evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2019 Cuma

Zaman Yolculukları Hakkında

Bunların hepsi sadece mantık çıkarımı. Gerçeklikleri, ancak Zaman Yolculuğu kadar geçerli.

Paradoks veya alternatif bir geçmiş... Her şey olasılıkların dağılımına bağlı.
Zaman tek yönlüdür ve geçmişe yolcuuğa izin vermiyor. Çünkü olayların değişim-gerçekleşme zamanı sadece "an" dediğimiz ve şimdi içindeki çok kısa bir süre de oluşuyor.

Bu referans aralığı bir Planck Zamanı... Bu anda olay gerçeklşemeden önce, belirsiz olan bilgi, geleceği temsil ediyor, bu andan sonra geçmişi temsil ediyor.

Artık tüm olasılıklar çökmüş ve tek bir olasılık gerçeklilik kazanmış oluyor.

Eğer mümkün olsaydı ve geçmişe yolculuk yapılsaydı, geçmiş bilgiyi oluşturan tüm karar noktalarının teker teker takip edilmesi gerekirdi.

Oysa, geçmiş dönemlerde, olayların gerçekleştiği zamanlarda oluşan olasılık seçeneklerimiz, bizi alternatif yollardan bulunduğumuz noktaya getirmiş olabilir.

Bu yüzden hiç bir zaman, tam bildiğimiz ve hatırladığımız geçmişe hiç ulaşamaya da biliriz.

Evren paradoksları sevmez ve genelde en basit yolla izin vermez.

Zaten insanoğlunun binlerce yıldır hatalarını düzeltmek için arzu ettiği ve Zaman yolculuğu olsaydı, gelecek kuşaklarda muhakkak kendi geçmişlerini düzeltmek için gelirlerdi. Ve paradoksları, değişimleri fark ederdik.

Bunun anlamı esasen şu, evrende var olduğumuz sürece yaptığımız her hareket, olasılıklara ve bilinmezlere açıktır.
Hareketimiz her zaman bilinmeyen ama hakkında tahmin yürütülen yönünde olacaktır.



choices.png

Are time travel paradoxes real?

30 Kasım 2017 Perşembe

Varlık-Yokluk, 1-0, Potansiyel-Kinetik, Negatif-Pozitif, Enerji


Enerji, enerjidir. Varlığı ile bir bütündür. Kinetik, potansiyel, pozitif, negatif diye tanımladığımız durumlar hep enerjinin farklı durumlarını anlatmaktadır. Ama o hep varlıktır.

Burada tasavvuf düşüncesindeki, "yokluğun aynı zamanda varlık olması" şaşırtıcı derecede etkileyici bir benzeşimdir.

Enerjinin doğal hali, hiç bir kuvvet, yük veya hareket eylemi "yapmadığı ve taşımadığı" durum olmalı... Bir bakıma tekillik dediğimiz ortamdaki enerjinin tahminlerimize göre olan bulunma şeklide bu tanıma neredeyse uyuyor. Aralarındaki fark ise potansiyelleri (?) olmalı.

Evrenimizde enerjiyi ele aldığımızda ise karşımıza termodinamiğin ikinci kuralı, entropi ile çıkıyor. Her ne kadar düzenden düzensizliğe geçiş olarak tanımlasak da, bu hatalı bir yaklaşım gibi duruyor.
Çünkü durumu mikro düzeyde, madde veya sistemler açısından ele alıyoruz. Ve bu sistemlerin "zamanla bozulması, düzensizleşmesi" olarak tanımlıyoruz.
Oysa, aynı duruma makro düzeyde baktığımızda karşımıza tamamen farklı bir durum çıkıyor. Düzensizlikten, düzene; rasgele homojenliğe doğru yönelim olduğunu görüyoruz.

Başlangıçta "kütleleşen madde ile bozulan enerji homojenliği", entropi ile tekrar sağlanmaktadır.

Bunun bize, yani mikro düzenli sistemlere yansıması ise; enerjinin yoğun-çok olduğu ortamdan, seyrek-az olduğu ortama yayılma eğilimi oluyor.

Enerji hiç bir şekilde sabit, durağan kalmıyor ve bulunduğu ortama homojenlik sağlayacak şekilde dağılıyor. Daha önceleri de tekrar ettiğim gibi, enerjinin özelliklerine bakarak onu çok küçük birimlerden oluşan bir akışkan olarak ele almak, onu anlamak için en verimli yollardan biri...

Bizlerde bu eğilimden; makinelerimizde, kaslarımızda, sistemlerimizde "iş üretmek" için faydalanıyoruz. İş üretirken, enerjinin bu eğiliminden daha sonra da faydalanabilmek için depolamaya çalışıyoruz.

Enerjinin bu akış yönü, entropi gibi, kaçınılmaz şekilde tek yönlü.
Tekrar eski konumuna getirmek için yapılan iş, ancak daha fazla enerji harcayarak mümkün oluyor.
Yani bir kuvvet alanına enerjiyi toplamak için daha fazla enerjiyi dağıtmamız gerekiyor. Aradaki bu farkı ise verimlilik ile ölçüp, "kayıp" olarak tanımlıyoruz. Sonuçta, entropi yine yapacağını yapıyor ve enerjinin etrafa dağılmasını sağlıyor.

Enerjinin bu homojenleşme eğilimi ve düşük yoğunluğa akışı, tüm evren eş enerji üniteleri ile dolup, enerji eşitlenene kadar sürecek.

Sonuçta, enerjinin
(evrenimizde) tanımlı şekilde var olması, ancak bu eğilimi koruduğu ve sürdürdüğü sürece mümkün.

Bizim açımızdan bu pozitif bir eğilimdir. Tahminen anti madde evreni var ise, enerjinin akışı eğilimi gene aynı şekilde olacaktır. Gene "pozitif bir eğilim" olacaktır.

Enerjinin bir güç alanına toplanmış, yoğunlaştırılmış halini ele alırsak: Enerji bu durumda akma-yayılma eğiliminde hali hazırda bir güç alanına depolanmıştır. Enerjinin bu güç alanından akışı eğilimini, enerjinin "potansiyeli" olarak değerlendiriyoruz.

Enerjinin bu güç alanından çıkıp akan halini ise enerjinin "kinetiği" olarak tanımlıyoruz.
O zaman enerjinin iş üretmek için hazır olduğu haline potansiyel enerji olarak adlandırırken, iş üreten eylemli halini de kinetik enerji diye adlandırıyoruz.
Buradan enerjinin, farklı potansiyele sahip güç alanları arasındaki hareketini kinetik hali olarak tanımladığımız sonucu da çıkartılıyor.

Peki, enerji yok olur mu? Mesela birbirine zıt yönlü ve aynı doğrusal üzerinde hareket eden iki eş kütlenin çarpışmasında?
Eğer çarpışma esnek ise sorun yok. Ama ya esnek değil ise?
Çarpışma sonucunda açığa çıkan enerjinin bir kısmı ses ve ısı olarak evrene dağılıyor. Bir kısmı ise malzeme deformasyonu olarak karşımıza çıkıyor. Momentumdan kaynaklı enerjinin hala korunması gerekiyor. Ama çıktıların kesin ölçümünü yapmak pek kolay değil, bu yüzden konuyu biraz daha değerlendirmek gerekiyor.

(Eğer çıktılardaki toplam enerji miktarı, çarpışma öncesindeki kinetik enerji miktarına eşit ise sorun yok. Ama eğer ya eşit değil ise? Bu durumda kinetik enerji kaybını nasıl açıklayabiliriz? Aklıma gelen tek olasılık; "dalgaların birbirini sönümlemesi" oluyor. Eşdeğer birimi içeren enerji üniteleri, zıt akış eğilimleri ile karşı karşıya gelirlerse, birbirlerini yok etmezler. Akış eğilimlerini kaybederler. Yani, akışları durur.
Tabii bu durum uygulamada karşımıza çıkmadığı için, yaklaşımım düşük bir olasılığın açıklaması sadece...)


Sonuçta enerji hiç bir şekilde kaybolmuyor. Potansiyellere "dönüşerek" veya "aralarında akarak" sürekli korunuyor. "Evrenimizde yer aldığı için", enerjinin tüm bu durum ve hareketini "pozitif" olarak tanımlıyorum.

Eğer enerjinin bu durumunu pozitif olarak tanımlarsam, aynı mantığa uygun bir negatif durumdaki enerji tanımı da yapmak gerekiyor. Oysa, evrenimizde negatif enerji olarak tanımlanabilecek bir olgu yok.
(Enerjinin etkisine göre pozitif veya negatif olarak tanımladığımız durumlar olsa da bunlar esasen "zıtlığı" tanımlamak için kullandığımız terimler gibi duruyor.Mesela, kara enerjinin kütle çekimine sebep olması yanında, galaksileri de birbirinden ayırması. İtici kütleçekimi veya negatif/anti-kütleçekimi olarak tanımlamaya neden oluyor. Bence, Elektrik yükleri haricinde, pozitif ve negatif enerji tanımlamaları, kafa karıştırıcı ve yanıltıcı olabilir. )

Eğer negatif enerji durumu var ise, bir de "nötr enerji" tanımlaması gerekiyor.
Enerjinin pozitif durumu; evrenimizde iş üretmeye hazır veya iş ürettiği durum ise, "nötr" durumu bu tür bir potansiyele veya harekete sahip olmadığı-meyletmediği durum olmalı.
Ki bence mantıklı, çünkü enerjinin ana eğilimi tüm evreni eşdeğer yoğunlukta doldurup homojenleşmek olduğuna göre, bu duruma ulaştığında alacağı durumda , tam bu şekilde olacak.

Hiç bir güç alanında potansiyel olarak kalmayacak. hiç bir hareketin ya da eylemin içinde olmayacak. Tam bir durgunluk hali.

Diğer bir deyişle, tamamen homojen ve düzenli, simetrik bir yapı. Hareket olmadığı için boyutlar, yoğunluk farklılıkları olmadığı içinde fizik kanunları tamamen anlamsızlaşmış olacak.
Evren her ne kadar genişlemiş olsa da, bu durum evrenin başlangıcında olduğu düşünülen yoğun, homojen, düzenli tekil durumun bir tekrarı olacak.

Fakat bu durumda, yeni bir büyük patlama ile yeni bir evren oluşturmak için gerekli potansiyele sahip olmayacak. Yeni bir evren tetiklemek için gerekli başlangıç enerjisi, çok yüksek olacak.
(Eski bir yazıda , büyük patlamanın başlaması için 16 kg altın kütlesine eşdeğer bir yazı okumuştum. Ama kaynağı kaybettim.)

Ya da evren başka bir kuvvet tarafından tekrar potansiyel yüklenene kadar sıkıştırılmalı.Ya da evren başka bir kuvvet tarafından tekrar potansiyel yüklenene kadar sıkıştırılmalı.İşte enerjinin homojen, düzenli ve sıkışmış bu hali de, enerjinin negatif durumu olmalı. Bu durumda hala "tekillik özelliklerini" koruyor da olacak.

 
Yani Eğer enerji birimlerini minik kauçuk bir toplara benzetirsek, normal boyutlarında iken (r=0) nötr, normal boyutlarından büyük iken (r>0) pozitif ve küçük iken (r<0) iken negatif enerji olacak.
Negatif enerji olmasına rağmen, nötr duruma geçmek için bir potansiyeli, genişleme eğilimi olacağından, bu büyük patlama sonrası genişleme için gerekli ve yeterli etki gücüne sahip olacaktır.

Bu durumda evrenimizdeki görünür enerjiyi
(ve bundan oluşan maddeyi), güç alanının aşırı ve hızlı genişlemesinden dolayı (r>0) pozisyonuna geçmiş, aşırı genişlemiş enerji üniteleri olarak ta tanımlayabiliriz. Ama evrensel toplam enerji miktarı yanında küçük bir yüzde olması da (%4 civarı) bu durumda normal olacaktır.

Hatta evrenimizin hala genişlemesini de bu (r<0)durumda olan ünitelerin, (r=0) durumuna doğru olan eğilimlerini "kara enerji" olarak adlandırıyor olabiliriz.

(Elektrikteki pozitif ve negatif tanımlamalarına girmiyorum. Çünkü bu konuda hala fikir ileri sürebilecek kadar bilgi toplamadım.)

1 Şubat 2017 Çarşamba

Mükemmel Denge, Kaos ve Evren

Aslında fizik konusuna giriyor olsa da, bu bakış açısının tüm sistemler için hatta organik ve sosyal sistemler içinde geçerli olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle bu sayfada konuları ve cevapları paylaşıyorum.

"Olasılık" nedir? Determinizmi yani belirlenebilirliği, ne derece etkiliyor? Etkiliyor mu?
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/33215/



Tüm olgular, sistem olarak, hep bir noktada dengede olduğu zaman gerçekleşiyor.
Bu noktaya "mükemmel denge" noktası olarak ele alıyorum. Çünkü parçacık-nesne bu noktanın dışında başka bir noktada durduğu zaman, denge bozuluyor ve kaos başlıyor.

Bu denge noktasını hazırlayan ve belirleyen şartları doğru tanımlayabilirsek, bir sistemi olasılıklara dayanmadan belirleyebileceğimizi düşünüyorum.

Mesela; yarık deneyinde foton iki yarıktan geçmiyor, her durumda yarıklardan birinden geçiyor. Ama iki yarıktan birden geçen şey; parçacığa ait kuantum olasılık dalgası...
Parçacık birinden geçince diğeri geçersizleşiyor, çöküyor. (Yukarıdaki fizikist linkinde ayrıntısı var.)

Olguların kritik nokta-mükemmel denge olduğu bu nokta için değerlendirme yaptım. Önceki görüşlerimi tekrar ele aldım ve kaynaklarıma baktım.

İki sonuca ulaştım. 
İlki, bu nokta süreklilik arz eden bir nokta değil. Bir Planck zamanındaki anlık durumu, fotoğrafı temsil ediyor.
Yani zamanın akışı sırasındaki (yani bir EGD devri anındaki) bir birimi temsil ediyor.
Bu önemli, çünkü zaman ile sistemin denge noktası (ileri-geri, dalgalı şekilde) hep değişiyor.

Yani bize verdiği olasılık değerleri, parçacığın nerede olacağının şans bilgisini değil, hangi durumda hangi pozisyonda olacağının ihtimal bilgisini veriyor.

Sistemin tüm girdilerini bilmediğimiz sürece de, bu olasılık aralıkları ile en iyi ihtimalleri belirliyoruz.
Bu yüzden bir parçacığı gözlemlemediğimiz sürece yerini bilemiyoruz. Çünkü gözlemlediğimiz anda, anlık bilgisine, sistemin fotoğrafına bakıyoruz.


(Olasılık, Şans, İhtimal kelimelerini, birbirine yakın ama farklı kavramlar için kullanıyorum.
Şans, en düşük gerçekleşme yüzdesine sahip, belirsizlik tanımlıyor. Olasılık; çoktan seçmeli, bir olmaz ise diğeri muhakkak... İhtimal, olasılığın belirsizliğinin iyice azalmış hali...)

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 28 Ağustos 2017



Paralel evrenlerden başka paralel evrenlerin ortaya çıkması olası mı?

https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/27230/
Eski tartışmalarda da ifade ettiğim gibi, tüm sistemler ne kadar karmaşık ya da basit olursa olsun, her zaman kaos'un kıyısında mükemmel denge de dururlar.
Sistemlerin hareketliliği ve zaman zaman kaos'a düşmeleri, değişen değişkenlere göre yeni bir denge noktasına ulaşmanın ifadesidir.
Yani sistemi oluşturan elemnalar değiştikçe, sistem de yeni bir denge noktasına ulaşır. Buna kaos teorisi de diyebiliriz.

Bir bakıma kuantum dalgalanması ile benzerdir. Çünkü dalgalanmanın gerçekleşeceği bir çok olasılık olduğu halde, dalgalanma sadece tek bir fonksiyonda gerçekleşir. Böylece diğerleri çöker.
Biz dalgalanmanın nerede gerçekleşeceğini değil ama nerede en yüksek gerçekleşme olasılığı olduğunu hesaplayabiliyoruz. Çünkü çok fazla bilinmez ve değişkenle ancak bu kadar yapılabiliniyor.
Bu dalgalanmayı incelerseniz, bunun da mükemmel denge de olduğu görürsünüz.
http://burtaym.blogspot.com.tr/2014/07/kritik-durum-mukemmel-denge-ve-kaos.html

Bu durumda mükemmel dengenin, özel ve ince bir hesaplama sonucu olduğunu değil, evrenin düzeninin ve işleyişinin doğal yapısını temsil ettiğini düşünüyorum.
Yani ister akvaryum içi, ister dünya ekolojisi, ister samanyolu galaksisi olsun, herhangi bir sistemi kendi haline bırakırsanız, her zaman mükemmel dengeye ulşamaya çalışacak ve dıştan-içten ekstra bir etki gelmez ise bu noktada sürekli dengede kalacaktır.
Bu sistemin değişken elelmanlarına baktığınız zaman, onlarında tam da olması gereken mükemmel konumda ve miktarda olduklarını göreceksiniz...
Yani mükemmel denge, evrenin ve yaratımın temelinde var olan temel bir kural.


Sürekli dengede olan ve bulunduğu sistem (referans sistemleri ) içinde kendi varlığını sürdürebilmek için sürekli adapte olabilme yeteneğine sahip bir evren ve türevleri hakkında https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/27250/

Evrenin varoluş öncesinde homojen ve çok düzenli olduğunu biliyoruz. En azından fizikçiler böyle olması gerektiğini söylüyorlar. Sonra bu düzenli yapının nasıl bu kadar büyük ve muazzam bir düzensizliğe (?) nasıl dönüştüğü sorgulanıyor.

Bildiğimiz tüm haller aslında enerjinin farklı durumlardaki yoğunlaşmalarını ve tepkilerini ifade ediyor.

Bizler enerjiyi "iş yapmak" için kullandığımızdan ve ölçümlediğimizden, ona genel tam bir tanım uyduramamış durumdayız.

Evet, enerji var ve her yerde farklı şekillerde gözüküyor. Ama kendisi nedir? Nasıl bir şeydir? Bilmiyoruz.

Sadece enerji'de tek bir temel bilinç var gibi gözüküyor. Tekrar eski dengeli ve homojen yapısına dönem eğilimi. Fakat genişleyen evrende enerji de dağıldığı için, farklı bölgelerde farklı yoğunluklarda toplanıyor.

Bu durumda enerji ve türevlerinin yapabilecekleri iki şey var.
İlki homojenleşmek için, çok yoğun ortamdan az yoğun ortama "akmak" yoğunluklar eşitlenene kadar bu akışlar sürüyor.
Bizlerde bu eğilimden faydalanıyor ve "iş üretiyoruz".
İkincisi, eğer homojenleşmeyi sağlayacak bir akış ortamı yok ise, denge kurmak. Parçalı küçük birimler halinde dengeli sistemler kurarak, ilk baştaki düzenli durumundaki pozisyonuna ulaşmak.
Tabii sistemlerde denge kurmak, değişken sayısına göre, kolay değil. Denge noktasını tutturmak için sürekli enerji (alış-verişi) akışı yapması gerekiyor.

Bizim sistemlerdeki "mükemmel denge" dediğimiz nokta bu akışın duracağı nokta.
Kaos dediğimiz şey, aslında bir çok değişkenin aynı andaki durumunu ve birbirlerini etkilemesini, etkileşimini ifade ediyor. Değişken sayısı çok fazla olunca, tek tek parçacıkların ve durumlarının hesaplanması yerine, bunlardan oluşan genel olasılık fonksiyonlarının hesaplanması çok daha kolay oluyor. (Hesaplaması gereken değişken sayısı azalmış oluyor.)

Buradan çıkartabileceğimiz sonuç, 3ncü olasılığınıza daha yakın olduğum. Bunların bir DNA'sı var mı? Olabilir. Maddeyi biz çok küçümsüyoruz. Edilgen olduğu için. Ama vücudumuzun ve zihnimizin önemli bir kısmı bu maddesel yapımızdan mürekkep. Ayna da gördüğümüze göre karar verip, yaşıyoruz. :-)

Eğer enerjinin temel eğiliminin; "tekrar homojen ve düzenli yapıya dönmek" olduğunu varsayarsak, ondan oluşan, türevi olan tüm parçacıkların ve olgularında aynı eğilime sahip olacağını düşünmek fazla yanlış olmaz gibi...
Sadece bulundukları konuma ve içeriğie göre farklı yapılar oluşturuyorlar.
Bence...

Her olay her sistem her kaos mutlaka bir dengeye gelmek zorunda mı?
Bir kaos dengeye ulaşamadan başka kaoslara neden olabilir mi? Yani döngüsel değil de ilerlemeci kendisini tekrar etmeyen başka sistemleri ve başka kaosları doğurabilir mi?
Eğer olabilirse nasıl?
Bunu fiziksel olarak nasıl algılamalıyız nasıl bir yorum yapılabilir?
Ayrıca asıl soru şu: bir sistemin dengeye geldiğini nasıl anlarız? Her denge olumlu mudur?
Yani istenen denge ve istenmeyen denge şeklinde olaya daha bir ince bakış atmamız doğru bir ayrım olur mu?
Kaos kelimesinin bize çağrıştırdığı ilk şey, "belirsizlik" , "bilinmezlik" oluyor. Ayrıca Kaos  kelimesi bize "hesaplanamaz", "tahmin edilmez" kavramlarını da çağrıştırıyor. Eğer bu tanımlardan, "bilinmezlik" kısmını görmezden gelirsek...

Biz zamanlar akvaryumculuğa meraklıydım. Kocaman 100 litre bir akvaryumum vardı. Fakat sürekli bakım yapmak ve temizlemek de sıkıcı olmaya başlamıştı.
Bunun üzerine basit bir sistem tasarladım. Sapanca gölünden yosun, salyangoz ve midye topladım.
Akvaryumu günde 2,5-3 saat güneş görecek şekilde balkona yerleştirdim. Yosunları dikip,  salyangoz ve midyeleri bıraktım. 1 gün sürekli havalandırma ve su süzme ardından, balıkları bıraktım.
Akvaryum pırıl pırıl ve mükemmeldi. Motoru kapattım. Üstüne su seviyesi düştükçe, su seviyesini koruyacak şekilde 19 litrelik bir şişe bıraktım.
Akvaryum zamanla yosun yapmaya başladı. Salyangoz sayısı arttı. Yosunlar azaldı. Midye sayısı değişti. Bir gün öyle bir hale geldi ki, akvaryum içi tam bir kaos olmuştu. İçi gözükmeyecek şekilde su bulanmış, camlar yosun yapmış, balıkların bir kısmı ölmüş ve çürümeye başlamıştı.
Ellemedim. Sadece buharlaşan suyu ekledim.

Sonra akvaryum suyu duruldu. Zeminde ciddi bir atık birikimi olmuştu. Balık, yosun, midye ve salyangoz artıkları ve ölüleri zemindeydi.
Ama akvaryumda hala hayat vardı. Sadece balık, yosun, midye ve salyangoz sayısı benim bıraktığımdan farklı oranlardaydı. (Midyeler suyu süzüyor, balıklar akıntı sağlıyor, salyangozlar yosun ve ölü balıkları yiyordu.)
Sadece su eklemeyi sürdürdüğüm sürece bu yapı bozulmadı. Bir gün dipteki çöpleri temizledim.
Bir süre sonra akvaryum tekrar bozuldu....

Her "kapalı sistem" eninde sonunda bir denge noktasında muhakkak durur.

Tüm sistemler kapalı sistem içi dengeye kavuşmak için sürekli ayarlama yaparlar.
 İçten veya dıştan gelen etkinin sürekliliğine ve miktarına göre ayarlama devam eder. Tüm girdiler sabitleştikten sonra ancak sistem dengeye ulaşabilir.

Her sistem kaos aşamasında iken; iç veya dış bir etki altında kalırsa-değişiklik yaşarsa , yeni bir denge noktası arayışına başlar.
(Örneğin güneş sistemimize ay kütlesinde bir gök cismi girip, herhangi bir gezegenin veya güneşin etrafında yörüngeye girse, güneş sistemindeki tüm gezegenlerin konumu ve yörüngesi zamanla değişir. Yeni bir yörünge oluştururlar.)

Sistemin dengeye gelmesini nasıl anlarız?  Aslında anlayamayız. Çünkü hiç bir sistem  (etkiye) kapalı değil. İç veya dış sürekli sistemlere girdi girişi veya çıkışı oluyor. Ancak bu denge noktalarına geçici gözüyle bakıp, mümkün olduğunca uzun sürmesini umabiliriz. Ya da bu konuda sürekli sisteme girdi sağlayarak sistemin dengesini korumaya çalışabiliriz.
Ama eninde sonunda bu sistem muhakkak yeni bir kaos aşamasına girecek ve yeni bir denge noktası oluşturacaktır. Şartlar değişene kadar da bu denge noktasını koruyacaktır.

Her denge, ne yazık ki "eski bileşenler" için olumlu değildir. Çoğu zaman büyük kayıplar ve değişiklikler olur.
Örneğin, dünyamızın ekolojik dengesi bozuldu. Ve dengesizlikler artmaya başladı. Ve artık kaçınılması gereken noktayı da aştık. Bunun sebebi bir iç etken, aşırı insan nüfusu ve onun çok daha aşırı tüketimi sonucu oldu.
Ekonomik sistemlerde de durum benzer. Siyasi yapılarda da...
Geçmişte toprak sahibi, son 300 yıldır sermaye sahipleri dünya ekonomisine hakimken, siyasi yönetim tarzları da bunların üretim yapılarına göre oldu.
İçine girdiğimiz dönemle başlayan çağda ise, ekonomik ve siyasi yapıyı, yeni üretim aracı belirleyecek.Bilgi ve bilgi sahipleri.
Ne yazık ki bu dönem, benim gibi eskiler için bir yıkım... (Gerçi ülkemizde ileriye değil, geçmişe dönük bir siyasal özlem var gibi ama dünyanın üretim yapısı ve ekonomisi buna izin vermez. Yine de bu süreç çok sancılı olacak gibi gözüküyor.)

Sonuçta ne kadar uğraşırsak uğraşalım, yeni denge noktası hiç bir zaman tam bizim istediğimiz yerde ve kalıcı olmaz. Sadece ona, mümkün olan en yakın olasılıkları güçlendirebiliriz.
Ve tüm sistemler açık olduğu için (Evrendeki tek kapalı sistem, evrenin kendisi ama o da sürekli genişlediği için o bile sabit kalamıyor) yeni bir denge noktasına ulaşan her sistem, başka bir sisteme girdi ya da çıktı olarak etki ettiği için, onunda yeni denge noktasına arayışına sebep olur.