bilinç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilinç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2020 Cuma

Kadın'a karşı erkek şiddeti ile nasıl başa çıkılmalı?

Bunun çözümü kolay değil. Ve uzun vadeli. En başta, anneler oğullarını eğitmeli. Çocuk rol model olarak babasını alsa da, toplumsal görgü de yönlendiriyor. Bunu kesmek lazım.


Dizilerle, filmlerle maganda, maço erkek tiplemeleri yüceltilmemeli. Erkeklere kadınla iletişim dersleri verilmeli. Hatta okullarda dans kursları ile karşı cinsiyet ile iletişim kuralları (özellikle tango bu konu da iyi bir araç).
Kadınlara da iletişim kursları ve davranış eğitimi verilmeli. Zannetmeyin, daha narin veya duygusal diye kadınlar "erkekle iletişimi" biliyor. Erkekler hakkında çok fazla şey bilmiyorlar. Çoğu erkeği sadece ..salak zannediyorlar. 
Çünkü toplumsal korkularla, erkeklerle iletişim ve sağlıklı arkadaşça ilişkiler kurmaları küçük yaşlardan itibaren hep kontrol edilmiş veya engellenmiş.


Kadın erkeğe dili ile saldırdığın da kavgayı, kontrol etmeyi yönlendirmeyi bilmiyor. Oysa, erkeğin kendini çok yetersiz hissettiği ve kavgayı kaybettiği nokta bu süreçte. O zaman temel içgüdüler kalıyor geriye (Kaç ya da Saldır. Bu fiziksel eylemde de, kadın fiziksel olarak zayıf kaldığı için, öfkeyle hareket ediyor.)


 Bunun eğitimi de verilmeli... Okuldan, üniversiteden, kadın gönüllü kuruluşlarından...(Kadınlara, erkekle tartışma, erkeklere de öfke kontrolü...)

Ayrıca, namus kavramı güncellenmeli ve toplumda işlenmeli. Fahişe diye hor görülen bir çok kadının, erkeklerden ve hemcinslerinden daha namuslu olduğu bir toplumdayız. (Gizlileri, saklı emelleri ve planları yok. Açık olarak işleri ne ise onu yapıyorlar. Askerlik gibi binlerce yıllık geçmişi olan en eski sosyal kurumlardan biri...Yok edilemez.)

Buna karşı namuslu gözürken, ama çocuklara zarar verenlerden, toplumun ekonomik birikimlerini israf edenlere bir çok farklı örnek el üstünde tutuluyor.

Başkasına (bilinçli) fiziksel veya ruhsal zararı olmadan yaşamını sürdürüp, idame ettiren kişilere namuslu denmeli.

Kadınlar artık ekonomik hayatta önemli ve üretken roldeler. Üretken rolleri hiç bir zaman bitmedi ama değişiyor. Erkekle eşitlik çabaları ve savaşları çalışma yaşamına yansıyor. Hukuki eşitlik, uygulama olmadan çok anlamlı değil. Ama bu eşitlik kavgasının bir gözardı edilen noktası daha var. Kadın-erkek ilişkileri de artık eşitlerin ilişkisi değişiyor..
Kız kaçar, erkek kovalar şeklinde aktif-pasif rollerden, tarafların ortak hareket ettiği ve orta noktalarda buluştuğu (her iki tarafında kazan-kazan politikası takip ettiği) rol modellere geçiliyor.
Buna karşılık toplumsal görgü ve rol modellerle, hala yüzlerce yıllık alışkanlıkların modelleri beklentileri oluşturuyor. Bu da işlenmeli.

Bu ülke ve toplum sadece erkeklerin omzunda yükselemez. Kadınların omuzlarında da yükselemez. Birbirlerine destek olmayı öğrenmek zorundalar.

Öldürürcesine, Aşk mı (?)



Kadınlar öldürülemez mi?  Elbette öldürülebilinir. Erkeklerde keza aynı...

İnsanların anlamadığı nüans, bir kadının bir araba kazasında, bir suç işlenmesi sırasında öldürülmesi kadın cinayeti değildir. Basbayağı cinayettir.


Ama bir erkeğin bir zayıflığı, egosu yüzünden bir kadının öldürülmesi işte bu kadın cinayetidir.


Erkekler buna ne ad verirlerse versinler, "namus, ar, kendimi kaybettim, kıskançlık, töre, vs"... Esasında bu kendinden fiziksel olarak daha zayıf bir varlığa, fiziksel olarak karşı koyamayacağını bilerek yapılan bir şiddettir. Erkeğin kendisini riske atmadan güç gösterisidir. Kısaca erkeğin korkaklığıdır... Üstelik bu korkaklığı gizlemek için, kadına yüklemesidir.

(Aynı maço'lar, kendileri zarar görme riski olduğunda hemen alttan alırlar.)


Kim ne derse desin. Kadın'a şiddeti önlemenin ilk yolu annelerin eğitilmesi ve bu eğitimle, çocuklarını (kız-erkek) yetiştirilmesidir..

Babaların verdiği eğitim işe yarasaydı, bu halde olunmazdı zaten...

Tüm cinsler, kendi ve karşı cinsin sınırlarını bilip, saygı göstermeyi öğrenmeli. Artık kadınlar erkeklere ihtiyaç duymuyorlar yaşamak için, kendi ayakları üzerinde duruyorlar.
Çalışıyorlar ve ekmeklerini kazanıyorlar. Bu yüzden artık hikayelerde, efsanelerde, törelerde anlatılan kadın tiplemeleri de kalmadı erkekler karşısında.
Bir erkek nasıl bir başka erkeğin çalışma ve yaşam alanına saygı duyuyorsa, ister çalışma ister hayat arkadaşı olsun, kadına da aynı şekilde saygı duymayı öğrenmeli...


İkincisi özellikle gençler arasında, karşı cins ile doğru iletişim kurulması öğretilmeli.

Çoğumuz bu doğanın gereği zaten oluyor deyip, işi aşk'a, sevgiye filan bırakıyoruz ama öyle değil artık.

Birbirlerine hiç dokunmadan, sesini canlı duymadan haftalarca cep telefonları ile aşk ve bağlılıklarını ifade eden gençler dolu.

Bir arada yaşama gibi, fiziksel yakınlık ve gerçek iletişim isteyen bir duruma geldiklerinde ise, birbirlerini anlayamıyorlar. Tartamıyorlar. Doğru refleksleri uygulayamıyorlar.

Bir kısmı işi kısa yoldan seks üzerinden çözmeye çalışıyor ama, onunda devri kısa sürede geçiyor.


Bu yüzden gençlerin ortak çalışıp, bir arada dayanışma ile problem çözecekleri, bir şeyler yapacakları sosyal yapılar ve organizasyonlar düzenlenmeli. Bir amaca ortak olarak ulaşmaya çalışırken, birbirlerini de tanıyıp, daha doğru bir iletişim yolu öğrenecekler...

Ya da her zaman savunduğum gibi, dans, özellikle Tango eğitimi bu konuda önemli bir gelişmeyi getirecektir.

Kadına şiddet'e karşı idam cezası hk...


Hiç bir suç, caydırıcı cezalarla azalmamış. Kadın cinayetlerinde de durum aynı. Ancak idam kararı bir kere çıktı mı, kapsamına alınacak kişilere bakmak lazım.

Bugün bir tek kadın cinayeti iken, yarın terör denecek. Başka bir gün tüm muhaliflere terörist, teröristle işbirlikçi filan denecek...

Zamanında İdam cezasının kalkmasına karşıydım. Hapislerde besleneceğine, derdim... Bu konudaki fikrimi değiştirmedim.

Ancak o dönemde yargının bağımsızlığı konusunda da şüphem yoktu.

Kadın cinayetlerini önlemek mümkün değil. Ama azaltmak mümkün.

Önlemek mümkün değil, çünkü tüm toplumda bir zihniyet değişikliği gerektiriyor. Oysa her gruptan ve yaştan, çok tutucu ve bağnaz zihinler bolca var.

Ancak yeni nesil üzerinden gidilerek bu sorun hafifletilebilinir.

Ve şiddetin şekli, erkek-kadın niteliğinden çıkartılıp, insanın insana şiddetine dönüştürülmeli.

Elbette şiddet hoş değil ama maalesef, günümüz dünyasında bu toplumsal, ulusal ve uluslararası yaygın bir sorun.

Bu sorunun temelinde, Kadın-Erkek iletişiminin sakat/eksik olması yatıyor.

Erkek, kadına nasıl davranacağını bilmiyor. Kadın da erkeğe... Gerçek hayatta, kadınlar erkeği idare eder, yönlendirir. Biçimlendirir.

Bir kadının yetiştirdiği bir erkek, başka bir kadına hele geçmişte veya gününde ilişkisi olan bir kadına karşı şiddet uygulayabiliyorsa, bu sorunun salt erkek değil, kadın tarafından da kaynaklanan eksiklikleri var demektir.

Bu konuda en azından gençlere, hem birbirleriyle iletişim kurup doğru ifade ile anlaşabilecekleri, hem de kaynayan kanlarındaki heyecanı-ateşi kontrol etmelerini sağlayacak eğitim metotları gerekiyor.

Çocuklarımıza Centilmen Beyefendi ve Hanımefendi kurallarını ve yöntemlerini öğretmeliyiz.



Kadın erkekte yüreğe mi, cüzdana mı öncelik verir?

Ne kadında, ne de adam da öyle iddia edildiği gibi koca yürekler kalmadı. Bu yüzden hiç değil ise rahatını düşünmesi doğaldır insanın.
Bunun için kimseyi itham etmenin gereği yok. Toplumsal yozlaşmanın uzantıları, etkileri bunlar.
Kadın artık eski kadın değil, ekonomik özgürlüğünü=bağımsızlığını kazanmış durumda. Erkek ise hala ananevi öğretilerle, evde eşini bekleyen kadının görevlerini bekliyor ondan. İster çalışsın, ister çalışmasın.
Ev kadını dediklerimizde, hem çalışan kadının yaklaşımlarından etkileniyor, benimsiyor hem de günümüz şartlarına göre uygun bir yaşam standartı oluşturmaya çalışıyor. Bugün ortalama bir ev kadınının aile bütçesine işgücü olarak katkısı 1-1,5 asgari ücret düzeyinde.. (Tabii para değil, ayni olarak)

Erkek ise eski erkek değil, eskiden tüm kadınlar kulede prensini bekleyen prenseslerdi. Onlara prenses muamelesi yapılması doğru idi...
Şimdi çoğu iş hayatında, sosyal alanlarda, sporda ve bir çok dalda Red Sonya gibi rakip oluyor erkeğe...
Zaten iş imkanları dar, ortalama gelirler ev için yetersiz. Bir de kadın iş gücü ve ona (çocuk gibi haklı nedenlerle) tanınan pozitif ayrımcılıkla mücadele etmek gerekiyor. Karar mekanizmalarının çoğunda erkeklerin olmasından ve işyerlerindeki maaş ve kariyer konularındaki cinsiyet ayrımcılığından şikayetçiler.
Oysa onlara tanınan pozitfi ayrımcı politikalar erkeklere de uygulansa, bu sorunların çoğu otomatikman kalkardı.

Sonuçta, Erkek hangi kadına prenses, hangisine savaşçı gibi "ne zaman? ve nasıl?" davranacağını bilemiyor.

Romantizm ise dijitalleşmiş durumda. Lokantalardaki yemek ve farklı ortamlarda gezmelere indirgenmiş eğlenme anlayışı, doğrudan iletişimi öldürmüş durumda...
Hele korona kültürü ile yetişen çocuklar, 15-20 yıl sonra nasıl el ele tutuşulacağını, öpüşüleceğini bilemeyecek, sanal ortamda öğrendikleri ile bir şeyler yapmaya çalışacak sanırım.

Oysa iletişimin çok az bir kısmı sözeldir. Çoğu ise vücut dili, jesler, ses tonu ve kokularla feromenlerden kaynaklanır.

Bir kadına değer vermek? Ya da bir erkeğe değer vermek? klişe kalıplara sıkışmış gibi. Aslında tam anlamıyla, bunları tanımlayabilecek kimse de pek kalmadı.
Çünkü bu kalıpları alabileceğimiz, görgü kaynakları da azaldı. Ne toplum, ne aile ne de medya ...
Hangisi insanlara , diğerlerine değer vermeyi gerçek ve gerekli şekliyle öğretiyor ki? Ya da gösteriyor?

Bir erkek, bir kadına gerçekten değer veriyorsa, prensesmiş gibi davranır. Kadın da adama Prensmiş gibi... ilişkinin asaleti ve derinliği de bu karşılıklı saygı ve eşdeğerlilikten çıkardı...
Oysa günümüzde, erkeğe prens gibi davranan kaç prenses adayı kaldı ki?

Sözün özü, para sadece onunla eksikliklerini kapatma ihtiyacında olanlar için ön plandadır.
Eğer erkek bunu (kadında) kapatamıyorsa paranın, kadın kapatamıyorsa (erkek için) fiziksel özelliklerinin öne çıkması doğaldır.


Sorunuzun cevabı, hala muallakta kalıyor böylece :-) (21.10.2020)


28 Haziran 2017 Çarşamba

Bilinç, canlılık nedir?



Bu soru bilimsel bilgiden ziyade felsefi bakışı sorguluyor bence.

Canlılık: Bence, canlılık maddenin doğal bir formudur. (?)
Evrendeki temel varlık; enerjidir. Enerjinin temel eğilimi ise, bulunduğu ortamda homojenleşmektir. Çünkü homojenleşince kararlı bir sistem olacaktır.
Kütle'nin varlığı bu homojenleşme eğilimini baltalamıştır.  Yine de entropi vasıtasıyla kütle de zaman içinde homojenleşme yönünde tepki vermektedir.

Ancak kütlenin homojenleşme eğiliminde tek yapı; maddenin dağılması, çözünmesi, ışıması değildir. Aynı şekilde, farklı potansiyel yüklerden kararlı sistemler oluşturmakta bu homojenleşmenin bir parçasıdır.
Atomlardan başlayarak, bileşiklere kadar bütün sistemlere bakarsanız, hepsi dışarıdan nötr iken, kendi içinde farklı potansiyel kuvvetlerin birbirini dengelemesi ile oluşmuştur.

Canlıyı ele aldığımızda ise, hepsinden çok daha fazla ve kompleks bir sistemler bütünlüğüdür. Üstelik evren ile sürekli enerji alışverişi yaparak, kendi bütünlüğünü koruma - (kritik) dengede tutma yolundadır.

Ancak bu tür yapıların oluşması için, özel koşullar gerekmektedir.  Her ortamda mümkün değil. Bunu biliyoruz zaten.
Canlılığı bu çerçevede ele alıyorum. Ölüm ise bu sistemin çökmesi ile bileşenlerine ayrılma-çözünme olarak düşünebiliriz.

Bilinç: Anlatım olarak bilinç, dıştan gelen uyarıcıyı-bilgiyi işleme ve buna göre en uygun pozisyonu değerlendirebilme yetisidir.
Yani varlığının, durumunun farkında olma, çevredeki uyarıcıların durumunda farkında olmak ve bunlardan gelen verilere göre; varlığın bütünlüğünü korumaya yönelik, uyumunu sağlayıcı en uygun durumu-pozisyonu alabilme yetisidir. Bunların bir kısmı doğal süreç parçası olabilir (ki otomatik), bir kısmı ise karar alabilmeyi gerektirir.
İnsanoğlu olarak biz bilinci şimdilik, koşullara göre şartların farkında olarak karar alabilme yeteneği olarak değerlendiriyoruz.
Çünkü kararlarımızda sadece geçmişin ve günümüzün verilerini değil, geleceğe yönelik-daha olmamış olayların, olma olasılıklarına dair verileri de işleme katıyoruz.
İnsanı da bunun (gelecek öngörüleri) bilinçli yaptığını ve diğer canlılardan ayırdığını iddia ediyoruz. Kısaca sorun çözme yeteneği de diyebiliriz.
Oysa bir çok hayvanın da (Kargalar, Yunuslar, Şempanzelerin, vb.) gelecek öngörüsünde bulunup, planlama yapabildiğini ve sorun çözebildikleri, stoklama yaptıkları bilimsel deneylerde görülmüş.

Bu çerçevede (her ne kadar kendimiz dışındakileri, küçük görüp kabul etmesek de...) , canlı her varlığın bilincin çeşitli aşamalarından birinde olduğunu söyleyebiliriz.
Yani bence, her canlıda çok az veya çok fazla bir bilinç vardır. Canlılığın bir parçasıdır. (Ki bir gün bilinçli makineler ve programlar geliştirilince, onları tanımlamada da sorun yaşayacağız. Önceleri iş gücü kolaylığı (kölelerimiz) nedeniyle onları canlı olarak kabul etmeyecek olsak da zamanla bu ayrım değişebilir.)

Bilinci bu çerçevede, canlılığın sürdürülebilmesi için; iç ve dış verilerin işlenip, uyumlaştırılması olarak ele alabiliriz. Hatta bazı veriler artık otomatikleşmiş (içgüdü) haline bile dönüşmüş olabilir.
Bu, şartların değişkenliği, işlenmesi gereken veri miktarı ve hızı ile alakalı olmalı diye düşünüyorum. Ortama uyum sağlama ihtiyacı ile, bilincin olumlu etkilendiğini düşünüyorum.



Bilinç Nedir?
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/40861/                    08/10/2019


Yunus Bey,
Değerli ve oldukça bilgilendirici yazılarınız-derlemeleriniz için teşekkür ederim.
Bilgilere dayalı yorumlarınızda çok iyi... :-)

Konuya kendimce bir kaç katkıda bulunmak isterim. Dilerim ilham verici bulacaksınız. (?)

Evrendeki tüm sistemler, CANLI-CANSIZ çökmüştür (? :-)
Diğer bir deyişle, bir sistemin tüm elemanlarının pozisyon ve enerji durumlarını dalga fonksiyonlarına dönüştürsek, sistemin kararlılığını sürdürdüğü noktada, bu dalga fonksiyonlarının bileşkesi olan dalga fonksiyonu çökmüştür.
Yani diğer tüm olasılıklar bitmiştir.
Bu durum bize kaos kıyısındaki mükemmel denge olarak gözükür. Çünkü alt elemanlardan sadece birinin bile bir miktar değişimi, tüm sistemi etkilemektedir.

Ancak tüm sistemler, sürekli çevrelerinden ve konumlarından kaynaklanan etkiler altındadırlar. Elektromanyetik dalgalar, kütleçekim dalgaları, Zaman, çarpmalarla aktarılan momentumlar, hareket kaynaklı etkileşimler, vs.vs.
Cansız sistemler, bu etkilere sistem içi dengelerde değişikliklerle karşılık verir ama zamanla bütünlüklerini kaybederler.
Entropi etkisini öyle gösterir ki, iyi muhafaza edilmiş bir kasa içindeki demir külçe bile milyarlarca yıl sonra toza dönüşür. Bu etkiler cansız sistemlerde bağları aşındırır.

Canlı sistemler ise bu noktayı korumak için farklı bir yol geliştirmiştir. Sistem dışından malzeme ve enerji alıp, fazlalıkları atarak sistem olarak yapısal bütünlüğünü korumaya çalışır.
(Bu arada kullandığı aslında sadece elektronlardır. Hücre de ATP'den ADP sentezinde serbest kalan bir elektron...)

Şu noktada sizinle aynı fikirdeyim. Canlılık entropinin artmasına katkıda bulunmaktadır. Belki de, Evren için bir araçtır.

Bilinç ise canlı birimin, sistem bütünlüğünü korurken çevresinden ve mevcut durumundan aldığı bilgileri de işleyerek, karşılaştırarak,  şartlardaki değişimi ve olası etkilerini hesaplayıp,
adaptasyon sürecini şartlar değişirken (değiştikten sonra değil) sağlayan bir işlev olarak düşünüyorum.

Bu yüzden her canlının yaşam şekline ve boyutuna göre bir bilinç sahibi olduğu konusunda hem fikirim.

Ruh konusunda, sanırım sizinle aynı fikirde değilim. Çünkü bütün gerekli malzemeyi toplayıp, 3D printer ile hücreler düzenlesek ve bunları gene benzer yöntemle birleştirerek bir organizma vücudu inşa etsek bile, bu vücut bir canlının olmayacaktır. Çünkü canlanmayacak.
Çünkü aksi olsaydı, ölüm olmazdı.

Ölüm genelde vücut birimlerinden bir kaçının görevi artık ifa edememesi ile gerçekleşiyor. (Yani bazı alt birimlerin durumu -dalga fonksiyonu- değişiyor.)
Bir canlının ölüm anından bir süre sonra daha hücreler (sinirler 10 dakika, vücut hücreleri 48 saate kadar) daha yaşamaya devam edebiliyor. Tüm hücreleri henüz canlıyken, ölüm olması anlamsız değil mi?

Bütün bu sistemi, canlı ve durumuna göre bilinçli tutan
ve olmadığında işlevsiz bırakan bir anahtar birim daha olmalı...

16 Ocak 2017 Pazartesi

Bilincin bir fiziği var ise, özgür iradeden bahsedebilir miydik?

Kemal 16 Ocak 2017
Örneğin aç olduğumuza karar mı veririz yoksa vücudumuz için gerekli olan kalori kaynaklarına mı ihtiyacımız mu vardır ?
Eğer öyle ise yani bilinçlerimizin ortak bir fizik yasası var ise ; bilinç-dışı olarak adlandırdığımız nörolojik , ruhsal ve davranışsal durumlarımız , '' bilincin fiziğinden '' tamamen aykırı mı hareket etmektedir ?
  
Onlarca bilinç teoremi , bilinç kavramını tıpkı uzay, madde ve enerji gibi temel fiziksel bir parametre olarak ele alır ve yine bu fiziksel fenomenler gibi bilincinde evrensel olduğunu dile getirir . (En azından okuduğum 15-20 arası bilinç teoriminde böyle )
   Başlık basit ama bir o kadarda saf bir sorudan ibaret aslında . İlginç olan şey ise bu soruya basit ama saf cevaplar değilde , ilginç ve yaratıcı cevaplar verilmesi gerektiğidir .



Burtay Mutlu (shibumi_tr) 17 Ocak 2017
Bence; Bilinç, her şeyden önce "karar verip uygulayabilme iradesidir.
İrademiz ile verdiğimiz kararları ise; bir çok değişkenden gelen veriler belirliyor.

Bilinçsiz eylemler olarak nitelediğimiz fizyolojik durumlar ve tepkiler de aslında bilincin bir parçası.
Onlar üzerinde irade sahibi olmayışımız, onları yadsımamıza neden oluyor olmalı.
Mesela; aynı olay karşısında; sağlıklı ve dinlenmiş bir vücut ile yorgun ve hastalıklı bir vücut sahibi olduğumuzda verdiğimiz kararlar ve tepkiler bile farklı olacaktır.
Bilinci iki parçadan oluşmuş kabul etmek daha mantıklı gibi bence.

1) Çevreden (ve içten gelen) bilgilere göre oluşan kontrol edilemeyen değişkenler
2) Aynı bilgilerden kontrollu olarak seçilen ve irade kullanılarak şekillendirilenlerden...
 
Fiziksel karşılığı için, ilk duruma (1) Kuantum dalgalanmasına göre üretilen sonuçlara,
İkinci duruma (2) Einstein ile doğan bildiğimiz modern fiziğe göre oluşan sonuçlara, benzetebilirim.
Yani bir tanesi kesin verilerden, diğeri ise olasılıkların en güçlü şekillendirdiği dalgaya göre oluşan bilgilerden oluşuyor.
Bilinci, bu çerçevede; kesin ve net verilerle, olasılığa dayalı belirsiz verilerin işlenmesi sonucu oluşan bir irade olarak niteleyebilirim.

Özgür irade bunun neresinde? Olasılığa dayalı belirsiz verilerde...
Bizler bu olasılıklar içinde, en güçlü olasılığı "seçme eğiliminde-umudunda" olsak da, daha zayıf bir olasılığı "seçme ihtimalimiz her zaman eşit."
Bilincin evrenin temel değerlerinden biri olduğuna inanıyorum.

Hatta, Yaratıcının "yarattığı insan" kavramı ile "salt bilinci" kast ettiğini düşünüyorum.
Her ne kadar fiziksel vücudumuza çok bağımlı olsak da, bunlar algı yanılsaması.
Yani belli bir bilinç düzeyine ulaşmış, geçmiş her canlı " yaratılmış insan" olarak nitelenebilmeli.
   
Bu bizi yaratılışın evrenselliğine ve genişliğine götürür. Bir çok başka gezegendeki hayat ihtimalini, ruhsal açıdan kabul edilebilir kılar.
Tabii vücuduna aşırı bağımlı düşünenleri de ciddi bir bunalıma sokar. Yaratılmışların en şereflisinin vücutları değil de, bilinçleri-akılları olunca sadece...
Böyle bir durumda bize verilen yaşam, bilincin geliştirilmesi, güçlendirilmesi, güzelleştirilmesi için bir hediye olur. 
(Bu tanım, çoğu insan tanımlı biyolojik yaratığın işine gelmeyecek çünkü kabul ederlerse, tüm yaratılmış varlıklara saygı ve sevgi duymak zorunda kalacaklar. Evrim bile bu yaratılışın sebepler-sonuçlar zincirinin bir parçası olur.)

    Diğer yandan, kendimizden aşağı gördüğümüz, bilinçsiz olarak tanımladığımız canlılarında kısmı de olsa bilinci olduğunu kabullenmel zorunda kalırız. Sosyalleşme ve gelişme düzeylerine bağlı olarak, net sonuçlara göre irade içeren tepkileri oransal olarak düşük iken, belirsiz verilere göre tepkileri daha yoğun olan canlılar. Yani duygusal tepkileri daha yoğun canlılar.
     https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/26788/