyal hedefi olan STK uzun vadeli bir oluşum olarak kurulmamalı. Bir ömrü belirlenmiş olmalı en baştan. Çoğumuz ne kadar süreceği belli olmayan yapılara dahil olmak istemiyoruz. Zamanımız artık daha kıt ve değerli. Hedefe göre, oluşuma süre tahdidi konur.
Süreç esnasındaki gelişmelere göre, gerekiyorsa, ortak kararla bu sınır bir miktar uzatılır.
Aksi halde ne kişileri ne de ekonomik imkanları motive etmeniz kolay olmaz.
Yani STK'lar proje bazlı geçici oluşumlar olmalı. Kişiler hayatlarından ne kadar zamanı bu yapıya adayacaklarını baştan planlayabilmeliler.

24 Eylül 2017 Pazar

Dünya Çapında Barış Mümkün mü?



Maalesef dünya çapında bir barış ortamı imkansız gözüküyor. Çünkü insanlık nüfusu 9 milyara dayanırken, doğal kaynaklar 1950'lerdeki miktarın yarısına düşmüş durumda.

İnsanlık, dünya'nın tükenen doğal kaynaklarını yenileyebilmesi için her yıl, gelecek yıllardan daha fazla borç alıyor. Bir bakıma, torunlarımızdan alınmış kredilerle insanlık yaşıyor.

Aynı şekilde insanlar, kendi gelecek yıllarının üretimlerine borçlanarak, özendikleri Batı tipi tüketim toplumu olma yolundalar.
Bankacılık  kredi sistemi, bireyin kendi geleceğini ipoteklemesi üzerine kurulmuş durumda. (Geçmişin bireysel kölelik anlayışının yerini alan modern zihinsel ve üretimsel kölelik …)
Diğer yandan mevcut "liberal demokrasiye dayalı kapitalist ekonomik sistemde" çöküyor. Bu gelir dağılımında eşitsizliklerin artışı,  insanların, gelecekten endişe duyarak daha kapalı toplum yapılarına yönelmesine neden oluyor.

Günümüzde 40-50 yıl veya daha eski dönemlerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal yapıları özleyenler, arayanlar artıyor.
Siyaset kurumları da, toplumlardaki bu endişeyi kullanarak, daha güçlü, birleşmiş, dışa kapalı toplum modelleri vaatleri ile eski şanlı günlerin sözlerini veriyorlar.

Avrupa toplumları, bu konuda önde gidecek gibi gözüküyor. Mevcut sosyal refahlarını ve zenginliklerini borçlu oldukları; geçmiş 500 yılda sağladıkları üçüncü dünya ülkelerinden gelen göçler ve ekonomik durgunluk, bu korunma  güdülerini artırıyor.
Bir yandan sadece zihinsel ve duygusal değil, ayrıca fiziksel bariyerlerle, gelen göçleri engellemeyi düşünenlerin sayısı artıyor.

Mesela bu dönemde ihtiyaç duyacakları doğal gaz kaynaklarını hem çeşitlendirmek hem de ucuza mal etmek için, müdahil oldukları Ortadoğu'dan gelen göçmenlere karşı olan tutumları, bu eğilimlerini daha da güçlendiriyor.
İngiltere’de Brexit oylaması, İspanya’da Katalan bölgesi referandumu bu yeni eğilimin ilk ayak sesleri…

Ekonomik küreselleşmenin getirdiği karşılıklı bağımlılık, ulus devletlerin çok uluslu şirketler karşısında piyasadan çekilip, sosyal devlet anlayışının zayıflaması, hep toplumsal dinamikleri ateşleyen ve  kendileri dışındakileri "onlar" şeklinde tanımlamalarına yol açan yaklaşımlar geliştiriyor.

Üstelik sadece küresel değil, ulusal çapta bile kültürel, dini, etnik gruplaşmalar iç paylaşım kavgalarının da sinyalini veriyor.
Ülkeler içindeki kamplaşmalar da artıyor. Üretime katkısı sınırlı olan ya da hiç olmayanların, üretici olanlar üzerindeki baskısı artıkça, üretmeyenlerin oy çoğunluğu ile üretenlerin gelirleri üzerinden vergilerle gelir paylaşımları da bu iç kamplaşmaları körüklüyor.
Emekli veya çalışan vatandaşların sosyal refahını yükseltecek, yatırımların ekonomik kaynakları, gün geçtikçe daha fazla işsizlerin, çok çocuklu ailelerin, göçmenlerin ya da mültecilerin temel yaşamsal ihtiyaçlarına  kullanılıyor.

Aynı ortamda ,sosyal refah devleti anlayışının aşamalı olarak zayıflatılması, devletin toplumsal dengeleri gözetme ve  sürdürme gücünü de zayıflatmış durumda. Devlet, daha çok iç ve dış güvenlik politikalarından sorumlu bir konuma gerilemiş ve iç piyasaya sınırlı müdahale eder ve yönlendirir hale getirilmiş durumda.

Böyle bir ortamda insanların içinde bulundukları çıkmazlardan ve belirsizliklerden kurtulmak için, popülist ve milliyetçi politikacılara yönelmeleri ve onların liderlikleri altında toplanmaları da doğal bir olgu haline dönüşüyor.

Bu liderlerin ise, onları destekleyenlerden aldıkları güce dayanarak, toplumlarına güzel ve refah günleri vaat ederek, kavgacı ve uzlaşmaz devlet politikalarını geliştirmeleri de mümkün gözüküyor.

Günümüzde mevcut  demokratik siyasal sistemler,  toplumların ekonomik gücünü oluşturan üretici eğitimli orta sınıfı temsil etmekten gittikçe uzaklaşıyorlar. (Eskinin fabrika üretimine uygun düşük eğitimli işçi sınıfının yerini ve çoğunluğunu, iyi veya yüksek eğitimli orta sınıf almış durumda. Bu yüzden, eski işçi sınıfını temsil eden ve iktidarlar üzerinde sosyal politikalar konusunda baskı gücü oluşturan sendika ve benzeri örgütlenmelerde ciddi bir yaptırım gücü kaybetmiş durumda…)
Özellikle kredi sistemiyle desteklenmiş tüketim modelleri sonucu, insanlar bir ev ya da araba için gelecek 5-10 yıldaki ekonomik kazançlarını ipotek altına sokup, paranın-sermayenin belli ekonomik güç odaklarında toplanmasına da destek oluyorlar.
Bu yolla üretici orta sınıflar, gelirlerinin önemli bir kısmını zengin üst sınıfa aktarıyorlar. Gelir dağılımı adaletsizleşiyor ve milyoner sayısı artıyor.

Oy çoğunluğu ile seçilen iktidarlarda, bu borçlu sınıf yerine ekonomik kaynakları ellerinde toplamış güç odaklarının daha fazla etkisinde ve telkininde kalıyorlar.
Bu durumda alınan çoğu ulusal karar, daha çok uluslararası ya da ulusal ekonomik otoriteleri ve ihtiyaçlarını temsil ediyor.

(Meclislerde kendisinin ve düşüncesinin temsil edilmediğini düşünen vatandaş sayısı hızla artıyor. Bunun en güzel kanıtlarından biri de, "siyasetçi olmanın" bir meslek haline dönüşmesi ve vatandaşı temsil etme gücünün, ekonomik olarak güçlü birey ve ailelerin ellerinde toplanması. Bu gün herhangi bir seçime aday olarak katılmanın ekonomik maliyetini, çoğu sıradan vatandaş kaldıramaz hale geldi.)
Bu durum sadece gelişmekte olan değil, neredeyse dünya çapında ve yaygınlaşıyor.
Özellikle silah ve petrol-gaz üreticisi şirketler, lobi çalışmaları ile ulus devletler üzerinden çeşitli bölgelerde; pazar ve üretim kaynaklarını kontrol etmek için mücadele ediyorlar.

Bu nedenle ülkeler ve ülke liderleri arasındaki çatışmalar, restleşmeler gittikçe sertleşiyor. Amerika'daki seçim sonuçlarından, Avrupa'daki bir çok sağcı, milliyetçi cephelerin gittikçe güçlenmesi buna işaret.
Çünkü paylaşılacak kaynaklar azalmış ama paylaşmak isteyen kişi sayısı çok çoğalmış durumda...(Kimi devletlerde, toplumlarından feda edilebilecekler ile korunacaklar arasındaki farkları belirleme, dolaylı yoldan bile başlamış olabilir.)
Sosyal devlet anlayışının, iş güvencelerinin zayıflaması, eğitim ve sağlık gibi toplumu direk ilgilendiren kurumların özelleşmesinin artması buna bir işaret olarak da yorumlanabilir.
Üretmeyen, üretimde olmayana; daha az korumacılık ve destek verilirken, bunların devlet politikalarına ve uygulamalarına bağımlılığı da artırılıyor.

Ülkeler kendi içlerinde bu kadar kaynarken, uluslar arası ortamda ise iktidarların ulusal politikaları, uluslararası şirketlerin pazar ve kaynak paylaşımlarıyla biçimlendirilirken, üstelik daralan imkan ve azalan kaynaklarla bu paylaşım kavgası kızışırken, tüm dünyayı saracak evresel bir barış dönemi ummak, büyük bir hayal olur.

Çözülmesi gereken ulusal ve uluslar arası, birbirine bağımlı ve destekleyen çok problem var. Her problemin çözümü, yeni ve başka bir problemi doğuruyor. Ya da eski bir taneyi güçlendiriyor.
Bu problemleri aşmak için, Gordion düğümünü çözmek gerekecek.

Tabi gelecekteki savaşlar geçmiştekinden farklı ortam ve araçlarla da olacak, geçmişteki konvansiyonel (tank, top, asker ağırlıklı silahlı kuvvetler) orduların yerini, daha küçük, mobilitesi yüksek veya kiralık ordular almış durumda.

(Meclislerde temsil edilmediklerini düşünenlerin, ulusal politikalara olan desteği de azalıyor.)

Bu kiralık ordular genelde, bir başka ülkenin terörist gruplarından oluşuyor-oluşacak. Hatta bu amaca uygun bölgesel örgüt yok ise, uluslar arası insan kaynaklarından belirlenen amaca hizmet edecek ideolojiye yatkın insanlardan terör grupları bile kurulacak.

Mesela son dönemlerde kurulan Işid;  hem Islam algısına büyük zarar verirken, hem de gelecekte Akdeniz’e ulaşacak doğalgaz boru hatlarını kontrol edecek ve koruyacak ama küçük ve komşu ülkelerle kavgalı olduğu için, müşterilerine siyasi ve ekonomik olarak bağımlı kalacak bir devlet oluşumu için Kuzey Irak ve Kuzey Suriye bölgesini büyük çapta temizlemiş ve bu devletin kuruluşu için hazırlamıştır.
(Bu çalışma nereden bakılsa, 20 yıllık bir proje ürünü gibi gözüküyor.  Dünyanın başka ekonomik kaynak noktalarında da benzer projelerin uygulama da olması muhtemel.)
Bir bölge durulunca, taşlar oturunca başka bir bölgede yeni sorunlar patlak verecek gibi geliyor.
Bu nedenle liberal ekonomik sistem ve araçları insanlık tarafından terk edilmedikçe, dünya çapında bir barış ihtimali gözükmüyor. Bölgesel barış ve durgunluklar da, aldatıcı… Kalıcı değiller.                                              


-----------------------------------------------------------------------
Is a global state of peace possible?


Unfortunately, a global state of peace seems impossible. Because humanity is being based on 9 billion people,but on the contrary the natural resources have fallen in half of the 1950s.

Every year, the Humanity borrows more from the coming years to renew the world's exhausted natural resources. Humanity lives on loans that we receive them from our grandchildren.Likewise, people owe their own future productions to supply their interests become Western-type consumer society.
The banking credit system is based on mortgaging the individual's own future. (This is modern mental and productive slavery system...)
On the other hand, the current "liberal democracy-based capitalist economic system" collapses. This leads to an increase in inequalities in income distribution and is causing people more anxious who is concerned about the future and their societies have been turning into more closed society structures.
Nowadays, the number of people in societies  who are seeking political, economic and social structures of the past of 40-50 years or more, are increasing.

The Political Institutions, Parties have been using this anxiety in their societies by making promises of old glorious days as stronger, united and closed-protected community models.
European societies seem to be ahead in this regard. Economic stagnation  and  migrations from third world countries, which they have provided  their existing social welfare and wealth for the past 500 years, are causing to increase their preservation instincts.

The number of people is increasing not only mental and emotional, but also with physical barriers  who think that they have to be prevented these immigration's.
For example, their attitudes towards immigrants and refugees from the Middle East and Africa are strengthening as trends. Contrary to this, where they are involving with their territories in order to get cheaper the natural gas from diversified resources for their next closed and preserved periods. (Brexit in Britain, Catalan territory referendum in Spain are the some first footsteps of this new trend ...)
The economically interdependence of the globalization are developing approaches which one is that the national states are withdrawing from the market control against multinational companies. And the other one is that the societies are developing  approaches as “we and they-outsiders”  inside them, by weakening  welfare of the social state.This ignites social dynamics of these nations.

Moreover, this are also signalling  internal sharing quarrels not only global but also national, cultural, religious, ethnic groupings.So, the polarization are also increasing in the countries.

For example, the economic pressure of non or limited producers are increasing  on the producers of  nations. They get this power by the majority based vote power and public pressure.

As a result, the economic sources which have to be  are used to raise social welfare of retired or working citizens, are used for  the essential vital needs of migrants,  refugees, unemployed or the many children of their families.
At the same time, the attenuation of the social welfare state has also weakened the state's ability to maintain social balances.

The state has declined to a position mainly responsible for internal and external security policies while the ability to intervene to markets are diminishing.
In such an environment, it is becoming a natural phenomenon for people who are  gatherings under populist and nationalist politician leaders to get rid of the tribulations and uncertainties.

It is also possible for these leaders, who may develop their fighting and uncompromising state policies by promising good and prosperous days for their communities as  supported by the majority of votes.
Present democratic political systems are increasingly moving away from representing the producer-educated middle class, which constitutes the economic power of societies.
(Instead of older has majority of the low-educated working class who are suitable for factory production in,  a good or highly educated middle class  taken the place of them.
Thus  unions and similar organizations representing these former working classes had lost  a serious sanction and imposing pressure on social policies on the power.)

Especially, as a result of the consumption models supported by the credit system, The people are getting in dep by mortgaging their next 5 or 10 years of work productions for a car, or home or etc...  This system is helping to collect the money-capital in certain economic powers and centers.
In this way, the producer middle class transfers a significant portion of their income to the rich upper class. Income distribution is becoming unfair and the number of millionaires are increasing.
The elected governments by the majority of votes  are being strongly influenced by the Spoolers of economic resources in their hands instead of this debtors.
In this case, most national taken decisions  are more representative of international or national economic authorities and their needs.
(The number of citizens who think that he or she is not represented in the Assemblies are increasing rapidly after elections. One of the best proofs of this is that "becoming a politician" becomes more professional.And the power of representing citizens are accumulate at the reign of economically powerful individuals or families.Today, the economic cost of joining an election as candidate has become untenable for most ordinary citizens. )
This is not just only developing countries, it is spreading almost world-wide.

Particularly Arms and Oil-gas producing companies are struggling to control market and production resources in various regions through lobbying and nation states.For this reason, the conflicts between the countries and their leaders are getting harder and harder.

This conclusion can be made from empowering the rightist and nationalist fronts in Europe and from  the last elections in America.
Because the resources which have to be shared by community, have been diminishing, however the number of people who want to share these resources has been multiplying so much ...
The weakening of job security, down warding public health and education services, social security tools and privatization of these  institutions  can be  interpreted as an indication for the lowering the understanding of the social state. Also as a preserving these vote fields, non or less producers while less protecting, increased their dependence on government policies and practices by public projects. This means more burden taxes on pay rollers.

It is a great dream hoping a global peace that will encompass the whole world, while the countries are so boiling in their societies and the international corporations are struggling for diminished resources to keep their markets by shaping international politics.

There are many national and international problems which are interdependent and supporting to each other that need to be resolved.
The solution of every problem creates  new problem. Or it strengthens the old one.To overcome these problems, the humanity have to solve the Gordion knot.
Of course, future wars will take place with different environments and tools than before. Smaller, higher mobility and fire power or hired armies taking over the conventional (more soldier, tank, ball, military) armies of the past.
Those who think they are not represented in parliaments are also getting less support to national politics.

These hired armies will usually be made up of terrorist groups of another country.Even if there is no suitable regional organization for this purpose, even terrorist groups may be established among people who are ideologically prone to serve for the purpose determined by international human resources. .
For example, Ishid-ISIS has largely cleared to prepare northern Iraq and the Syrian territory for the formation of a new small state that will be politically and economically dependent on its customers because of conflicts with former owners-new neighbours.
This new state will control and protects natural gas pipelines that will reach the Mediterranean in the future.
(From the point of view of this work, it seems to be a project product of 20 years. It is likely that similar projects may also be implemented at other economic resource points of the world.)
When a region is slacken, new problems are likely to break out in another region.

For this reason, I think, there is no world-wide possibility of peace unless the liberal economic system and tools are abandoned by humanity.
Regional peace and stagnation are also deceptive They are not permanent.

14 Aralık 2016 Çarşamba

“Teröre karşı Toplumsal ve Bireysel Duruş” için


Ülkemizdeki terör sorununu aşmak, en azından kontrol edebilmek için artık toplum olarak bir duruş sergilememiz gerekiyor.

Siyasi kurumların kendi ideolojik amaç ve hedefleri açısından da sorunun çözümünde etkili olamadıklarını görüyoruz.
Her terör olayından sonra yapılan söylemlerin, lanetlemelerin, protestoların sorunun çözümünde etkisi çok fazla olmuyor.

Devlet kurumları var olan sorunlarda boğulmuş durumda. Güçlü devlet imajı korunmaya çalışılsa da, devlet kurumunun zamanında çözüm üreteceğine olan güven ve inanç ciddi yara almış durumda.
Üstelik yapılan çalışmalar, terör eylemlerini engellemeye yönelik, yoğun çaba ve özveri gerektirdiğinden, daha esaslı ve kökten çözüm üretmelerini beklemek şu anki durumda haksızlık olur.
Ülkemizdeki terör, uluslar arası politikaların ülkemizdeki sosyal yaraları deşmesinden ve kullanmasından da kaynaklanmaktadır. (Ana hattı ile bence; Basra körfezindeki doğalgaz kaynaklarına, doğrudan Akdeniz'e açılan alternatif bir boru hattı ile ulaşmayı isteyen gelişmiş "bazı?" devletlerin, en büyük doğal gaz müşterisi oldukları Rusya ve şimdi Türkiye'yi bu masadan uzak tutma çabalarının bir sonucu. O yüzden çok uluslu karşılıklı politikalar bu kadar yoğun bölgede...)
 

Toplum olarak terör konusunda inisiyatif almamız gerekiyor. Çünkü kamplaşmalar artıyor ve haklı tepkiler sertleşiyor. Bu durumun uzun vade de Türk toplumunun birliğini artırmayacağı da kesin. Bir sorun çözüldüğü zaman, daha önce koalisyon olan gruplar, bu sefer kendi aralarında çatışmalara başlayacaklar. Yani bu eğilim, daha çok soruna gebe...

Kimse "dur!" demeyi başaramadığına göre, iş başa düşüyor. Toplum olarak bizler inisiyatif almalıyız.

Ve işe, "teröre karşı toplumsal ve bireysel duruş-tutum nasıl olmalı"dan başlamalıyız...
     ----------------------------------0-----------------------------------------
Bir toplumda terörizmin doğmasında ve gelişmesinde etken olan; 3 tane temel neden var.

İlki, hukuk sistemine olan güvenin zayıflaması. Bireylerin, kendilerinden daha güçlüye karşı haklarını koruyamayacaklarını düşünmeleri ve hissetmeleri ilk neden.

Bu durumda birey, durumunu düzeltmek için mevcut yasaların öngördüğü yollara yöneliyor.
Hukuk sisteminin değişkenliği ve keyfiliği de, hukuk’a karşı güveni sarsıyor. Her ne kadar bazı kanunlar zamanın ihtiyaçlarına göre tekrar düzenleniyor olsa da,  siyasi iradenin çok fazla kanun çıkartıp, değiştirmesi bu güvensizliği artırmaktan başka etkisi olmuyor. Çünkü birey, bu değişikliğin kendisine nasıl yansıyacağını kısa vade de bilemiyor.

Hukuk kurumlarının, devlet yönetiminden tamamen bağımsız ve denetleyici olması.  Ve karşılık olarak, başka bağımsız devlet kurumlarınca da denetlenebilir olması, devlet için hayati önemde. Oysa ülkemizde son 20 yıldır özellikle hukuk sistemimizin, ciddi badirelerden geçtiğini görüyoruz.

Bu durumda toplum ve birey olarak yapılması gereken şey; hukuk sistemi ile azaltılması, çözülmesi gereken çatışmaları bizim azaltmamız.

Eğer işveren isek işveren olarak, çalışan isek çalışan olarak, komşu isek komşu olarak, çevremizdeki, beraberimizdeki kişilere hakkaniyet çerçevesinde adaletli davranmak.
"Çalışanın hakkını tam vermek", "İş yerinin beklentisi olan işleri, tam ve doğru yapmak", "Komşumuza, arkadaşımıza değil sadece, tanımadıklarımıza karşı da adil davranmak"; "fırsatçılık yapmamak",  "Toplumsal kurallara (sırada beklerken, trafik ışığında geçerken bile…) uymak", vs. vs...  Hatta diğerleri uymasa da, özellikle ve inadına…

Eğer bireysel düzeyde teröre karşı duracaksak, ilk yapmamız gereken şey bu. Bize nasıl davranılmasını istiyorsak, öyle davranmalıyız.

İkincisi, toplumun ekonomik yönden güçsüz bireylerinim sosyal refah'ının azalması. Çoğumuz yaşam mücadelemiz de bireysel açıdan bakıyoruz. Düşük gelirli kişilerin sosyal sorunlarının çözümüzü ise devlete bırakıyoruz. Çünkü devlete bu işleri yapması için vergi veriyoruz.
 Gerek terör harcamalarından, gerek ise devlet yatırımlarının büyük projelere kayması sonucu, vergilerden sağlanan gelirlerin, toplumun sosyal refahını artıracak uzun vadeli projeler yerine, çeşitli sermaye gruplarında toplanması gerçekleşiyor.
Bunu GSMH artışı esnasında, artan zengin sayısı ve gelir uçurumunun derinleşmesi ile de görebiliyoruz. Şirketler kar amaçlı kurumlardır. Elde ettikleri kâr’ın önemli bir kısmını, toplumsal refah artırıcı yatırımlar yerine, kar amaçlı yatırımlara sevk etmeleri doğaldır. Onlardan bu yönde bir çalışma beklemekte anlamsızdır.
Devlet, milletin cismanileşmiş tüzel kişiliğidir. Yani, gücünü milletin varlığından alır. Bu nedenle, milletsiz bir devlet var olamaz. Bu nedenle, "önce millet, sonra devlet".
Çeşitli nedenlerle, belki gerekli, belki de zamansız devlet yatırımlarının, toplumun sosyal refahından başka alanlara yönelmesi, hele bir de vergi sistemi ideal olması gerektiği gibi çalıştırılamıyorsa, bireyler arasındaki sosyal refah farkı iyice açılıyor. Sorunlar güçleniyor, katmerleşiyor.

Kimseden sahip olduğu gelirden kısmi olarak vazgeçmesini de isteyemeyiz. Zaten işe de yaramaz. Toplum, birey veya firma sahibi olarak, bu durumda yapılması gereken şeylerin başında beraberimizdeki insanlarla sosyal ve ekonomik dayanışmayı artırmak geliyor.

Sosyal yardım etkinliklerine, kurumlarına gönüllü katılmak, destek vermek ve yakınlarımızı teşvik etmek, teröre karşı bireysel duruşta önemli bir araç.
"Sadece ya da önce ben" eğilimine izin vermemeye çalışmak.

Terörü besleyen üçüncü etmen ise toplumsal kutuplaşma
Hangi gerekçe olursa olsun; dini, ideolojik, kültürel, morfolojik, bölgesel toplumun alt kümeleri arasındaki kutuplaşmalar, zamanla terör olaylarını körüklüyor.

Ancak burada sorun, insanın doğası. İnsanoğlu, hele bir de paylaşılacak olan kazanç sınırlı ise, mümkün olduğunca çok faydalanmak ister. Ancak tek başına sağlayacağı faydayı koruması ve artırması kolay olmayacağı için, bir şekilde kendisiyle benzerlik kurdukları ile gruplaşma eğilimine girer. Böylece sonuçta, toplamdan daha fazla pay alma imkanı olabilecektir.
Modern dünya da, bu çıkar gruplaşmalarına ve grup korumasına farklı adlar veriyoruz.
Siyasi bir partinin ideolojisinden, herhangi bir izm’e, dinsel bir yaklaşımdan, ırksal veya kültürel bir gruplaşmaya kadar değişebiliyor bu...

Ama sonuçta hepsinin işlevi aynı; bireye grup içinde daha güvenli bir ortam ve imkan sağlamak. Bireyler bu güvenceyi artırmak için, başkalarını da kendilerine (grup normlarını kabul edecek şekilde) benzetme eğilimindedir.

Bireysel ve toplumsal olarak teröre karşı duruş olarak yapılması gereken şey; empati ve  karşılıklı ama sınırlı anlayışı telkin etmek ve uygulamak.
(Sınırlı, çünkü bir noktadan sonra siz de empatiyi ve anlayışı hak ediyorsunuz. Bu karşılılık ve eşitlik çerçevesinde olmalı.)

Ne kadar itici bulursanız bulalım; kendimize nasıl yaklaşılmasını istiyorsak,  hoşlanmadıklarınıza da o şekilde yaklaşmalıyız. Ön yargısız, anlamaya çalışarak kişileri ve söylemlerini değerlendirmek. Verilen cevaplarda, asla onlarla aynı düzeyde nefret ve öfkeye düşmemek.
Bir kere öfke kaynaklı nefrete izin verilirse, karşılıklı olarak çığ gibi büyüyor. Sağduyu kayboluyor. Bu yüzden, bazı yerlerde kavga eden çocuklardan sonra iki mahalle birbirine girip, öldürüyor ya... Böyle bir çatışma ortamından, kimsenin kazançlı çıkmasına imkan yok. Ortama dahil olan herkesin muhakkak kayıpları oluyor.


Terörün nedenlerinden değil ama önlemlerinden biri de gençlerimize-çocuklarımıza doğru şekilde sahip çıkmak.

Genç bireyler terör örgütleri için en cazip kaynaklar, deneyimsizlikleri, hayal gücüyle desteklenmiş umutları ve kendilerinden beklentileri, bunların  kolayca etki altında kalmasına neden olabiliyor.

Terör örgütünün bu gençlere  yaptığı yatırımlar, deneyimli elemanlarına göre düşük olduğundan rahatlıkla gözden çıkartılabilir üniteler olarak, ön saflara sürülüyorlar.

Okullarda verilen eğitim, üniversite sınavı kazanmaya yönelik, bireysel anlamda gençlerin kişilik gelişimlerini desteklemeyen bir yapıda.
Aileler olarak, çocuklarımıza sahip çıkmamız, sadece onlarla sohbet edip, dertlerini ve ihtiyaçlarını dinlemek ve bunlara çözüm üretmek değildir.
Bir birey olarak kişisel gelişimine de katkıda bulunmaktır. Bu amaçla onları toplumsal dayanışma ve yardım etkinliklerine katılmaları için teşvik etmek, bu ortamları onlara oluşturmak bu işin bir parçasıdır.
Çocuklarımıza "toplum içindeki haklarını ve topluma karşı sorumluluklarını " anlatmalıyız. Bu bilgileri eğitim kurumlarımız vermiyor.
Gençlerimize, toplum içinde bir yerleri ve toplum için önemleri olduğunu anlatmalıyız.
Ayrıca gençlerimizi bu bilgileri arkadaşlarıyla da paylaşmaları için teşvik etmeliyiz.
Onlara bu tür değerlendirmeler yapabilecekleri ortamlar oluşturmalı, topluluklar karşısında konuşabilmeleri için söz hakkı vermeliyiz.

31 Temmuz 2016 Pazar

Türk Mucizesi Nerede Kaldı?



Günümüzde Uzakdoğu özellikle de Çin mucizesi gündem de... Çin şu anki başarısını neye borçlu? Nasıl bu kadar engeline (sermaye eksikliği, aşırı nüfus, kirlenen doğası, vs) karşın yıllık %10 civarını tutturuyor?



Biraz geçmişe bakınca 70'lerin sonundaki radikal siyasi bakış ve ekonomik değişimlerin payı büyük gözüküyor.

Ancak en önemli değişikliği, "tek çocuk" politikasını sıkılaştırma ile yapıyor.

Tek çocuk politikasıyla, doğan çocuklara çok daha iyi bir eğitim ve sağlık olanağı sağlanıyor. Çocuklara yapılan eğitim artıyor.



Günümüzde Çin'in başarısı, dönemde sıkı takip edilen bu politikanın ürünleri.

Taklit ürünlerden, kendi teknolojisini ve dizaynını geliştiren bir ülkeye dönüşüyor Çin.



Bizim sonumuzu açıkçası pek hayırlı görmüyorum. Her geçen gün daha da düşen eğitim seviyemiz ve kalite kaybeden eğitim düzeyimiz, bilgi düzeyi düşük, "bilmek" ile "inanmak" arasındaki farkı anlamayan, verileni kabul eden, olanı sorgulamayan bu yüzden de üretemeyen ama tatminsiz kuşaklar yetiştiriyor.



Çoğu gencimiz geleceğe bakamıyor bile. Kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğinin farkında değiller.

Zaten onlarda gelecekten ne umacaklarını bilemiyorlar. Onlara sorunlar yumağında kaybolmuş bir toplum, çevresini, doğasını asfalt ve betona teslim etmiş bir ülkeyi miras bırakıyoruz.



Bizim dahil olduğumuz kuşaklar, başarısız, beceriksiz ve bencil kuşaklar... Sadece kendi gemimizi kurtarma, köşeyi dönme uğruna çocuklarımıza nasıl bir ülke bırakıyoruz?

Bireysel açıdan bakınca, her ana-baba çocuğu için en iyi olanı yapıyor, en güzeli öğretiyor ama bu ne yazık ki çocuklarımızın hayatını kurtarmayacak. En azından bizim refah düzeyimizde bile yaşayamayacaklar.

Çünkü onlara ruhen örselenmiş, parçalanmış bir toplum, çevre olarak tüketilmiş toprak, kaynak olarak ziyan edilmiş bir ülkeyi bir de onları bu sorunlarla baş edemeyecekleri düzeyde bilgisiz kılarak onlara miras bırakıyoruz.



Biz birbirimizi yeme kavgasında, içimizde düşmanlar oluşturup onlarla savaşırken, dünya toplumları çocukları için avantajlı yerler oluşturmaya çalışıyor.



Dünyanın sorunları azalmıyor ve azalmayacak. Tam tersi artacak. Çünkü nüfus artıyor ama kaynaklar ise azalıyor.



Tamamen yeni anlayışların ve yaklaşımların geliştiği, geçmiş değerlere bağlı kalıp, adetlerini ve değerlerini değişimlere uyarlamayı beceremeyen toplumların yok olacağı bir döneme girdik.



Bilgili bireyler, iyi eğitimli ve çözüm üreten bireyler. Kısa veya orta değil, uzun vadeli düşünen bireylere, herkesten farklı düşünen, hisseden ve korkmadan bu farklılığı ortaya koyabilecek bireylere ihtiyacımız var.

Daha doğrusu çocuklarımızın ihtiyacı var. Ama kendi kuşaklarından, bizimkilerden değil. Bizler, bireysel olarak ne olursak olalım, toplumsal olarak başarısız kuşaklar yumağıyız.