Kime sorsam, yeterince mutlu olamadığını ya da mutluluğu aradığını söylüyor. Mutluyum! diyen sayısı çok az.
Soruyu deşip, kendisinden ya da hayatından (daha doğrusu yaşam tarzından) mutlu olup olmadıklarını sorduklarımıza da ise bu sefer , çok daha yüksek bir oranda olumlu cevap veriyorlar.
Ülkelerin memnuniyet skalalarına baktıklarında (http://worldhappiness.report/) ise gelişmiş ülkelerde oranlar yükseliyor. Gelişmekte olanlarda da rakamlar değişiyor. Bu daha çok ülkelerin ekonomik programlarına ve bireylerinin tüketim gücüne dayalı gözüküyor.
Buna karşılık geçmişte, bazı az gelişmiş (doğu Asya ve Afrika) ülkelerinde bireylerin mutluluk oranlarının, gelişmiş ülkelerden bile yüksek olduğu görülmüş. Daha sonra bu mutluluk oranları hızla düşünce, sebeplerine bakılmış.
Televizyon ve internet yayılımı ile mutsuzluk; başkalarının hayatıyla kıyaslama, benzer refah tüketim düzeyi özlemi ve imkansızlıkların çatışmasının sonucu olarak, hayattan tatminsizlik hissi ile eş zamanlı artıyormuş.
Kişiye göre, göreceli olduğu ifade edilse de, tüm "mutlu olma tanımlarında ortak bir nokta" olması gerektiğini düşünüyorum. Tüm insanlar için genel ve geçerli bir tanım...
Gün geçtikçe insanları mutlu etmek gittikçe zorlaşıyor. Mutsuzluk bulaşıcı ve insanın empati yeteneği yüzünden, diğer hastalıklardan daha hızlı yayılma gücüne sahip. Ciddi bir zihinsel ve fiziksel işgücü kaybına neden oluyor. Ama daha önemlisi "insanlık kaybı"...
Peki, nasıl çözeceğiz? Daha doğrusu, çözüm zor olsa da, etkilerini hafifletmek, başa çıkılır düzeye indirmek, nasıl mümkün olabilir ?
Burada uzun zamandır fizik yazıyoruz. Bazı arkadaşlarımız fizik dışındaki konularla siteye ruh vermeselerdi, çok sıkıcı da olurdu.
Yazarlardan gördüğüm kadarıyla, sistemli düşünce mantığına sahip insanlar ağırlıklı. Doğru verilerle ve analizle, semptomları hafifletme yöntemi bulabiliriz diye düşünüyorum.
İlk olarak insanların ne zaman mutlu olduklarına bir bakalım.
Aç iken (güzel) yemek, yorgunken yatak bulunca. Çocukla oynarken hatta alt bezini değiştirirken. Bir hobiyle uğraşırken ya da balığa olta atarken...
Yolda çok sıkışınca tuvalet bulunca, boş oturup martıların pikelerini sayarken.
Aşık olup, düz duvara tırmanma gücünü bulunca, sevdiğine sarılınca. Sevişirken, sarılıp ağlaşırken. Sevdiğine (kim olursa olsun) sarılınca... Ya da köpeğiniz, kediniz gelip "en sevgili ilgisi" istediğinde...Yetiştirilen bitkilerin çiçeklerini koklarken, akvaryumdaki balıklar sizin görünce coşarken. Dans ederken, sarhoş olurken (sonrası benim için sıkıntı), müzik dinlerken, resim yaparken...Alış veriş yaparken (bu madde: Sadece Kadınlar İçindir. SKİ), araba sürerken, koşarken, yüzerken, rakip ile müsabakaya girerken... Dedikodu yaparken (SKİ?), bir şey anlatırken, yazarken, vs.vs.
İnsanlar neden mutsuzluğa saplanır?
Öncelikle, mutsuzluğun öncelikli nedenlerinden birinin, gelecek belirsizliği...
Geleceği düşünmek ve çıkabilecek sorunları görememek, kontrol etme gücünü bulamamak ciddi bir karamsarlık nedeni... İnsan huzursuzluğunun ana nedenlerinden biridir.
İnsan huzur arar. Çünkü insan ancak geleceğini biçimlendirebileceğini, yönlendirebileceğini hissederse, huzurlu olabilir.
Bunu sağlamak içinde; güç, imkan, çevre arar.
Güç ve imkanın en net ifadesi "Para"dır. İnsan para'ya ulaşmak için çeşitli yollar arar. "Para var, huzur var!", ifadesi bunun bir ifadesidir.
Peki' ihtiyaç duyulan bu para, ne işe yarıyor?
Eğer gelir, ihtiyaçlara zar zor yetiyorsa ya da yetmiyorsa, mücadeleden mutluluğu aramaya pek vakit yoktur.
Eğer çalışmak zorunda olan orta gelirliyseniz, geliriniz çalışma veriminizi gücünüzü koruyacak kadar beslenmenizi, barınmanızı sağlar. Kalanların sosyal masraflara gitmesi günü idare etmeye yeter.
Canlılığa uygun şekilde, bir canlı ilerdeki kıtlık dönemleri için nasıl yağ depoluyorsa, insan da sıkıntı dönemleri içinde ekstra güç ve imkan depolamaya çalışır. Yani, nakit veya mal olarak hayatını zenginleştirmeye çalışır. Eğer bu uğraş, tutku olursa, o zaten kayıptır artık.
Eğer zaten yeterince zengin ise, bu tür endişeler ve sıkıntılar olmadığı için, tasa-dert hanesini daha farklı tutkuların ve arzuların hayal kırıklıkları doldurur. Daha basit olaylardan daha kolay incinir olur. Alınganlığın yanında, gerçek yalnızlığı da artar.
Gene de her üç durumda da, insan mutlu olmayabiliyor. Mutluluk arayışı süregider.
O zaman mutluluğun anahtarı, gelir veya güç değil diyebiliriz.
Şu ana kadar: insanın mutlu olmak için, huzur aradığını... Huzur'u geleceğini kontrol etmek ve/veya aksiliklere karşı dayanma gücü için istediğini, bunun da en kolay yolu olarak maddi imkanları geliştirmek olduğunu işledim.
Buradan bir önermede şöyle çıkartabiliriz. Huzursuz insan, asla tam anlamıyla ve gerçekten mutlu olamaz.
O zaman formülün ilk kısmını : "Mutluluk=Huzur" olarak tanımlayabiliriz.
Mutluluk hedef olduğu için, denkleme "Huzur" üzerinden gideceğim.
İnsanlar ne zaman huzurludur?
Görevleri olan bir işleri bittiğinde, sevgilinin kollarında, bebeğin kokusunun yanında, aileyle , arkadaşlarla bir aradayken, hedefledikleri bir amaca ulaştıklarında, yarından endişe etmediklerinde, geçmişe bakıp Ah! veya Keşke! demediklerinde, vs.vs...
Sonuçta; kısaca üzerilerinde bir gereklilik kalmadığında ve kendilerini güvende hissettiklerinde huzurludurlar.
Çünkü yarından endişe etmeyi kestikleri an'da , o zaman'ı yaşamaya, hissetmeye başlarlar.
İşte mutluluk budur. Carpe Diem... (An'ı Yaşa)
Sonuç: Şimdi elimizdeki fizik bilgilerine bakarak durumu değerlendirebiliriz. Elimizde artık önermeler var. Fizik kuralları ezberlenecek, katı değiştirilemez kurallar değildir. İçeriğini kavradığınız her fizik kuralını, hayatınıza adapte edebilirsiniz. Sonuçta fizik kuralları birer denklemden ibaret ve eşitliğin diğer tarafını uygun verilerle doldurabiliriz. (Dik üçgen bağıntılarının, hız veya vektör hesabında kullanılması gibi...)
Fizik, evrenin şairi değildir bence ama "evrenin tablosunu çizen ressamıdır" diyebilirim.
Sonuçta canlılarda madde kökenli olgular.
Kuantum belirsizliği ve olasılıklar kullanabileceğimiz en uygun kuralları içeriyor. Çift yarık deneyinden benzetme yaparak.
Öncelikle deneyin sonuçlanıp, olasılık dalgalarının çökmesini ele alırsak; artık tüm olasılıklar tükenmiştir. Olay gerçekleşmiş ve elde edilen sonucu değiştirebilecek, etkileyecek bir olasılık kalmamıştır.
Bu durumdaki dalga fonksiyonu belirlenmiş ve yazılabilir olduğu için, buna "geçmişimiz" diyebiliriz. Değiştiremeyeceğimiz, etkileyemeyeceğimiz sonuçlanmış deney sonuçlarını değiştirmeye kalkmak ve buna kafa yormak, beyhude bir zaman ve enerji kaybıdır. (Geçmişe kafayı takmak)
Elbette deney sürecini sonradan incelemek ve bundan ders notları çıkarmak iyidir. Bu notlara göre, bir sonraki deneyde, dalganın hangi dar aralıkta 1 (%100) olmasının istiyorsak sonucu, onu belirleme yeteneğimiz daha fazla olacaktır. (Geçmişten ders almak)
Deneyin gerçekleşme anına ele alırsak, eğer deneği izlemezsek, sonuç herhangi bir yerde olabilir. Elbette büyük olasılıkla hangi genişlikteki aralıklarda sonuçlanacağını tahmin edebiliriz ama yüzde yüz kesinlikle sonucu öngöremeyiz. (Düzensiz, kontrolsüz, amaçsız yaşam)
Eğer "deney sırasında" dikkatli bir şekilde gözlem yaparsak, deney sonucunu da büyük ihtimalle tahmin edebiliriz. Deneği izlemek ve koşulları gerekirse anlık düzeltmelerle belirlemek kesinliği artıracaktır.(An'ı yaşamak)
Ama her durumda, daha gerçekleşmemiş, hatta hangi koşullarda gerçekleşeceğini bile bilmediğimiz deneyleri ve sonuçlarını belirlemeye kalkmak, bize ciddi ve zaman maliyeti çıkartır. Hele bunu mevcut deneyin içinde yapmak kaynak israfı getirdiği gibi, mevcut deneyin de kontrol ve gözlemleme imkanlarını daraltır. Yaşanılan deneyimden hatalı sonuçlar bile çıkartabilir. (Belirsiz gelecek ve endişeleri).
O zaman; Geçmişe 0, Geleceğe de 1 dersek , arası "Şimdi" olur. Hayatımızı (H) bu "Şimdi Aralığında" hissetmek ve yaşamak çözümü getiriyor.
0> H> 1
Elbette gelecek belirsizliğinin verdiği güvensizlik kaynaklı huzursuzlukla baş etmek çok zor. Ama kaos teorisine göre, düzeltme esnasındaki değişkenlerdeki herhangi bir değişiklik, olabilecek sonuçları çok daha olumsuza çevirebilir.
Mümkün olan en iyi ve güvenli olasılık, içinde bulunulan mevcut koşulları en iyi şekilde kullanmak bu yüzden.
Zaten evrene bakarsak, her şey sadece "şimdi" üzerinde gerçekleşiyor. Geçmiş ya da gelecek kaynaklı hiç bir şey yok. Belki foton bile bu yüzden şimdiye yerleşmiş olabilir.
Kanıt mı? Şöyle bir mutlu olduğunuz zamanları anımsayın...
Hangisinde 1-2 saat sonrasını bile düşünüyordunuz?
O an yaptığımız işten haz alıyorsak ve geleceği unutmuşsak, mutluyuz. Hepsi bu... (Adrenalin sporlarının verdiği mutlulukların daha geniş sürelisi...)
(Eşime adanmıştır.)
5 Aralık 2017 Salı
30 Kasım 2017 Perşembe
Varlık-Yokluk, 1-0, Potansiyel-Kinetik, Negatif-Pozitif, Enerji
Enerji, enerjidir. Varlığı ile bir bütündür. Kinetik, potansiyel, pozitif, negatif diye tanımladığımız durumlar hep enerjinin farklı durumlarını anlatmaktadır. Ama o hep varlıktır.
Burada tasavvuf düşüncesindeki, "yokluğun aynı zamanda varlık olması" şaşırtıcı derecede etkileyici bir benzeşimdir.
Enerjinin doğal hali, hiç bir kuvvet, yük veya hareket eylemi "yapmadığı ve taşımadığı" durum olmalı... Bir bakıma tekillik dediğimiz ortamdaki enerjinin tahminlerimize göre olan bulunma şeklide bu tanıma neredeyse uyuyor. Aralarındaki fark ise potansiyelleri (?) olmalı.
Evrenimizde enerjiyi ele aldığımızda ise karşımıza termodinamiğin ikinci kuralı, entropi ile çıkıyor. Her ne kadar düzenden düzensizliğe geçiş olarak tanımlasak da, bu hatalı bir yaklaşım gibi duruyor.
Çünkü durumu mikro düzeyde, madde veya sistemler açısından ele alıyoruz. Ve bu sistemlerin "zamanla bozulması, düzensizleşmesi" olarak tanımlıyoruz.
Oysa, aynı duruma makro düzeyde baktığımızda karşımıza tamamen farklı bir durum çıkıyor. Düzensizlikten, düzene; rasgele homojenliğe doğru yönelim olduğunu görüyoruz.
Başlangıçta "kütleleşen madde ile bozulan enerji homojenliği", entropi ile tekrar sağlanmaktadır.
Bunun bize, yani mikro düzenli sistemlere yansıması ise; enerjinin yoğun-çok olduğu ortamdan, seyrek-az olduğu ortama yayılma eğilimi oluyor.
Enerji hiç bir şekilde sabit, durağan kalmıyor ve bulunduğu ortama homojenlik sağlayacak şekilde dağılıyor. Daha önceleri de tekrar ettiğim gibi, enerjinin özelliklerine bakarak onu çok küçük birimlerden oluşan bir akışkan olarak ele almak, onu anlamak için en verimli yollardan biri...
Bizlerde bu eğilimden; makinelerimizde, kaslarımızda, sistemlerimizde "iş üretmek" için faydalanıyoruz. İş üretirken, enerjinin bu eğiliminden daha sonra da faydalanabilmek için depolamaya çalışıyoruz.
Enerjinin bu akış yönü, entropi gibi, kaçınılmaz şekilde tek yönlü.
Tekrar eski konumuna getirmek için yapılan iş, ancak daha fazla enerji harcayarak mümkün oluyor.
Yani bir kuvvet alanına enerjiyi toplamak için daha fazla enerjiyi dağıtmamız gerekiyor. Aradaki bu farkı ise verimlilik ile ölçüp, "kayıp" olarak tanımlıyoruz. Sonuçta, entropi yine yapacağını yapıyor ve enerjinin etrafa dağılmasını sağlıyor.
Enerjinin bu homojenleşme eğilimi ve düşük yoğunluğa akışı, tüm evren eş enerji üniteleri ile dolup, enerji eşitlenene kadar sürecek.
Sonuçta, enerjinin (evrenimizde) tanımlı şekilde var olması, ancak bu eğilimi koruduğu ve sürdürdüğü sürece mümkün.
Bizim açımızdan bu pozitif bir eğilimdir. Tahminen anti madde evreni var ise, enerjinin akışı eğilimi gene aynı şekilde olacaktır. Gene "pozitif bir eğilim" olacaktır.
Enerjinin bir güç alanına toplanmış, yoğunlaştırılmış halini ele alırsak: Enerji bu durumda akma-yayılma eğiliminde hali hazırda bir güç alanına depolanmıştır. Enerjinin bu güç alanından akışı eğilimini, enerjinin "potansiyeli" olarak değerlendiriyoruz.
Enerjinin bu güç alanından çıkıp akan halini ise enerjinin "kinetiği" olarak tanımlıyoruz.
O zaman enerjinin iş üretmek için hazır olduğu haline potansiyel enerji olarak adlandırırken, iş üreten eylemli halini de kinetik enerji diye adlandırıyoruz.
Buradan enerjinin, farklı potansiyele sahip güç alanları arasındaki hareketini kinetik hali olarak tanımladığımız sonucu da çıkartılıyor.
Peki, enerji yok olur mu? Mesela birbirine zıt yönlü ve aynı doğrusal üzerinde hareket eden iki eş kütlenin çarpışmasında?
Eğer çarpışma esnek ise sorun yok. Ama ya esnek değil ise?
Çarpışma sonucunda açığa çıkan enerjinin bir kısmı ses ve ısı olarak evrene dağılıyor. Bir kısmı ise malzeme deformasyonu olarak karşımıza çıkıyor. Momentumdan kaynaklı enerjinin hala korunması gerekiyor. Ama çıktıların kesin ölçümünü yapmak pek kolay değil, bu yüzden konuyu biraz daha değerlendirmek gerekiyor.
(Eğer çıktılardaki toplam enerji miktarı, çarpışma öncesindeki kinetik enerji miktarına eşit ise sorun yok. Ama eğer ya eşit değil ise? Bu durumda kinetik enerji kaybını nasıl açıklayabiliriz? Aklıma gelen tek olasılık; "dalgaların birbirini sönümlemesi" oluyor. Eşdeğer birimi içeren enerji üniteleri, zıt akış eğilimleri ile karşı karşıya gelirlerse, birbirlerini yok etmezler. Akış eğilimlerini kaybederler. Yani, akışları durur.
Tabii bu durum uygulamada karşımıza çıkmadığı için, yaklaşımım düşük bir olasılığın açıklaması sadece...)
Sonuçta enerji hiç bir şekilde kaybolmuyor. Potansiyellere "dönüşerek" veya "aralarında akarak" sürekli korunuyor. "Evrenimizde yer aldığı için", enerjinin tüm bu durum ve hareketini "pozitif" olarak tanımlıyorum.
Eğer enerjinin bu durumunu pozitif olarak tanımlarsam, aynı mantığa uygun bir negatif durumdaki enerji tanımı da yapmak gerekiyor. Oysa, evrenimizde negatif enerji olarak tanımlanabilecek bir olgu yok.
(Enerjinin etkisine göre pozitif veya negatif olarak tanımladığımız durumlar olsa da bunlar esasen "zıtlığı" tanımlamak için kullandığımız terimler gibi duruyor.Mesela, kara enerjinin kütle çekimine sebep olması yanında, galaksileri de birbirinden ayırması. İtici kütleçekimi veya negatif/anti-kütleçekimi olarak tanımlamaya neden oluyor. Bence, Elektrik yükleri haricinde, pozitif ve negatif enerji tanımlamaları, kafa karıştırıcı ve yanıltıcı olabilir. )
Eğer negatif enerji durumu var ise, bir de "nötr enerji" tanımlaması gerekiyor.
Enerjinin pozitif durumu; evrenimizde iş üretmeye hazır veya iş ürettiği durum ise, "nötr" durumu bu tür bir potansiyele veya harekete sahip olmadığı-meyletmediği durum olmalı.
Ki bence mantıklı, çünkü enerjinin ana eğilimi tüm evreni eşdeğer yoğunlukta doldurup homojenleşmek olduğuna göre, bu duruma ulaştığında alacağı durumda , tam bu şekilde olacak.
Hiç bir güç alanında potansiyel olarak kalmayacak. hiç bir hareketin ya da eylemin içinde olmayacak. Tam bir durgunluk hali.
Diğer bir deyişle, tamamen homojen ve düzenli, simetrik bir yapı. Hareket olmadığı için boyutlar, yoğunluk farklılıkları olmadığı içinde fizik kanunları tamamen anlamsızlaşmış olacak.
Evren her ne kadar genişlemiş olsa da, bu durum evrenin başlangıcında olduğu düşünülen yoğun, homojen, düzenli tekil durumun bir tekrarı olacak.
Fakat bu durumda, yeni bir büyük patlama ile yeni bir evren oluşturmak için gerekli potansiyele sahip olmayacak. Yeni bir evren tetiklemek için gerekli başlangıç enerjisi, çok yüksek olacak. (Eski bir yazıda , büyük patlamanın başlaması için 16 kg altın kütlesine eşdeğer bir yazı okumuştum. Ama kaynağı kaybettim.)
Ya da evren başka bir kuvvet tarafından tekrar potansiyel yüklenene kadar sıkıştırılmalı.Ya da evren başka bir kuvvet tarafından tekrar potansiyel yüklenene kadar sıkıştırılmalı.İşte enerjinin homojen, düzenli ve sıkışmış bu hali de, enerjinin negatif durumu olmalı. Bu durumda hala "tekillik özelliklerini" koruyor da olacak.
Yani Eğer enerji birimlerini minik kauçuk bir toplara benzetirsek, normal boyutlarında iken (r=0) nötr, normal boyutlarından büyük iken (r>0) pozitif ve küçük iken (r<0) iken negatif enerji olacak.
Negatif enerji olmasına rağmen, nötr duruma geçmek için bir potansiyeli, genişleme eğilimi olacağından, bu büyük patlama sonrası genişleme için gerekli ve yeterli etki gücüne sahip olacaktır.
Bu durumda evrenimizdeki görünür enerjiyi (ve bundan oluşan maddeyi), güç alanının aşırı ve hızlı genişlemesinden dolayı (r>0) pozisyonuna geçmiş, aşırı genişlemiş enerji üniteleri olarak ta tanımlayabiliriz. Ama evrensel toplam enerji miktarı yanında küçük bir yüzde olması da (%4 civarı) bu durumda normal olacaktır.
Hatta evrenimizin hala genişlemesini de bu (r<0)durumda olan ünitelerin, (r=0) durumuna doğru olan eğilimlerini "kara enerji" olarak adlandırıyor olabiliriz.
(Elektrikteki pozitif ve negatif tanımlamalarına girmiyorum. Çünkü bu konuda hala fikir ileri sürebilecek kadar bilgi toplamadım.)
4 Ekim 2017 Çarşamba
DİN İLE BİLİM ÇATIŞIR MI ?
Bu
kurumlar değil ama, "taraftarları çatışır".
Taraftar
olmayanlar için ise, ikisi de aynı anda mümkündür...
Bu bir
dünyayı algılama ve yorumlama meselesidir.
Günümüzde
ırkçılık ve buna dayalı milliyetçilik hem zayıf hem de ilkel bir
gruplaşma-topluluklaşma yolu olmuştur.
Kültüre
ve değerlere dayalı milliyetçilik öne çıkmaktadır. Aslında 90'lı yıllardan
sonraki neo liberalizm ile devletlerin, vatandaşın sosyal refah araçlarını
aşamalı olarak kaldırması ve demokrasinin "istenen sonuca ulaşana kadar
oylamaya devam"a dönüşmesi sonucu, günümüz insanın endişeleri ve korkuları
geçmiştekine oranla çok daha fazla.
Bu
nedenle, basit ırkçılıktan, kültür milliyetçiliğine, hemşerilikten, kültürel
benzeşime, inançtan, inanmamaya, eğitimden, görgüye kadar bir çok kalem
üzerinden, gruplaşma eğilimleri artıyor.
Siyasetin
ve siyasetçi olmanın, sıradan vatandaş için, "ilk yatırımı pahallı
uğraş" olması her türlü meclis içinde, vatandaşın kendisinin ve
düşüncesinin temsil edildiğine inanırlığını azaltmış.
Böylece
siyasete de inanç ve güven ciddi oranda aşınmış, hatta uluslararası ekonomik
güçlerin, ulusal politikaları, devlete ve varlığına rağmen biçimlendirmesi bu
güvensizliği körüklemiş durumda...
Böyle bir
ortamda, din ve bilim, insanları aynı genel çatı arasında toplayabilecek ve
diğerlerini ötekileştirebilecek çok önemli sosyal psikoloji silahına dönüşmüş
durumda...
Çatışmalarda,
aslında din ile bilimin uyumsuzluğundan değil, (ki elbette aralarında fikir ve
söz birliği yok ama ikisi de farklı açılardan, benzer "temel
soruların" cevaplarını arıyorlar) bu enstrümanı kullananların çeşitli nedenlerle
çatışmalarından çıkıyor...
Soru daha
en başta, bu çatışma-çatıştırtma eğiliminin izlerini taşıyor.
Bu arada
yazdıklarımı ülkemiz için düşünmeyiniz sadece, bu durum küresel bir salgın.
Bugün ABD
seçimlerinden, Avrupa'daki değişimlere ve toplumsal hareketlere bir bakarsanız,
bir çok ülkenin; "aynı yolda, kendi toplumsal yorumlarıyla
yürüdüğünü" görürsünüz.
Ülkemizdeki
durumda, bu dünyadaki eğilime ve değişimine uymuş durumda. Yani doğal akışında
bir bakıma. Eski liberal ve 90'ların alternatifsiz neo liberal ekonomik
sistemleri çöküyor sadece. Yerine ne gelecek kimse bilmiyor?
Tekerlekleri döndüğü sürece, aracı yürütmeye
çalışıyorlar ama hedef neresi, bir bilen yok.
24 Eylül 2017 Pazar
Dünya Çapında Barış Mümkün mü?
Maalesef dünya çapında bir barış ortamı imkansız gözüküyor.
Çünkü insanlık nüfusu 9 milyara dayanırken, doğal kaynaklar 1950'lerdeki
miktarın yarısına düşmüş durumda.
İnsanlık, dünya'nın tükenen doğal kaynaklarını yenileyebilmesi için her yıl, gelecek yıllardan daha fazla borç alıyor. Bir bakıma, torunlarımızdan alınmış kredilerle insanlık yaşıyor.
Aynı şekilde insanlar, kendi gelecek yıllarının üretimlerine borçlanarak, özendikleri Batı tipi tüketim toplumu olma yolundalar.
Bankacılık kredi sistemi, bireyin kendi geleceğini ipoteklemesi üzerine kurulmuş durumda. (Geçmişin bireysel kölelik anlayışının yerini alan modern zihinsel ve üretimsel kölelik …)
Diğer yandan mevcut "liberal demokrasiye dayalı kapitalist ekonomik sistemde" çöküyor. Bu gelir dağılımında eşitsizliklerin artışı, insanların, gelecekten endişe duyarak daha kapalı toplum yapılarına yönelmesine neden oluyor.
Günümüzde 40-50 yıl veya daha eski dönemlerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal yapıları özleyenler, arayanlar artıyor.
Siyaset kurumları da, toplumlardaki bu endişeyi kullanarak, daha güçlü, birleşmiş, dışa kapalı toplum modelleri vaatleri ile eski şanlı günlerin sözlerini veriyorlar.
Avrupa toplumları, bu konuda önde gidecek gibi gözüküyor. Mevcut sosyal refahlarını ve zenginliklerini borçlu oldukları; geçmiş 500 yılda sağladıkları üçüncü dünya ülkelerinden gelen göçler ve ekonomik durgunluk, bu korunma güdülerini artırıyor.
Bir yandan sadece zihinsel ve duygusal değil, ayrıca fiziksel bariyerlerle, gelen göçleri engellemeyi düşünenlerin sayısı artıyor.
Mesela bu dönemde ihtiyaç duyacakları doğal gaz kaynaklarını hem çeşitlendirmek hem de ucuza mal etmek için, müdahil oldukları Ortadoğu'dan gelen göçmenlere karşı olan tutumları, bu eğilimlerini daha da güçlendiriyor.
İngiltere’de Brexit oylaması, İspanya’da Katalan bölgesi referandumu bu yeni eğilimin ilk ayak sesleri…
Ekonomik küreselleşmenin getirdiği karşılıklı bağımlılık, ulus devletlerin çok uluslu şirketler karşısında piyasadan çekilip, sosyal devlet anlayışının zayıflaması, hep toplumsal dinamikleri ateşleyen ve kendileri dışındakileri "onlar" şeklinde tanımlamalarına yol açan yaklaşımlar geliştiriyor.
Üstelik sadece küresel değil, ulusal çapta bile kültürel, dini, etnik gruplaşmalar iç paylaşım kavgalarının da sinyalini veriyor.
Ülkeler içindeki kamplaşmalar da artıyor. Üretime katkısı sınırlı olan ya da hiç olmayanların, üretici olanlar üzerindeki baskısı artıkça, üretmeyenlerin oy çoğunluğu ile üretenlerin gelirleri üzerinden vergilerle gelir paylaşımları da bu iç kamplaşmaları körüklüyor.
Emekli veya çalışan vatandaşların sosyal refahını yükseltecek, yatırımların ekonomik kaynakları, gün geçtikçe daha fazla işsizlerin, çok çocuklu ailelerin, göçmenlerin ya da mültecilerin temel yaşamsal ihtiyaçlarına kullanılıyor.
Aynı ortamda ,sosyal refah devleti anlayışının aşamalı olarak zayıflatılması, devletin toplumsal dengeleri gözetme ve sürdürme gücünü de zayıflatmış durumda. Devlet, daha çok iç ve dış güvenlik politikalarından sorumlu bir konuma gerilemiş ve iç piyasaya sınırlı müdahale eder ve yönlendirir hale getirilmiş durumda.
Böyle bir ortamda insanların içinde bulundukları çıkmazlardan ve belirsizliklerden kurtulmak için, popülist ve milliyetçi politikacılara yönelmeleri ve onların liderlikleri altında toplanmaları da doğal bir olgu haline dönüşüyor.
Bu liderlerin ise, onları destekleyenlerden aldıkları güce dayanarak, toplumlarına güzel ve refah günleri vaat ederek, kavgacı ve uzlaşmaz devlet politikalarını geliştirmeleri de mümkün gözüküyor.
Günümüzde mevcut demokratik siyasal sistemler, toplumların ekonomik gücünü oluşturan üretici eğitimli orta sınıfı temsil etmekten gittikçe uzaklaşıyorlar. (Eskinin fabrika üretimine uygun düşük eğitimli işçi sınıfının yerini ve çoğunluğunu, iyi veya yüksek eğitimli orta sınıf almış durumda. Bu yüzden, eski işçi sınıfını temsil eden ve iktidarlar üzerinde sosyal politikalar konusunda baskı gücü oluşturan sendika ve benzeri örgütlenmelerde ciddi bir yaptırım gücü kaybetmiş durumda…)
Özellikle kredi sistemiyle desteklenmiş tüketim modelleri sonucu, insanlar bir ev ya da araba için gelecek 5-10 yıldaki ekonomik kazançlarını ipotek altına sokup, paranın-sermayenin belli ekonomik güç odaklarında toplanmasına da destek oluyorlar.
Bu yolla üretici orta sınıflar, gelirlerinin önemli bir kısmını zengin üst sınıfa aktarıyorlar. Gelir dağılımı adaletsizleşiyor ve milyoner sayısı artıyor.
Oy çoğunluğu ile seçilen iktidarlarda, bu borçlu sınıf yerine ekonomik kaynakları ellerinde toplamış güç odaklarının daha fazla etkisinde ve telkininde kalıyorlar.
Bu durumda alınan çoğu ulusal karar, daha çok uluslararası ya da ulusal ekonomik otoriteleri ve ihtiyaçlarını temsil ediyor.
(Meclislerde kendisinin ve düşüncesinin temsil edilmediğini düşünen vatandaş sayısı hızla artıyor. Bunun en güzel kanıtlarından biri de, "siyasetçi olmanın" bir meslek haline dönüşmesi ve vatandaşı temsil etme gücünün, ekonomik olarak güçlü birey ve ailelerin ellerinde toplanması. Bu gün herhangi bir seçime aday olarak katılmanın ekonomik maliyetini, çoğu sıradan vatandaş kaldıramaz hale geldi.)
Bu durum sadece gelişmekte olan değil, neredeyse dünya çapında ve yaygınlaşıyor.
Özellikle silah ve petrol-gaz üreticisi şirketler, lobi çalışmaları ile ulus devletler üzerinden çeşitli bölgelerde; pazar ve üretim kaynaklarını kontrol etmek için mücadele ediyorlar.
Bu nedenle ülkeler ve ülke liderleri arasındaki çatışmalar, restleşmeler gittikçe sertleşiyor. Amerika'daki seçim sonuçlarından, Avrupa'daki bir çok sağcı, milliyetçi cephelerin gittikçe güçlenmesi buna işaret.
Çünkü paylaşılacak kaynaklar azalmış ama paylaşmak isteyen kişi sayısı çok çoğalmış durumda...(Kimi devletlerde, toplumlarından feda edilebilecekler ile korunacaklar arasındaki farkları belirleme, dolaylı yoldan bile başlamış olabilir.)
Sosyal devlet anlayışının, iş güvencelerinin zayıflaması, eğitim ve sağlık gibi toplumu direk ilgilendiren kurumların özelleşmesinin artması buna bir işaret olarak da yorumlanabilir.
Üretmeyen, üretimde olmayana; daha az korumacılık ve destek verilirken, bunların devlet politikalarına ve uygulamalarına bağımlılığı da artırılıyor.
Ülkeler kendi içlerinde bu kadar kaynarken, uluslar arası ortamda ise iktidarların ulusal politikaları, uluslararası şirketlerin pazar ve kaynak paylaşımlarıyla biçimlendirilirken, üstelik daralan imkan ve azalan kaynaklarla bu paylaşım kavgası kızışırken, tüm dünyayı saracak evresel bir barış dönemi ummak, büyük bir hayal olur.
Çözülmesi gereken ulusal ve uluslar arası, birbirine bağımlı ve destekleyen çok problem var. Her problemin çözümü, yeni ve başka bir problemi doğuruyor. Ya da eski bir taneyi güçlendiriyor.
Bu problemleri aşmak için, Gordion düğümünü çözmek gerekecek.
Tabi gelecekteki savaşlar geçmiştekinden farklı ortam ve araçlarla da olacak, geçmişteki konvansiyonel (tank, top, asker ağırlıklı silahlı kuvvetler) orduların yerini, daha küçük, mobilitesi yüksek veya kiralık ordular almış durumda.
(Meclislerde temsil edilmediklerini düşünenlerin, ulusal politikalara olan desteği de azalıyor.)
Bu kiralık ordular genelde, bir başka ülkenin terörist gruplarından oluşuyor-oluşacak. Hatta bu amaca uygun bölgesel örgüt yok ise, uluslar arası insan kaynaklarından belirlenen amaca hizmet edecek ideolojiye yatkın insanlardan terör grupları bile kurulacak.
Mesela son dönemlerde kurulan Işid; hem Islam algısına büyük zarar verirken, hem de gelecekte Akdeniz’e ulaşacak doğalgaz boru hatlarını kontrol edecek ve koruyacak ama küçük ve komşu ülkelerle kavgalı olduğu için, müşterilerine siyasi ve ekonomik olarak bağımlı kalacak bir devlet oluşumu için Kuzey Irak ve Kuzey Suriye bölgesini büyük çapta temizlemiş ve bu devletin kuruluşu için hazırlamıştır.
(Bu çalışma nereden bakılsa, 20 yıllık bir proje ürünü gibi gözüküyor. Dünyanın başka ekonomik kaynak noktalarında da benzer projelerin uygulama da olması muhtemel.)
Bir bölge durulunca, taşlar oturunca başka bir bölgede yeni sorunlar patlak verecek gibi geliyor.
Bu nedenle liberal ekonomik sistem ve araçları insanlık tarafından terk edilmedikçe, dünya çapında bir barış ihtimali gözükmüyor. Bölgesel barış ve durgunluklar da, aldatıcı… Kalıcı değiller.
-----------------------------------------------------------------------
Is a global state of peace possible?
Unfortunately, a global state of peace seems impossible. Because humanity is being based on 9 billion people,but on the contrary the natural resources have fallen in half of the 1950s.
Every year, the Humanity borrows more from the coming years to renew the world's exhausted natural resources. Humanity lives on loans that we receive them from our grandchildren.Likewise, people owe their own future productions to supply their interests become Western-type consumer society.
The banking credit system is based on mortgaging the individual's own future. (This is modern mental and productive slavery system...)
On the other hand, the current "liberal democracy-based capitalist economic system" collapses. This leads to an increase in inequalities in income distribution and is causing people more anxious who is concerned about the future and their societies have been turning into more closed society structures.
Nowadays, the number of people in societies who are seeking political, economic and social structures of the past of 40-50 years or more, are increasing.
The Political Institutions, Parties have been using this anxiety in their societies by making promises of old glorious days as stronger, united and closed-protected community models.
European societies seem to be ahead in this regard. Economic stagnation and migrations from third world countries, which they have provided their existing social welfare and wealth for the past 500 years, are causing to increase their preservation instincts.
The number of people is increasing not only mental and emotional, but also with physical barriers who think that they have to be prevented these immigration's.
For example, their attitudes towards immigrants and refugees from the Middle East and Africa are strengthening as trends. Contrary to this, where they are involving with their territories in order to get cheaper the natural gas from diversified resources for their next closed and preserved periods. (Brexit in Britain, Catalan territory referendum in Spain are the some first footsteps of this new trend ...)
The economically interdependence of the globalization are developing approaches which one is that the national states are withdrawing from the market control against multinational companies. And the other one is that the societies are developing approaches as “we and they-outsiders” inside them, by weakening welfare of the social state.This ignites social dynamics of these nations.
Moreover, this are also signalling internal sharing quarrels not only global but also national, cultural, religious, ethnic groupings.So, the polarization are also increasing in the countries.
For example, the economic pressure of non or limited producers are increasing on the producers of nations. They get this power by the majority based vote power and public pressure.
As a result, the economic sources which have to be are used to raise social welfare of retired or working citizens, are used for the essential vital needs of migrants, refugees, unemployed or the many children of their families.
At the same time, the attenuation of the social welfare state has also weakened the state's ability to maintain social balances.
The state has declined to a position mainly responsible for internal and external security policies while the ability to intervene to markets are diminishing.
In such an environment, it is becoming a natural phenomenon for people who are gatherings under populist and nationalist politician leaders to get rid of the tribulations and uncertainties.
It is also possible for these leaders, who may develop their fighting and uncompromising state policies by promising good and prosperous days for their communities as supported by the majority of votes.
Present democratic political systems are increasingly moving away from representing the producer-educated middle class, which constitutes the economic power of societies.
(Instead of older has majority of the low-educated working class who are suitable for factory production in, a good or highly educated middle class taken the place of them.
Thus unions and similar organizations representing these former working classes had lost a serious sanction and imposing pressure on social policies on the power.)
Especially, as a result of the consumption models supported by the credit system, The people are getting in dep by mortgaging their next 5 or 10 years of work productions for a car, or home or etc... This system is helping to collect the money-capital in certain economic powers and centers.
In this way, the producer middle class transfers a significant portion of their income to the rich upper class. Income distribution is becoming unfair and the number of millionaires are increasing.
The elected governments by the majority of votes are being strongly influenced by the Spoolers of economic resources in their hands instead of this debtors.
In this case, most national taken decisions are more representative of international or national economic authorities and their needs.
(The number of citizens who think that he or she is not represented in the Assemblies are increasing rapidly after elections. One of the best proofs of this is that "becoming a politician" becomes more professional.And the power of representing citizens are accumulate at the reign of economically powerful individuals or families.Today, the economic cost of joining an election as candidate has become untenable for most ordinary citizens. )
This is not just only developing countries, it is spreading almost world-wide.
Particularly Arms and Oil-gas producing companies are struggling to control market and production resources in various regions through lobbying and nation states.For this reason, the conflicts between the countries and their leaders are getting harder and harder.
This conclusion can be made from empowering the rightist and nationalist fronts in Europe and from the last elections in America.
Because the resources which have to be shared by community, have been diminishing, however the number of people who want to share these resources has been multiplying so much ...
The weakening of job security, down warding public health and education services, social security tools and privatization of these institutions can be interpreted as an indication for the lowering the understanding of the social state. Also as a preserving these vote fields, non or less producers while less protecting, increased their dependence on government policies and practices by public projects. This means more burden taxes on pay rollers.
It is a great dream hoping a global peace that will encompass the whole world, while the countries are so boiling in their societies and the international corporations are struggling for diminished resources to keep their markets by shaping international politics.
There are many national and international problems which are interdependent and supporting to each other that need to be resolved.
The solution of every problem creates new problem. Or it strengthens the old one.To overcome these problems, the humanity have to solve the Gordion knot.
Of course, future wars will take place with different environments and tools than before. Smaller, higher mobility and fire power or hired armies taking over the conventional (more soldier, tank, ball, military) armies of the past.
Those who think they are not represented in parliaments are also getting less support to national politics.
These hired armies will usually be made up of terrorist groups of another country.Even if there is no suitable regional organization for this purpose, even terrorist groups may be established among people who are ideologically prone to serve for the purpose determined by international human resources. .
For example, Ishid-ISIS has largely cleared to prepare northern Iraq and the Syrian territory for the formation of a new small state that will be politically and economically dependent on its customers because of conflicts with former owners-new neighbours.
This new state will control and protects natural gas pipelines that will reach the Mediterranean in the future.
(From the point of view of this work, it seems to be a project product of 20 years. It is likely that similar projects may also be implemented at other economic resource points of the world.)
When a region is slacken, new problems are likely to break out in another region.
For this reason, I think, there is no world-wide possibility of peace unless the liberal economic system and tools are abandoned by humanity.
Regional peace and stagnation are also deceptive They are not permanent.
İnsanlık, dünya'nın tükenen doğal kaynaklarını yenileyebilmesi için her yıl, gelecek yıllardan daha fazla borç alıyor. Bir bakıma, torunlarımızdan alınmış kredilerle insanlık yaşıyor.
Aynı şekilde insanlar, kendi gelecek yıllarının üretimlerine borçlanarak, özendikleri Batı tipi tüketim toplumu olma yolundalar.
Bankacılık kredi sistemi, bireyin kendi geleceğini ipoteklemesi üzerine kurulmuş durumda. (Geçmişin bireysel kölelik anlayışının yerini alan modern zihinsel ve üretimsel kölelik …)
Diğer yandan mevcut "liberal demokrasiye dayalı kapitalist ekonomik sistemde" çöküyor. Bu gelir dağılımında eşitsizliklerin artışı, insanların, gelecekten endişe duyarak daha kapalı toplum yapılarına yönelmesine neden oluyor.
Günümüzde 40-50 yıl veya daha eski dönemlerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal yapıları özleyenler, arayanlar artıyor.
Siyaset kurumları da, toplumlardaki bu endişeyi kullanarak, daha güçlü, birleşmiş, dışa kapalı toplum modelleri vaatleri ile eski şanlı günlerin sözlerini veriyorlar.
Avrupa toplumları, bu konuda önde gidecek gibi gözüküyor. Mevcut sosyal refahlarını ve zenginliklerini borçlu oldukları; geçmiş 500 yılda sağladıkları üçüncü dünya ülkelerinden gelen göçler ve ekonomik durgunluk, bu korunma güdülerini artırıyor.
Bir yandan sadece zihinsel ve duygusal değil, ayrıca fiziksel bariyerlerle, gelen göçleri engellemeyi düşünenlerin sayısı artıyor.
Mesela bu dönemde ihtiyaç duyacakları doğal gaz kaynaklarını hem çeşitlendirmek hem de ucuza mal etmek için, müdahil oldukları Ortadoğu'dan gelen göçmenlere karşı olan tutumları, bu eğilimlerini daha da güçlendiriyor.
İngiltere’de Brexit oylaması, İspanya’da Katalan bölgesi referandumu bu yeni eğilimin ilk ayak sesleri…
Ekonomik küreselleşmenin getirdiği karşılıklı bağımlılık, ulus devletlerin çok uluslu şirketler karşısında piyasadan çekilip, sosyal devlet anlayışının zayıflaması, hep toplumsal dinamikleri ateşleyen ve kendileri dışındakileri "onlar" şeklinde tanımlamalarına yol açan yaklaşımlar geliştiriyor.
Üstelik sadece küresel değil, ulusal çapta bile kültürel, dini, etnik gruplaşmalar iç paylaşım kavgalarının da sinyalini veriyor.
Ülkeler içindeki kamplaşmalar da artıyor. Üretime katkısı sınırlı olan ya da hiç olmayanların, üretici olanlar üzerindeki baskısı artıkça, üretmeyenlerin oy çoğunluğu ile üretenlerin gelirleri üzerinden vergilerle gelir paylaşımları da bu iç kamplaşmaları körüklüyor.
Emekli veya çalışan vatandaşların sosyal refahını yükseltecek, yatırımların ekonomik kaynakları, gün geçtikçe daha fazla işsizlerin, çok çocuklu ailelerin, göçmenlerin ya da mültecilerin temel yaşamsal ihtiyaçlarına kullanılıyor.
Aynı ortamda ,sosyal refah devleti anlayışının aşamalı olarak zayıflatılması, devletin toplumsal dengeleri gözetme ve sürdürme gücünü de zayıflatmış durumda. Devlet, daha çok iç ve dış güvenlik politikalarından sorumlu bir konuma gerilemiş ve iç piyasaya sınırlı müdahale eder ve yönlendirir hale getirilmiş durumda.
Böyle bir ortamda insanların içinde bulundukları çıkmazlardan ve belirsizliklerden kurtulmak için, popülist ve milliyetçi politikacılara yönelmeleri ve onların liderlikleri altında toplanmaları da doğal bir olgu haline dönüşüyor.
Bu liderlerin ise, onları destekleyenlerden aldıkları güce dayanarak, toplumlarına güzel ve refah günleri vaat ederek, kavgacı ve uzlaşmaz devlet politikalarını geliştirmeleri de mümkün gözüküyor.
Günümüzde mevcut demokratik siyasal sistemler, toplumların ekonomik gücünü oluşturan üretici eğitimli orta sınıfı temsil etmekten gittikçe uzaklaşıyorlar. (Eskinin fabrika üretimine uygun düşük eğitimli işçi sınıfının yerini ve çoğunluğunu, iyi veya yüksek eğitimli orta sınıf almış durumda. Bu yüzden, eski işçi sınıfını temsil eden ve iktidarlar üzerinde sosyal politikalar konusunda baskı gücü oluşturan sendika ve benzeri örgütlenmelerde ciddi bir yaptırım gücü kaybetmiş durumda…)
Özellikle kredi sistemiyle desteklenmiş tüketim modelleri sonucu, insanlar bir ev ya da araba için gelecek 5-10 yıldaki ekonomik kazançlarını ipotek altına sokup, paranın-sermayenin belli ekonomik güç odaklarında toplanmasına da destek oluyorlar.
Bu yolla üretici orta sınıflar, gelirlerinin önemli bir kısmını zengin üst sınıfa aktarıyorlar. Gelir dağılımı adaletsizleşiyor ve milyoner sayısı artıyor.
Oy çoğunluğu ile seçilen iktidarlarda, bu borçlu sınıf yerine ekonomik kaynakları ellerinde toplamış güç odaklarının daha fazla etkisinde ve telkininde kalıyorlar.
Bu durumda alınan çoğu ulusal karar, daha çok uluslararası ya da ulusal ekonomik otoriteleri ve ihtiyaçlarını temsil ediyor.
(Meclislerde kendisinin ve düşüncesinin temsil edilmediğini düşünen vatandaş sayısı hızla artıyor. Bunun en güzel kanıtlarından biri de, "siyasetçi olmanın" bir meslek haline dönüşmesi ve vatandaşı temsil etme gücünün, ekonomik olarak güçlü birey ve ailelerin ellerinde toplanması. Bu gün herhangi bir seçime aday olarak katılmanın ekonomik maliyetini, çoğu sıradan vatandaş kaldıramaz hale geldi.)
Bu durum sadece gelişmekte olan değil, neredeyse dünya çapında ve yaygınlaşıyor.
Özellikle silah ve petrol-gaz üreticisi şirketler, lobi çalışmaları ile ulus devletler üzerinden çeşitli bölgelerde; pazar ve üretim kaynaklarını kontrol etmek için mücadele ediyorlar.
Bu nedenle ülkeler ve ülke liderleri arasındaki çatışmalar, restleşmeler gittikçe sertleşiyor. Amerika'daki seçim sonuçlarından, Avrupa'daki bir çok sağcı, milliyetçi cephelerin gittikçe güçlenmesi buna işaret.
Çünkü paylaşılacak kaynaklar azalmış ama paylaşmak isteyen kişi sayısı çok çoğalmış durumda...(Kimi devletlerde, toplumlarından feda edilebilecekler ile korunacaklar arasındaki farkları belirleme, dolaylı yoldan bile başlamış olabilir.)
Sosyal devlet anlayışının, iş güvencelerinin zayıflaması, eğitim ve sağlık gibi toplumu direk ilgilendiren kurumların özelleşmesinin artması buna bir işaret olarak da yorumlanabilir.
Üretmeyen, üretimde olmayana; daha az korumacılık ve destek verilirken, bunların devlet politikalarına ve uygulamalarına bağımlılığı da artırılıyor.
Ülkeler kendi içlerinde bu kadar kaynarken, uluslar arası ortamda ise iktidarların ulusal politikaları, uluslararası şirketlerin pazar ve kaynak paylaşımlarıyla biçimlendirilirken, üstelik daralan imkan ve azalan kaynaklarla bu paylaşım kavgası kızışırken, tüm dünyayı saracak evresel bir barış dönemi ummak, büyük bir hayal olur.
Çözülmesi gereken ulusal ve uluslar arası, birbirine bağımlı ve destekleyen çok problem var. Her problemin çözümü, yeni ve başka bir problemi doğuruyor. Ya da eski bir taneyi güçlendiriyor.
Bu problemleri aşmak için, Gordion düğümünü çözmek gerekecek.
Tabi gelecekteki savaşlar geçmiştekinden farklı ortam ve araçlarla da olacak, geçmişteki konvansiyonel (tank, top, asker ağırlıklı silahlı kuvvetler) orduların yerini, daha küçük, mobilitesi yüksek veya kiralık ordular almış durumda.
(Meclislerde temsil edilmediklerini düşünenlerin, ulusal politikalara olan desteği de azalıyor.)
Bu kiralık ordular genelde, bir başka ülkenin terörist gruplarından oluşuyor-oluşacak. Hatta bu amaca uygun bölgesel örgüt yok ise, uluslar arası insan kaynaklarından belirlenen amaca hizmet edecek ideolojiye yatkın insanlardan terör grupları bile kurulacak.
Mesela son dönemlerde kurulan Işid; hem Islam algısına büyük zarar verirken, hem de gelecekte Akdeniz’e ulaşacak doğalgaz boru hatlarını kontrol edecek ve koruyacak ama küçük ve komşu ülkelerle kavgalı olduğu için, müşterilerine siyasi ve ekonomik olarak bağımlı kalacak bir devlet oluşumu için Kuzey Irak ve Kuzey Suriye bölgesini büyük çapta temizlemiş ve bu devletin kuruluşu için hazırlamıştır.
(Bu çalışma nereden bakılsa, 20 yıllık bir proje ürünü gibi gözüküyor. Dünyanın başka ekonomik kaynak noktalarında da benzer projelerin uygulama da olması muhtemel.)
Bir bölge durulunca, taşlar oturunca başka bir bölgede yeni sorunlar patlak verecek gibi geliyor.
Bu nedenle liberal ekonomik sistem ve araçları insanlık tarafından terk edilmedikçe, dünya çapında bir barış ihtimali gözükmüyor. Bölgesel barış ve durgunluklar da, aldatıcı… Kalıcı değiller.
-----------------------------------------------------------------------
Is a global state of peace possible?
Unfortunately, a global state of peace seems impossible. Because humanity is being based on 9 billion people,but on the contrary the natural resources have fallen in half of the 1950s.
Every year, the Humanity borrows more from the coming years to renew the world's exhausted natural resources. Humanity lives on loans that we receive them from our grandchildren.Likewise, people owe their own future productions to supply their interests become Western-type consumer society.
The banking credit system is based on mortgaging the individual's own future. (This is modern mental and productive slavery system...)
On the other hand, the current "liberal democracy-based capitalist economic system" collapses. This leads to an increase in inequalities in income distribution and is causing people more anxious who is concerned about the future and their societies have been turning into more closed society structures.
Nowadays, the number of people in societies who are seeking political, economic and social structures of the past of 40-50 years or more, are increasing.
The Political Institutions, Parties have been using this anxiety in their societies by making promises of old glorious days as stronger, united and closed-protected community models.
European societies seem to be ahead in this regard. Economic stagnation and migrations from third world countries, which they have provided their existing social welfare and wealth for the past 500 years, are causing to increase their preservation instincts.
The number of people is increasing not only mental and emotional, but also with physical barriers who think that they have to be prevented these immigration's.
For example, their attitudes towards immigrants and refugees from the Middle East and Africa are strengthening as trends. Contrary to this, where they are involving with their territories in order to get cheaper the natural gas from diversified resources for their next closed and preserved periods. (Brexit in Britain, Catalan territory referendum in Spain are the some first footsteps of this new trend ...)
The economically interdependence of the globalization are developing approaches which one is that the national states are withdrawing from the market control against multinational companies. And the other one is that the societies are developing approaches as “we and they-outsiders” inside them, by weakening welfare of the social state.This ignites social dynamics of these nations.
Moreover, this are also signalling internal sharing quarrels not only global but also national, cultural, religious, ethnic groupings.So, the polarization are also increasing in the countries.
For example, the economic pressure of non or limited producers are increasing on the producers of nations. They get this power by the majority based vote power and public pressure.
As a result, the economic sources which have to be are used to raise social welfare of retired or working citizens, are used for the essential vital needs of migrants, refugees, unemployed or the many children of their families.
At the same time, the attenuation of the social welfare state has also weakened the state's ability to maintain social balances.
The state has declined to a position mainly responsible for internal and external security policies while the ability to intervene to markets are diminishing.
In such an environment, it is becoming a natural phenomenon for people who are gatherings under populist and nationalist politician leaders to get rid of the tribulations and uncertainties.
It is also possible for these leaders, who may develop their fighting and uncompromising state policies by promising good and prosperous days for their communities as supported by the majority of votes.
Present democratic political systems are increasingly moving away from representing the producer-educated middle class, which constitutes the economic power of societies.
(Instead of older has majority of the low-educated working class who are suitable for factory production in, a good or highly educated middle class taken the place of them.
Thus unions and similar organizations representing these former working classes had lost a serious sanction and imposing pressure on social policies on the power.)
Especially, as a result of the consumption models supported by the credit system, The people are getting in dep by mortgaging their next 5 or 10 years of work productions for a car, or home or etc... This system is helping to collect the money-capital in certain economic powers and centers.
In this way, the producer middle class transfers a significant portion of their income to the rich upper class. Income distribution is becoming unfair and the number of millionaires are increasing.
The elected governments by the majority of votes are being strongly influenced by the Spoolers of economic resources in their hands instead of this debtors.
In this case, most national taken decisions are more representative of international or national economic authorities and their needs.
(The number of citizens who think that he or she is not represented in the Assemblies are increasing rapidly after elections. One of the best proofs of this is that "becoming a politician" becomes more professional.And the power of representing citizens are accumulate at the reign of economically powerful individuals or families.Today, the economic cost of joining an election as candidate has become untenable for most ordinary citizens. )
This is not just only developing countries, it is spreading almost world-wide.
Particularly Arms and Oil-gas producing companies are struggling to control market and production resources in various regions through lobbying and nation states.For this reason, the conflicts between the countries and their leaders are getting harder and harder.
This conclusion can be made from empowering the rightist and nationalist fronts in Europe and from the last elections in America.
Because the resources which have to be shared by community, have been diminishing, however the number of people who want to share these resources has been multiplying so much ...
The weakening of job security, down warding public health and education services, social security tools and privatization of these institutions can be interpreted as an indication for the lowering the understanding of the social state. Also as a preserving these vote fields, non or less producers while less protecting, increased their dependence on government policies and practices by public projects. This means more burden taxes on pay rollers.
It is a great dream hoping a global peace that will encompass the whole world, while the countries are so boiling in their societies and the international corporations are struggling for diminished resources to keep their markets by shaping international politics.
There are many national and international problems which are interdependent and supporting to each other that need to be resolved.
The solution of every problem creates new problem. Or it strengthens the old one.To overcome these problems, the humanity have to solve the Gordion knot.
Of course, future wars will take place with different environments and tools than before. Smaller, higher mobility and fire power or hired armies taking over the conventional (more soldier, tank, ball, military) armies of the past.
Those who think they are not represented in parliaments are also getting less support to national politics.
These hired armies will usually be made up of terrorist groups of another country.Even if there is no suitable regional organization for this purpose, even terrorist groups may be established among people who are ideologically prone to serve for the purpose determined by international human resources. .
For example, Ishid-ISIS has largely cleared to prepare northern Iraq and the Syrian territory for the formation of a new small state that will be politically and economically dependent on its customers because of conflicts with former owners-new neighbours.
This new state will control and protects natural gas pipelines that will reach the Mediterranean in the future.
(From the point of view of this work, it seems to be a project product of 20 years. It is likely that similar projects may also be implemented at other economic resource points of the world.)
When a region is slacken, new problems are likely to break out in another region.
For this reason, I think, there is no world-wide possibility of peace unless the liberal economic system and tools are abandoned by humanity.
Regional peace and stagnation are also deceptive They are not permanent.
Etiketler:
ayrımcılık,
barış,
biçimlendirme,
bireysel,
demografi. emeklilik,
din,
diplomasi,
Dünya,
economic system,
ekonomi,
endişe,
evrensel,
Homo homini lupus,
peace,
Sistem,
Toplumsal,
world,
Yasalar
22 Ağustos 2017 Salı
Eğitim ve Zeka hakkında düşünceler.
Çocuk yetiştirirken ona mümkün olan en iyi koşulları sunmaya ve en avantajlı şekilde donatmaya çalışırız.
Aslında gizli amacımız, hayat kavgasında ayakları üzerinde durabilecek, başarısızlıklar karşısında sıfırdan başlayabilecek, değişen şartlara uyum sağlayabilecek, kısaca "ayakta kalacak" bireyler yetiştirmek.
Eğitim ve uygulama ile zekayı desteklemek; büyük yatağa (kapasitesi) sınırlı kumaş (imkanlar) ile yorgan dikmek (eğitim, yöneylem) gibi ...
Bir taraftan çekiştirince, başka bir taraf muhakkak açılıyor. Yatağın her tarafı en verimli şekilde kullanılamıyor. Bir eksik kalıyor.
Ya çok maharretli bir terzi olacaksın. (Çok bilinçli, belki hedefinizdeki çocuktan daha zeki, sosyal, mutlu, akıllı, başarılı...)
Ya yatak küçük olacak (bunu hiç birimiz istemiyoruz ama...)
Ya da yorgan büyük ( Bu seferde çok imkanı seferber ederek verilmiş eğitim)
Ama yatak küçük ise, zaten yorgan fazla geliyor. Boşa, kayıp oluyor.
Bu iş çok zor.
En temizi; bırakın özgürce, çocuğu
İstediği sevdiği ne ise, onu yapsın.
Sevdiği işte zaten başarılı da olur, mutlu da...
Kendisine güveni de olur, ispatı da...
Şimdiye kadar -özel durumlar hariç- sınırlı, zekası veya merakı yetersiz, mutsuz küçük bir çocuğa hiç denk gelmedim.
Aslında sanırım biz büyükler, istediğimiz gibi biçimlendirmeye çalışırken, bu cevherleri köreltiyoruz.
Hepsinden biraz olması için, çocuğun zihnini özgür bırakın ...
Kimi ebeveynler, özgüveni yüksek olsun diye, çocuğun isteklerini karşılayıp, ona sınır koymama eğiliminde oluyorlar. Ama bu sorunu daha da çetrefilleştiriyor.
Çocuk büyüdükçe, başkaları tarafından karşılanmayan isteklerinden dolayı, ailesine yükleniyor ve bağımlılaşıyor.
Çocuğun zihnini serbest bırakmak, onun isteklerini karşılamak olmamalı. Bilakis, onun toplum ve aile içindeki yerini ve sınırlarını gösterip, bu sınırlar içinde kendisine ait özel bir kişilik alanı oluşturmasını desteklemek olmalı.
Çünkü o sınırlarını genişletince, özellikle onu sevenler başta olmak üzere, başka birilerinin de sınırları daralıyor olduğunu anlamalı.
Ona aile içindeki yerini gösterip, bir işlev ve sorumluluk sahibi olması desteklenmeli.
Merak ettiği konularda mümkün olan teçhizat ve tedrisat desteği verilirken, sabun köpüğü heveslerde, aynı hatalar tekrarlanmamalı.
İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Tek başına, fiziksel ya da zihinsel, mutlu olamaz. Başarıları takdir edilmedikçe, yaptıklarından haz almaz. Daha iyisini yaptığında bu takdir edilmezse, "yarın daha iyisini yapacağım duygusu" kalmaz.
Bireylerin kişilik sınırları gösterilemezse, başkalarını da kendisi gibi sınırsız sanır ve gerçekleşmeyecek arzu ve isteklerin peşinde tatminsiz, mutsuz kalır.
Hayal gücü eleştirilirse, hayallerine kendisi de inanmaz. Her şey kötüye giderken bile iyiyi araması öğretilmezse, yarından umudunu keser. Umut gidince, insanoğlunun gelecek ümidi de gider.
Yarına korkuyla, endişeyle bakar. Belki de hiç gerçekleşemeyecek olası tehditlere zihnini yorup, önlem alır. Zamanını ve zekasını boşa harcar. (Aslında bu "toplumsal bir yara"mız gibi duruyor...)
Çocuğun zihnini açmak için; onunla oyun oynayın. Hikayeler anlatın. Umutlarınızdan bahsedin. Beraber öğrenin. Fikirlerine değer verin ve UYGULAYIN.
Sorular sorup, hiç düşünmediği konularda düşünmesini sağlayın.
Ve her zaman gerçekçi olun, hayallerini gerçek imkanları üzerinde geliştirsin...
Ve bir şey yapmak istediğinde, "Hayır!" demeyin. Beraber yapmaya çalışırken, neden olmayacağını "anlamasını sağlamaya" çalışın.
Onu anlayın, sizi de anlaması için sabırla uğraşın.
·
Zeka çoğunlukla genetik ve çevresel faktörlere direkt
bağlı. Bunu bilimsel çalışmalardan, araştırmalardan biliyoruz.
Zeka yazılımdır, beyin ise donanım. Bu metaforda beynin yaptığı her şeye " akıl " diyoruz. Akıl, beyin denen donanım zemininde " zeka " denilen yazılım kökenli programların toplamıdır. Genetik faktörü çoğunlukla donanıma gözle görünür bir etki eder. İyi bir zemin yoksa ne kadar iyi yazılıma sahip olursan ol bir noktaya kadar. Çevresel faktörler tamamı ile yazılımı şekillendirir. Dış dünya ile oluşan yazılım (zeka) iç dünyamız olan beyin ile birleşip ortaya " aklı " çıkarır.
Bilgelik en başta kendini bilmeyi gerektirir. Yani aklımızı bilmeyi, anlamayı gerektirir. Yoksul toplumlarda uzlaşma ve her soruna bir çözüm bulma eğiliminin temelinde çaresizliğin ve azmin olduğunu tüm içtenlikle düşünüyorum. Zengin olup iyi düşünen ve iyi bir muhakeme yetisine sahip insanlar olduğu gibi fakir olup basit düşünen ve ilerisini görme yetisi olmayan insanlarda var. Bu yüzden zenginin ya da fakirin zeki olup olmamasını bu örneğe dayandıramayız.
Bu noktada bilgelik çok önemli çünkü günümüzde insanlar birbirinin gözlerinden dünyaya ve olaylara bakmayı bilmiyorlar. Bırak bakmayı, farklı insanların farklı durumları daha farklı değerlendirmesi gerçeğini bile kabul etmiyorlar. İnsanların ön yargıları ve kutuplaşmaya iten nedenleri (ırk, din, dil, maddi seviye, güzellik, gibi ) yüzünden birbirlerini anlamasının sonucu da anlaşmazlıklar, fikir ayrılıkları ve iyi-kötü kavramları doğuyor. Bilgelik ne kadar bildiğin ile ilgili değil bu noktada.
Bilgelik demek kendi aklının bileşenlerinin farkına varıp diğerlerininkini anlamaya çalışmak ve kendi aklın ile diğerlerininkinin arasında hiçbir menfaat ve art niyet olmadan köprü kurmak demek. Her sorun için bir çözüme sahip olmak değil her sorunun bir çözümü olabileceğine dair kendini koşullamak demektir. Bu noktada anlaşmazlık dediğimiz şey; milyarlarca yazılımın, birbirinin yarattığı programları anlayamaması, çalıştıramaması değildir midir ?
Zeka yazılımdır, beyin ise donanım. Bu metaforda beynin yaptığı her şeye " akıl " diyoruz. Akıl, beyin denen donanım zemininde " zeka " denilen yazılım kökenli programların toplamıdır. Genetik faktörü çoğunlukla donanıma gözle görünür bir etki eder. İyi bir zemin yoksa ne kadar iyi yazılıma sahip olursan ol bir noktaya kadar. Çevresel faktörler tamamı ile yazılımı şekillendirir. Dış dünya ile oluşan yazılım (zeka) iç dünyamız olan beyin ile birleşip ortaya " aklı " çıkarır.
Bilgelik en başta kendini bilmeyi gerektirir. Yani aklımızı bilmeyi, anlamayı gerektirir. Yoksul toplumlarda uzlaşma ve her soruna bir çözüm bulma eğiliminin temelinde çaresizliğin ve azmin olduğunu tüm içtenlikle düşünüyorum. Zengin olup iyi düşünen ve iyi bir muhakeme yetisine sahip insanlar olduğu gibi fakir olup basit düşünen ve ilerisini görme yetisi olmayan insanlarda var. Bu yüzden zenginin ya da fakirin zeki olup olmamasını bu örneğe dayandıramayız.
Bu noktada bilgelik çok önemli çünkü günümüzde insanlar birbirinin gözlerinden dünyaya ve olaylara bakmayı bilmiyorlar. Bırak bakmayı, farklı insanların farklı durumları daha farklı değerlendirmesi gerçeğini bile kabul etmiyorlar. İnsanların ön yargıları ve kutuplaşmaya iten nedenleri (ırk, din, dil, maddi seviye, güzellik, gibi ) yüzünden birbirlerini anlamasının sonucu da anlaşmazlıklar, fikir ayrılıkları ve iyi-kötü kavramları doğuyor. Bilgelik ne kadar bildiğin ile ilgili değil bu noktada.
Bilgelik demek kendi aklının bileşenlerinin farkına varıp diğerlerininkini anlamaya çalışmak ve kendi aklın ile diğerlerininkinin arasında hiçbir menfaat ve art niyet olmadan köprü kurmak demek. Her sorun için bir çözüme sahip olmak değil her sorunun bir çözümü olabileceğine dair kendini koşullamak demektir. Bu noktada anlaşmazlık dediğimiz şey; milyarlarca yazılımın, birbirinin yarattığı programları anlayamaması, çalıştıramaması değildir midir ?
Kemal
( Bay Hiçkimse ) 25 Aralık 2017
EĞİTİM SİSTEMİ NASIL OLMALI ?
Daha az ders saatleri ile daha az gün eğitim verilmeli.Önümüzdeki yüzyılın şart ve ihtiyaçlarını göz önüne alırsak; bireyselliği gelişmiş ama ekip çalışmasına yatkın, iş bölümü ile uzmanlaşan bireylere ihtiyacımız olacak.
Liderlik kavramı, kişinin niteliklerinden, uzmanlığa yani işin niteliklerine kaymak zorunda...
Bu ekip çalışması ile yoğun bilgi üretimi için, bireysel özellikleri törpülemeden ve gruba farklılık olarak değil, tamamlayıcı olarak sunmak için:
Çocuklara; okuma-yazma öğretildikten sonra, üyeleri projelerle değişen ekipler halinde görevler verilmeli.
Her ekip kendi proje konusunu araştırıp, sınıf arkadaşlarına sunum yapmalı.
Not sistemi de iki aşamalı olmalı.
1) Kendi projesine ne kadar iyi hazırlandı. Ekibe ne kattı?
2) Diğer ekiplerin projelerini ne kadar anladı?
Notlama:
1) Ekibin projesi için öğretmen yanında sınıf arkadaşları da not vermeli. Bireyin ekibe katkısı içinde, ekip arkadaşları not vermeli.
2) Diğer ekiplerin konularını ne derece anladığını sorgulayacak soruları, sunum hazırlayan ekibin üyeleri hazırlamalı. Değerlendirme önce öğrenci, sonra ilgili öğretmen tarafından yapılmalı.
Konuları tam anlamadığı anlaşılan öğrenciler, sunum ekibi tarafından tekrar eğitime alınmalı,
Tekrar değerlendirme (soru-sınav) ile öğrenci değerlendirilmeli.
Öğretmen'e ne oldu?
Onun işi artık çok daha zor.
Ekiplere ve üyelerine araştırmalarında danışmanlık ve yol göstericilik yapacak. Sunum öncesi, gelinen aşamayı ve hataları saptayarak, doğru bilgiye yönlendirecek.
Değerlendirmelerin adil ve tarafsız olması için, isimleri saklayarak, kodlu sistemle değerlendirmeye alınmasını organize edecek. Böylece, sınav-soru kısmında kimse, kimin cevaplarını değerlendirdiğini bilmeyecek.
Etiketler:
çocuk,
değişim,
demografi. emeklilik,
eğitim,
empati,
Evrim,
Hafiza,
yetiştirme,
Zeka
28 Haziran 2017 Çarşamba
Bilinç, canlılık nedir?
Bu soru bilimsel bilgiden ziyade felsefi bakışı sorguluyor
bence.
Canlılık: Bence, canlılık maddenin doğal bir formudur. (?)
Evrendeki temel varlık; enerjidir. Enerjinin temel eğilimi
ise, bulunduğu ortamda homojenleşmektir. Çünkü homojenleşince kararlı bir
sistem olacaktır.
Kütle'nin varlığı bu homojenleşme eğilimini
baltalamıştır. Yine de entropi
vasıtasıyla kütle de zaman içinde homojenleşme yönünde tepki vermektedir.
Ancak kütlenin homojenleşme eğiliminde tek yapı; maddenin
dağılması, çözünmesi, ışıması değildir. Aynı şekilde, farklı potansiyel
yüklerden kararlı sistemler oluşturmakta bu homojenleşmenin bir parçasıdır.
Atomlardan başlayarak, bileşiklere kadar bütün sistemlere
bakarsanız, hepsi dışarıdan nötr iken, kendi içinde farklı potansiyel
kuvvetlerin birbirini dengelemesi ile oluşmuştur.
Canlıyı ele aldığımızda ise, hepsinden çok daha fazla ve
kompleks bir sistemler bütünlüğüdür. Üstelik evren ile sürekli enerji
alışverişi yaparak, kendi bütünlüğünü koruma - (kritik) dengede tutma
yolundadır.
Ancak bu tür yapıların oluşması için, özel koşullar
gerekmektedir. Her ortamda mümkün değil.
Bunu biliyoruz zaten.
Canlılığı bu çerçevede ele alıyorum. Ölüm ise bu sistemin
çökmesi ile bileşenlerine ayrılma-çözünme olarak düşünebiliriz.
Bilinç: Anlatım olarak bilinç, dıştan gelen
uyarıcıyı-bilgiyi işleme ve buna göre en uygun pozisyonu değerlendirebilme
yetisidir.
Yani varlığının, durumunun farkında olma, çevredeki
uyarıcıların durumunda farkında olmak ve bunlardan gelen verilere göre;
varlığın bütünlüğünü korumaya yönelik, uyumunu sağlayıcı en uygun durumu-pozisyonu
alabilme yetisidir. Bunların bir kısmı doğal süreç parçası olabilir (ki
otomatik), bir kısmı ise karar alabilmeyi gerektirir.
İnsanoğlu olarak biz bilinci şimdilik, koşullara göre şartların farkında olarak karar alabilme yeteneği olarak değerlendiriyoruz.
Çünkü kararlarımızda sadece geçmişin ve günümüzün verilerini değil, geleceğe yönelik-daha olmamış olayların, olma olasılıklarına dair verileri de işleme katıyoruz.
İnsanı da bunun (gelecek öngörüleri) bilinçli yaptığını ve diğer canlılardan ayırdığını iddia ediyoruz. Kısaca sorun çözme yeteneği de diyebiliriz.
Oysa bir çok hayvanın da (Kargalar, Yunuslar, Şempanzelerin, vb.) gelecek öngörüsünde bulunup, planlama yapabildiğini ve sorun çözebildikleri, stoklama yaptıkları bilimsel deneylerde görülmüş.
İnsanoğlu olarak biz bilinci şimdilik, koşullara göre şartların farkında olarak karar alabilme yeteneği olarak değerlendiriyoruz.
Çünkü kararlarımızda sadece geçmişin ve günümüzün verilerini değil, geleceğe yönelik-daha olmamış olayların, olma olasılıklarına dair verileri de işleme katıyoruz.
İnsanı da bunun (gelecek öngörüleri) bilinçli yaptığını ve diğer canlılardan ayırdığını iddia ediyoruz. Kısaca sorun çözme yeteneği de diyebiliriz.
Oysa bir çok hayvanın da (Kargalar, Yunuslar, Şempanzelerin, vb.) gelecek öngörüsünde bulunup, planlama yapabildiğini ve sorun çözebildikleri, stoklama yaptıkları bilimsel deneylerde görülmüş.
Bu çerçevede (her ne kadar kendimiz dışındakileri, küçük
görüp kabul etmesek de...) , canlı her varlığın bilincin çeşitli aşamalarından
birinde olduğunu söyleyebiliriz.
Yani bence, her canlıda çok az veya çok fazla bir bilinç
vardır. Canlılığın bir parçasıdır. (Ki bir gün bilinçli makineler ve programlar
geliştirilince, onları tanımlamada da sorun yaşayacağız. Önceleri iş gücü
kolaylığı (kölelerimiz) nedeniyle onları canlı olarak kabul etmeyecek olsak da
zamanla bu ayrım değişebilir.)
Bilinci bu çerçevede, canlılığın sürdürülebilmesi için; iç ve
dış verilerin işlenip, uyumlaştırılması olarak ele alabiliriz. Hatta bazı
veriler artık otomatikleşmiş (içgüdü) haline bile dönüşmüş olabilir.
Bu, şartların değişkenliği, işlenmesi gereken veri miktarı
ve hızı ile alakalı olmalı diye düşünüyorum. Ortama uyum sağlama ihtiyacı ile,
bilincin olumlu etkilendiğini düşünüyorum.
Bilinç Nedir?
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/40861/ 08/10/2019
Bilinç Nedir?
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/40861/ 08/10/2019
Yunus Bey,
Değerli ve oldukça bilgilendirici yazılarınız-derlemeleriniz
için teşekkür ederim.
Bilgilere dayalı yorumlarınızda çok iyi... :-)
Konuya kendimce bir kaç katkıda bulunmak isterim. Dilerim
ilham verici bulacaksınız. (?)
Evrendeki tüm sistemler, CANLI-CANSIZ çökmüştür (? :-)
Diğer bir deyişle, bir sistemin tüm elemanlarının pozisyon
ve enerji durumlarını dalga fonksiyonlarına dönüştürsek, sistemin kararlılığını
sürdürdüğü noktada, bu dalga fonksiyonlarının bileşkesi olan dalga fonksiyonu çökmüştür.
Yani diğer tüm olasılıklar bitmiştir.
Bu durum bize kaos kıyısındaki mükemmel denge olarak
gözükür. Çünkü alt elemanlardan sadece birinin bile bir miktar değişimi, tüm
sistemi etkilemektedir.
Ancak tüm sistemler, sürekli çevrelerinden ve konumlarından
kaynaklanan etkiler altındadırlar. Elektromanyetik dalgalar, kütleçekim
dalgaları, Zaman, çarpmalarla aktarılan momentumlar, hareket kaynaklı
etkileşimler, vs.vs.
Cansız sistemler, bu etkilere sistem içi dengelerde
değişikliklerle karşılık verir ama zamanla bütünlüklerini kaybederler.
Entropi etkisini öyle gösterir ki, iyi muhafaza edilmiş bir
kasa içindeki demir külçe bile milyarlarca yıl sonra toza dönüşür. Bu etkiler
cansız sistemlerde bağları aşındırır.
Canlı sistemler ise bu noktayı korumak için farklı bir yol
geliştirmiştir. Sistem dışından malzeme ve enerji alıp, fazlalıkları atarak
sistem olarak yapısal bütünlüğünü korumaya çalışır.
(Bu arada kullandığı aslında sadece elektronlardır. Hücre de
ATP'den ADP sentezinde serbest kalan bir elektron...)
Şu noktada sizinle aynı fikirdeyim. Canlılık entropinin
artmasına katkıda bulunmaktadır. Belki de, Evren için bir araçtır.
Bilinç ise canlı birimin, sistem bütünlüğünü korurken
çevresinden ve mevcut durumundan aldığı bilgileri de işleyerek,
karşılaştırarak, şartlardaki değişimi ve
olası etkilerini hesaplayıp,
adaptasyon sürecini şartlar değişirken (değiştikten sonra
değil) sağlayan bir işlev olarak düşünüyorum.
Bu yüzden her canlının yaşam şekline ve boyutuna göre bir
bilinç sahibi olduğu konusunda hem fikirim.
Ruh konusunda, sanırım sizinle aynı fikirde değilim. Çünkü
bütün gerekli malzemeyi toplayıp, 3D printer ile hücreler düzenlesek ve bunları
gene benzer yöntemle birleştirerek bir organizma vücudu inşa etsek bile, bu
vücut bir canlının olmayacaktır. Çünkü canlanmayacak.
Çünkü aksi olsaydı, ölüm olmazdı.
Çünkü aksi olsaydı, ölüm olmazdı.
Ölüm genelde vücut birimlerinden bir kaçının görevi artık
ifa edememesi ile gerçekleşiyor. (Yani bazı alt birimlerin durumu -dalga
fonksiyonu- değişiyor.)
Bir canlının ölüm anından bir süre sonra daha hücreler
(sinirler 10 dakika, vücut hücreleri 48 saate kadar) daha yaşamaya devam
edebiliyor. Tüm hücreleri henüz canlıyken, ölüm olması anlamsız değil mi?
Bütün bu sistemi, canlı ve durumuna göre bilinçli tutan
ve olmadığında işlevsiz bırakan bir anahtar birim daha olmalı...
ve olmadığında işlevsiz bırakan bir anahtar birim daha olmalı...
22 Mayıs 2017 Pazartesi
Türkiye de bilim...
Dünya tarihine baktığımız zaman, bilim
ve teknoloji liderliğindeki ülkelerin hep baskın güç olduğunu görüyoruz.
Uluslararası ilişkilerde toprak veya
nüfus büyüklüğü çoğu zaman fazla bir anlam ifade etmiyor. Sadece "tüketime
dayalı büyüme ekonomisi" modeli içinde tüketici olarak tüketim
kapasiteleri ve bu tüketimlerinin bedelini ülkelerinin kendi kaynaklarından ödeyebilme
potansiyeli ilgiyi çekiyor.;
Kısaca, büyük, kalabalık bir ülke olmak
güç göstergesi değil.
Bir ülkeyi güçlü kılan şey temelde sahip
olduğu bilgi birikimi ve teknoloji ile bunun sürekliliğini sağlayacak olan
politikalar oluyor.
Örneğin Çin. Dünyanın en kalabalık
ülkesi. 1980'lere kadar gelişmemiş ekonomilerin içinde sayılıyordu. Nasıl bu
duruma geldi? Şu an kendisi teknoloji üretiyor ve geliştiriyor...
1979 yılında çıkan bir yasa ile tek
çocuk politikası, sert bir şekilde destekleniyor. Oysa kültürel olarak atavizm
eğilimi yüksek Çinli ebeveynler için bu gelecekte, onları anacak, ruhlarını
ferahlatacak daha az çocuk demek idi.
Tek çocuk politikası ile her bir çocuğa
düşen eğitim kalitesi, sağlık desteği, sosyal ve kültürel imkan kaynakları
katlıyor. (Sadece gelişmesini istemedikleri azınlıkları çocuk sayısı konusunda
serbest bırakıyorlar.)
Her Çinli çocuğa verilen eğitim
kalitesi, artarken, yurt dışından ülkeye gönderilen öğrenciler vasıtasıyla
bilgi aktarımı da yapılıyor.
Aynı zamanda Çin Devriminin değerlerini
aşındırmadan, Çin kültür ve sanatı'nın da dünya düzeyine çıkması için
destekleniyor.
Burada bir kaç amaç var. Uzak Doğu'nun
hasta adam psikolojisini kırmak ilk başta geleni. İkincisi, Çinli
vatandaşlardan özellikle eğitilenlerin,
dünyaya bakışını geliştirerek, onları zihinsel olarak gelişmeleri kavrayabilecekleri zihinsel yapıyı sağlamak.
Teknoloji asla ama asla tek yönlü bakış
açısı ve "salt bilgi ile" gelişmez. Hayal gücünü de geliştirecek ve
aradaki bağlantıları da görmeyi sağlayacak diğer bakış açılarının da insan
katılması ile gelişir. Bu da "Sanat" tır.
Sanat; özgürlük, sınırsız düşünme,
sınırları zorlamaktır. Alışılagelmiş kalıpların dışına çıkmayı sanat benimsetir
insana....
2000'li yılların başında yüksek
teknoloji ile üretim yerine yoğun ve ucuz emek ile üretim politikaları sonucu
batıya göre hala çok düşük olsa da toplumsal olarak bir gelir artışı
sağlanıyor.
Buna rağmen azla yetinmeyi bilen bir
toplum olarak tüketmek yerine gelecek kuşaklar için biriktirmeyi, tasarruf
etmeyi seçiyorlar.
Bu arada Hong Kong'un İngiliz
idaresinden , Çin yönetimine geçişi de ciddi bir teknoloji birikimi sağlıyor.
Yoğun kopyala, taklit et, teknolojisini
çözümle ve geliştir politikalarından sonra günümüzde Çin, özellikle elektronik
tüketim ve sanayi makineleri alanında ABD ile yarışacak düzeyde gelişiyor.
Tabii devlet sisteminde, rüşvet alan ve
veren bürokratlara uygulanan katı cezalar, başarıların ödüllendirilmesi,
liyakat ile terfinin ön planda olması bu sistemi destekleyen unsurlar.
Bize bakarsanız, özellikle 80 sonrası
toplumumuz üretmeden tüketme, geleceğini borçlanarak tüketme, köşe dönme
kültürü yerleştirildi. İşini bilmek, hangi yolla olursa olsun para kazanmak
veya sağlamak, başarı ölçütü haline getirildi.
Yetmedi, geleceğimizi ipotek ederek, kredi ile borçlanarak tükettik. Başarı ölçütü olarak sadece, sahip olunan para miktarını öngördük.
Yozlaştık, cahilleştik.
Bazıları çıkıp yaptığımız bazı özel ürünleri, ülkemizin teknolojisi gelişiyor, bilimsel tabanı güçleniyor diye yutturmaya çalışıyor olabilir. Bunlar sadece askeri teknoloji...
O da bu alana kaynak ayrıldığı ve kısmen serbestlik sağlandığı için...
Ama bilimi geliştirecek ulusal bir politikamız yok. Ve askeri teknoloji de toplumsal yaşamı destekleyecek ve sosyal refahı geliştirecek bir alan değil.
Bakanlık gençleri teşvik etmek için, girişim yapmaları için hibe ve ucuz kredi paralar veren projelerle bunu sağlamayı umuyor. :-) Para ile bilim gelişmez.
Gelişseydi, Araplar dünya lideri olurlardı.
Bilimsel bakışın ve zihniyetin gelişmesi için sanat, felsefe, mantık eğitimleri ve beden eğitimi ilkokuldan sonra güçlendirilmeli. Din derslerine değil, ahlakı ve insan olmayı anlatan, öğreten dersler ön plana çıkmalı.
Güzel sanatlar dersleri artırılmalı. Ve tartışmalarda kendini ifade etme özendirilmeli.
Ve kendini eleştirebilmekte. Diğerlerinin yargısına ya da övgüsüne aldırmadan.
Tarih, savaşların ve zaferlerin tarihi olarak değil, toplumların başarılarının ve felaketlerinin neden, nasıl olduğunun anlatıldığı, irdelendiği ve ders çıkarıldığı tarih olmalı.
Teknoloji değişir ama toplumlar aynı değişim hızında değiller. Aynı toplumsal hatalar, farklı teknoloji ile tekrarlanır sadece.
Edebiyat, dilin kökeninin de yatan mantığını ve kullanımındaki zenginliği anlatan bir tartışma derslerine döndürülmeli. İnsanların duygu ve düşüncelerini nasıl aktardığı, kelimelerin altına başka hangi duyguları ve düşünceleri gizlediği incelenmeli. Dil bir şifreleme sistemidir. Her kelimenin sıralamasının bile farklı bir anlatımı vardır.
Yoksa deve yürüyüşünden çıkan aruz vezni ya da hece sayısı ile sağlanmış kafiye uyumu ve eskilerin biyografileri olmamalı edebiyat konusu. Hangi koşullarda, hangi duygu ve düşünceleri aktardıkları olmalı konular...
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/30391/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)