uyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2020 Cuma

Kadın'a karşı erkek şiddeti ile nasıl başa çıkılmalı?

Bunun çözümü kolay değil. Ve uzun vadeli. En başta, anneler oğullarını eğitmeli. Çocuk rol model olarak babasını alsa da, toplumsal görgü de yönlendiriyor. Bunu kesmek lazım.


Dizilerle, filmlerle maganda, maço erkek tiplemeleri yüceltilmemeli. Erkeklere kadınla iletişim dersleri verilmeli. Hatta okullarda dans kursları ile karşı cinsiyet ile iletişim kuralları (özellikle tango bu konu da iyi bir araç).
Kadınlara da iletişim kursları ve davranış eğitimi verilmeli. Zannetmeyin, daha narin veya duygusal diye kadınlar "erkekle iletişimi" biliyor. Erkekler hakkında çok fazla şey bilmiyorlar. Çoğu erkeği sadece ..salak zannediyorlar. 
Çünkü toplumsal korkularla, erkeklerle iletişim ve sağlıklı arkadaşça ilişkiler kurmaları küçük yaşlardan itibaren hep kontrol edilmiş veya engellenmiş.


Kadın erkeğe dili ile saldırdığın da kavgayı, kontrol etmeyi yönlendirmeyi bilmiyor. Oysa, erkeğin kendini çok yetersiz hissettiği ve kavgayı kaybettiği nokta bu süreçte. O zaman temel içgüdüler kalıyor geriye (Kaç ya da Saldır. Bu fiziksel eylemde de, kadın fiziksel olarak zayıf kaldığı için, öfkeyle hareket ediyor.)


 Bunun eğitimi de verilmeli... Okuldan, üniversiteden, kadın gönüllü kuruluşlarından...(Kadınlara, erkekle tartışma, erkeklere de öfke kontrolü...)

Ayrıca, namus kavramı güncellenmeli ve toplumda işlenmeli. Fahişe diye hor görülen bir çok kadının, erkeklerden ve hemcinslerinden daha namuslu olduğu bir toplumdayız. (Gizlileri, saklı emelleri ve planları yok. Açık olarak işleri ne ise onu yapıyorlar. Askerlik gibi binlerce yıllık geçmişi olan en eski sosyal kurumlardan biri...Yok edilemez.)

Buna karşı namuslu gözürken, ama çocuklara zarar verenlerden, toplumun ekonomik birikimlerini israf edenlere bir çok farklı örnek el üstünde tutuluyor.

Başkasına (bilinçli) fiziksel veya ruhsal zararı olmadan yaşamını sürdürüp, idame ettiren kişilere namuslu denmeli.

Kadınlar artık ekonomik hayatta önemli ve üretken roldeler. Üretken rolleri hiç bir zaman bitmedi ama değişiyor. Erkekle eşitlik çabaları ve savaşları çalışma yaşamına yansıyor. Hukuki eşitlik, uygulama olmadan çok anlamlı değil. Ama bu eşitlik kavgasının bir gözardı edilen noktası daha var. Kadın-erkek ilişkileri de artık eşitlerin ilişkisi değişiyor..
Kız kaçar, erkek kovalar şeklinde aktif-pasif rollerden, tarafların ortak hareket ettiği ve orta noktalarda buluştuğu (her iki tarafında kazan-kazan politikası takip ettiği) rol modellere geçiliyor.
Buna karşılık toplumsal görgü ve rol modellerle, hala yüzlerce yıllık alışkanlıkların modelleri beklentileri oluşturuyor. Bu da işlenmeli.

Bu ülke ve toplum sadece erkeklerin omzunda yükselemez. Kadınların omuzlarında da yükselemez. Birbirlerine destek olmayı öğrenmek zorundalar.

Öldürürcesine, Aşk mı (?)



Kadınlar öldürülemez mi?  Elbette öldürülebilinir. Erkeklerde keza aynı...

İnsanların anlamadığı nüans, bir kadının bir araba kazasında, bir suç işlenmesi sırasında öldürülmesi kadın cinayeti değildir. Basbayağı cinayettir.


Ama bir erkeğin bir zayıflığı, egosu yüzünden bir kadının öldürülmesi işte bu kadın cinayetidir.


Erkekler buna ne ad verirlerse versinler, "namus, ar, kendimi kaybettim, kıskançlık, töre, vs"... Esasında bu kendinden fiziksel olarak daha zayıf bir varlığa, fiziksel olarak karşı koyamayacağını bilerek yapılan bir şiddettir. Erkeğin kendisini riske atmadan güç gösterisidir. Kısaca erkeğin korkaklığıdır... Üstelik bu korkaklığı gizlemek için, kadına yüklemesidir.

(Aynı maço'lar, kendileri zarar görme riski olduğunda hemen alttan alırlar.)


Kim ne derse desin. Kadın'a şiddeti önlemenin ilk yolu annelerin eğitilmesi ve bu eğitimle, çocuklarını (kız-erkek) yetiştirilmesidir..

Babaların verdiği eğitim işe yarasaydı, bu halde olunmazdı zaten...

Tüm cinsler, kendi ve karşı cinsin sınırlarını bilip, saygı göstermeyi öğrenmeli. Artık kadınlar erkeklere ihtiyaç duymuyorlar yaşamak için, kendi ayakları üzerinde duruyorlar.
Çalışıyorlar ve ekmeklerini kazanıyorlar. Bu yüzden artık hikayelerde, efsanelerde, törelerde anlatılan kadın tiplemeleri de kalmadı erkekler karşısında.
Bir erkek nasıl bir başka erkeğin çalışma ve yaşam alanına saygı duyuyorsa, ister çalışma ister hayat arkadaşı olsun, kadına da aynı şekilde saygı duymayı öğrenmeli...


İkincisi özellikle gençler arasında, karşı cins ile doğru iletişim kurulması öğretilmeli.

Çoğumuz bu doğanın gereği zaten oluyor deyip, işi aşk'a, sevgiye filan bırakıyoruz ama öyle değil artık.

Birbirlerine hiç dokunmadan, sesini canlı duymadan haftalarca cep telefonları ile aşk ve bağlılıklarını ifade eden gençler dolu.

Bir arada yaşama gibi, fiziksel yakınlık ve gerçek iletişim isteyen bir duruma geldiklerinde ise, birbirlerini anlayamıyorlar. Tartamıyorlar. Doğru refleksleri uygulayamıyorlar.

Bir kısmı işi kısa yoldan seks üzerinden çözmeye çalışıyor ama, onunda devri kısa sürede geçiyor.


Bu yüzden gençlerin ortak çalışıp, bir arada dayanışma ile problem çözecekleri, bir şeyler yapacakları sosyal yapılar ve organizasyonlar düzenlenmeli. Bir amaca ortak olarak ulaşmaya çalışırken, birbirlerini de tanıyıp, daha doğru bir iletişim yolu öğrenecekler...

Ya da her zaman savunduğum gibi, dans, özellikle Tango eğitimi bu konuda önemli bir gelişmeyi getirecektir.

Kadına şiddet'e karşı idam cezası hk...


Hiç bir suç, caydırıcı cezalarla azalmamış. Kadın cinayetlerinde de durum aynı. Ancak idam kararı bir kere çıktı mı, kapsamına alınacak kişilere bakmak lazım.

Bugün bir tek kadın cinayeti iken, yarın terör denecek. Başka bir gün tüm muhaliflere terörist, teröristle işbirlikçi filan denecek...

Zamanında İdam cezasının kalkmasına karşıydım. Hapislerde besleneceğine, derdim... Bu konudaki fikrimi değiştirmedim.

Ancak o dönemde yargının bağımsızlığı konusunda da şüphem yoktu.

Kadın cinayetlerini önlemek mümkün değil. Ama azaltmak mümkün.

Önlemek mümkün değil, çünkü tüm toplumda bir zihniyet değişikliği gerektiriyor. Oysa her gruptan ve yaştan, çok tutucu ve bağnaz zihinler bolca var.

Ancak yeni nesil üzerinden gidilerek bu sorun hafifletilebilinir.

Ve şiddetin şekli, erkek-kadın niteliğinden çıkartılıp, insanın insana şiddetine dönüştürülmeli.

Elbette şiddet hoş değil ama maalesef, günümüz dünyasında bu toplumsal, ulusal ve uluslararası yaygın bir sorun.

Bu sorunun temelinde, Kadın-Erkek iletişiminin sakat/eksik olması yatıyor.

Erkek, kadına nasıl davranacağını bilmiyor. Kadın da erkeğe... Gerçek hayatta, kadınlar erkeği idare eder, yönlendirir. Biçimlendirir.

Bir kadının yetiştirdiği bir erkek, başka bir kadına hele geçmişte veya gününde ilişkisi olan bir kadına karşı şiddet uygulayabiliyorsa, bu sorunun salt erkek değil, kadın tarafından da kaynaklanan eksiklikleri var demektir.

Bu konuda en azından gençlere, hem birbirleriyle iletişim kurup doğru ifade ile anlaşabilecekleri, hem de kaynayan kanlarındaki heyecanı-ateşi kontrol etmelerini sağlayacak eğitim metotları gerekiyor.

Çocuklarımıza Centilmen Beyefendi ve Hanımefendi kurallarını ve yöntemlerini öğretmeliyiz.



Kadın erkekte yüreğe mi, cüzdana mı öncelik verir?

Ne kadında, ne de adam da öyle iddia edildiği gibi koca yürekler kalmadı. Bu yüzden hiç değil ise rahatını düşünmesi doğaldır insanın.
Bunun için kimseyi itham etmenin gereği yok. Toplumsal yozlaşmanın uzantıları, etkileri bunlar.
Kadın artık eski kadın değil, ekonomik özgürlüğünü=bağımsızlığını kazanmış durumda. Erkek ise hala ananevi öğretilerle, evde eşini bekleyen kadının görevlerini bekliyor ondan. İster çalışsın, ister çalışmasın.
Ev kadını dediklerimizde, hem çalışan kadının yaklaşımlarından etkileniyor, benimsiyor hem de günümüz şartlarına göre uygun bir yaşam standartı oluşturmaya çalışıyor. Bugün ortalama bir ev kadınının aile bütçesine işgücü olarak katkısı 1-1,5 asgari ücret düzeyinde.. (Tabii para değil, ayni olarak)

Erkek ise eski erkek değil, eskiden tüm kadınlar kulede prensini bekleyen prenseslerdi. Onlara prenses muamelesi yapılması doğru idi...
Şimdi çoğu iş hayatında, sosyal alanlarda, sporda ve bir çok dalda Red Sonya gibi rakip oluyor erkeğe...
Zaten iş imkanları dar, ortalama gelirler ev için yetersiz. Bir de kadın iş gücü ve ona (çocuk gibi haklı nedenlerle) tanınan pozitif ayrımcılıkla mücadele etmek gerekiyor. Karar mekanizmalarının çoğunda erkeklerin olmasından ve işyerlerindeki maaş ve kariyer konularındaki cinsiyet ayrımcılığından şikayetçiler.
Oysa onlara tanınan pozitfi ayrımcı politikalar erkeklere de uygulansa, bu sorunların çoğu otomatikman kalkardı.

Sonuçta, Erkek hangi kadına prenses, hangisine savaşçı gibi "ne zaman? ve nasıl?" davranacağını bilemiyor.

Romantizm ise dijitalleşmiş durumda. Lokantalardaki yemek ve farklı ortamlarda gezmelere indirgenmiş eğlenme anlayışı, doğrudan iletişimi öldürmüş durumda...
Hele korona kültürü ile yetişen çocuklar, 15-20 yıl sonra nasıl el ele tutuşulacağını, öpüşüleceğini bilemeyecek, sanal ortamda öğrendikleri ile bir şeyler yapmaya çalışacak sanırım.

Oysa iletişimin çok az bir kısmı sözeldir. Çoğu ise vücut dili, jesler, ses tonu ve kokularla feromenlerden kaynaklanır.

Bir kadına değer vermek? Ya da bir erkeğe değer vermek? klişe kalıplara sıkışmış gibi. Aslında tam anlamıyla, bunları tanımlayabilecek kimse de pek kalmadı.
Çünkü bu kalıpları alabileceğimiz, görgü kaynakları da azaldı. Ne toplum, ne aile ne de medya ...
Hangisi insanlara , diğerlerine değer vermeyi gerçek ve gerekli şekliyle öğretiyor ki? Ya da gösteriyor?

Bir erkek, bir kadına gerçekten değer veriyorsa, prensesmiş gibi davranır. Kadın da adama Prensmiş gibi... ilişkinin asaleti ve derinliği de bu karşılıklı saygı ve eşdeğerlilikten çıkardı...
Oysa günümüzde, erkeğe prens gibi davranan kaç prenses adayı kaldı ki?

Sözün özü, para sadece onunla eksikliklerini kapatma ihtiyacında olanlar için ön plandadır.
Eğer erkek bunu (kadında) kapatamıyorsa paranın, kadın kapatamıyorsa (erkek için) fiziksel özelliklerinin öne çıkması doğaldır.


Sorunuzun cevabı, hala muallakta kalıyor böylece :-) (21.10.2020)


4 Ekim 2017 Çarşamba

DİN İLE BİLİM ÇATIŞIR MI ?


Bu kurumlar değil ama, "taraftarları çatışır".
Taraftar olmayanlar için ise, ikisi de aynı anda mümkündür...

Bu bir dünyayı algılama ve yorumlama meselesidir. 
Günümüzde ırkçılık ve buna dayalı milliyetçilik hem zayıf hem de ilkel bir gruplaşma-topluluklaşma yolu olmuştur.

Kültüre ve değerlere dayalı milliyetçilik öne çıkmaktadır. Aslında 90'lı yıllardan sonraki neo liberalizm ile devletlerin, vatandaşın sosyal refah araçlarını aşamalı olarak kaldırması ve demokrasinin "istenen sonuca ulaşana kadar oylamaya devam"a dönüşmesi sonucu, günümüz insanın endişeleri ve korkuları geçmiştekine oranla çok daha fazla.
Bu nedenle, basit ırkçılıktan, kültür milliyetçiliğine, hemşerilikten, kültürel benzeşime, inançtan, inanmamaya,  eğitimden, görgüye kadar bir çok kalem üzerinden, gruplaşma eğilimleri artıyor.

Siyasetin ve siyasetçi olmanın, sıradan vatandaş için, "ilk yatırımı pahallı uğraş" olması  her türlü meclis içinde, vatandaşın kendisinin ve düşüncesinin temsil edildiğine inanırlığını azaltmış.
Böylece siyasete de inanç ve güven ciddi oranda aşınmış, hatta uluslararası ekonomik güçlerin, ulusal politikaları, devlete ve varlığına rağmen biçimlendirmesi bu güvensizliği körüklemiş durumda...

Böyle bir ortamda, din ve bilim, insanları aynı genel çatı arasında toplayabilecek ve diğerlerini ötekileştirebilecek çok önemli sosyal psikoloji silahına dönüşmüş durumda...

Çatışmalarda, aslında din ile bilimin uyumsuzluğundan değil, (ki elbette aralarında fikir  ve söz birliği yok ama ikisi de farklı açılardan, benzer "temel soruların" cevaplarını arıyorlar) bu enstrümanı kullananların çeşitli nedenlerle çatışmalarından çıkıyor...

Soru daha en başta, bu çatışma-çatıştırtma eğiliminin izlerini taşıyor.

Bu arada yazdıklarımı ülkemiz için düşünmeyiniz sadece, bu durum küresel bir salgın.
Bugün ABD seçimlerinden, Avrupa'daki değişimlere ve toplumsal hareketlere bir bakarsanız, bir çok ülkenin; "aynı yolda, kendi toplumsal yorumlarıyla yürüdüğünü" görürsünüz.
Ülkemizdeki durumda, bu dünyadaki eğilime ve değişimine uymuş durumda. Yani doğal akışında bir bakıma. Eski liberal  ve 90'ların alternatifsiz neo liberal ekonomik sistemleri çöküyor sadece. Yerine ne gelecek kimse bilmiyor?
Tekerlekleri döndüğü sürece, aracı yürütmeye çalışıyorlar ama hedef neresi, bir bilen yok.

5 Mart 2016 Cumartesi

Şu evrimi bana bir açıklar mısınız ?

şu evrimi bana bir açık ar mısınız ama öyle saçma sapan olduğu gibi kabullenilmiş dogmalar ile değil eğer evrim bilimse ki bunun bilim olduğunu savunanlar var ispat isterim küçük kafalı aptallar biyolojik şeylerden bahsettiğimi sanmasın eğer evrimle var olduysa bigbang nereden geldi ;
halil Demirci
05 Mayıs 2015

Evrim nedir? Neyi amaçlıyor? Neden doğanın içinde bir işlevi vardır, kendi kararınızı verirsiniz.
Bilmek ile inanmak arasındaki fark bilgidir. Evrime inanıp inanmamak size kalmış. Ama evrimle ne kast ediliyor, ne anlatılıyor bilmeden, sadece inanç çerçevesinden olayı ele almak beyhude'dir.

Evrimi anlamak istiyorsanız önce bu konudaki iddiaları, hem olumlu olanları hem de olumsuz olanları iyice anlamalısınız. Kanıtları ne? Neye dayanıyorlar? Bilgileri oluşurken hangi aşamalardan geçmişler? Vardıkları sonuçları kanıtlayabilmişler mi? Bilimsel anlmada bir kanıt çok zordur. Sadece bir kişinin ya da grubun belli bir zamanda yaptığı çalışmanın sonucu hiç bir şey kanıtlamaz. Aynı deneyi aynı koşullarda, farklı zamanda farklı kişilerde yaptığı zaman aynı sonucu bulursa ele doğru olarak ele alınır. Eğer bir de koşulların değişmesine rağmen farklı zaman ve koşullarda da benzer sonuçlar alınıyorsa o zaman tamamen doğru olarak nitelenebilir.

Yani ispatınızı ya da ispatlanmayacağını başkalarının bilgilerinden değil, kendiniz bulcaksanız. Araştırın, sorgulayın, düşünün, mantık yürütün. Neden, niçin, nasıl sorularını sorun. Aldığınız her cevapla, yeni bir soru üretemiyorsanız, yanlış yola sapmışsınız demektir.

Burtay Mutlu
05 Mayıs 2015



Sayın Yalçın Şenel'e verdiğim cevaba bakabilirsiniz. Tam olarak istediğiniz olmasa da, en azından olayı nasıl inceleyebileceğiniz konusunda fikir verebilir.

Biz biyolojide her konuda kendimizi(pirimatları) gelişmiş olarak açıklıyoruz peki bu gelişmişlik kime göre? Ya örneğin bir arche ya da bir halkalı solucan gelişmişse? Benim anlam veremediğim daha basit yaşayıp doğaya ayak uydurmak mı gelişmişliktir yoksa organizması çok dokuları organları olan ve doğayı kendimizinmiş gibi kullanan insanlar mı gelişmiştir?
Yalçın Şenel 04 Mayıs 2015



 Gelişmiş, üstün, mükemmel olma kavramı, evrim'in fark edildiği zaman içine yaftalanan, evrim düşüncesine ait olmayan bir bakış açısıdır. Evrim açısından her canlı zaten mükemmeldir. Kendi açısından gelişmiştir.

Ancak Darwin'in üzerinde durduğu şey, şartlara ve koşullara göre canlıların sadece bireysel olarak değil, tür olarak ta adaptasyon sürecinden geçmeleri ve bunu mükemmel şekilde gerçekleştirmeleriydi. Yani canlıları değil, değişim ve uyum sürecini mükemmel olarak tanımladıydı.
 Her canlı gibi, her türün varoluş amacı da soyunun devam etmesi, gelecek kuşaklarının yaşamasını sağlamaktır. Nasıl bireysel açıdan her canlı, değişen koşullara adapte olursa (yaşamını sürdürmek için), her “tür” de aynı şeyi yapar. Tabii ufak bir farkla, bir tür ile o türün bir bireyinin yaşam süreleri farklı olduğu için değişim süreci ve etkileri de farklıdır.

Eğer şartlar bir canlının varlığını sürdürmesi için yeterliyse, evrilmesine gerek kalmaz. (Tek farkla insanın evriminde, insan kendi şartlarını sürekli zorlayıp, kendi varlığını kendisi, açgözlülüğü ve hırsı ile sürekli tehlikeye attığından, insanın evrimi biraz daha farklı olacak gibi.)  Peki, “evrimin canlıyı mükemmelleştirdiği düşüncesi, bakış açısı nasıl eklendi?” derseniz... O dönemin en önemli özelliği kapitalist ekonominin güçlenmeye başladığı ve sömürgeciliğe, tüketim toplumları için kaynakların paylaşım kavgasının ilk dönemleriydi.

Güçlü olan zayıf olanın elindekini almaya, kaynaklarını, imkânlarını tüketmeyi doğal hakkı olarak görüyordu.  Keza doğa’ya bakışları bile, "doğayla savaşmak, bilim vasıtasıyla doğayı yenmekti"
Bilime olan inanç ve doğanın alt edileceği, ehlileştirileceği düşüncesi hâkim kılınıyordu. Bu sayede doğal kaynaklar rahatça tüketiliyor, kapitalist sermaye büyüme, gelişme için yeni ekonomik kaynaklara yönelebiliyordu. (Bu arada günlük tüketimi 1,5 dünya günü üretimi geçen bir çekirge sürüsüne döndük.  Doğanın içine ettik. Diğer canlıların yaşam hakkını ret ettik. Her şeyi insanın emrine verilmiş bir araç statüsüne indirdik)

Ancak aynı şekilde fabrikalarda üretim artışını karşılamak için tüketici bir toplum da gerekiyordu. Üstelik fabrikalarda artık en azından temel düzeyde eğitim almış kişilere duyulan ihtiyaçta artıkça, milli eğitim sistemleri de güçleniyordu. En başta Amerikan ve Fransız devrimi ile başlayan ve milliyetçilik akımları ile yayılan insan hakları düşüncesi de bu toplumlara yerleşiyordu. Öyle ki, savaşan uygar uluslar kendi aralarında bu kurallara uyarak, çatışma şiddetini ve zararını en aza indiriyorlardı. En azından savaşları centilmenler savaşı oluyordu. Ama aynı centilmenliği bir Afrikalıya, Çinliye, Kızılderiliye asla gösterme ihtiyacı duymadılar. (Bu dönemde Yunanlıların demokrasiyi kendileri için geliştirmiş olmaları gibi, kendileri için geçerli ve rekabet ettikleri diğer sanayileşen uluslar ile de çatışmaları en aza indirecek yeni kavramlar da üretiliyordu. Bu nedenle de 1nci dünya savaşında teknoloji ile toplu imha yöntemleri gelişince ve hele sivil halkta savaşa dâhil olunca, uygar batı dehşete düştü. Ama yine de yaptılar, daha da geliştirdiler.)


İşte böyle bir dönem de evrimin fark edilmesi gene bu zihniyetin işine yaradı. Çünkü insan haklarından bahseden, Tanrı adına iyilik ve doğruluk yapan, adaleti, medeniyeti yayan bir toplum olarak dünyaya yayılırken, önlerine çıkan engelleri yok ederken kullanabilecekleri bir bilimsel gerçek daha olmuştu.
Böylece kendilerini, gelişmiş mükemmel olarak tanımladılar. Sanayileşmemiş ülkeleri de geri, uygarlaşmamış, hatta insan olma sıfatına tam layık olmayan insanımsı varlıkların ülkesi olarak tanımladılar. Bu şekilde kendilerine ve toplumlarına, o ülkeleri sömürürken, insanlarını kullanırken, doğru olan, haklı olan, onlar içinde uzun vadede faydalı olacak işler yaptıklarına, inandılar, inandırdılar. Evrim bu kişilerin gerek ahlaki gerek ise dini açıdan kendilerini rahat hissetmeleri için bir araca çevrildi. Aynı zamanda Din’de saldırıya uğradı. Çünkü dinler tüm yaratılmışları eşit görür. İnsanları ayırmaz, İnsanı vicdanı ile de değerlendirme yapmaya zorlar. Bilim de zarar gördü, daha sonra kafatasçı, ırkçı düşüncelere de temel alındı.

Oysa evrim, canlının tür olarak değişen koşullara mükemmel uyum yeteneğini ve bunun o türün bireyleri üzerindeki etkisini, getirdiği değişimleri ele almaktadır.

Burtay Mutlu 05 Mayıs 2015

============================================================



Soru: Evrim doğru ise önümüzdeki milyonlarca yıl dünya hala ayaktaysa bizler gibi akıllı canlılar evrilebilirmi?
Bertuğ Kandır 22 Nisan 2015

Evrimi, entropinin doğal bir sonucu olarak ele alın. Sürekli maddeler yer değiştiriyor, geçici olarak sistemlere katılıp ayrılıyorlar ve her seferinde yeni sistemler oluşturuyorlar. Maddeler için güneş sistemlerinin oluşması, patlaması, yeniden sistemlerin oluşması da bu açıdan evrimdir. Şu an dünya üzerindeki tüm maddeler, güneşimizden önceki başka bir güneşin patlamasından kalan maddeler. Onun daha büyük olduğunu düşünürsek, ömrü daha kısa idi. Yani o da çok daha büyük bir yıldızın kalıntısından oluşmuş olabilir.

Canlılar içinde evrim benzer, her canlı türü içinde bulunduğu sisteme adapte oluyor ama sistemler değiştikçe, o da değişiyor. Ama esas sorunuza gelirsek, akıl. Dünya üzerinde halen, insandan başka akıllı ve zeki canlılar var. Örneğin, kargalar, yunuslar, ahtapotlar, şempanzeler, kediler, köpekler hatta karıncalar. (Karıncalar ve arılar sibernetik zekâ için çok önemli örnekler, tek başına iken bir baytlık zekası olsa bile, koloni halindeyken milyonlarca baytlık veri işleyip, sistemler organize edebiliyorlar.) Buradan "Aklı", bilgi iletişim ve işleme, değerlendirme olarak yorumlayabiliriz. Buna göre de değişen şartlara tutum, davranış ve duygusal tepki olarak "anlık”, evrimsel gelişim olarak aktarılmış bilgi olarak "süreç" içinde cevap veriliyor. Bilinci ise, bunun farkında olma ve yönlendirilebilmesi olarak da ele alabiliriz. Şu an dünya üzerindeki mevcut canlıların içinde bilinç düzeyi en yüksek olanı insanlar.

İnsan ise buna zorlandığı için ulaşmıştır. Yani değişen koşullara uyum çerçevesinde, hayatını devam için en verimli yollardan biri olarak geliştirmiştir. Dini açıdan ele alırsak bunu, Allahü Teâlâ’ (C.C.) nın insanı yaratmasının bir parçası olarak ta düşünebiliriz.  Sonuçta O'nun için sadece "bir an" bile değil bu süreç, her şeyi sebepleri ile yarattığını da düşünürsek, insanı yaratmasının da benzer sürece tabii olması doğal olmalı.

Tabii burada "insan olmak" ne demek? Sorusu geliyor. Eğer beyniniz bir köpeğe nakledilse, bu düşünce, bilgi ve bilinç ile dünyayı görseniz, ( beyin naklinin önündeki engeller biyolojik sadece ama uygun teknoloji olası ), siz hala insan mısınız? Yoksa köpek mi? Doğal olarak insansınız. Çünkü insanı insan yapan şey, vücudu değil, bilinci ve aklıdır. 

Geçmişte milyonlarca yıllık süreçte, dünya üzerinde başka canlılar oluşmuş ve bizim gibi kendi kendilerini yok etmiş olabilirler. İnsanın kökeni en fazla 8 milyon yıl. Homo Sapiens'ın ki 200 bin yıl, Modern uygarlığın ki 5 bin yıl. Şu anki teknolojimizin ki ise, 200 yıl. Bu gidişle kendi kendimizi yok etmemize de 200–300 yıl var. (Bu dünyayı tüketim düzeyiyle)

En kalıcı atık madde plastik, doğada 1000 yıl kadar kalabiliyor. Yani dinozorlardan bu yana 65 milyon yılda, her 10 milyon yılda bir akıllı bir canlı (insan) oluşsa 6 defa olabilirdi. Dünyanın üzerinde 500 milyon yıldır ortalama yaşam olduğunu düşünürsek bu 50 defa mümkün olabilirdi. Ve hiç bir kalıntıları kalmazdı, hepsi çözünmüş olurdu doğada.

Yine de bilinçli akıl kolay oluşan bir şey değil. Yoksa dinozorların 300 milyon yıllık hâkimiyetinde en azından ya da aradaki süreçte akıllı bir canlı gelişebilirdi.  Bunu akıllı bir canlı oluşumu için gerekli ve yeterli bilginin DNA da daha birikmemesine bağlayabiliriz. Ya da daha büyük bir ihtimalle zekânın ve aklın gelişmesi için canlıları zorlayacak ağır koşulların oluşmamasını veya oluştuğunda ise canlıların buna adapte olma sürelerinin yetmeden, türlerinin yok olduğuna bağlayabiliriz.  Belki de uzaylılar olarak nitelene UFO'lar belki de dünya da yetişmiş ve ayrılmış bir ırkın dünyayı tekrar ziyaretleri, ilgileri olarak da düşünebiliriz.  Her şey olası, ama kesin değil. Aynı şekilde gelecekte, homo sapiens'in yerini alabilecek başka bir akıllı canlı türü, başka bir insan ırkı, mümkün.  Bu tamamen şartların zorlamasına, canlının uyum yeteneğine ve tercihlerine ve zamana bağlı bir şey...
Olmaz da, olur da demek mümkün değil.______