savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mart 2022 Perşembe

Rusya- Ukrayna Çatışması hakkında


 

Batı'nın bu kadar yoğun bir Rus
düşmanlığı gütmesini hala şaşkınlıkla izliyorum.


Kültürü, edebiyatı, birikimi ile Rus Kültürünü ve toplumunu kendilerinden olduğunu defalarca dile getiren Batı, bu sefer topyekün bir dışlama ile Rusya'yı karşısına alıyor.

Bu normal değil.

Yaklaşık 30 yıldır aşama aşama Rusya aleyhine, anlaşmalara sadık kalmadan hareket ettiler. Ve böyle bir çatışma çıkacağını bile bile Ukrayna'yı kullandılar.
Ve şu an döktükleri timsah gözyaşlarına rağmen, Ukrayna'yı ve Ukrayna halkını umursadıklarını da hiç düşünmüyorum.
Batı'nın Rusya'yı yıllar içinde nasıl tahrik ede ede ilerlediğini ve Ukrayna'yı nasıl gaza getirip, teşvik ettiklerini açıklayan bir sürü araştırma ve yazı var internette...

İşin doğrusu Batı'nın Slavları birbirine düşürmüş olmasından dolayı pişman olduklarını da hiç sanmıyorum.

Dilerim Ukrayna ve diğer toplumlar, Batı'nın tüm destek ve teşviklerinin altında uzun vadeli çıkar planları olduğunu anlayıp, ona göre uzun vadeli politika geliştirirler...
Üzerinde durulması gereken konu ise "sonrasında neler olacağı?"

Çünkü bu ortamın bu kadar uzun süre, böyle incelikli hazırlanması ve yönetilmesi boşuna olmamalı...

Elimizdeki verilere bir bakalım önce...

1) Dünya Covid 19 isimli bir hastalık yüzünden iki yıldır yeni bir yapılanmaya geçti. Bu salgın sadece insanları öldürmedi, öldürmeye devam etmiyor. Ayrıca özellikle 15-20 yıl sonra üretimde olacak kuşakların zihinlerine yeni alışkanlıklar ve korkular ekleyerek toplumsal alışkanlıkları değiştirdi.
Toplum mühendisliği olarak üretimden, tüketim alışkanlıklarına, lojistiğe, sosyal güvenlik sistemlerine, toplumsal yaşam tarzlarına kadar bir çok alana müdahale etti.
Dünya'nın iyice kıtlaşan doğal kaynakları ve hızlı nüfus artışı ile tetiklenen aşırı tüketim alışkanlıklarını sorgulattı.
Dahası canı çok tatlı olan Batı toplumlarını, daha dar alanlara hapsedip kendi içlerinde yaşamaya alıştırdı.

Tam ABD-Çin arası ticari savaşının ortasında, birden bire Çin'de çıkması ayrı bir konu. Eğer iddialara doğruysa, 5-6 ay içinde Rusya kaynaklı "gözüken" yeni bir salgın da şaşırtıcı olmaz.

2) Dünya'nın kendini yenileme hızı, çevre kirliliği yüzünden de oldukça düştü. İnsanlık artık gelecek 10 yıllarda tüketmesi gerekenleri şimdiden tüketiyor. Tarlaya dadanmış çekirge sürüsü gibiyiz.
Çevre kirliliğinin ana kaynaklarından biri ise fosil yakıtlar. Ve petrol kaynaklı plastik ürünler.
Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için enerji devrimi de gerekiyor. Özellikle güneş, rüzgar, dalga, jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklar ile füzyon gibi araştırmaları hala süren büyük potansiyele sahip enerji kaynakları öne çıkacak gibi...

Ama bu araştırmaların, tesislerin inşa ve yapım finansmanları da sağlanmalı. Günümüzün enerji sağlayıcı dev petrol şirketlerinin bu alanlarda da büyük yatırımlara yöneldiğine şüphe yok.

Uzun zamandır, dünya'daki petrol rezervinin bitmek üzürü olduğu söyleniyordu. Aslında biten, "kolay çıkarılabilir" petrol rezerviydi. Doğal gaz rezervi ise en az 100 yıl daha yetecek düzeyde.
İşin diğer yanı, doğal gaz fiyatının petrol fiyatına bağımlı olması. Yani bir varil petrol'ün üretim maliyeti artıkça, aynı oran çarpan olarak doğalgaza'da yansıyor.
İlginç olan, dünya'nın petrol rezervi hala var ama çıkartılması ve işlenmesi zor idi bu kaynakların.
Hele petrol varilinin 30-50 dolar aralığında olduğu günlerde, varili 120-140 dolara mal olacak petrol sondaj kuyuları açmak ve işletmek imkansızdı.

3) ABD dünyanın önde gelen gaz üreticilerinden biri olarak 2021 yılında, doğalgaz- kayagazı sıvılaştırma tesislerini bitirdi. Filosunu da hazırladı. Artık dünyanın heryerine gemileri ile LNG satabilir. En yakının da olan, nakliye masrafı düşük, zengin alıcı ise Avrupa var. Ancak bu pazarın neredeyse %40'ı Rus gazına bağımlı.

4) Çin, Hindistan, Orta Asya Ülkeleri, Uzak Doğu ülkeleri, Rusya gibi ülkelerin olduğu Avrasya bölgesi, dünyanın dinamik, genç bir ticaret potansiyelini oluşturuyor.
Hindistan nasıl yazılımda lider ise, Çin'de teknolojik tüketim ürünlerinde lider. Rusya doğal kaynakları ve geniş toprağı ile ayrı bir avantaja da sahip.
Üstelik küresel ısınma ile Rusya step ve bozkırları da dahil, kuzeye doğru bir çok bölgenin yaşanabilirlik ve yerleşebilirliği de artacak.

Kısaca, dünya ticaret ve üretim gücü Doğu'ya doğru geçiyor.

5) Afganistan'ı bölge ülkelerinin birbirine siyasi ve ekonomik olarak entegre olmasına engel olmak için
bir kaos içinde bıraktılar.

6) Çin'i gerek Uygur bölgesi, gerek ise Tayvan üzerinden üzerinden tahrik ediyorlar. Bölgedeki toplumlar arasındaki tarihsel düşmanlıklar da ara ara hatırlatılıyor.

7) Dünya'nın mevcut doğal kaynakları ve kendini yenileme gücü, 2050'lere kadar en fazla 4 milyar, 2100'lerde ise 1 milyar insana düşecek. Yani paylaşım kavgaları artacak.

8) Batı dünyası ise bu değişimi durduramadığı gibi, kendi refah seviyesini Orta Doğu ve Afrika'dan gelen göçmenlere karşı nasıl koruyacağını da düşünüyor.
Mevcut sosyal refah devleti durumlarını daha ne kadar sürdürebilecekleri meçhul.
Avrupa da yükselen milliyetçilik bu durumun doğal bir sonucu aslında.
Korumacı gümrük duvarları, ithal ürünlere kalite standartları ile getirilen gizli veya açık engel ve kotalar, boykot etmek için bulunan gerekçeler, vs,vs...


Sonuç Değerlendirmesi


Bu çatışma petrol fiyatlarını yükselttiği için,
a) Yeni sondajları rantabl hale getirdi.
İnsanlığa yeni fosil yakıt kaynaklarının devreye sokulmasının haklılığını gösteren bir suni fiyat artışı sağlandı.

b) Fosil Yakıt üretici şirketlerin kârlılığı artırıldı. Yeni yatırımlara finansman sağlayıp, liderliklerini koruyabilecekler.

c) Bu çatışmalarda son teknoloji silahlar içinde deneme imkanı sağlanıyor. İspanya iç savaşında da devletler, ikinci dünya savaşı öncesinde silah teknolojilerini böyle denemişler, kıyaslamışlardı.

d) Batı'nın Rusya'nın geniş arazisindeki doğal kaynaklara ve tarıma uygun alanlaragöz diktiğini ve uzun vadeli olarak buralardan pay alma hesapları içinde olduğunu düşünüyorum.

e) Batının, Slavları ve özellikle Rusları tamamen Asyalı olarak gördüklerini, şimdiye kadarki tutumlarının ise endişeden kaynaklandığını gösterdiler.

f) Dünyanın "gelişmiş ve gelişmekte olanlar" şeklinde iki temel kutaba ayrılmakta olduğunu görüyorum. Gelişmiş olanlar kendi aralarında birleşirken, gelişmekte olanları ise alt kutuplara ve taraflara ayırmaya çalıştıklarını düşünüyorum.

g) Afrika ve Güney Amerika üzerinden de yeni gerilimler çıkabilir. Bu bölgeler, tarafların gelecekteki çatışma alanları arasına girecek gibi gözüküyor.











RUS/UKRAYNA SAVAŞINDA KİM KAZANDI KİM KAYBETTİ

https://haberalgazetesi.net/rus-ukrayna-savasinda-kim-kazandi-kim-kaybetti/


Savaşın görünür yanı Ukrayna - Rusya Savaşı.

Görünmeyen yanı Almanya - ABD Savaşı.

Bildiğiniz gibi Rusya Almanya arasında Kuzey Akımı 2 boru hattı inşası bitmiş. Hizmete alınması seviyesine gelmişti.

Bu boru hattının hizmete alınması demek Alman Sanayisinin ucuz enerji kaynağına, Rusya'nında bol ve güvenli maddi imkana kavuşması demekti. Yani Almanya ve Rusya açısından kazan - kazan durumu vardı.

Böyle bir gelişme Avrupa - Rusya arasında ticaret ve turizmin gelişme ortamını doğuracaktı. Her iki tarafında kazançlı olacağı bu pozisyon ABD'yi rahatsız etti.

Çünkü Avrupa - Rusya arasındaki güvenin tesis edilmesi, karşılıklı ticaret ve turizmin gelişmesi Avrupa'nın özellikle de ekonomisi çok yüksek oranda fazla veren Almanya'nın ABD'ye ihtiyacını azaltıyordu.

Bu gelişmeler ileri aşamada her iki ülkenin kendi paraları ile ticaret yapması ve doların rezerv para olma durumunu sarsacaktı. Ne yapıp edip Kuzey Akım 2 boru hattı engellenmeliydi.

Bunun için zavallı Ukrayna ABD tarafından kurban seçildi. Sanki Ukrayna NATO'ya alınacakmış gibi bir söylemle Rusya tahrik edildi. Putin bu tuzağa düştü.

Ukrayna'nın yanıp yıkılması ABD - İngiltere'nin umurunda değil. O şimdi zaferinin tadını çıkarıyor.

Bu savaş sonucu daha şimdiden kimler ne kazandı, kimler ne kaybetti.

1- Avrupa hiç olmadığı şekilde (İskandinavya dahil) ABD'ye yaklaştı. ABD yeniden Avrupa'nın koruyucusu rolüne soyundu. Koruma karşılığı haraç toplayan kabadayı gibi ortalıklarda dolanıyor. Herkese pahalı silahlarını pazarlama imkanı buldu.

2- ABD'nin Avrupa'daki esas rakibi ve gizli düşmanı Almanya ABD karşısında üçüncü yenilgisini aldı. Alman sanayii ucuz ve güvenli enerji kaynağından oldu.

3- Avrupa Ordusu hayali bir başka bahara kaldı. NATO daha uzun bir süre Avrupa'da varlığını devam ettirecek...

4- Bu operasyonla dolar rezerv para olma durumunu biraz daha sağlama aldı.

5- Her alanda yaptırımla karşı karşıya kalan Rus ekonomisi savaş öncesinden daha güçsüz bir hale geldi.

6- Rusya, aynı kültürden gelen komşusu bir devletin ve halkın çok uzun yıllar sürecek düşmanlığını kazandı.

7- Başlangıçta tamamen haklı pozisyonda olan Rusya, sınırlı bir tedip harekatı yerine istila harekatına girişmesi nedeniyle, kendi hinterlandı olan Kafkasya ve Orta Asya'da derin kuşkulara neden oldu.

8- Özellikle Putin'in bazı ulusların gerçekte olmadığı, Lenin sosyalizminin bir eseri olduğu biçimindeki yaklaşımı; Rusya'nın meşru savunma ötesinde Çarlık hevesleri ve yayılmacı bir politika izlediği kanısını verdi.

9- Hiç kuşkusuz en büyük kayıp ABD emperyalizminin kurban seçtiği Ukrayna'nındır. Ülke işgale uğramış, yanmış, yıkılmış, çoluk çocuk demeden insanlar öldürülmüş, kaynaklar yok edilmiştir.

10- Türkiye başlangıçta yaptığı hatalar nedeniyle  zaman zaman bocalayan bir tutum içinde kaldı. Sonra savaşın dışında kalma ve Montrö Antlaşmasını uygulama kararını vererek hatayı kısmen telafi etti. Ancak enerji, ticaret ve turizm alanlarında oldukça önemli paya sahip iki ülkenin savaş halinde olması nedeniyle kayıp içindeyiz.

Kısaca daha şimdiden Almanya başta olmak üzere Avrupa, Rusya, Ukrayna ve Türkiye bu savaşta kaybedenler. ABD ve İngiltere kazananlar tarafında görünüyor.



Minsk Anlaşması'na ne oldu?


https://emrekose.substack.com/p/minsk-anlasmasna-ne-oldu?s=r

Batılı medya, 7 yıldır Donbass ihtilafının çözümüne yönelik Minsk Anlaşması'nın uygulanmasını telkin ediyor. Nihayetinde Almanya ve Fransa, garantörü olduğu anlaşmayı tarihe gömdü.

İlgili içerik: "Ukrayna, Donbass'ta Hırvat senaryosunu tekrarlamayı amaçlıyor"



2009 yılıydı (Alıntıdır)
Harp Akademileri Komutanlığı'nda “enerji güvenliği” konusunda uluslararası sempozyum düzenlendi.
Cumhuriyet tarihinde o güne kadar düzenlenmiş en kapsamlı, en geniş katılımlı enerji sempozyumuydu.

Petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağına dikkat çeken, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu öngören, bu tehdide yönelik güvenlik stratejileri geliştirmeyi hedefleyen, beyin fırtınasıydı.

Atom Enerjisi Ajansı, Uluslararası Enerji Ajansı, Avrupa Komisyonu, NATO genel sekreter yardımcısı, ABD enerji bakanlığı Rusya ve Avrasya dairesi başkanı, İngiltere Savunma Akademisi, Bulgaristan enerji bakanı, Hollanda ekonomi bakanı, Yunanistan kalkınma bakanı konuşmacı olarak katıldılar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden, Shell'in üst düzey yetkililerine, uluslararası ekonomistlere kadar, dünya çapında saygın konuklar görüşlerini dile getirdi. Rahmi Koç başta olmak üzere Türk iş dünyasının ileri gelenleri dinleyici olarak oradaydı.

Bu küresel sempozyumun zamanlaması bile muhteşemdi.
Üç ay önce patlak veren bir enerji güvenliği krizine denk gelmişti.
Rusya'yla Ukrayna arasında doğalgaz krizi başlamıştı!

Rusya'nın ana doğalgaz boru hattı olan Trans Sibirya Boru Hattı tee 40 yıl önce 1981 yılında açılmıştı.
4 bin 500 kilometre uzunluğundaydı.
Sibirya'dan başlıyor, Rusya'yı komple geçiyor, Ukrayna'ya giriyor, oradan Avrupa ülkelerine ulaşıyordu. Almanya başta olmak üzere 18 Avrupa ülkesi bu hattan gelen doğalgazı kullanıyordu.
Ukrayna hem uygun fiyat ödeyerek bu boru hattından gelen doğalgazı kullanıyor, hem de geçiş ücreti alıyordu.
Ama…
2004 yılındaki Turuncu Devrim'den itibaren Ukrayna'nın tavrında enteresan değişiklikler başladı, Rusya'ya 2 milyar dolardan fazla borcu birikmişti, doğalgazı kullanıyor, parasını ödemiyordu.
“Bana mecburlar, nasıl olsa gaz vermeye devam edecekler, benim gazımı keserlerse Avrupa'nın da gazı kesilmiş olur” diye düşünüyordu.
Bir yandan da Avrupa'ya mesaj gönderiyordu, “beni korumazsanız siz de gaz alamazsınız” diyordu.
ABD yönetimi, Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz vermesine Reagan döneminden beri karşı çıktığı için, Trans Sibirya Boru Hattı'nın açıldığı günden beri karşı çıktığı için, Ukrayna'nın sırtını sıvazlıyordu.
Bugün Ukrayna'da yaşanan savaşın temeli, işte böyle atılmıştı…
ABD tarafından sahip çıkılan Ukrayna, kendisini iyice güçlenmiş hissediyordu, NATO'ya alınacağını düşünüyordu, Rusya'ya rest çekerek Avrupa Birliği'ne gireceğini düşünüyordu.
Sırtını ABD'ye yaslamanın özgüveniyle, borcunu ödemediği gibi, geçiş ücretine zam yapmaya kalkıyordu.
Moskova'ya posta koyuyordu, “eşşek gibi hem gaz vereceksin, hem bize daha fazla para ödeyeceksin” demeye getiriyordu.
2009 yılbaşı…
Şak…
Rusya vanayı kapattı, gazı kesti.
“Ukrayna hem doğalgazımı çalıyor, hem paramı çalıyor, bu böyle devam edemez, biraz da siz düşünün” dedi.
Avrupa tutuştu.
Avrupa Birliği acilen toplandı.
O güne kadar salağa yatıyorlardı, koştura koştura devreye girdiler, ABD'yi ve Ukrayna'yı ikna ettiler, Rusya'nın parası ödendi, Rusya'nın fiyatları kabul edildi. Rusya vanayı açtı.

(Makarayı az ileri saralım.)

(Rusya, Ukrayna yüzünden bu tür krizler yaşayacağını tahmin ettiği için, Ukrayna'da turuncu devrim olur olmaz, 2005 yılında Kuzey Akım boru hattının temelini attı, 2011 yılında açıldı.
Kuzey Akım boru hattı Rusya'dan başlayarak, başka hiçbir ülkenin toprağına girmeden, Baltık Denizi üzerinden Almanya'ya bağlandı.
Ukrayna'yı devre dışında bırakan, Almanya üzerinden Avrupa'ya bağlanan bu boru hattına, Kuzey Akım 1 adı verildi.)

(Şu anda Ukrayna savaşı nedeniyle, ABD'nin yoğun baskısı üzerine, Almanya tarafından iptal edilen Kuzey Akım 2 boru hattı, işte bu Kuzey Akım 1'in bitişiğine, aynı güzergaha inşa ediliyordu.
Kuzey Akım 2 tamamlanırsa, Rusya'nın artık Avrupa'ya doğalgaz iletmek için Ukrayna'ya asla ihtiyacı olmayacaktı.
Ukrayna halkı ateşe sürüldü, savaş başlatıldı.
Böylece Kuzey Akım 2 durduruldu.)

(Makarayı tekrar 2009'a geri saralım.)

Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen “uluslararası enerji güvenliği” sempozyumu, işte tam olarak 2009 yılındaki bu doğalgaz kriziyle, Rusya-Ukrayna kriziyle örtüşüyordu.

Türk genelkurmayı, petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağını, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu açıkça görüyordu.
Bu tehdide karşı, Türkiye'nin güvenlik stratejisini geliştirmek üzere kafa yoruyordu; sempozyum bu amaçla düzenlenmişti.

Harp Akademileri'nde böylesine kapsamlı bir uluslararası toplantının yapılması, her nedense (!) sayın medyamızdaki bazı arkadaşları fena halde rahatsız etmişti.
İkinci cumhuriyetçi ve AB'ci olduğunu saklamayan gazeteciler, o sırada Akp yancısıydılar, “asker neden enerji işiyle ilgileniyor?” diye makaleler döşeniyorlardı.
Güya Akp'yi uyarıyorlar, “bak askerler senin arkandan gizli gizli işler çeviriyor” diyorlardı, “sivil hükümet varken, askerler hangi hakla bu meseleye burnunu sokuyor” diyorlardı, “demokrasiye aykırı” diyorlardı, “vesayetçi bunlar” diyorlardı.

Halbuki gizli saklı filan değildi.
Hükümet aleyhine de değildi.
Akp'nin enerji bakanı Hilmi Güler sempozyuma katıldı.
Konuşmacı olarak katılmakla kalmadı, açılış oturumunu yönetti.
Hatta, Hilmi Güler de, sempozyumdaki konuşmasında Batı'yla Rusya arasında Ukrayna üzerinden yaşanan krize dikkat çekiyordu.

28 Nisan 2009.
Sayın medyamızdaki ikinci cumhuriyetçilerin şiddetli eleştirilerine rağmen, sempozyum toplandı.
Bütün davetliler yerine oturdu.
Tam açılış konuşması başlamıştı ki… Bum!

Harp Akademileri Komutanlığı'nın burnunun dibinde bomba patladı.
Ses bombasıydı.

(O güne kadar Türkiye'de örneği görülmemiş bir bombaydı. İnceleme yapıldı. Spekülasyon olmasın diye yazmıyorum, yabancı ve dost (!) bir istihbarat teşkilatına ait olduğu saptandı.)

Belli ki, Harp Akademileri'ndeki sempozyum, sadece ikinci cumhuriyetçi gazetecilerimizi rahatsız etmekle kalmamıştı.
Başka rahatsız olanlar da vardı.
Rahatsızlıklarını –tam sempozyumun başladığı saniyede- göstermek istemişlerdi.

Her şeye rağmen, sempozyum başladı.
Son derece başarılı şekilde gerçekleştirildi.

İki gün sürdü.
28 Nisan'da başladı.
29 Nisan'da sona erdi.
30 Nisan…
Enerji bakanı Hilmi Güler görevden alındı!

(Spekülasyon olmasın diye isim vermiyorum, doğalgaz ve petrol sektöründe iş yapan, o sempozyuma katılan ve Türkiye'nin tezlerini savunan işadamlarının, o sempozyumdan sonra başına gelmeyen kalmadı.)

Sempozyuma katılan herkes sivildi.
Üç kişi hariç…
Sadece üç subay vardı.
Kara, hava, deniz kuvvetlerini temsil ediyorlardı.

İsmet Çıngı.
Hava kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı'ydı. Sempozyumun genel yönetmeniydi, Harp Akademileri adına bu uluslararası sempozyumu konukları dahil, a'dan z'ye organize eden subaydı.
Ahmet Küçükşahin.
Piyade kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü müdürüydü, kara kuvvetleri adına konuşma yaptı.
Cem Gürdeniz.
Tümamiraldi.
Deniz kuvvetleri adına konuştu.

Bu üç subay…
Enerji güzergahlarının odağındaki Türkiye'ye yönelik askeri ve ekonomik tehditlere dikkat çekiyor, Akdeniz, Karadeniz ve Irak üzerindeki bölgesel çıkarlarımızı “Türk tezi”yle tarif ediyordu.

Bu üç subay…
Asrın iftirası Balyoz'la hapse atıldı!

O sempozyumu düzenleyen, o sempozyuma katılan, o sempozyumda Türk tezini temsil eden, enerji savaşlarının Türkiye'ye hem ekonomik hem askeri tehdit oluşturduğunu anlatan, bu konuda “bağımsız strateji” geliştirmek gerektiğini söyleyen herkes imha edildi.

Amaaann boşver be canım kardeşim…
Sen bu tür antin kuntin detaylarla hiç canını sıkma.
Aç bak televizyonları, hava durumu gibi şehir şehir anlatıyorlar, Harkov'dan girdi, Kiev'den çıktı, Melitopol sağanak füze yağışlı filan…

https://www.criturk.com/yilmaz-ozdilden-enerji-guvenligi-ile-ilgili-detaylar/

30 Nisan 2021 Cuma

1915 Olayları hk.

 

1915 olayları ve ABD başkanının siyasi açıklamaları malum.
Batı dünyası, malum iki yüzlü yaklaşımları ile Türk insanını da kendileri gibi karanlık bir geçmişe sahip olduğunu iddia etmeye çalışıyor.
Onlar gibi olmadığımızı ve olamayacağımızı, insan olarak tüm eksik ve hatalarımıza rağmen, karanlık bir yüzümüz olmadığını kavrayamıyorlar. İnanmak istemiyorlar.

Ancak bu durumun Türkiye'nin kendi konumunu değerlendirmesi ve gelecekteki pozisyonunu belirlemesi için bir fırsat olarak da görüyorum.

Dünyanın ekonomik geleceği, Doğu'ya kayıyor. Dünya piyasalarını doğunun hammadde ve kaynakları ile üretimi belirlemeye başladı.
Batı dünyası, bu değişimde kontrol ve yönlendirme yeteneğini tehdit altında görüyor.
Bu da yüzlerce yıllık kapitalist birikimle sağlanan sosyal refah ve yaşam standartlarının risk altına girmesi demek.
Nüfusları yaşlı, yüksek teknoloji ve bilgi teknoloji destekleri ile artmış verimlilikleri olmasa, bu durumlarını daha ne kadar koruyabilecekler? Belirsiz.

Türkiye bunu öncelikle ekonomik bir savaş olarak görmeli.
Batı ülkelerinin tarihi gerçekleri saptıran bu tutumları, bağlaşıklarına olan yükümlülüklerini de zayıflatıyor.
Türkiye'nin değişen dünya ekonomisi içinde kendi konumunu saptaması ve bağımsız politika üretmesi içinde bir bahane sağlıyor.

Ancak önce bu asılsız propaganda ile devlet eliyle ve devlet desteği ile güçlenmiş Sivil Toplum Örgütleri ile mücadele etmek gerekiyor.

Mücadele alanı da, zaten ön yargılarını pekiştirmiş batı toplumları içinde olmamalı başlangıçta...

Onu yerine, bu konuda Türkiye'nin gelecekte ticari ve askeri partnerleri olabilecek, ikili ilişkiler kurduğu toplumlar ve batı nüfuzunun zayıf olduğu çok uluslu alanlar olmalı.

Bu konuda tarihçilerin bağımsız çalışmalarını destekleyecek şekilde hareket edilmeli.
Mesela Güney Doğu Asya, Orta Asya, Güney Amerika ve Afrika devletlerinde bu konuda akademik çalışmalar yapılmalı.
Sempozyumlar, konferanslar, bu ülkelerin dillerine çevrilmiş romanlar, hikayeler ile konu işlenmeli.
Çünkü bizim ana sorunumuz haklı olduğumuzu, suçlayanlara anlatmaya çalışırken, konu ile alakası olmayan zihinlerin zehirlenmesine de seyirci kalmamız.
Toplumsal bakış açısı bir kaç kuşakta şekillenir ve geri döndürmek çok zordur.
Batı ile bu konuda hesaplaşma ayrıca onların kendi ortamlarında ve kendi hukuk alanlarında yapmalı. Mesela, şahıs veya dernek olarak açılan karşı davalarla ???
Birinci dünya savaşında zarar gören insanlarımızın ardılarının, Ermenistan'a ve Ermeni çetelere destek veren devletlere niye kişisel tazminat davaları açmadığı da ayrı bir konu?
Bu konu üzerinde çalışılmalı. AİHM başta olmak üzere bir çok uluslararası arenada davalar açılmalı.
Kişi ve sivil örgütlerin bu konuda çalışma yapması daha mantıklı geliyor.

İşin sonucunda olan şey, bence şudur.
Batı; ucuz hammadde, mamul ürün, doğalgaz ve işgücü istiyor. bir yandan da kendisini dış etkilere ve baskılara karşı koruyacak, ekonomik birlikler, hukuki ve ticari duvarlar kuruyor.

Kuralları kim belirlerse, güç onun kontrolündedir.

14 Ekim 2019 Pazartesi

Savaş Hakkında


Savaş, insanın insanı silahlı ve organize olarak, planlı öldürme eylemidir.

Ancak her savaş, silahla yapılmaz. Bazıları, çok daha farklı teknikler ve araçlar kullanır.

Ülkemizin de içinde bulunduğu bir grup ülke yıllardır bu gizli yürütülen savaşın etkilerine maruz kalıyor.

İnsanlık tarihine bakarsanız, savaşsız geçen bir yıl bir olmamış.
Hoşlansakta, hoşlanmasakta insanoğlunun içinde var, çatışmak ve yok etmek.

Medeniyet, kültür temsilcisi olduğunu iddia edenler ki batı dünyası, var olan bilgi, kültür ve teknolojilerini yüzyıllarca sömürdükleri diğer toplumların kaynaklarından sağladılar.

Günümüzde dünya üzerinde 2 tür toplum kaldı.
Bir tanesi, yaşamak için çalışmak, karnını doyurmak ve yarın da çalışabilmekten başka bir şey ummayan insanlar toplulukları.

Kişisel gelişimleri için gelirlerinden pay ayıramayan, günlük TV dizileri ve yarışmaları ile zihinleri uyuşturulan, sosyal medya alanı ile kendisini özgür birey hisseden insanlar.

Sayıca çoğunluğu oluşturuyorlar ve üretim bunların iş gücüne dayalı.
Kendileri için bulamadıkları hayatı, çocuklarına sağlamak için uğraşıyorlar.
Tüketimleri, bir sonraki gün yaşayıp çalışmalarına yetecek düzeyde...
Durumlarına isyan etmeye, sorgulamaya bile ne fiziksel, ne de zihinsel mecali kalmayan grup bunlar.

Diğeri ise temel ihtiyaçlarının üstünde gelire sahip olan ve bu gelir ile kendisine zaman satın alabilen gruplar. Bunlar eğitime, kültürel gelişime, estetik değerlerin yükselişine ve bu şekilde yeni bilimsel bakışlarla bilimin gelişimine kaynak ayırabilen gruplar.

Sosyal refahlarının önemli bir kısmı, geçmişteki sömürgelerinden aktarılan kaynaklarla temel bulmuş birikimlere ve bu birikimlerin üstüne inşa edilmiş medeniyetlerine borçlular.

Bunlar için diğer grup; eti, sütü, postu, yünü  için beslenen bir koyun sürüsünden farklı ve daha değerli değiller.
Kendi kültürel değer yargıları, insan hakları, eşitlik, barış vb kavramlar bile sadece kendileri ve kendileri gibi olanlar arasında geçerli kavram. Üçüncü ülkelere gelince işler, bu söylemler lafta kalıyor.

Bu toplumlar, sahip oldukları birikimler ile hala diğer toplumlara karşı gizli sömürgeci savaşlarını sürdürüyorlar.

Evet, hala savaş içindeler ama kullandıkları araçlar farklı sadece... Yaşam şekillerini, kültürlerini empoze edip, kendilerine tüketici pazarını genişletiyorlar.
Bu toplum içindeki görüş ve inanç farklıklarını körükleyerek, taraf tutarak, aralarında çözmeleri gereken sorunlara müdahil oluyorlar.
Böylece, silah sanayilerine yeni müşterileri ayakta tutuyorlar.

Kendi yaşam alanlarındaki atıkları, çöpleri ihraç ederek, bu ülkelere kirliliklerini ve çevre sorunlarını yolluyorlar. Çevre maliyetini tüm bu toplum üzerine yüklüyorlar.

Bunları yaparken de evrensel değerleri slogan olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar.

Eğer insanlığa ışık getirdiğini, medeniyet timsali olduklarını iddia eden bu toplumların sebep olduğu zararlara bakarsak, dünyanın kaymağını tükettiklerini ve bu durumu korumak için çabaladıklarını görüyoruz.

Diğer toplumların sadece doğal kaynaklarını değil, beyin gücünü, sanat dehalarını da kendilerinde topluyorlar. Bu yüzden, sömürülen bu ülkelerde sanat ve bilim de daha yavaş gelişiyor.
Oysa, sanat olmadan, bilim, bilim olmadan da ülkelerin ekonomisi güçlenemez.

Son olarak ülkemizin içine çekilen güneyimizdeki kaynaşma alanı bile, bu ülkelerin ulaşmak istediği bir doğal kaynak üzerine kurgulanmış...

Dünyanın enerji geleceği, doğal gaz üzerine gelişiyor. Enerji, her ülkenin, toplumun gerek büyümek gerek ise durumunu korumak için vazgeçemeyeceği bir kaynak.

Gelişmekte olan ülkelerin her yıl enerji ihtiyacı her %10'luk nüfus artışına ve %5'lik büyüme oranına göre 8-12 kat artıyor.
Yani, ülkeler geliştikçe, nüfusları artıkça enerji ihtiyaçları geometrik oranlarda artıyor.

Dünya da hali hazırda petrolün yerini alabilecek tek bir enerji kaynağı var.
Doğal Gaz.
En büyük rezervler ise, Rusya, ABD ve Basra Körfezi (Irak-İran) kontrolünde. Başka ciddi rezervler var ama...

En büyük doğalgaz tüketicileri ise AB, Çin, ABD...
Gelişmekte olan ülkelerde de ihtiyaç artıyor üstelik.

Rusya- Ukrayna krizi, Sovyetler döneminde döşenmiş boru hatlarından AB'ye giden doğalgazın, Ukrayna tarafından kullanılması ve parasının ödenmemesi sonucu olmuştu. Rusya doğal gazı çekince, AB o kış titremişti.

Özellikle lokomotif Almanya bu durumdan ve bağımlılıktan çok rahatsız oldu.
Hemen ürün ve satıcı çeşitlendirmesine yöneldiler. Çünkü Rus doğalgazına bağımlılık stratejik bir zayıflık idi.

Sürdürülebilir, güneş ve rüzgar enerjisi teknolojilerinin gelişiminden başka terk ettiği atom santralleri (Fukuşima'dan sonraki kamu oyu baskısı ile) yerini kömürlü (kolayca doğal gaza çevrilebilir) termik santrallere ağırlık vermeye başladı.

AB (Almanya) özellikle kuzey Afrika ülkelerinden de (en çok umut vaat eden Mısır açıklarında idi ama Mısır'ın ihtiyacına ancak yeteceği anlaşıldı sonradan)  sıvılaştırılmış doğal gaz alımı ile ürünü ve satıcıyı çeşitlendirip, Rus doğal gazına bağımlılığını %40'lara kadar düşürebildi.
Ama bu artan (özellikle inovatif teknoloji ile Avrupa lokomotifi görevi yüklenen Almanya'nın) enerji ihtiyacını karşılamayacaktı.

Sonuç olarak AB'nin kendisine alternatif doğal gaz kaynakları ve bulması gerekiyor. Fransa, nükleer santrallerden vazgeçmiyor.

Bu arada Rusya'nın Sibirya da iki kuyusu var. Bir tanesi AB ve çevre ülkelere doğalgaz verirken, diğeri bekliyor. Çin bu ikinci kuyudan doğal gaz istiyor. Ancak bu sefer farklı kuyudan olacağı için Çin'in pazarlık imkanı daha geniş olacak. Rusya ise AB'ye verdiği kuyudan vermek istiyor. Böylece fiyat kontrol altına alınacak. Çin'e pahallı geliyor.

Çin bu sefer Ortadoğu'dan sıvılaştırılmış doğalgaz alımı ile bu ihtiyacını kapatmaya çalışıyor. Tabii yetmediği içinde nükleer santral, yenilenebilir enerji sistemleri ve her türlü başka yöntemle enerji bağımlılığını kontrol etmeye çalışıyor.
Çin İran'dan da doğal gaz almak istiyor. Özellikle boru hattı ile bu, süreklilik ve ekonomik bağımlılık demek. Oysa Afganistan'da yıllardır bitmeyen kargaşa ve kontrolsüzlük, İran doğal gazının, Çin ve Hint pazarına ulaşmasını kısıtlıyor.

ABD ise bu arada boş durmuyor. 2010'lu yıllardan itibaren petrol-enerji şirketleri harıl harıl doğalgaz sıvılaştırma tesisleri inşa ediyorlar. Planlama da 2020'li yıllarda, Çin, Avustralya, AB bu gazın müşterisi olacak. Çünkü deniz altından boru hattı döşemek ve bakımını yapmak kolay ve ekonomik değil. ABD şimdiye kadar ürettiğini iç tüketimde kullanıyordu.

AB bir ara Rusya ile Karadeniz altından (Baltık Denizinden direk Almanya'ya ulaşan hattın bitiminden sonra) Bulgaristan üzerinden doğalgaz boru hattı gündeme geliyor. Ancak AB Bulgaristan'a giriş fiyatı (AB üyesi olduğu için) ve bütün boru döşeme  maliyeti Rusya karşıladığı halde, aynı hattan Azerbaycan ve Türkmenistan (satıcı farklılığı ile fiyat-pazarlık avantajı, doğal gaz sürekliliği) gazı ısrarı ile bu hattan vazgeçiliyor.

Türkiye üzerinden hat düşünülüyor, AB üyesi olmadığı için fiyat kontrolü olacak. Ama Suriye de düşürülen uçak olayı bunu geciktiriyor.
Sonunda bu bağlamda Türkiye' Rusya'nın Akdeniz'e açılan doğal musluğu olarak anlaşıyorlar. Sıvılaştırılmış doğal gaz tesislerine olan ihtiyacımız ise bundan. Tüm Akdeniz'in musluğu olmak için.
https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/baris-pinari-harekatinda-dorduncu-gun-5385028/

Fakat bu süreçte, AB ve ABD başka alternatiflerinde eldesi ve kontrolü çabasında. Özellikle Basra Körfezi doğal gazının boru hattı ile Akdeniz'e ulaşması çok cazip bir hale geliyor.
Çünkü yakınlarda AB üyesi Güney Kıbrıs  Rum kesimi var. Buraya gelen borunun maliyeti ve doğal gaz fiyatı düşük olacak. Üstelik Doğu Akdeniz havzasından da İsrail-G.Kıbrıs Rum ortaklığı ile ek gaz alabilirlerse, boru hattının güvenliğini de İsrail üzerine yüklemiş olacaklar.

Fakat tek ihtiyaçları, Basra körfezinden Akdeniz'e ulaşacak boru hattının güzergahı ve güvenliği kalıyor.
Bu amaçla önce yapay bir terör örgütü ile bölgeyi insansızlaştırıyorlar. Adından bu yapay güce karşı hareket ederek, bölgeye istihkamlarını kuruyorlar. Ve adım adım yeni bir devlet oluşumuna yöneliyorlar.
Bu kurulacak yeni devlet Batı'ya hem ekonomik, hem siyaset olarak bağımlı olmalı. Çevre ülkelerle sorunlu olmalı.
Böylece bölgede bir Kürt devleti oluşumuna doğru yönlendirmeye çalışıyorlar.

AB özellikle Almanya ve Fransa bu yüzden bu bölgede çok geziniyor. İngiltere ise İsrail ve ABD üzerinden hareket ediyor. ABD ise hem kendi satacağı ürünler için, hem dünya doğal gaz piyasasını kontrol için, bu bölgeden vazgeçemiyor.

Şimdi Türkiye'nin düzenlediği bu harekat, bu uydu devletin kuruluş amacını tamamen bitirmek ve kontrol etmek üzerine...

25 Şubat 2017 Cumartesi

Savaş Nedir?



Savaşlar her ne kadar insanlık ve toplum uğruna yapılan bir fedakarlık ve mecburiyet gibi gösterilmiş olsa da, savaşların gerçek nedeni, insan ve toplum varlığı için gerekli kaynakların paylaşımından daha büyük pay alma kavgası olmuştur.

Savaş asla medenileşmemiştir. Savaş insanın gizli güdülerini açığa çıkartmasında bir araçtır. Daha doğrusu topluluklar arasındaki sorunların çözümünde; diplomasinin ve politikanın bir uzantısıdır. Güçlü tarafın kendi isteklerini dayatmasıdır.

Ancak savaş ve içeriği olan şiddet, doğal değildir. Doğa'daki şiddet, tamamen bireysel varlığın sürdürülmesine ve türün devamına yöneliktir.
Oysa insanoğlu'nun savaşları, uzlaşma ile sağlanamayan kaynakların, zorla elde edilmesi veya kontrol edilmesine yönelik olmuştur.

Menelaus, Helen'i bahane ederek Truva'ya saldırdığında esas amacı bu verimli bölgeyi ve zengin şehir ele geçirmek, hazinelerini yağmalamaktı.
Aşil cesareti ve becerisiyle savaşta ün kazanmak ve adını ölümsüzleştirmek için uğraşırken, Menelaus ve müttefikleri doğu'nun zenginliklerini kaba kuvvetle ele geçirme çabasındaydı.

 Asker ile savaşçı farklı  kavramlardır. Asker daha idealize edilmiş, daha insancıl bir hedef uğruna savaşan kişidir. Savaşçı'nın durumu ise onun ihtiyaçlarının yapısından kaynaklanır.

Ancak her durumda, çatışma olduğunda ve ilerlediğinde insanlar savaşın gereği olan ve insani değerlere uygun olmayan işler yaptıkça, karşı taraf hakkında önyargı geliştirirler.

Bu kişinin kendisini bir gruba ait ve bu grubun tehlikede olduğunu hissetmesine de bağlı olarak gelişir.

İlk adımları, düşmanı olduğundan çok daha abartılı ve güçlü tanımlamaktır. Böylece karşı taraf gücü ile her türlü zorbalığı yapma cüretkarlığında bir canavar olarak gösterilir.
Ardından düşman ile empati kurulmasını önleyecek şekilde, düşmanı aşağılama ve insan dışı bir yaratık olarak algılama süreci başlatılır.

Kişi artık karşısındakini bir insan olarak görmekten çıktığı zaman, onunla mücadele ederken her türlü vahşeti kabul edilebilir görür. Böylece grupların kendi içlerindeki bağları da daha da güçlenir.

Bunun sağlamanın yolu, emir-komuta zinciri içinde, tam itaate dayalı bir disiplin sistemi geliştirmektir. Böylece kişi, yaptığı işin orta ve uzun vadeli sonuçlarını düşünmeden, sadece kendisinden istenen işi yaparak grup içindeki huzurlu varlığını sürdürebilir.

Teknolojinin gelişmesi ile savaş araç ve gereçleri de değişmiştir. Artan üretim ile artan insan nüfusu savaş yöntemlerini de değiştirmiştir. Von Clausewitz bu değişime göre ordu ve lojistik yapılanmasını planlayan ilk kişilerdendir. Ancak Wellington'un Napolyon'a karşı izlediği strateji ve taktiklerin, bu dönemin ilk ayak sesleri olduğunu düşünmek daha tutarlı gibi.

Çünkü onun çağında özellikle Newton Fiziği ile başlayan bilimsel bakış açısı altında, savaşta cesaret, özveri, bağlılık, güç gibi başarı getiren kavramların yanına bilimsel planlama ve stratejiksel hareket de savaş literatürüne kazanılmıştır.

Savaşlarda teknolojik ve stratejik eşitsizlikler Melian Diyalogu'na benzer görüşmeleri ve konuları sürekli taşımıştır.
Güçlü olan taraflar duruma ve şartlara realist-gerçekçi yaklaşırken, zayıf durumda kalan taraflar idealizm ile konuyu ele alıp durumu dengelemeyi umut etmişlerdir.  

Ancak güçlü olan taraf, istediğini almış ve hatta tarihi de istediği şekilde tanımlamıştır.
Bu karşı karşıya gelen taraflarda onur, güven, adalet gibi genel kavramlarında farklı açılarda ve şekillerde tanımlanması ile sonuçlanmıştır.


Darwinizm'in çarpıtılması ile güçlü olan isteklerine uyulmasının doğal ve gerekli olduğunu savunmuştur. Aynı zihniyet 20nci yüzyıl da ve hala da görülmektedir. Bu nedenle taraflar her zaman güçlü gözükmek ve bunu ispatlamak için yoğun çaba halindedirler.

Diğer yandan toplumlar gerek morallerini yüksek tutmak, gerek ise haklı ve doğru olan taraf olduğunu kendisini ikna etmek için çeşitli söylemlerde geliştirmişlerdir. Perikles'in cenaze konuşması'nın Atinalılar üstündeki etkisi günümüzde hala devam etmektedir.
Tabii konuşma değişmiş, yerine sinema filmleri gelmiştir. Günümüzdeki özellikle savaş içerikli filmlerde hakim gücün aynı zamanda insani ve modern değerleri de temsil eden ve geliştiren taraf olarak sunulması yerini almıştır.
Toplum yöneticileri bu tür medya araçları ile kendi toplumlarını, haklı, doğru ve güçlü taraf olduğuna bu yüzden saldırıya maruz kaldığına ikna etmektedir.

                                        -------0-------

What is the War?

Although wars have been shown as a sacrifice and obligation for the sake of humanity and society, the real cause of wars has been a struggle to get a bigger share of the resources needed for human and community existence.

The war has never been civilized. It means and represents the hidden instincts of desires of man. In fact, it is extension of diplomacy and politics for unsolvable problems between societies which is imposed by strong side  demands.
The violence of war is not natural. Because the violence in nature is directed towards the continuation of the individual being and the continuation of the entire species.

However, the wars of mankind have been for force to controlling the resources that can not be achieved through reconciliation.

When Menelaus had attacked Trojan by making an excuse for Helen, he aimed to conquer this fertile region and rich city to plunder its treasures.

While Achilles was struggling to gain fame and immortalize for his name by his courage and skill, Menelaus and his allies were in an effort to brutally capture the wealth of the East.

 Soldiers and warriors are different concepts. A soldier is a person who fights for a more idealized, more humane goals. The situation of the warrior is due to his structure of his needs.

But in all cases, when conflicts continue, people develop prejudices about the other party as long as they do things that do not suit humanity values in warfare.
This prejudices also develop according to the feelings of fighters who feel  the danger for his own group-society.

The first step is defining the enemy much more exaggerated and stronger than you are.
Thus, the opposing party is shown as a monster who can  make all kinds of bullying  with its power.
Then the process of perceiving the enemy as an insulting and non-human creature is propagandized  to prevent empathy with the enemy as human.

When the person started to accept the enemy as a nonhuman,  any kind of savagery can be acceptable while fighting. This also this causes a stronger the bonds within the groups because of having the  same perception and attitudes  to the enemy. 

The army officers should develop a fully discipline system within the command-chain. So, the soldier can do his duty without thinking long-term consequences of his obligation..
So that, he can only sustain his peaceful existence within the group by doing his duty.

The war equipment have been changing by the development of technology. Increased production rate for the increasing human population has also altered the methods of warfare.

Von Clausewitz was one the first the national army planner according to logistics structure and the war aims.  However, it seems more consistent to think that the strategies and tactics of Wellington followed against Napoleon were the first footsteps of this period.

Because of their scientific viewpoint, especially caused Newtonian physics, the concepts of scientific planning and strategic movement have been acquired in the literature of war like  courage, self-sacrifice, loyalty, power.

Technological and strategic inequalities of sides during the wars have caused similar negotiations and issues within the Melian Dialogue.
While the stronger parties are realistically and approaching to the situation and under  the real circumstances but the weaker parties have hoped to deal with idealism to balance the circumstance.
However, the strong sides defined the circumstances according to their military and economical force and their  national desires (even by writing a history as their point of view) as they wanted.

Because of that the identification of the general concepts like honor, trust and justice were described as different concepts in the confronting sides.
Every side have described its self as the right and in justice part of the war.
By warping there Darwinism, the stronger societies argued adhering to the wishes of strong sides that is necessary as a part of nature laws.

The same mentality is still seen in the 20th century. For this reason, the societies try to be seen always as strong and prove it.

On the other hand, societies have developed in various discourses to persuade themselves to keep their morale high and to believe they are  just and right side.

The influence of Pericles' funeral speech on the Athenians have been still continuing today.
Of course the concept of conversation has changed by the movies instead of it.

Today, especially in the war films, the dominant power are also being presented as the side representing humanity with developed modern values.
Society managers (politicians, bureaucrats) are trying to convince their societies by media tools that they are right and strong side and attacked because of this.
 

30 Kasım 2016 Çarşamba

İnsan nüfusu arttıkça, dünya bizim için yetmeyecek her anlamda . Nüfusu stabil tutmak için yok oluş yaşamak zorunda mıyız?

Yoksa tanrı dünyaya gene bir gök taşı mı fırlatmalı?
http://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/24784/

Üzerinde düşünülmesi gereken nokta; insanlık şartlar zorlaştıkça, ağırlaştıkça hep bir çözüm yolu geliştirmiş. Aklını ve bilgisini bu yolda kullanmış.
Günümüzün gelişmiş ülkeleri, geçmişte, doğal kaynak, iklim, insan kaynağı ve komşularıyla ilişki gibi çeşitli konularda en fazla problem yaşayanlar.

Elbette tüm insanlık için, yeterli kaynak yok. Ortalama olarak dünya 2-2,5 milyar insanı geçindirecek ekolojik kaynağa sahip. (Kendisini yenileme ve tür çeşitliliğini koruma kaydıyla) Tabii şu an için değil. Şu an teknoloji desteği ile kaynaklar sonuna kadar sömürülüyor. O kadar ki, kendisini yenileme imkanı bile bulamıyor.
Ancak çok da umutsuz olmamak lazım, eğer bir şekilde (savaş, hastalık, doğal felaket) dünya nüfusu 1 milyar civarına düşerse ki,  basit bir hastalık salgın bunu yapabilir. İnsanlık kurtulur.
Ya da bir süre, bir kaç kuşak tek çocuk politikasına sarılırsa dünya çapında, insanlık hızla nüfus kaybeder.
Batı ülkelerindeki doğum oranlarına bakarsanız, ciddi bir gerileme ve yavaşlama var. Belki bilinçli, belki doğal bir politika sonucudur.
Ancak gelişmekte ülkelere bakarsak, gelişme seviyesi ile nüfus artışı katlanıyor.
İşin kötü yanı, Batı bu duruma ulaşmak için, gelişmekte olan ülkelere ait kaynakları da direk ya da dolaylı olarak kullanmış/kullanıyor. Gelişmekte olanlar ise şimdi tırmalıyor.

Oranlara bakarsak, dünyanın yaklaşık 1.5 milyarı refah içinde (Türkiye refah grubunda), kalan 5,5 milyarı ise bu düzeye ulaşma çabasında...
İnsani değerler, idealler, insanlık kavramları Batı'nın yaşam alanını koruduğu sürece geçerli oluyor. Ancak yaşananlar ve sorunlar, onların bölgesinden çıkınca, bu kavramlar anlamsızlaşıyor.

Gelişmiş Batı, yaşlı, hantal, teknolojik deneyim ve bilgi üstünlüğü ile kontrolü kısmen elinde tutsa da, bu pek uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Bu nedenle daha korumacı ve tutucu, milliyetçi politikalara doğru yöneliyorlar.
Asimov'un Robot serisinin başlangıcındaki (Çelik Mağaralar) romandaki "Uzaylılar" gibiler, şu an...

Bence yeni nesilin yapması gereken şeylerin başında, dar ve yetersiz kaynaklarla nasıl iş yapılır? Eldeki imkanlar nasıl en verimli kullanılabilinir? Fikir ve bilgi farklılıkları nasıl bir araya getirip, kullanılabilinir? gibi konularda kendilerini hazırlamaları.

İnsanlığın çoğu, felaket dönemlerinde başkalarından medet umar. Aslında bu konuda iş yapma yeteneği olmadığı içinde değil, kendisine ve bilgisine güvenmediği için. Nadiren insanı seven dahiler, bu durumda toplumları kurtuluşa götürür.
Ama genel olarak çoğu insan gibi, ben merkezli liderler, aşama aşama toplumlarını felakete götürürler. Bu dönem de bu yüzden dünya çok fazla lider, tek adam görecek.

Ama insanlığın kurtuluşunu onlar sağlayamaz artık. İnsanlığın birikimi ve vizyonu, tek bir kişiyi çok aşıyor. Ekipler, birbiri ile koordineli çalışan tamamen farklı bilgi ve görüşleri, birbirini tamamlayıcı olarak kullanan ekipler başarılı olabilir. Ve bu şekilde çalışanlar başarılı olacak.
Liderler, her konuda söyleyecek lafı olanlardan değil, söyleyecek lafı olanlara imkan sağlayanlardan olursa, insanlığın ihtiyaç duyduğu liderler olabilecekler.

Liderlerin, ekiplerini oluşturdukları dönem bitti-bitiyor. Ekiplerin lider ya da liderlerini belirledikleri döneme girdik, giriyoruz.

4 Nisan 2016 Pazartesi

İnsan Irkları ayrılabilir mi?



Benim Sorum hayvanları tür tür cins cins ayırabiliyoruz.örn; kaplan (Panthera tigris) aslan (Panthera leo) acaba insan ırkları içinde böyle bir çalışma yapılabilir mi?

Benzer çalışmalar 1800'lü yıllarda yapıldı. Uzantıları 1945'lere kadar sürdü. Hala da ardılları var.
İnsanları ten rengine, kafatası yapısına, vücut yapısına göre sınıflandırmaya çalıştılar.
Kökeninde bilimsel meraklar olsa da (insan türü nereden geliyor, gelişti, niye farklı ırklar var, vs.vs.) emperyalist batı girişimciliğinin ve sömürgeciliğinin haklı gerekçesi olarak kullanılmaya çalışıldı. Daha doğrusu yapılanları, bilimsellik altına saklamak için, bilimsel merak ve araştırmalar suistimal edildi.
Böylece Kızılderili topraklarından kovulurken, öldürülürken, Afrikalı köle oldu. Çinli, Hintli sömürüldü.
Tek medeniyet olarak Batı Medeniyeti ve bireyleri yüceltildi. Diğer kültürler ve medeniyetlere aynı saygı gösterilmedi.
Temelinde, milliyetçilik akımları ile keskinleşen toplumsal aidiyet duygusu ve sanayileşme ile artan kaynak ihtiyacı vardı. Şirketlerin yüksek kâr hırsı ile elde edilen kârlar artarken, batı medeniyetinin toplumsal refah düzeyi arttı.  Bu refah, haklılıklarına ve doğruluklarına olan inancı körükledi.Bilimsel verileri özellikle Darwin'inkileri çarpıtarak, farklı ideolojileri, eğilimleri bilim altına gizlediler.

1945'de bu eğilimin acı sonuçları tüm dünyaya ağır bir bedel ödetti. (40'ı savaş nedeniyle toplamda 80 milyon civarı insan kaybı). Bu tür eğilimlere karşı sert şiddetli önlemler yasalara, uluslararası anlaşmalara girdi.
Ancak 200 yıllık bir yaklaşım, toplumsal zihinlerden kolayca kaybolmuyor.
Üstelik insanoğlu, acımasız bir varlıktır. Özellikle kaynakların azaldığı, daraldığı dönemlerde hemcinsine karşı da çok acımasızdır.
Öncelikle hemcinsini dışlar. Sonra onu kendisiyle eşit görmemeye başlar. Çeşitli sıfatlar yakıştırıp, onunda bunu kabullenmesini (gerekirse zorla, iktidar gücü varsa yasayla) ister. Sonra bazı haklarını kısıtlar. İnsanlar  kaynakları daha az kişiyle paylaşmak için, mücadelelerini gruplar içinde sürdürme eğilimi gösterir. Bu kullanılır. İttifaklar kurulur, düşmanlıklar ilan edilir. Birbirilerini, dini ve köken veya ırk gibi nedenlerle tamamen farklı olmakla nitelerler.
Bu bir "ara amaç"tır.

Asıl hedef, karşısındaki kişi ya da kişileri "insan olarak kabul etmemek", insanımsı haline getirmektir.
İnsan bir kere karşısındaki ile empati kurma yollarını ve nedenlerini kaybederse, iş tamamdır.
Onun için karşısındaki kişinin, bir tavuktan, koyundan, bitkiden daha fazla anlamı kalmaz.

Eğer toplu katliam yapılan yakın geçmiş olaylarını incelerseniz, 20 yıllık komşusunu sırf Boşnak diye nasıl katlettiğini anlamaya çalışırsanız, bunları görürsünüz.

Bu yüzden böyle bir çalışma daha önce yapıldı ve sonuçları vardır internette. Olanın üzerine başka şeyler eklemeyin.
Yoksa bu iş Homo imani ve homo atei'ye kadar devam eder. Sonra homo imani'lerde kendi aralarında Homo imani suni, Homo imani şi gibi ayrılır. Bu da yetmez bir de bunlara homo imani suni hani gibi eklerde eklenir. Bu iş bitmez... Taa ki tek bir alt tür kalana olsun.

5 Mart 2016 Cumartesi

Homo homini lupus.

Homo homini lupus (İnsan insanın kurdudur). İnsanın en büyük düşmanı insandır. Çünkü insan diğer canlılar arasında uzun vadeli düşünebilen, plan yapabilen tek varlıktır.

İnsan uzun vadeli çıkarları için plan yaparken, türünün ve soyunun devamı için doğanın temel kanunlarına da uygun hareket eder. Yani öldürür. Ve insan gene insandan korunmak için, organize olur, iş birliği yapar, ortak üretir. Yani toplumsallaşır.

İnsanın bir diğer özelliği de zihni'dir. Beyni ona müthiş bir yetenek sağlar. Empati. Kelimelerle tanımlanamayan soyut bir kavramı, somutlaştırır. Kişiye, "kendisini başka birisinin yerine koymasını sağlar." Onun gibi hisseder, düşünür, özdeşleştirir. Ortak noktalardan sempati kurar, dayanışmanın temeli atılır.

Diğer yandan aynı yeteneğin bir zıt yanı vardır. Karanlık tarafı.
Kişi karşısındaki varlık ile empati kuramadığı zaman, onu bir nesne, katlanılması gereken bir durum ,yaratık olarak görür.
Evinde canlı besleyen insanlar, bu hayvanlar için azami itinayı gösterirken, sokakta Aynı cins başka bir hayvanı rahatça öldürür. Eziyet eder. Çünkü ona karşı empati kurmuyordur.

Veya internette gördüğümüz kesimhane, mezbaha, hayvan çiftliği videolarındaki gibi, karşısındaki varlıkla en azından onunda bir canlı olduğu noktasında empati kuramayanların, ya da bu duygusu yozlaşanların nasıl canavarca, insanlıktan çıkmış olduğunu görürüz.

Bu durum her insan için potansiyeldir ve her insanın içinde vardır. Dinler, ahlak, toplumsal görgü ve değerler bu potansiyelin kontrol edilmesini sağlar. Daha gelişmiş, kalabalıklaşmış toplumlarda bunlara kanunlar da eklenir.
Ama insanoğlu, kimi zaman insan, kim zaman Allah'ın (C.C.) yarattığı canlı olduğunu sık sık unutur. Hele bir de dünün ezilmişi, eziyet görmüşü, kandırılmışı ise ya da buna inandırılmışı ise, intikam duyguları ile daha hızlı unutur.
Böylece dünün mazlumu, yarının zalimi olur ki, bu kural ve kısır döngü ancak akıl, sağduyu ve sevgi ile kırılabilir.

18 ve 19ncu yüzyılda sömürgelerindeki insanlara, insanlık dışı davranan batılı güçler, kendi toplumlarına da en yüksek düzeyde insani değerleri getirirken, hiç ikileme düşmemişlerdir
. (19. yy da kauçuk ve kakao tarlarında çalıştırılan işçilerin fotoğraflarına bakınız)

Evindeki 3 kızına masal anlatıp, sütünü içirip, uyutan nazi subayı, çalışmaya uygun fiziği olmayan çocukları öldürmekte bir mahsur görmemiştir. Aynı çocukların akrabaları ve torunları da aynı şiddet ve duyarsızlıkla başkalarına kinlerini kusmakta mahsur görmemiştir.
Yüzlerce yıl komşu olarak yaşayan ve sıkıntıları paylaşan Yugoslavya halkları, Tito'nun ardından biraz da dış güçlerin çekişmeleri ve yeni bir silah pazarı olarak tüccarlar piyasaya girince, birbirlerine düşmüş ve acımasızca, vahşice katletmişler, öldürmüşlerdir.
Ermeniler, yüzlerce yıllık bir arada yaşamaya rağmen, milliyetçilik akımları ile onları ele geçirmeye çalışan toplumların etkisiyle
(İngiliz ve Amerikan Protestan kiliseleri, Rusların Ortodoks kiliseleri, Fransızların Katolik ve Protestan kiliseleri ve okulları ile vs.) Osmanlı toplumuna yabancılaşmış ve ordusunu arkadan vurmakta, toplumunu öldürmekte zorlanmamıştır.

Bütün bunların temelinde yatan duygu, karşıdaki varlıkla empati kurulmasını önleyen ötekileştirme, yabancılaştırmadır. Toplumlar için en tehlikeli politikadır.
Çünkü ötekilerden biri bitince, yeni bir öteki her zaman aranır. eğer dışarıda bulamazsa, içinde bulur. Çünkü bu duygu ve yaklaşım, kuşaklara miras olarak aktarılan bir öğretilen bir görgüdür.

Şu an Irak ve Suriye'deki Işid terör'ü altında bile bu ötekileştirme vardır. Sadece ötekileştirmenin ana konusu, din çerçevesine alınmıştır. Diğer her şey aynıdır.
Kadınlara şiddetin temelinde bile bu var. Erkek, kadını insan olarak görmediğinde, kadın onun için sadece bir araç, meta olur. Çünkü ailesinden kadını da bir canlı ve insan olarak görmesini öğrenmemiştir. Görgüsünü almamıştır.

Ülkemizde şu an kasıtlı olarak canlandırılan terör'de eğer toplumumuz eline alırsa olacak olan budur.
Dün yüzümüze gülen, sırdaşımız olan, ortak sıkıntılara katladıklarımızdan bazıları, yarın bizim celladımız olabilir.

Ya da bugün tüm dostluğumuzu içtenlikle verdiğimiz birisini, yarın acımadan, acılar içinde öldürebiliriz.
Bu potansiyel sadece insan da vardır. Başka hiç bir canlı, bu kadar dengesiz ve belirsiz değildir.
(Allah-ü Teala işte bunun kontrolü için akıl ve ruh vermiştir insana.)

Bu nedenle savaş ortamında hiç bir şeyin garantisi yoktur, kendiniz için bile veremezsiniz. Doğru değildir. Hiç kimse kendisini ne o kadar tanır bilir, ne de kontrol edebilir.