çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2020 Cuma

KORONA - Covid19 İNSANLIĞIN KURTULUŞU




 Ölümler, hastalıklar... Salgın... Batan işletmeler, çaresizlik ve kısıtlılık... Korona ile bunlar hayatımıza girdi ama... 

Korona insanlık için bir kurtuluşu gibi gözüküyor.

(Ya da doğanın insanlıktan kurtuluşu...)
Kapitalist sistemin dayattığı tüketici toplum modeli zaten büyük bir tıkanma döneminde. Çevre kirliliği, sadece insan yaşamını değil tüm dünyayı toplu bir yok oluşa doğru sürüklüyor. Elbette doğa her zaman bir yolunu bulur.

Doğal kaynakların tüketilme hızı ise dünyanın kendisini yenileme hızını geçeli yıllar oldu. Her yıl, gelecek yıllardan tüketiyoruz.

Ama varlığımızı sürdürme ve yarınımızı garanti altına alma çabamızla öyle bir kısırdöngüye düştük ki. Çıkamıyorduk.
Daha fazla para kazanmak veya konforlu bir hayat sürmek için tüketirken,  bunları korumak içinde gittikçe bencilleştik.
Kişisel hak ve özgürlükleri bile bahane ederek, bireyselliği öne çıkardık.

Geldiğimiz nokta da Covid19 insanlığın kurtuluşu için anahtar olacak gibi gözüküyor.

Neler oldu?
Ülkeler artan sera gazlarını azaltmak için zaten anlaşmaya yanaşmıyordu. Zar zor Paris'te bir araya gelip, gönülsüzce imza attılar ama oy ve para kaygısı ile verilen sözler aslında kağıt üzerinde kaldı.

Kimse fabrikasından, arabasından, ısıtmasından, soğutmasından vazgeçmek istemiyordu.
Bir anda sera gazı üretimi düşüverdi. Ülkelerin milyarlarca dolar harcayıp yapamadığını, korona yapıverdi.

Doğa kendisini yenileyemiyordu. Öyle bir hale geldik ki "sağlıklı" diye, çimlenmiş tohumları tüketmeye başladık.

Plastik torba yasakları sadece kirlenme hızını yavaşlattı. Plastik kirliliği yüzlerce yıl etkili kalacak gibi gözüküyor.

İnsan sağlığını dolaylı ve doğal yaşamı direk destekleyen doğal alanlar, ormanlar  maden sahalarına teslim edilerek yok edildi. Ya da orman yangınları ile doğal alanlar, yeni imar-iskan ile hayvancılık mera alanlarına dönüştü.

Denizlerdeki balık popülasyonu tükenme noktasına geldi. Bahar döneminde milyonlarca havyarlı balık avlanıyordu. 


Şimdi evlerine hapsolmuş balıkçılar sayesinde, bunlar soylarını devam ettirme şansı bulacak.

Tarımsal faaliyetlerin yavaşlaması, ilaçlama ve gübreleme esnasında soyu tükenme aşamasına gelmiş canlılar, belki de yok olmaktan kurtulacaklar. Daha çok kuş yavrularına daha çok böcek avlayabilecek.

Kendi kendini yok etme aşamasında hızla ilerleyen insanlık ve yokolan dünya için korona, bir uyarı oldu. Ama daha önemlisi, son bir fırsat.
Elbette bu fırsatın bir bedeli var. İnsanlığın ödeyeceği bir bedel.

Ama gelecek kuşakların, çocuklarımızın ödeyeceği bedelle kıyaslayınca, bu sorunların kaynağı olan bizim kuşağın ödemesi daha adil gözüküyor bence...

Korona - Covid19 ile fark edilen başka konularda var.

İlk başta, kentlerde yerel yönetimlerin alacağı kararların ve uygulamaların, bölgesel veya ulusal idarelerin alacakları kararlardan daha öncelikli olması gerektiği...

İkincisi, sosyal-sivil toplum kuruluşlarının, daha insan odaklı örgütlenmesi ve faaliyetlerinde sosyal fayda işlevini yüklenmeleri gerektiği...

Üçüncüsü, toplumsal hizmetlerde gönüllülük esasına dayalı örgütlenmelerin önemli olduğu görüldü. Rahat ve sorunsuz zamanlarda bu yapıların toplumca desteklenmesi en az teşvik edilmesi kadar önemli...

Dördüncüsü, kent yaşamının ekonomik ve sosyal imkanlarına rağmen, temel yaşamsal konularda çok kısır ve kısıtlayıcı olduğu görüldü.

Özellikle sağlıklı ve güvenilir gıda konusunda, başka bölgelere bağımlılık ciddi bir zaaf.

Kent yakınındaki bir çok tarım alanının, imar çılgınlığı yüzünden binalara ve asfalta teslim edilmiş olmasının zararları daha da belirginleşti.

Bu amaçla, kentsel tarımı güçlendirecek, destekleyecek ve özendirecek teşvik ve uygulamaların öncelik kazanması gerekiyor.

Beşincisi, çalışma koşullarında zorunlu şartlar kalktığında eski sisteme dönülmemesi gerektiği gözüküyor. Bunun iki nedeni var.

İlki, bu tür sorunlar ve felaketler önümüzdeki yıllarda gene karşımıza çıkacak gibi. İnsanlığın doğaya şimdiye kadar verdiği zarar, 3-5 aydaki kabuğuna çekilme ile düzelecek değil.

İkincisi, çalışma saatlerindeki azalma, vardiyalı, evden çalışma gibi çalışma ilişkileri de toplum yapısına girmeli.
Bu hem artan sayıdaki işsize iş imkanı sağlayıp, milli gelirden iş-zihin güçleri ile katılımlarını sağlayacak (Devlet hibe, destek ve yardımlarından çok daha tercih edilen bir yöntem olarak).
Hem de insanlara kendileri için zaman ayırma imkanı sağlayacak. Bu çoğumuzun ihtiyacı. İnsanlara, kendilerini gerçekleştirmeleri için bir fırsat. En azından gelecek kuşaklar için...

Elbette düzen değişimi sırasında ağrılı sancılar ve kayıplar olacak, oluyor. Sadece insanların hayatını kaybetmesi değil, işlerini ve hatta gelecek umutlarını da kaybediyorlar.


Ama bu durum aynı zamanda, hatalardan ders alıp bir şeyleri düzeltmek için, durma ve düşünme zamanı da sağlıyor insanlığa...

Gerçek sonucu korona değil, insanların vereceği ve uygulayacağı kararlar belirleyecek.

30 Ağustos 2019 Cuma

Şiddete karşı, toplumsal eğitimde dansın yeri

Şiddet !

Son günlerde gündem gene, erkeklerce gerçekleştirilen "kadına şiddet" haberleri ile çalkalanmaya başladı.
Medya'nın hızı ve etkisi ile haberler ön plana çıkıyor.

Bu sorun uzun zamandır çözülememiş bir toplumsal yara.
Elbette erkeğin kadına (fiziksel) şiddeti veya kadının erkeğe uyguladıkları (mobbing -duygusal) şiddet, çağlar boyunca vardı.
Ama yoğunluk ve derinlik olarak hiç bu kadar genelleşmemiş, toplumca yadsınmış değildi.
Medya sayesinde şiddet, her türlüsü ile günümüz toplumunda artık "olağan"laşıyor.

Oysa çok değil, 30-40 evveline kadar bile çok özel şartlarda nadir olarak gerçekleşen olaylardı. Özellikle kadına şiddet uygulanması, hassasiyeti yüksek, kabul edilmeyen bir olaydı.

Bu şiddet türünün temeli için bir çok sebep sayılabilir. Bence en başta, bireyselleşme ile kadın - erkek arasındaki iletişimin yapısını değiştirmiş olması önemli bir etken.

Kadın-erkek eşitliği kavramının, gerek savunucuları, gerek ise karşıtları tarafından yanlış tanımlanıp uygulanması da bu sorunun gelişimini destekliyor.

Sebeplerde çok ayrıntıya girmeden, tüm sorunların temelinde, insan'ın insan'a karşı, "nasıl davranması gerektiğini" ve iki insan arasında olması gereken "aradaki saygıyı" unuttuk.


Diğer yandan çözüm için bir toplum mühendisliği önerim var.

İlk olarak anaokulları ve ilkokullardan başlayarak, milli eğitim müfredatına "toplumsal görgü ve davranışlar (Adâb-ı Muaşeret Kuralları) eklenmeli. Çünkü toplumumuz, aileler olarak artık bunu sağlayamıyor.

Öğrenciler, birey olarak, çevrelerindeki diğer insanlara karşı hangi ortamlarda nasıl davranması gerektiğini, yemek yeme kurallarından, topluluk içinde takip edilmesi gereken ilkelere kadar eğitilmeli.

Eğer bu eğitim, milli eğitim müfredatına eklenemiyorsa, yerel yönetimler vasıtasıyla da bu konuda eğitim çalışmaları yapılabilinir.

İkinci olarak özellikle ergenlik çağına giriş döneminden başlayarak, gençlere karşı cins ile iletişim ve saygı konularını içerecek şekilde bilgilendirmek gerekiyor.

Ve bunu yapmak çok kolay.

Bireyselleşme, insanı çok yalnızlaştırmış durumda. (Hatta bazı ilişkilerde, aynı ortamdaki kişiler bile birbirini göremiyor.)

 
Medya ve sosyal medya araçları ise gençler arasındaki ilişkileri ve iletişim yollarını çok değiştirmiş durumda.
Uzaktan eğitim gibi, uzaktan hoşlanma, iletişim, sohbet, fikir birliği oluyor ama..
İş, yüz yüze iletişim ve gerçek bir ortama dönüşünce genel de çuvallıyorlar.

Çünkü işin içine, vücut dili, söz ve tavırlar giriyor. Uzaktan sohbet sırasında, üzerinde konuşulması daha kolay ve rahat olan konular, bakış açıları, yargılar,
yüz yüze iletişimde iken hayatın gerçek değerleri ile çakışıyorlar.


Bunun aşmanın ve bu eğitimi vermenin yolu ise, Tango...


Sosyal Latin danslarından Tango, diğer dans türlerinden farklı olarak evrensel kurallar ve ritüellere sahip. Bu kurallar ve davranış kalıpları, sadece kadın-erkek arasındaki değil, kadın-kadına ve erkek-erkeğe olan davranış kalıplarını da içeriyor.
Bir bakıma centilmenlik ve hanfendilik kuralları diyebiliriz. Bu kurallara uymayanlar, zorlayanlar ise kısa sürede toplumdan soyutlanarak, topluluk baskısına tabi kalıyor.

Kurallar; dansa davet, kabul veya ret etme, topluluğa - dansa dahil olma ve ayrılma, diğerlerinin alanlarına saygı gösterme gibi bir çok alt unsur taşıyor.

Eş'li dans olmasına rağmen, kişilerin birbirleri ile dans etme süresi ve şekilleri de sınırlı. Aradaki mesafeyi ve duruş şeklini kadın belirlerken, dansın nasıl yapılacağını erkek belirliyor.
Bir çiftin dans etme süresi de sınırlı. Bu süre sonunda, kişiler başka kişiler ile dans edecekleri aşamaya geçerek tekniklerini geliştirmek zorundalar.

Dansın amacı ise, müzikten haz almak. Genellikle kiminle dans ettiğiniz ikinci planda kalıyor. Sadece o an ve müzik ön planda...

Bu dans, Tango, vücut temasında da sınırlamalar getirmiş durumda. Kişiler dansın yapısından dolayı bu sınırları zorlayamıyorlar. Yoksa dans, dans olmaktan çıkıyor.

Günümüzde toplum bireylerinin birbirine en saygılı olduğu ülkelerden biri olan Arjantin'de bu dansın eğitimi, babalar tarafından çocuklarına ilkokul yaşlarına geldikleri zaman verilmeye başlanıyor.

Bu yüzden bu dansın en azından özel okullarda, beden eğitimi dersleri gibi haftalık 1-2 saat olarak eklenmesi bile önemli ve olumlu değişimler getirecektir.

Hatta belediyelerin, kültür ve sanat dairelerinin bu eğitim imkanını, semtlere kadar götürmesi, özellikle gençleri yönelik olarak Tango eğitim ve etkinlikleri sağlayacak alanlar oluşturması toplum üzerinde olumlu etkiler sağlayacaktır.

İddia ediyorum: Her semte bir tango eğitim merkezi açılıp, gençlere haftada bir tango kurallarına uygun olarak dans etme imkanı verilsin; yerlere çöp atmaktan, çiğdem kabuğu fırlatmaktan, kadına şiddet'e kadar bir çok toplumsal problem orta vade de şiddetini kaybeder.



Diğer Yazılar






Medyadaki şiddet ve yansımalarına karşı
Kadına şiddet'e karşı idam cezası hk... 

Kadınlar öldürülemez mi?

22 Ağustos 2017 Salı

Eğitim ve Zeka hakkında düşünceler.



Çocuk yetiştirirken ona mümkün olan en iyi koşulları sunmaya ve en avantajlı şekilde donatmaya çalışırız.
Aslında gizli amacımız, hayat kavgasında ayakları üzerinde durabilecek, başarısızlıklar karşısında sıfırdan başlayabilecek, değişen şartlara uyum sağlayabilecek, kısaca "ayakta kalacak" bireyler yetiştirmek.
Eğitim ve uygulama ile zekayı desteklemek; büyük yatağa (kapasitesi) sınırlı kumaş (imkanlar) ile yorgan dikmek (eğitim, yöneylem) gibi ...
Bir taraftan çekiştirince, başka bir taraf muhakkak açılıyor. Yatağın her tarafı en verimli şekilde kullanılamıyor. Bir eksik kalıyor.


Ya çok maharretli bir terzi olacaksın.
(Çok bilinçli, belki hedefinizdeki çocuktan daha zeki, sosyal, mutlu, akıllı, başarılı...)
Ya yatak küçük olacak (bunu hiç birimiz istemiyoruz ama...)
Ya da yorgan büyük ( Bu seferde çok imkanı seferber ederek verilmiş eğitim)
Ama yatak küçük ise, zaten yorgan fazla geliyor. Boşa, kayıp oluyor.


Bu iş çok zor.

En temizi; bırakın özgürce, çocuğu
İstediği sevdiği ne ise, onu yapsın.
Sevdiği işte zaten başarılı da olur, mutlu da...
Kendisine güveni de olur, ispatı da...

Şimdiye kadar -özel durumlar hariç- sınırlı, zekası veya merakı yetersiz, mutsuz küçük bir çocuğa hiç denk gelmedim.
Aslında sanırım biz büyükler, istediğimiz gibi biçimlendirmeye çalışırken, bu cevherleri köreltiyoruz.
Hepsinden biraz olması için, çocuğun zihnini özgür bırakın ...

Kimi ebeveynler, özgüveni yüksek olsun diye, çocuğun isteklerini karşılayıp, ona sınır koymama eğiliminde oluyorlar. Ama bu sorunu daha da çetrefilleştiriyor.
Çocuk büyüdükçe, başkaları tarafından karşılanmayan isteklerinden dolayı, ailesine yükleniyor ve bağımlılaşıyor.
Çocuğun zihnini serbest bırakmak, onun isteklerini karşılamak olmamalı. Bilakis, onun toplum ve aile içindeki yerini ve sınırlarını gösterip, bu sınırlar içinde kendisine ait özel bir kişilik alanı oluşturmasını desteklemek olmalı.
Çünkü o sınırlarını genişletince, özellikle onu sevenler başta olmak üzere, başka birilerinin de sınırları daralıyor olduğunu anlamalı.
Ona aile içindeki yerini gösterip, bir işlev ve sorumluluk sahibi olması desteklenmeli.
Merak ettiği konularda mümkün olan teçhizat ve tedrisat desteği verilirken, sabun köpüğü heveslerde, aynı hatalar tekrarlanmamalı.

İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Tek başına, fiziksel ya da zihinsel, mutlu olamaz. Başarıları takdir edilmedikçe, yaptıklarından haz almaz. Daha iyisini yaptığında bu takdir edilmezse, "yarın daha iyisini yapacağım duygusu" kalmaz.
Bireylerin kişilik sınırları gösterilemezse, başkalarını da kendisi gibi sınırsız sanır ve gerçekleşmeyecek arzu ve isteklerin peşinde tatminsiz, mutsuz kalır.

Hayal gücü eleştirilirse, hayallerine kendisi de inanmaz. Her şey kötüye giderken bile iyiyi araması öğretilmezse, yarından umudunu keser. Umut gidince, insanoğlunun gelecek ümidi de gider.
Yarına korkuyla, endişeyle bakar. Belki de hiç gerçekleşemeyecek olası tehditlere zihnini yorup, önlem alır. Zamanını ve zekasını boşa harcar.
(Aslında bu "toplumsal bir yara"mız gibi duruyor...)
Çocuğun zihnini açmak için; onunla oyun oynayın. Hikayeler anlatın. Umutlarınızdan bahsedin. Beraber öğrenin. Fikirlerine değer verin ve UYGULAYIN.
Sorular sorup, hiç düşünmediği konularda düşünmesini sağlayın.
Ve her zaman gerçekçi olun, hayallerini gerçek imkanları üzerinde geliştirsin...


Ve bir şey yapmak istediğinde, "Hayır!" demeyin. Beraber yapmaya çalışırken, neden olmayacağını "anlamasını sağlamaya" çalışın.

Onu anlayın, sizi de anlaması için sabırla uğraşın.

·         Zeka çoğunlukla genetik ve çevresel faktörlere direkt bağlı. Bunu bilimsel çalışmalardan, araştırmalardan biliyoruz.

Zeka yazılımdır, beyin ise donanım. Bu metaforda beynin yaptığı her şeye " akıl " diyoruz. Akıl, beyin denen donanım zemininde " zeka " denilen yazılım kökenli programların toplamıdır. Genetik faktörü çoğunlukla donanıma gözle görünür bir etki eder. İyi bir zemin yoksa ne kadar iyi yazılıma sahip olursan ol bir noktaya kadar. Çevresel faktörler tamamı ile yazılımı şekillendirir. Dış dünya ile oluşan yazılım (zeka) iç dünyamız olan beyin ile birleşip ortaya " aklı " çıkarır.


Bilgelik en başta kendini bilmeyi gerektirir. Yani aklımızı bilmeyi, anlamayı gerektirir. Yoksul toplumlarda uzlaşma ve her soruna bir çözüm bulma eğiliminin temelinde çaresizliğin ve azmin olduğunu tüm içtenlikle düşünüyorum. Zengin olup iyi düşünen ve iyi bir muhakeme yetisine sahip insanlar olduğu gibi fakir olup basit düşünen ve ilerisini görme yetisi olmayan insanlarda var. Bu yüzden zenginin ya da fakirin zeki olup olmamasını bu örneğe dayandıramayız.

Bu noktada bilgelik çok önemli çünkü günümüzde insanlar birbirinin gözlerinden dünyaya ve olaylara bakmayı bilmiyorlar. Bırak bakmayı, farklı insanların farklı durumları daha farklı değerlendirmesi gerçeğini bile kabul etmiyorlar. İnsanların ön yargıları ve kutuplaşmaya iten nedenleri
(ırk, din, dil, maddi seviye, güzellik, gibi ) yüzünden birbirlerini anlamasının sonucu da anlaşmazlıklar, fikir ayrılıkları ve iyi-kötü kavramları doğuyor. Bilgelik ne kadar bildiğin ile ilgili değil bu noktada.

Bilgelik demek kendi aklının bileşenlerinin farkına varıp diğerlerininkini anlamaya çalışmak ve kendi aklın ile diğerlerininkinin arasında hiçbir menfaat ve art niyet olmadan köprü kurmak demek. Her sorun için bir çözüme sahip olmak değil her sorunun bir çözümü olabileceğine dair kendini koşullamak demektir. Bu noktada anlaşmazlık dediğimiz şey; milyarlarca yazılımın, birbirinin yarattığı programları anlayamaması, çalıştıramaması değildir midir ?
Kemal ( Bay Hiçkimse ) 25 Aralık 2017




EĞİTİM SİSTEMİ  NASIL OLMALI ?

Daha az ders saatleri ile daha az gün eğitim verilmeli.

Önümüzdeki yüzyılın şart ve ihtiyaçlarını göz önüne alırsak; bireyselliği gelişmiş ama ekip çalışmasına yatkın, iş bölümü ile uzmanlaşan bireylere ihtiyacımız olacak.

Liderlik kavramı, kişinin niteliklerinden, uzmanlığa yani işin niteliklerine kaymak zorunda...
Bu ekip çalışması ile yoğun bilgi üretimi için, bireysel özellikleri törpülemeden ve gruba farklılık olarak değil, tamamlayıcı olarak sunmak için:

Çocuklara; okuma-yazma öğretildikten sonra, üyeleri projelerle değişen ekipler halinde görevler verilmeli.

Her ekip kendi proje konusunu araştırıp, sınıf arkadaşlarına sunum yapmalı.

Not sistemi de iki aşamalı olmalı.
1) Kendi projesine ne kadar iyi hazırlandı. Ekibe ne kattı?
2) Diğer ekiplerin projelerini ne kadar anladı?

Notlama:
1) Ekibin projesi için öğretmen yanında sınıf arkadaşları da not vermeli. Bireyin ekibe katkısı içinde, ekip arkadaşları not vermeli.

2) Diğer ekiplerin konularını ne derece anladığını sorgulayacak soruları, sunum hazırlayan ekibin üyeleri hazırlamalı. Değerlendirme önce öğrenci, sonra ilgili öğretmen tarafından yapılmalı.

Konuları tam anlamadığı anlaşılan öğrenciler, sunum ekibi tarafından tekrar eğitime alınmalı,
Tekrar değerlendirme (soru-sınav) ile öğrenci değerlendirilmeli.

Öğretmen'e ne oldu?
Onun işi artık çok daha zor.
Ekiplere ve üyelerine araştırmalarında danışmanlık ve yol göstericilik yapacak. Sunum öncesi, gelinen aşamayı ve hataları saptayarak, doğru bilgiye yönlendirecek.

Değerlendirmelerin adil ve tarafsız olması için, isimleri saklayarak, kodlu sistemle değerlendirmeye alınmasını organize edecek. Böylece, sınav-soru kısmında kimse, kimin cevaplarını değerlendirdiğini bilmeyecek.