Kıran kırana mücadelelerin geçtiği ve galip gelen tarafın
her şeyi aldığı çatışmalarda kullanılır bu söz.
Özelikle siyasi yaşamımızda, seçimler yaklaştıkça tarafların saflarını
güçlendirmek ve sıklaştırmak için kullandığı bir deyim olarak karşımıza
çıkıyor.
Nedir bunun anlamı?
Eğer ben kazanırsam, her şeye taraftarlarımla biz sahipleneceğiz, sizler ise
uygun bulduklarımızla yetineceksiniz.
Tabii, eski savaş meydanlarında, toptan yıkım tehditi olarak da karşımıza
çıkıyor. Kişiyi, temel korunma güdüsünü harekete geçirerek, en azından bir
gruba dahil olarak kendisini ve yakın çevresini güvence altına almaya zorluyor…
Devlet, toplum iradesinin cismani iradesidir. Bu yüzden yönetimi kişilerin
iradesine değil, toplumun iradesine tabii olmalıdır. Aksi halde yönteminden
kaynaklanan sorunlar, taraf fark ettirmeksizin tüm toplumu sarar, yutar.
Peki, her seçim öncesi gündeme gelen bu deyim ne derece doğru? Geçerli?
Çok partili siyasette amaç, toplum içindeki bir grubun diğer gruplara üstün
gelerek yönetime geçmesi ve her şeye karar vermesi değildir.
Demokrasinin özüne aykırı olduğu söylense de, esasen toplum idaresinin ruhuna
aykırıdır. Çünkü toplum, farklı düşünceler, farklı idealler ve farklı hedefleri
olan, farklı bireyler ve bazen bu bireylerin bazı ortak hedeflerini toplamış,
küçük topluluklardan oluşur.
Bir topluluk için en iyi karar alma yöntemi ortak akıl üretmektir.
Siyaset dünyasında ve üst düzey bürokrasi de gördüğümüz şekliyle, lider ve onun yakın ekibinin ortaya koyduğu, ortak hedefler üzerinde herkesin fikir birliğine varması ve iradelerinin bu amaca sevk edilmesi mi?
Elbette değildir.
Ortak Akıl, Çok Seslilik’tir.
Çok seslilik toplum yönetimlerinde özellikle sorunların çözümleri açısından çok önemlidir.
Toplumsal sorunlar basit nedenlere dayanmazlar. Bir çok birbirinden farklı değişkenle, sebeplerle bağlantılıdırlar.
Bir sorunun çözümü için ise bu sorun kaynaklarının mümkün olduğunca ayrıntılı olarak ele alınmasını gerektirir.
Bazı sesler zayıf, bazı sesler cılız olabilir. Ama en az güçlü olanlar kadar, çözüm için değerlidirler. Çünkü her bir ses, sorun bütünün bir parçasını temsil etmektedir.
Söz gelimi, elimizde sorun olarak tanımlanmış bir kırmızı kalem olsun. Kullanıcının ise bulunduğu pozisyondaki bakış açısı ile bu kalemi tanımlamasını isteyelim.
Eğer en geniş (bir bakıma en büyük partiler gibi) açıdan kalemi görüyorsa, tanımı büyük oranda geçerli ama yine de eksik olacaktır.
Karşı taraftan bakan kullanıcının da tanımı aynı şekilde eksik olacaktır. Dar açılardan (küçük partiler gibi) bakanların da tanımı eksik olacaktır.
Sorunun yani kırmızı kalemin doğru teşhis edilmesi için tüm bu bakış açılarından sağlanmış bilginin derlenmesi ve bu bilgilerle kalemin tanımının yapılması gerekir.
Basit bir kırmızı kalem tanımında, en azından 5 farklı bakış açısı gerekli gözüküyor. Oysa toplumsal sorunlarda, teşhis için çok daha fazla bakış açısına ihtiyaç var. O zamanda doğru bir çözüm de geliştirilebilinir.
İşte iktidarların görevi de bu bilgileri derledikten sonra, çözüm üretmektir. İktidar adayları, “en iyi çözüm uygulayıcısı” olduklarını iddia edenlerdir.
Benzer ilke tüm yönetim birimleri için geçerlidir.
Ne yazık ki ülkemizde en iyi yönetimler bile, bir süre sonra kısırlaşmaya ve hatta yozlaşmaya başlar.
Bunun bir kaç nedeni var.
İlki ve en önemlisi, yönetimde çok sesliliği kaybetmesidir. Tabii bazı yöneticilerin bir sürü “danışmanı” oluyor ama bu çok seslilik değildir.
Çünkü seçtikleri danışmanlar veya yardımcılar, onlarla uyumlu düşünen ve hareket eden, genellikle “ benzer vizyondan“ oluyorlar.
Bu sadece bir bakış açısının sesinin güçlenmesidir. Eğer bu ses diğerlerini bastırırsa ki ülkemizde yönetim sistemlerinde ana amaç bu gibi gözüküyor, sistem güdükleşip, verimsizleşir. Çözüm üretemez, ürettikleri ise kısa vadeli ve günü kurtaran çözümler olur.
İkinci bir neden ise aynı kadroların uzun süre yol gösterici, belirleyici olmasıdır. İnsan doğası, ben merkezli olarak, narsizme yatkındır. Ve hiçbir zaman kendisini haksız olarak görmez. Haksız olduğu itiraf etse bile, aslında gizliden gizliye gerekçelerle kendisine gurur payı bırakır.
Eksik bilgiden dolayı yanılmıştır, hata yapmıştır. Aslında bunu yapacak kişi değildir. Hiçbir beşer, bu iç güdüsüne uzun süre karşı gelemez. Bir gün kapılır.
Üçüncü neden ise, liyakatın yerine sadakatin almasıdır. Ayrıntısına gerek yok, ilk iki sebep ile bağlantılılar.
Çözüm nedir? Siyasi partiler de dahil, en iyi çözüm şeffaflıktır. Şeffaflık illaki her şeyi ile kamuya açık bilgi vermeyi gerektirmez.
Ama tüm grup temsilcilerine bilgi vermeyi ve görüş almayı gerektirir.
En şeffaf yönetim ise, yönetim erkini ele alan gücün, yanına muhalif gücün temsilcisini yardımcı olarak almasıdır.
Evet, yönetim son sözü söyleyen olacaktır ama hatalarında uyarılacaktır ve yaptığı tüm uygulamalarda şeffaf olmuş olacaktır.
İşte bu şeffaf demokrasidir.
Bu açıdan ele alınca, bitaraf olmak ana bakış açılarına katılmamak oluyor.
Şu anki ülke gündemine bakılırsa, karasız seçmen adı verilen ve neredeyse %10’a yaklaşan bilinçli bir kesim. Yeni bir cephe oluşturuyor gibi gözüküyor. Böyle giderse, en güçlü cephe olacağı da kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder