Kısmen evet.
Çünkü fizik her ne kadar diğer bilim dalları gibi deney ve gözleme dayalı olsa da, temel konulara indiğinde, gözlem ve deney yapamadığı için varsayımlar üretmek zorunda...
Bu varsayımları, mevcut bilgiye bağlı olarak geliştirmektedir. Ve matematiğin öngördüğü mantık sistemini kullanmaktadır.
Filozofi, doğuşu itibariyle, gerçeği arayışta izlenecek prensipleri geliştirmiştir. Çünkü gerçekte felsefe, bilgiden bilgi üretme yöntemidir.
Şu an felsefe dalı için hangi bilim alanında kabul edilirse edilsin, hiç bir bilim alanında bir felsefeye sahip olmadan, çözüm üretemezsiniz.
Fizik biliminde de, elde edilen bilgi ve verileri yorumlayıp birleştirmek için bir bakış açısına ve bunu destekleyen bir felsefeye ihtiyacınız var.
Yoksa devam edilemez.
Zaten bilimin esas amacı da bu değil mi, felsefe ile geliştirilen varsayımları deneylerle sınayıp, gözlemlerle doğrulamak ya da yanlışlamak için.
_______________
Partially, Yes.
Because, although physics is based on experimentation and observation like other branches of science, it has to produce some assumptions when it comes down to the basic topics, where it cannot observe or do experiment ...
It develops these assumptions as based on the available information. And it uses the logic system foreseen by mathematics.
As the reason of its birth, Philosophy developed the principles to be followed in the search for the truth.
Because in reality philosophy is a method of producing knowledge from information.
No matter which field of science is accepted as the branch of philosophy at the moment, you cannot find a solution without having a philosophy in any field of science.
In the science of physics, you need a perspective which is supported by philosophy to interpret and combine the information and data obtained. Otherwise, it cannot be continued.
Isn't that the main purpose of science, anyway, to test the assumptions developed with philosophy by experiments to verify or false them by observations.
________________________________________________
Teils, Ja.
Denn obwohl die Physik wie andere Wissenschaftszweige auf Experimenten und Beobachtungen basiert, muss sie einige Annahmen treffen, wenn es um die Grundthemen geht, bei denen sie nicht beobachten oder experimentieren kann ...
Diese Annahmen werden auf der Grundlage der verfügbaren Informationen entwickelt. Und es verwendet das von der Mathematik vorgesehene Logiksystem.
Als Grund für ihre Geburt entwickelte die Philosophie die Prinzipien, die bei der Suche nach der Wahrheit zu befolgen sind.
Denn in Wirklichkeit ist Philosophie eine Methode, um Wissen aus Informationen zu erzeugen.
Unabhängig davon, welcher Wissenschaftsbereich derzeit als Zweig der Philosophie anerkannt ist, können Sie keine Lösung finden, ohne eine Philosophie in einem Wissenschaftsbereich zu haben.
In der Physik benötigen Sie eine Perspektive, die von der Philosophie unterstützt wird, um die erhaltenen Informationen und Daten zu interpretieren und zu kombinieren. Andernfalls kann es nicht fortgesetzt werden.
Ist das nicht der Hauptzweck der Wissenschaft, die mit der Philosophie entwickelten Annahmen durch Experimente zu testen, um sie durch Beobachtungen zu verifizieren oder zu verfälschen?
Felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Nisan 2020 Salı
27 Ağustos 2018 Pazartesi
Zamanın Dalgasal Niteliği ve Etkileri Üzerine
Kuantum mekaniğinin felsefeye ve bilimsel düşünceye olan
etkilerini ele alınca, Zaman'ın Dalgasal Niteliği üzerine kurulmuş bir
felsefeye de ihtiyacım olduğunu fark
ettim.
Böyle bir felsefeyi özetleyebilecek ve tüm olgu ve koşulları incelerken kullanılabilinecek temel yaklaşımın; " Evrendeki tüm hareket, Zaman'a (dalgalarına) karşıdır." (All motion in the Universe are against to the Time (waves)).
Bu yaklaşım kuantum mekaniğinin belirsizliğini ve dalga fonksiyonuna dağıtılmış, olasılıkların toplamının bütün olması yaklaşımından türetilmiş anti-tez yapısındadır.
Zaman'ın dalgasal olması demek, referans çerçevelerinin her birini diğerlerinden ayrı bir "an itibariyle" olguları incelemeye izin vermektedir.
Her bir dalga aralığı-genişliği bir referans çerçeve içindeki tüm koordinatları kesin ve net olarak ifade etmektedir.
Bu çerçevede momentum bile, "bu referans an içinde" konumla beraber belirlidir.
Dualite yani parçacıkların hem dalgasal hem de parçacık özellikleri göstermesi, pilot dalga varsayımından faydalanarak, bir parçacığın hareketinden kaynaklanan dalgaların iki yarıktan birden geçerken, kendileri ile girişim yapması şeklinde açıklamayı kabul etmektedir. Yarıkların herhangi birinden geçen parçacık ise, bu girişimin tepe noktalarından birine yerleşmektedir.
Dalga fonksiyonu, parçacığı oluşturan enerji temelinin titreşiminin o referans çerçevesi içindeki, en yüksek ve en düşük limitleri arasındaki bir değerini ifade etmektedir.
Aslında tespit edilen enerjinin düştüğü ya da yükseldiği değil, evrenimize olan yansımasının azalıp, çoğalmasının "oranıdır."
Temel enerji birimi, titreşimi ile bir alan işgal etmektedir. Ancak bu alan, Zaman dalgaları ile etkileşime girdiği zaman, gerilmiş bir çarşafı rüzgarın doldurması gibi, üç boyutlu bir alana -hacme dönüşmektedir. ancak bu bile kütle oluşumu için yeterli olmayabilir.
Bu alanın bir-bir kaç yönden etki altında kalması ile ivmelenmesi sonucu kütle oluşumu mümkün olmaktadır.
Çünkü kütle de, momentum da hareket sonucu hareket yönünde ve zıt yönündeki titreşimlerin farkından ortaya çıkmaktadır. Kütle, üç boyut üzerindeki hareketlerin doğrultusundaki titreşimlerin farkına dayanırken, momentum tek boyut üzerindeki hareketin doğrultusundaki titreşimin farkına dayanmaktadır.
Kütle oluşumu için üç boyutlu bu hareketi, ilgili alana "evrenin genişlemesi" sağlamaktadır. Çünkü evren, aynı anda 3 uzamsal boyut üzerinde birden genişlemektedir.
Momentum ise, verilen kuvvetten kaynaklanan tek uzamsal boyut üzerindeki hareket ile sağlanmaktadır.
Bu çerçevede, relavistik kütle artışı için, relavistik hızlarda hareket doğrultusunda olmayan diğer iki uzamsal boyutun da kısmen etkilendiği öngörülmektedir.
Çünkü tüm titreşimler, hareket yönünün karşısından gelen Zaman Dalgalarının taşıdığı kuvvete karşı titreşimlerini yapmaktadırlar. Bir bakıma okyanusta dalgalara karşı yelken açmak gibi. Dalgaların aktardığı enerji parçacığın hareket yönünde ve aksi yönünde basınç farklılıklarına neden olmaktadır.
Titreşim yapan temel parçacığın veya sisteminin her zaman dışarıya karşı nötr olacak şekilde, dengeye ulaşma eğilimi ise canlılığın varlığını korumak ve sürdürme arzusunun bu boyuttaki görünümü gibi gözüküyor.
Zaman'a karşı hareketi ile titreşim genliğindeki farklılıklardan kaynaklanan kuvvet farkını dengeleme basıncı, etkiye karşı tepki şeklinde bize eylemsizliği tanımlamaktadır.
Belirlenmiş bir referans çerçevesinde, o an itibari ile parçacığın titreşimleri arasındaki potansiyel farkı artık hesaplanabilir. Bu bize, an itibari ile(t) parçacığın konum (x,y,z) ve sabit hızda momentum (|CF1| - |F1B|) , ivmelenmede eylemsizlik (|F1C'| olarak hesaplanabilir. Parçacığın titreşim frekansının ve alt-üst limitlerinin bilinmesi, titreşimin (t) zamanında hangi seviyede tespit edileceğini de göstermektedir. https://i.hizliresim.com/qvaqdQ.jpg
Gene bu yaklaşımda, madde ve anti madde, kütlenin iki farklı görünümüdür.
Kütle kazanıp, parçacık haline dönüşmüş temel enerji birimi, doğal halinde iken zaman dalgaları ile 45 derece açı ile kesişmektedir. 45 derece, bir fonksiyonda sinüs ve kosinüs değerlerinin eşit olduğu noktayı göstermektedir.
Bunun anlamı ayrıca şudur. Zaman, 3 uzamsal boyut ile 90 derece de değil, 45 derece de kesişmektedir.
3 uzamsal boyut ile Zaman ancak, bu üç uzamsal boyutun birbiri ile 120 derece açı yaptığı düzlemsel (2 boyutlu) formda iken dik olarak kesişmesi mümkün olmaktadır. (Gerilmiş çarşafın rüzgar ile temasından hemen önce...)
Fotonun, hem madde hem de anti madde olmasını ve elektromanyetik dalga özelliğini değerlendirirken, foton titreşiminin elektrik alanı ile manyetik alanının birbirleri ile dik açıda titreştiklerini ve 1'e tamamlayıcı olduklarını (sinüs+ kosinüs değerlerinin toplamı) fark ettim.
Bu durumda, kütleyi oluşturan temel enerji parçacığının Zaman Dalgaları ile yapmış olduğu etkileşim açıları da 45 ve -45 derece olarak, iki farklı fazda olacaktı.
Bu, eşdeğer madde ve anti maddenin titreşimlerin neden birbirini tamamladığını ve karşılaştıklarını birbirlerini saf enerjiye dönüştürecek şekilde maddesel ve anti maddesel varlıklarını yok ettiklerini açıklamakta...
Üstelik evrenin ilk oluşum anlarında, birbirine eşit miktarda olması gereken madde, anti-madde çiftinden sadece maddenin niye ortalıkta gözüktüğünü de açıklıyor.
Maddenin karşıtı olan anti madde, maddeye göre farklı bir fazda olduğu için buluşamıyordu.
Bir bakıma kütlenin titreşiminden kaynaklanan elektrik alanı ile manyetik alanın birbirlerini tamamlayan durumları gibi...
Zaten manyetik alanda, kütle içeriğindeki elektronların Zaman'a karşı duruşlarından (Spinlerinden) kaynaklanan, Zaman Dalgalarının yansıması/kırılmasının sonucu gibi duruyor.
Bu iki alanın aynı anda gözükmesi ama karışmaması, kütleye esas olan bu titreşimlerin 1 periyodunun, 1 Planck Zamanı içinde olması ile mümkün...
Zaman Dalgaları, kuantum mekaniğinin Zaman'ın göreliliğini de farklı açıdan ele almaktadır.
Zaman dalgaları, su içinde kırılan ışık gibi, hareketli ortamın artan enerji yoğunluğu ve titreşim genliği sonucu kırılmaktadır.Bu durumda ışık hızı sınırı ise, Doppler Etkisi ile hızlanan objeden yansıyan dalgaların oluşturduğu bir duvar oluyor. Hız arttıkça, duvara eklenen yansıya dalga enerjileri de artıyor.
Relavistik hızlarda "artan kütle olsun", sabit hız altında "korunan momentum" olsun, bunların kaynağı hep hareket esnasında, Zaman Dalgalarına karşı olan direnç-etkileşim sebep oluyor.
Bu iki değerde, titreşimin genliğinde (amplitude) saklanıyor.
Böylece aynı hız altındaki nesnelerin, Zaman ile olan etkileşimleri de aynı oranda olduğundan, birbirlerine göre sabit kütleye ve konuma sahip olarak saptanabiliyorlar.
Böyle bir felsefeyi özetleyebilecek ve tüm olgu ve koşulları incelerken kullanılabilinecek temel yaklaşımın; " Evrendeki tüm hareket, Zaman'a (dalgalarına) karşıdır." (All motion in the Universe are against to the Time (waves)).
Bu yaklaşım kuantum mekaniğinin belirsizliğini ve dalga fonksiyonuna dağıtılmış, olasılıkların toplamının bütün olması yaklaşımından türetilmiş anti-tez yapısındadır.
Zaman'ın dalgasal olması demek, referans çerçevelerinin her birini diğerlerinden ayrı bir "an itibariyle" olguları incelemeye izin vermektedir.
Her bir dalga aralığı-genişliği bir referans çerçeve içindeki tüm koordinatları kesin ve net olarak ifade etmektedir.
Bu çerçevede momentum bile, "bu referans an içinde" konumla beraber belirlidir.
Dualite yani parçacıkların hem dalgasal hem de parçacık özellikleri göstermesi, pilot dalga varsayımından faydalanarak, bir parçacığın hareketinden kaynaklanan dalgaların iki yarıktan birden geçerken, kendileri ile girişim yapması şeklinde açıklamayı kabul etmektedir. Yarıkların herhangi birinden geçen parçacık ise, bu girişimin tepe noktalarından birine yerleşmektedir.
Dalga fonksiyonu, parçacığı oluşturan enerji temelinin titreşiminin o referans çerçevesi içindeki, en yüksek ve en düşük limitleri arasındaki bir değerini ifade etmektedir.
Aslında tespit edilen enerjinin düştüğü ya da yükseldiği değil, evrenimize olan yansımasının azalıp, çoğalmasının "oranıdır."
Temel enerji birimi, titreşimi ile bir alan işgal etmektedir. Ancak bu alan, Zaman dalgaları ile etkileşime girdiği zaman, gerilmiş bir çarşafı rüzgarın doldurması gibi, üç boyutlu bir alana -hacme dönüşmektedir. ancak bu bile kütle oluşumu için yeterli olmayabilir.
Bu alanın bir-bir kaç yönden etki altında kalması ile ivmelenmesi sonucu kütle oluşumu mümkün olmaktadır.
Çünkü kütle de, momentum da hareket sonucu hareket yönünde ve zıt yönündeki titreşimlerin farkından ortaya çıkmaktadır. Kütle, üç boyut üzerindeki hareketlerin doğrultusundaki titreşimlerin farkına dayanırken, momentum tek boyut üzerindeki hareketin doğrultusundaki titreşimin farkına dayanmaktadır.
Kütle oluşumu için üç boyutlu bu hareketi, ilgili alana "evrenin genişlemesi" sağlamaktadır. Çünkü evren, aynı anda 3 uzamsal boyut üzerinde birden genişlemektedir.
Momentum ise, verilen kuvvetten kaynaklanan tek uzamsal boyut üzerindeki hareket ile sağlanmaktadır.
Bu çerçevede, relavistik kütle artışı için, relavistik hızlarda hareket doğrultusunda olmayan diğer iki uzamsal boyutun da kısmen etkilendiği öngörülmektedir.
Çünkü tüm titreşimler, hareket yönünün karşısından gelen Zaman Dalgalarının taşıdığı kuvvete karşı titreşimlerini yapmaktadırlar. Bir bakıma okyanusta dalgalara karşı yelken açmak gibi. Dalgaların aktardığı enerji parçacığın hareket yönünde ve aksi yönünde basınç farklılıklarına neden olmaktadır.
Titreşim yapan temel parçacığın veya sisteminin her zaman dışarıya karşı nötr olacak şekilde, dengeye ulaşma eğilimi ise canlılığın varlığını korumak ve sürdürme arzusunun bu boyuttaki görünümü gibi gözüküyor.
Zaman'a karşı hareketi ile titreşim genliğindeki farklılıklardan kaynaklanan kuvvet farkını dengeleme basıncı, etkiye karşı tepki şeklinde bize eylemsizliği tanımlamaktadır.
Belirlenmiş bir referans çerçevesinde, o an itibari ile parçacığın titreşimleri arasındaki potansiyel farkı artık hesaplanabilir. Bu bize, an itibari ile(t) parçacığın konum (x,y,z) ve sabit hızda momentum (|CF1| - |F1B|) , ivmelenmede eylemsizlik (|F1C'| olarak hesaplanabilir. Parçacığın titreşim frekansının ve alt-üst limitlerinin bilinmesi, titreşimin (t) zamanında hangi seviyede tespit edileceğini de göstermektedir. https://i.hizliresim.com/qvaqdQ.jpg

Gene bu yaklaşımda, madde ve anti madde, kütlenin iki farklı görünümüdür.
Kütle kazanıp, parçacık haline dönüşmüş temel enerji birimi, doğal halinde iken zaman dalgaları ile 45 derece açı ile kesişmektedir. 45 derece, bir fonksiyonda sinüs ve kosinüs değerlerinin eşit olduğu noktayı göstermektedir.
Bunun anlamı ayrıca şudur. Zaman, 3 uzamsal boyut ile 90 derece de değil, 45 derece de kesişmektedir.
3 uzamsal boyut ile Zaman ancak, bu üç uzamsal boyutun birbiri ile 120 derece açı yaptığı düzlemsel (2 boyutlu) formda iken dik olarak kesişmesi mümkün olmaktadır. (Gerilmiş çarşafın rüzgar ile temasından hemen önce...)
Fotonun, hem madde hem de anti madde olmasını ve elektromanyetik dalga özelliğini değerlendirirken, foton titreşiminin elektrik alanı ile manyetik alanının birbirleri ile dik açıda titreştiklerini ve 1'e tamamlayıcı olduklarını (sinüs+ kosinüs değerlerinin toplamı) fark ettim.
Bu durumda, kütleyi oluşturan temel enerji parçacığının Zaman Dalgaları ile yapmış olduğu etkileşim açıları da 45 ve -45 derece olarak, iki farklı fazda olacaktı.
Bu, eşdeğer madde ve anti maddenin titreşimlerin neden birbirini tamamladığını ve karşılaştıklarını birbirlerini saf enerjiye dönüştürecek şekilde maddesel ve anti maddesel varlıklarını yok ettiklerini açıklamakta...
Üstelik evrenin ilk oluşum anlarında, birbirine eşit miktarda olması gereken madde, anti-madde çiftinden sadece maddenin niye ortalıkta gözüktüğünü de açıklıyor.
Maddenin karşıtı olan anti madde, maddeye göre farklı bir fazda olduğu için buluşamıyordu.
Bir bakıma kütlenin titreşiminden kaynaklanan elektrik alanı ile manyetik alanın birbirlerini tamamlayan durumları gibi...
Zaten manyetik alanda, kütle içeriğindeki elektronların Zaman'a karşı duruşlarından (Spinlerinden) kaynaklanan, Zaman Dalgalarının yansıması/kırılmasının sonucu gibi duruyor.
Bu iki alanın aynı anda gözükmesi ama karışmaması, kütleye esas olan bu titreşimlerin 1 periyodunun, 1 Planck Zamanı içinde olması ile mümkün...
Zaman Dalgaları, kuantum mekaniğinin Zaman'ın göreliliğini de farklı açıdan ele almaktadır.
Zaman dalgaları, su içinde kırılan ışık gibi, hareketli ortamın artan enerji yoğunluğu ve titreşim genliği sonucu kırılmaktadır.Bu durumda ışık hızı sınırı ise, Doppler Etkisi ile hızlanan objeden yansıyan dalgaların oluşturduğu bir duvar oluyor. Hız arttıkça, duvara eklenen yansıya dalga enerjileri de artıyor.
Relavistik hızlarda "artan kütle olsun", sabit hız altında "korunan momentum" olsun, bunların kaynağı hep hareket esnasında, Zaman Dalgalarına karşı olan direnç-etkileşim sebep oluyor.
Bu iki değerde, titreşimin genliğinde (amplitude) saklanıyor.
Böylece aynı hız altındaki nesnelerin, Zaman ile olan etkileşimleri de aynı oranda olduğundan, birbirlerine göre sabit kütleye ve konuma sahip olarak saptanabiliyorlar.
Etiketler:
anti madde,
dalgasal,
eylemsizlik,
Felsefe,
foton,
kütle,
madde,
momentum,
zaman
26 Ağustos 2018 Pazar
(Bilimsel) Felsefe ve kuantum mekaniğinin çağımıza etkileri.
Felsefe, esasen mantıklı düşünce sistematiği olarak, İnsanın doğa olgularını sorgulaması esnasında, sorgulanan konuların neden ve sonuçlarının "doğru bilgiye" dayanarak analiz etme yöntemlerini içerir.
Felsefe bize bilgilerin hangi sırayla ve nasıl ele alınacağını, farklı bilgiler arasında nasıl bağlantı kurulacağını ve bunların arasında yanlış sonuçlara sebep olan hatalı bilgilerinde nasıl ayıklanacağını gösterir.
Bunu yaparken, farklı bakış açılarından oluşan teknikleri kullanır. Hiç bir olayın gözlemlenmesi ve analiz edilmesinde, tek bir felsefe bakış açısı kullanılmaz. Genel olarak, üretilecek bilginin (neden veya sonuç) analizinde kullanılacak bilgi miktarına ve çeşidine göre farklı tekniklerin bir arada, farklı oranlarda kullanıldığı bir kokteyl oluşturulur.
Mesela, gözlem ve deney olarak yetersiz bilgiye sahip olunan konularda, cesur varsayımların ortaya atılıp, bu varsayımın ve sonuçlarının yanlışlanması ile hatalı bilgiler, varsayımdan ayıklanabilir. (Karl Popper, Falsificationism- Yanlışlama) . Mesela karanlık madde ve karanlık enerji konusunda, elde edilen gözlem sonuçlarının değerlendirilmesinde çok faydalı bir yöntemdir. Çünkü her ikisinin de esas içeriği bilinmediği ama sonuçları gözlendiği için, bu gözlemlerden çıkarımlar yaparken, yanlışlanan bilgiler en az doğru bilgiler kadar değerli varsayıma katkıda bulunmaktadır.
Ancak tekrarlanmış gözlem ve deneylere dayalı olarak elde edilmiş ve kesinleşmiş sonuçlara dayalı bir varsayım üretirken, tümevarım- tümdengelim (inductivism, deduction) ve test edilebilirlik (Pierre Duhem -testability) yöntemlerini kullanarak, doğrudan gözlem veya deney yapılamayan bir konu üzerinde de, tamamen doğru bilgilere dayalı olduğu için, doğru bir sonuç üretebiliriz. Mesela, güneş'in merkezinin ısısı hakkında bir varsayım üretmek gibi...
Ben, (gözlemciye göre) görelilik (relativism), bilimsel gerçeklik (scientific realism), yanlışma, tümevarım ve tümden gelim, test edilebilirlik, bilimsel paradigma (Scientific Paradigm- Thomas Kuhn) metodlarından özellikle yanlışlanabilirlik ve paradigma metodlarını seviyorum.
Çünkü yanlışlanabilirlik, konuların dışına çıkarken, sınırların dışına çıkma, genel kabul edilmiş doğruların üstünde tekrar düşünme ve farklı açılardan ele alma imkanı sağlıyor.
Bu şekilde bir yaklaşım ürettikten sonra, onu sınamak, eğer mümkün değil ise ilişkili diğer konularla aradaki bağlantıyı basitleştirerek, aynı örnek üzerinden sunma imkanı arıyorum.
Bu arada konuyu basitleştirmeyi engelleyen yardımcı varsayımları da ayıklayıp, yerlerine bilimsel gözlem ve deneylerle uyuşan sonuçları, elde etmeye çalışıyorum.
Bu şekilde varsayım ile mümkün olduğunca çok ve farklı bilmeceyi cevaplamış oluyorum.
Bilinçli olarak tek bir metot üzerinde tercih yapmam mümkün olmuyor. Çünkü konunun çözüm ihtiyacına ve hakkında bilgi düzeyine göre farklı yaklaşımları, farklı derecelerde kullanmak gerekiyor.
Örneğin; büyük patlama öncesi evrenin tüm enerjisinin tekilleşmiş, homojen ve simetrik olduğu konusunda geniş bir görüş birliği var.
Bu yaklaşımı değiştirmeden, ama bu durumu farklı bakış açılarıyla değerlendirerek bir varsayım ürettim.
İlgili kavramları da bu varsayım açısından, geçerli tanımlarıyla çatışmayacak şekilde ele aldım
Varsayımın ana felsefesi, evrenin başlangıçta homojen ve simetrik olmasından dolayı çok az fizik kuralı ile başladığı ve bu kuralların temel olduğuna dayanıyor.
Bu kuralları, termodinamik kuralları olarak da tanımlıyoruz. Gözlemlediğimiz diğer konular, evrenin genişlemesi esnasında parçacıkların ve alanların karşılıklı ilişkilerinin çeşitliliğinden ve derecelerinden kaynaklandığını öngörüyor.
Bu varsayıma göre, evrenin başlangıcındaki temel kanunlar hala varlıklarını aynı şekilde "temel düzeyde" sürdürmeliydi.
"Enerji her zaman çok yoğun ortamdan, az yoğun ortama akar." ve "Tepki, etkiye eşittir."
Buna göre, havaya zıpladığınızda, bir taş başka bir taşa çarptığında, ateş yaktığınızda, bir cismi ısıttığımızda, elektronu foton ile bombardıman ettiğinizde, kütlesiz enerji kuantından kütle oluşumunda, momentum ve eylemsizlikte, ivmelenirken ve sabit hızı korurken, özel göreliliğin tüm sonuçların aynı temel prensibe dayanmalıydı.
Ve, bunu başardım. Çok iddialı olduğunu biliyorum! "Aynı mekanizma" tüm bu olguları açıklayabiliyor.
Yanlışlama ve paradigmalardan faydalanarak konuyu sadeleştirip, bir derece basitleştirdim. (Fizik biliminde eğitimim olmadığı için, sadece fizikçilerin anlayabileceği şekilde yapamıyorum.)
Konu "tek soru" ile başlıyor. "(Herhangi) Etki nasıl iletilir?"
Ve şu düşünce deneyi ile cevaplamaya başladım:
Eğer elimde 2 ışık saati uzunluğunda demir bir çubuk olsaydı ve bunu uzay boşluğunda 1 metre/saat itecek kadar kuvvet uygulasaydım, çubuğun ve diğer ucunun durumu ne olurdu?
(11.09.2018)
--------------------------------------------------------------------------
Felsefe, binlerce yıl boyunca insanlığa yol göstermiş olan aklı ve bilimi doğurmuştur. İnsanın kendisini ve yaşamını sorgulamasından başlayan felsefe, toplumu ve en sonunda tanrıları ve doğayı sorgulamaya kadar ilerlemiştir.
Felsefe bir düşünme sistemi, alışkanlığıdır. Sorgulanan konunun, alanın içeriğine göre uzmanlaşmış ve alanlara göre farklı sorgulama teknikleri de geliştirmiştir.
Bu şekli ile insanoğlunun tüm düşünsel faaliyetlerinde, gelişiminde temel kaynak olmuştur.
Olgunun, doğru açıdan ele alınıp değerlendirilmesi ve diğer olgularla olan sebep-sonuç ilişkilerini tanımlaması ile her alana özgü bir felsefe gelişmiştir.
Bu nedenle, herhangi bir konuda, konunun felsefesi, o konunun hangi açıdan ve hangi önceliklerle ele alınması gerektiğini de bildirmektedir.
Önceleri doğa ve toplum bilimleri iç içe iken, bütün bilim insanları aynı zamanda felsefeci, tüm felsefeciler de bilimciydi... Ancak 18nci yüzyıldan itibaren endüstri dönemi ve ihtiyaçları ile toplum ancak bilimin mutlak ve ölçülebilinir değerleri üzerinde gelişme imkanı buldu. Bilimsel görüş içindeki felsefenin rolü gittikçe azalırken, bu alan daha çok yeni doğan sosyal bilimlere bırakıldı.
Çünkü felsefe, ölçülemeyen, mutlak ve nesnel olmayan olguların veri olarak değerlendirilmesini, aralarındaki bağlantıların çözümlenmesine de imkan veriyordu.
Sayısal değerlere dayanan bilimin ise bundan sonra felsefeye ihtiyacı kalmadığı düşünüldü. Üstelik yüzlerce yıllık felsefenin birikimiyle oluşturulan bilimsel bakışla elde edilen sonuçların başarısı ve göz kamaştırıcılığı, bilime olan inancı ve güveni güçlendirirken, felsefeyi tamamen çıkarma eğilimine girdi.
O dönemki bilimsel anlayışı değiştiren ve felsefe ihtiyacını doğuran iki olay oldu.
İlki Einstein'ın Özel Görelilik teorisi ile başlayan ve kuantum fiziğinin gelişimi ile devam eden, bilimsel düşünme tekniğindeki değişimler oldu.
Bu ölçülebilinir, tanımlanabilinir, durumu ve hareketi; zaman ve diğer verilerine göre tahmin edilebilir parçalardan oluşan bütünün incelenmesine dayanan bilimsel anlayışı değiştirdi.
İkincisi, 1nci dünya Savaşında kullanılan bilimsel teknolojinin dehşet veren yıkımı ve sonuçları, bilimin iki yüzü de keskin bir kılıç olduğu, insanlığı daha iyiye götürebileceği gibi, daha kötüye de götürebileceğinin anlaşılmasına neden oldu.
Bu bilimsel bakış altında temel ilkelerin ve ahlaki bir bilim felsefesinin gereğini de doğurdu.
Felsefesi olmayan bir bilimsel bakış, tam bir yok edici olabilirdi.
Klasik fizik uygulamalarında kalan ve bilimsel kesinlik ve hesaplanabilirliğin (kontrol edilebilirlik anlamına da geliyor bu) doğurduğu pozitif bakış açısı hala sürmektedir.
Klasik fizik değerlerine bağlı kişi ve toplumlar, hala bilimden sağlanacakların tamamen kontrolleri altında ve insanlık için iyi olduğunu düşündürtmektedir.
Ancak kuantum mekaniği, klasik mekanik anlayışını temel değerlerden yaralamıştır.
Olguların ve olayların, bağımsız incelenen birimlerin bir bütününden oluştuğunu ortaya koymuştur. Böylece, bir olguyu sebep ve sonuçları ile tanımlarken alanı esnetmiş, belirsizlikleri de kapsamına almıştır. Bu, olguları dalga denklemleriyle tanımlama şeklinde kendini göstermiştir.
Klasik fizikteki niceliklerin sürekli kesintisizliğinin yerini, olguların kesikli ve limitlerle sınırlanmış durumları ve ilişkileri yerleşti.
Atom altı parçacıkların konum ve momentumlarınızdaki belirsizlik, dalga ve parçacık özelliği göstermelerinden kaynaklanan dualite-ikililik kesinliğe ve hesaplanabilirliğe dayalı klasik fiziği sarstı.
Ama esas klasik fiziğin cevaplayamadığı soruları cevaplaması ve kimi durumlarda çok daha doğru ve net sonuçlarla hesaplanabilirlik sağlaması, bilimcilerin düşünce anlayışını etkiledi.
Bu bilimsel felsefenin temelini oluşturan kuşkuculuk ile de uyumlu sorular zincirini doğurdu. Sistemin bir bütün olarak ele alınması ve net sonuçların bile ancak belirli koşullar altında geçerli olması farklı yaklaşımlar ve durumlar arasındaki bağlantıların ortaya konması ihtiyacını doğurdu.
Tüm kuvvetleri açıklayan ve birleştiren "Her Şey'in Teorisi" de bunun bir sonucu, "kızıl elması" oldu.
Bu bütüncül yaklaşım, sosyal bilimlerden, ekonomiye kadar bir çok alanda etkilerini gösterdi. Oyun Teorisi gibi iktisadi durumları açıklayan yaklaşım aslında tam olarak "kaos yaklaşımının" belirsizlik ve kontrol edilemezliğinin, dalga fonksiyonu olarak nasıl belirlenebilir sonuçlara yol açtığını göstermekteydi.
Günümüzde hiç kimse, Nijerya'da açlıktan ölen bir çocuk yüzünden bütün bölgenin savaşa sürüklenebileceği ya da barışın tamamen hakim olacağı düşüncesine karşı direnci kalmamıştır. Tüm bilinen koşullara rağmen, sonuçlar bu olasılık olarak kabul edilmektedir.
Tüm bilim branşlarında, çerçeveyi tamamlayan arka plan gizli değişkenlerin belirsizlik etkileri kabul edilmiş ve artı-eksi değerler aralığındaki (bir bakıma dalga fonksiyonu olarak) sonuçlar geçerlilik kazanmıştır.
(27.08.2018)
Felsefe bize bilgilerin hangi sırayla ve nasıl ele alınacağını, farklı bilgiler arasında nasıl bağlantı kurulacağını ve bunların arasında yanlış sonuçlara sebep olan hatalı bilgilerinde nasıl ayıklanacağını gösterir.
Bunu yaparken, farklı bakış açılarından oluşan teknikleri kullanır. Hiç bir olayın gözlemlenmesi ve analiz edilmesinde, tek bir felsefe bakış açısı kullanılmaz. Genel olarak, üretilecek bilginin (neden veya sonuç) analizinde kullanılacak bilgi miktarına ve çeşidine göre farklı tekniklerin bir arada, farklı oranlarda kullanıldığı bir kokteyl oluşturulur.
Mesela, gözlem ve deney olarak yetersiz bilgiye sahip olunan konularda, cesur varsayımların ortaya atılıp, bu varsayımın ve sonuçlarının yanlışlanması ile hatalı bilgiler, varsayımdan ayıklanabilir. (Karl Popper, Falsificationism- Yanlışlama) . Mesela karanlık madde ve karanlık enerji konusunda, elde edilen gözlem sonuçlarının değerlendirilmesinde çok faydalı bir yöntemdir. Çünkü her ikisinin de esas içeriği bilinmediği ama sonuçları gözlendiği için, bu gözlemlerden çıkarımlar yaparken, yanlışlanan bilgiler en az doğru bilgiler kadar değerli varsayıma katkıda bulunmaktadır.
Ancak tekrarlanmış gözlem ve deneylere dayalı olarak elde edilmiş ve kesinleşmiş sonuçlara dayalı bir varsayım üretirken, tümevarım- tümdengelim (inductivism, deduction) ve test edilebilirlik (Pierre Duhem -testability) yöntemlerini kullanarak, doğrudan gözlem veya deney yapılamayan bir konu üzerinde de, tamamen doğru bilgilere dayalı olduğu için, doğru bir sonuç üretebiliriz. Mesela, güneş'in merkezinin ısısı hakkında bir varsayım üretmek gibi...
Ben, (gözlemciye göre) görelilik (relativism), bilimsel gerçeklik (scientific realism), yanlışma, tümevarım ve tümden gelim, test edilebilirlik, bilimsel paradigma (Scientific Paradigm- Thomas Kuhn) metodlarından özellikle yanlışlanabilirlik ve paradigma metodlarını seviyorum.
Çünkü yanlışlanabilirlik, konuların dışına çıkarken, sınırların dışına çıkma, genel kabul edilmiş doğruların üstünde tekrar düşünme ve farklı açılardan ele alma imkanı sağlıyor.
Bu şekilde bir yaklaşım ürettikten sonra, onu sınamak, eğer mümkün değil ise ilişkili diğer konularla aradaki bağlantıyı basitleştirerek, aynı örnek üzerinden sunma imkanı arıyorum.
Bu arada konuyu basitleştirmeyi engelleyen yardımcı varsayımları da ayıklayıp, yerlerine bilimsel gözlem ve deneylerle uyuşan sonuçları, elde etmeye çalışıyorum.
Bu şekilde varsayım ile mümkün olduğunca çok ve farklı bilmeceyi cevaplamış oluyorum.
Bilinçli olarak tek bir metot üzerinde tercih yapmam mümkün olmuyor. Çünkü konunun çözüm ihtiyacına ve hakkında bilgi düzeyine göre farklı yaklaşımları, farklı derecelerde kullanmak gerekiyor.
Örneğin; büyük patlama öncesi evrenin tüm enerjisinin tekilleşmiş, homojen ve simetrik olduğu konusunda geniş bir görüş birliği var.
Bu yaklaşımı değiştirmeden, ama bu durumu farklı bakış açılarıyla değerlendirerek bir varsayım ürettim.
İlgili kavramları da bu varsayım açısından, geçerli tanımlarıyla çatışmayacak şekilde ele aldım
Varsayımın ana felsefesi, evrenin başlangıçta homojen ve simetrik olmasından dolayı çok az fizik kuralı ile başladığı ve bu kuralların temel olduğuna dayanıyor.
Bu kuralları, termodinamik kuralları olarak da tanımlıyoruz. Gözlemlediğimiz diğer konular, evrenin genişlemesi esnasında parçacıkların ve alanların karşılıklı ilişkilerinin çeşitliliğinden ve derecelerinden kaynaklandığını öngörüyor.
Bu varsayıma göre, evrenin başlangıcındaki temel kanunlar hala varlıklarını aynı şekilde "temel düzeyde" sürdürmeliydi.
"Enerji her zaman çok yoğun ortamdan, az yoğun ortama akar." ve "Tepki, etkiye eşittir."
Buna göre, havaya zıpladığınızda, bir taş başka bir taşa çarptığında, ateş yaktığınızda, bir cismi ısıttığımızda, elektronu foton ile bombardıman ettiğinizde, kütlesiz enerji kuantından kütle oluşumunda, momentum ve eylemsizlikte, ivmelenirken ve sabit hızı korurken, özel göreliliğin tüm sonuçların aynı temel prensibe dayanmalıydı.
Ve, bunu başardım. Çok iddialı olduğunu biliyorum! "Aynı mekanizma" tüm bu olguları açıklayabiliyor.
Yanlışlama ve paradigmalardan faydalanarak konuyu sadeleştirip, bir derece basitleştirdim. (Fizik biliminde eğitimim olmadığı için, sadece fizikçilerin anlayabileceği şekilde yapamıyorum.)
Konu "tek soru" ile başlıyor. "(Herhangi) Etki nasıl iletilir?"
Ve şu düşünce deneyi ile cevaplamaya başladım:
Eğer elimde 2 ışık saati uzunluğunda demir bir çubuk olsaydı ve bunu uzay boşluğunda 1 metre/saat itecek kadar kuvvet uygulasaydım, çubuğun ve diğer ucunun durumu ne olurdu?
(11.09.2018)
--------------------------------------------------------------------------
Felsefe, binlerce yıl boyunca insanlığa yol göstermiş olan aklı ve bilimi doğurmuştur. İnsanın kendisini ve yaşamını sorgulamasından başlayan felsefe, toplumu ve en sonunda tanrıları ve doğayı sorgulamaya kadar ilerlemiştir.
Felsefe bir düşünme sistemi, alışkanlığıdır. Sorgulanan konunun, alanın içeriğine göre uzmanlaşmış ve alanlara göre farklı sorgulama teknikleri de geliştirmiştir.
Bu şekli ile insanoğlunun tüm düşünsel faaliyetlerinde, gelişiminde temel kaynak olmuştur.
Olgunun, doğru açıdan ele alınıp değerlendirilmesi ve diğer olgularla olan sebep-sonuç ilişkilerini tanımlaması ile her alana özgü bir felsefe gelişmiştir.
Bu nedenle, herhangi bir konuda, konunun felsefesi, o konunun hangi açıdan ve hangi önceliklerle ele alınması gerektiğini de bildirmektedir.
Önceleri doğa ve toplum bilimleri iç içe iken, bütün bilim insanları aynı zamanda felsefeci, tüm felsefeciler de bilimciydi... Ancak 18nci yüzyıldan itibaren endüstri dönemi ve ihtiyaçları ile toplum ancak bilimin mutlak ve ölçülebilinir değerleri üzerinde gelişme imkanı buldu. Bilimsel görüş içindeki felsefenin rolü gittikçe azalırken, bu alan daha çok yeni doğan sosyal bilimlere bırakıldı.
Çünkü felsefe, ölçülemeyen, mutlak ve nesnel olmayan olguların veri olarak değerlendirilmesini, aralarındaki bağlantıların çözümlenmesine de imkan veriyordu.
Sayısal değerlere dayanan bilimin ise bundan sonra felsefeye ihtiyacı kalmadığı düşünüldü. Üstelik yüzlerce yıllık felsefenin birikimiyle oluşturulan bilimsel bakışla elde edilen sonuçların başarısı ve göz kamaştırıcılığı, bilime olan inancı ve güveni güçlendirirken, felsefeyi tamamen çıkarma eğilimine girdi.
O dönemki bilimsel anlayışı değiştiren ve felsefe ihtiyacını doğuran iki olay oldu.
İlki Einstein'ın Özel Görelilik teorisi ile başlayan ve kuantum fiziğinin gelişimi ile devam eden, bilimsel düşünme tekniğindeki değişimler oldu.
Bu ölçülebilinir, tanımlanabilinir, durumu ve hareketi; zaman ve diğer verilerine göre tahmin edilebilir parçalardan oluşan bütünün incelenmesine dayanan bilimsel anlayışı değiştirdi.
İkincisi, 1nci dünya Savaşında kullanılan bilimsel teknolojinin dehşet veren yıkımı ve sonuçları, bilimin iki yüzü de keskin bir kılıç olduğu, insanlığı daha iyiye götürebileceği gibi, daha kötüye de götürebileceğinin anlaşılmasına neden oldu.
Bu bilimsel bakış altında temel ilkelerin ve ahlaki bir bilim felsefesinin gereğini de doğurdu.
Felsefesi olmayan bir bilimsel bakış, tam bir yok edici olabilirdi.
Klasik fizik uygulamalarında kalan ve bilimsel kesinlik ve hesaplanabilirliğin (kontrol edilebilirlik anlamına da geliyor bu) doğurduğu pozitif bakış açısı hala sürmektedir.
Klasik fizik değerlerine bağlı kişi ve toplumlar, hala bilimden sağlanacakların tamamen kontrolleri altında ve insanlık için iyi olduğunu düşündürtmektedir.
Ancak kuantum mekaniği, klasik mekanik anlayışını temel değerlerden yaralamıştır.
Olguların ve olayların, bağımsız incelenen birimlerin bir bütününden oluştuğunu ortaya koymuştur. Böylece, bir olguyu sebep ve sonuçları ile tanımlarken alanı esnetmiş, belirsizlikleri de kapsamına almıştır. Bu, olguları dalga denklemleriyle tanımlama şeklinde kendini göstermiştir.
Klasik fizikteki niceliklerin sürekli kesintisizliğinin yerini, olguların kesikli ve limitlerle sınırlanmış durumları ve ilişkileri yerleşti.
Atom altı parçacıkların konum ve momentumlarınızdaki belirsizlik, dalga ve parçacık özelliği göstermelerinden kaynaklanan dualite-ikililik kesinliğe ve hesaplanabilirliğe dayalı klasik fiziği sarstı.
Ama esas klasik fiziğin cevaplayamadığı soruları cevaplaması ve kimi durumlarda çok daha doğru ve net sonuçlarla hesaplanabilirlik sağlaması, bilimcilerin düşünce anlayışını etkiledi.
Bu bilimsel felsefenin temelini oluşturan kuşkuculuk ile de uyumlu sorular zincirini doğurdu. Sistemin bir bütün olarak ele alınması ve net sonuçların bile ancak belirli koşullar altında geçerli olması farklı yaklaşımlar ve durumlar arasındaki bağlantıların ortaya konması ihtiyacını doğurdu.
Tüm kuvvetleri açıklayan ve birleştiren "Her Şey'in Teorisi" de bunun bir sonucu, "kızıl elması" oldu.
Bu bütüncül yaklaşım, sosyal bilimlerden, ekonomiye kadar bir çok alanda etkilerini gösterdi. Oyun Teorisi gibi iktisadi durumları açıklayan yaklaşım aslında tam olarak "kaos yaklaşımının" belirsizlik ve kontrol edilemezliğinin, dalga fonksiyonu olarak nasıl belirlenebilir sonuçlara yol açtığını göstermekteydi.
Günümüzde hiç kimse, Nijerya'da açlıktan ölen bir çocuk yüzünden bütün bölgenin savaşa sürüklenebileceği ya da barışın tamamen hakim olacağı düşüncesine karşı direnci kalmamıştır. Tüm bilinen koşullara rağmen, sonuçlar bu olasılık olarak kabul edilmektedir.
Tüm bilim branşlarında, çerçeveyi tamamlayan arka plan gizli değişkenlerin belirsizlik etkileri kabul edilmiş ve artı-eksi değerler aralığındaki (bir bakıma dalga fonksiyonu olarak) sonuçlar geçerlilik kazanmıştır.
(27.08.2018)
Etiketler:
Belirsizlik,
bilgi,
Bilim,
burtay mutlu,
denge,
Evrim,
Felsefe,
fizik,
klasik,
kuantum,
mekainik,
yargılama,
yeşil ekonomi,
yorum,
yönetim
6 Mart 2018 Salı
Türkiye de Eğitim için ne yapılabilinir?
Eğitimciler...
İnsanımızın durumundan memnun olmayanlar.
Eğitimi verende, eğitimi alanda; eğitimdeki sorunlara karşı ileri sürdükleri gerekçelerde haklılar. Herkes haklı ama yine de ortada bir sorun var.
Esas sorun, sorunun nereden kaynaklandığında fikir birliği olmaması. Çok zeki ya da çok bilgili olmanız ile normal sıradan birisi olmanız arasında bir fark da yok bu konuda. İnsan bir şeyi görmüyorsa, o onun için yoktur. Açıp bakmadığımız sürece, kedinin ölü mü canlı mı olduğunu bilemeyeceğimiz gibi...
İnsan zihin gücü, entelektüel kapasite, hayal gücü, merak açısından diğer ülkelerden hiç aşağı değiliz. Üstelik çoğumuz farkında olmasa da Türkçe gibi bir dilin getirdiği düşünme alışkanlıkları ve sistematiği gibi, esnekliğe açık bir avantajımız da var. (Bu avantaj ne yazık ki, yurt dışına giden arkadaşlarımızın kullanabildiği bir avantaj.)
Eğitim sistemimizde bir sorun var. Evet, ama bu sorun istediğiniz kadar sistemi yenileyin, istediğiniz kadar eğitimcileri yenileyin değişmeyecek. Çünkü sorunun kaynağı ve nedeni tam anlaşılmış değil.
En başta eğitim sistemimizi ele alalım. Şu an ilk okullardan itibaren tüm dünya da uygulanan eğitim sistemi, Fransız Devrimi ile çıkan yeni ekonomik dönemin felsefesinin ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir sistemin kalıntısı...
Nedir bunlar? İlki, topluma milliyetçi ruh aşılayacak üç araçtan biridir milli eğitim. (Diğerleri askerlik hizmeti ve milli bayramlar)
İkincisi, vatandaşlık hakları altında fırsat eşitliği olarak herkese eşit eğitim imkanı iddiasının altı doldurulmasıdır.
Üçüncüsü, kırsaldan kentsele göç eden ucuza çalışmaya hazır işgücünün, sanayileşme girişimlerinde rol alabilmesi (işçi olup, makine çalıştırabilecek standart düzeyde eğitim), iş gücü sağlayabilmesi içindir.
Dünya ekonomik anlamda bir yeni döneme giriyor. Devrim gibi bir dönemin geçişin sancıları var. Çünkü sadece geçişin değil, bitmek üzere olan dönemin getirdiği sıkıntılarında atık sorunları var.
Dünya tarihinde ne zaman üretim yöntemleri değişse, yönetim yapıları da değişmiş, kültürel eğilim ve yapılarda...
Şu an dünya üzerinde üç grup var. Gelişmiş, sanayileşmesini tamamlamış ve bilgi teknolojisi altında sürdürülebilir ekonomiye geçen toplumlar.
Gelişmekte olan yarı sanayileşmiş, yarı bilgi toplumu aralığında olan, tüketime dayalı büyüme ekonomisinde duran toplumlar.
Bir de daha yeni gelişmeye başlamış, tarım ve sanayi toplumları aralığında olan toplumlar.
Aslında her toplumda, çeşitli bölgelerinde bu üç tip toplum yapısı da var ama oranları, ülkelerden ülkeye değişiyor.
Milli Eğitim sistemleri henüz, bu değişimi kavramış ve adapte olmuş değiller. Bir kaç İskandinav ülkesi hariç bu konuda değişim çok zor oluyor. Değişim isteklerine karşı çıkanların siyasi ve toplumsal baskılarda yoğun. Çünkü kimse, neyin tam doğru olduğunu bilmiyor.
Bu durumda eğitim sisteminden bir medet ummak, beyhude bir çaba...
Zaten değiştirseniz bile, neye göre, nasıl değiştireceksiniz?
Toplumsal bakış açısındaki değişim uzun vadeli olmasından dolayı, onlardan da bir şey beklemek boşuna... Toplum çoğu zaman, aniden sıkıştıran ihtiyaç ve sorunları ile değişiyor. Problem bitince de eski rayına benzer pozisyona oturuyor.
Burada iş eğitimcilere ve ailelere kalıyor. Ailelerin çoğu, eğitim yükünü neredeyse eğitimcilere bırakmış durumda... Çocuk için dünyanın parasını, kurs, servis, özel hoca için harcayan aileler, aynı çocuğa eğitimi de parayla satın almaya çalışıyor. Bir kaç saatlik bir sohbet zor geliyor. Daha önemlisi, tutumlarında değişiklik yapmak zor geliyor.
Sanki bu kadar para harcadıkları için, çocukları onların beklentilerini karşılamak için zorunlu, yükümlüymüş gibi...
Eğitimcilerimize bakınca, ülkemizdeki olumsuz yaşam koşullarından birinci derecede etkilendiklerini görüyoruz. Ev-iş arası yeknesak bir kısırdöngü içinde günü bitirmeye, evlerinin ihtiyacı olan parayı sağlamaya odaklanmış durumda.
Evet, haklılar bu konuda ama ülkede benzer koşullar altında olmayan ve aynı durumu yaşamayan kimse yok ki... Herkes aynı sorunlarla boğuşuyor.
Akademisyenlerimize gelince; ülkemizde bir kaç farklı tür akademisyen var. İlki piyasa da iş bulamayacağını düşünerek okulda kalmayı tercih edenler. Düzenli bir gelir, yıllar içinde bazı şartları tamamlamayla gelir artışı güvencesi umanlar.
İkincisi, bilim aşkından değil, statü aşkından bu tercihi yapanlar.
Ne yazık ki, bu iki grupta eğitim kadrolarımızda ağırlığı oluşturuyor.
Üçüncü grup ise, idealist, üstün zekalı (çok zeki anlamında değil, farklı ayrıntıları görecek şekilde düşünce farklılığına sahip kullanıyorum) bilimden zevk alanlar.
Ne yazık ki bunların çoğunun, akademik ortamdaki çekişmelerin katkısıyla da, ülkemizde barınması ciddi özveride bulunuyorlar. Bir kısmı hedefleri için kaynak veya imkan da bulamadığı için, yurt dışına kaptırılıyor.
Akademik ortamdaki yükselmelerdeki politikalardan, rektör dekan seçimine kadar bir çok nokta da, liyakat ve beceri yerine siyaset ve (güç-yönetim erki) taraftarlık da yerleşmiş durumda.
Bu kişilerin bir yandan istedikleri araştırmaları kısıtlı imkanlarla yapmaları, bir yandan da eğitim vermeleri, zaman imkanları olarak bile ciddi sorun...
Peki bu şartlar altında, nasıl bir politika izlenmeli. Eller kollar bir anlamda bağlı çünkü. Herkes başka birilerinin bir şey yapmasını ve onu takip etmeyi bekliyor gibi bir pozisyonu var.
Bence eğitim sistemimizi değiştirmek, anında mümkün olmadığından, çocuklara karşı tutumlarımızı değiştirmek ilk adım olmalı. Hem aile olarak, hem eğitimciler olarak.
İlk önce aileler, çocuklarına sevdikleri alana yönelmeleri için, beğensinler beğenmesinler desteklemeli. Mühendis, doktor olursa işsiz kalmaz diye bir şey yok bu ülke de... Nasıl olsa "büyük adam" olacak kontenjanı çok sınırlı hem ülke de hem dünya da...
Bırakınız seviyorsa, antropolog, paleontolog, ressam,matematikçi, fizikçi, sosyolog olsun. Sevdiği, zevk aldığı, merak ettiği işi yapsın.
Ayrıca çocukları birbiriyle kıyaslayıp, yarıştırmaktan da vaz geçmeli. Onları ekip çalışmasına, birbirlerini tamamlayıcı şekilde iş ve görev bölünmesi ile çalışmaya teşvik etmeli.
Veli olarak okullardan da bu tür aktivitelerin artırılmasını talep etmeliler. Artık dahi adam dönemi bitti gibi... Dahi gruplar, ekipler çağındayız. İşler o kadar uzmanlaşma ile dallanıp budaklandı ki, kimse tek başına tüm bilgilere hakim bir bakış açısı geliştiremez.
Eğitimcilere gelince, çocukları grup çalışmalarına teşvik etmeliler. Hatta sınav not sistemi bile kişilere değil, ekiplere uygulanmalı.
Günümüzün çocuğu, bizim gibi değil. bilgileri kafasında taşımak istemiyor. Cep telefonu, tableti ile ihtiyacı olan bilgiyi internete sorarak almayı ve kullanmayı tercih ediyor.
Bu yüzden kafalarında bizlere oranla çok az bilgi taşıyorlar. Onlarda ilgi alanlarına yönelik oluyor genelde.
Eğitimciler de buna uyum sağlamalı. Kapalı kitaplara gerek yok sınavlarda...Kitaplardan kafalara geçen bilgiler sadece ezberlenmiş ve işi (sınav) bitince unutulacak bilgiler.
Eğitimciler burada çocuklara doğru bilgiyi bulma ve analiz etmeyi öğretmesi gerekiyor. Çünkü internette bir çok doğru ve yanlış bilgi iç içe... Bu bilgi analizini, ekip olarak yapmayı öğretmesi gerekiyor. Eğer ekip imkanı yok ise, bilgi doğruluk analizi için temel teknikler saptamaları gerekiyor. (İşte kaynaklar ve güvenirliği, konuyla ilgili tezler ve anti tezlerin kıyaslanması, vs.)
Ayrıca çocuklara doğru düşünme teknikleri, (matematiksel) mantık dersleri altında verilmesi gerekiyor. Bir sistemin eksik ve hatalarını analiz etmenin en kolay ve verimli yollarından biridir, mantık analizi. (Sebep-Sonuç ilişkisindeki kopukluklar, uyumsuzluklar bilginin doğruluk derecesini de gösterir.)
En son olarak farklı bilgilerin nasıl kaynaştırılacağı, bilgiden bilgi üretileceği, tüme varım ve tümden gelim ile analiz edileceği de öğretilmeli.
Örneğin, Osmanlı Devletinin yıkılış nedenlerini öğrenciler, araştırıp sonuç olarak ortaya koyup not almalılar.Eğitimci sadece eksik kaldıkları noktaları hatırlatmalı, sormalı ...
Ayrıca çocuklara farklı düşünmeyi öğretmek için, (mevcut koşullarla sonuçlar belli olduğuna göre) şartlarda değişiklik yaparak, alternatif olası sonuçları da istemeli.
Akademisyenlere gelince; öncelikle kullandıkları dil çok önemli. Evet, literatürde yerleşmiş yabancı kelimeler çok. Dilimiz bilim dili olamadığı için, bir çok kavramı anlatırken, kolaylık olması ve hatta kavramın anlaşılır olmasında bu terimlere ihtiyacımız oluyor.
Ama yeni öğrenen birisine, önce kavramları anlatmak, öğretmek gerekiyor. Öğrenci kavramı anladıktan sonra, o kavramın karşılığı olan kelimenin hangi dilden olduğunun önemli olmayacaktır.
Bunun bir diğer avantajı ise, bu alanlara ilgi duyan ama literatürü bilmeyenler içinde o konular anlaşılabilir ve üzerinde düşünülebilinir olacaktır.
Ayrıca akademisyenlerinde çocukları verdikleri bilgileri farklı şekilde değerlendirmeleri ve kullanmaları için teşvik etmesi gerekiyor.
Bir problemin kaç farklı açıdan çözülebileceği, bir sonucun -keşfin-yorumun kaç farklı açıdan değerlendirilebileceği de derslerde ele alınmalı.
Bir problemin her zaman tek çözüm yolu olmaz. Öğrencilere farklı çözüm yolları gösterilirken, kendi çözümlerini sunmaları da teşvik edilmeli.
Bunun en kolay ve verimli yolu ise ortak tartışma platformlarıdır. Birisi bir konudaki mevcut bilgileri, sonuçları açıklar. Bir başkası bu konuda tamamlayıcı bilgi sunar. Başka biri, konuya getirilen alternatifleri koyar. Konu değerlendirilir.
Öğrencilerden ya da kişilerden biri yeni bir fikir veya bakış açısı getirdiğinde ise iki aşamalı taktik kullanılabilinir. Önce ortaya atılan fikrin-tezin eksiklerini bulup gidermek için fikir sahibi ile ortak çalışılır. Böylece hem fikir-tez daha iyi anlaşılır. Hem de eksik kalan noktaları başka beyinlerce tamamlanır.
Ardından fikir sahibi başta olmak üzere, ilgili tez eleştirilir. Eksik veya yetersiz olduğu noktalar için alternatifler önerilir. Önerinin kendi içindeki bütünlüğü sorgulanır.
İkinci aşamadan sonra, bu tez sadece getirdiği yeni bakış açısıyla değil, getirdiği yanlışlanmış bakışları ile de bir bilgi kaynağına dönüşür.
Fizik konusunda çeşitli zamanlarda olmak üzere üç platformda düşünce beyan ediyorum. Biri yabancı, ikisi yerli.
Türk fizik topluluğunda eksikliğini hissettiğim bir nokta var. Dahil olan bir çok başarılı akademisyene rağmen, topluluk içinde şahsi yorumlar yapılmıyor.
Evet, bazı parlak beyinlerin çalışmaları yayınlanıyor ama bunlarda Türkçe değil. İngilizce ve dergilerce kabul edildikten sonra...
Yani bu akademisyenler, çalışmaları boyunca gerek eleştirilmemek için, gerek ise gerek görmedikleri için bu topluluğa düşüncesini açıklama, paylaşma ve anlatıp, eksiklerini tamamlama ihtiyacı duymamış.
Bazen, bazıları da teknik terimlerle yorumlar yazıyorlar. Ama bu seferde konu, Osmanlıcaya dönüyor. Aynı dili konuşanlar haricindekilerde kavramlar yerine oturmuyor ya da anladığı gibi yanlış oturuyor.
Buradan çıkarttığım sonuç, akademisyenlerimizin, eleştiri veya yanlışlanma altında kariyer zedelenmesi endişeleri ile fikirlerini ortaya koymaktan çekindikleridir.
Konuştukları zamanda ancak yetkinliklerini sorgulamayacakları kişilerce (kullandıkları terimleri doğru anlayabilecek) sorgulanmayı tercih ettikleridir.
Bunun fark edilmeyen anlamı ise, bilimin sadece belirli bir dili konuşanların tekelinde tutulduğudur.
Oysa Batı Dünyası, bilimin topluma inmesi popüler kültürün bir parçası olması için onlarca video, dergi, kitap, belgesel, vs. yapıyor. Çünkü bilim, topluma indiği zaman gelişebilir.
==============================
(Biraz
uzun oldu ama siz yine de lütfen çocuklarınızla, gençlerle geniş
şekilde paylaşın imbikten süzülmüş bu yazıyı şayet yararlı
görüyorsanız.)
Gençlere naçizane tavsiyeler
Mehmet Öğütçü
Çoğu düş kırıklığı içinde. Fırsat bulsalar arkalarına bile bakmadan terkedecek çoğu ülkeyi. Kendilerine yurtdışında fırsat arıyorlar harıl harıl.
Gelecek korkusu, tünelin ucunda ışık görememe gençlerimizde herkeste olduğundan daha fazla. Kaygı düzeyi arttıkça da hata yapma olasılığı yükseliyor. Hata yapmaktan ölesiye korkan gençlik kimi zaman hareketsiz kalarak kendini olası olumsuzluklardan korumaya çalışıyor.
Bugün yaşadığımız hareketsizlik ve duyarsızlığın temelinde belki de bu var.
Aslında hepsi bir atılım, çıkış kapısı, fırsat penceresi, yol gösterici arıyor. Ellerine bir manivela verilse dünyayı yerinden oynatacaklar.
Tüm gençleri homojen bir kitle olarak görmek doğru değil. Eğitim, aile, çevre koşullarına göre biçimlenen değişik gençlik kategorileri var. Ne yazık ki, son yıllarda ilk fırsatta kapağı yurtdışına atmayı çözüm görmeye başlayanlar yükselişte. Bir de eğitimsiz ya da eksik eğitimli gençlik var ki -herhalde çoğunluğu onlar oluşturuyor- sayıları sürekli artan ve işsizliğe en fazla maruz bu kesim toplum için bir "varlık" değil, ülkenin geleceği üzerindeki "saatli bomba" olabilir.
Bu gençlerimiz gününü gün eden, şımarık, "televole" gençliğinden ve iyi eğitim alıp yurtdışına kaçma çabasında olanlardan çok farklı.
Eşit fırsat verilmemesinden, sorunlarına yeterince ilgi gösterilmemesinden, sahiplenilmemekten dolayı sistemden soğuyarak, aşırı akımlara ve şiddete kolayca kanalize edilebilebilirler.
Ülkemizde iç dinamiklerin sağlam temelleri olduğunu hepimiz görüyor, biliyoruz. Mevcut dinamizmi, sinerjiyi devletin nasıl emdiğini görmek, kabına sığmayan toplumsal ve ekonomik güçleri salıvermek, onların kendi mecralarında akmalarına izin vermek umutlarımızı daha da artıracaktır. Tek başına dinamizm yetmiyor. Onun belli bir hedef doğrultusunda yönlendirilmesi, işlenmesi gerekiyor.
55 yasında bir "genç" olarak bugünün ve 2023'ü
n gençlerine mesajlarımın ne olacağını sordular bir üniversitede. Bu, hem kolay hem de zor bir görev.
Kolay... çünkü zamanında bizler de hemen hemen benzeri sorunlarla boğuştuk, aynı yollardan geçtik... içimizdeki coşkuyu, enerjiyi, düşünceleri doğru mecralara akıtıp akıtamayacağımız, fırsat trenini yakalayıp başarı istasyonuna doğru yönlendirip yönlendiremeyeceğimiz korkusunu, belirsizliğini yaşadık. Parasızlıktan dolayı her bulduğumuz işte çalıştık naz yapmadan.
Zor... çünkü dünya, Türkiye, teknoloji, siyaset, ekonomik düzen, değerler sistemi köklü dönüşümler geçirdi. Kuşaklar arası farklılık -her ne kadar inkara kalkışsak da- giderek derinleşiyor. Bizim tuzumuz kururken gençlik değişimi içinden yaşıyor. Hem bu süreci biçimlendiriyor, hem de sonuçlarından en fazla etkileneceklerin başında geliyor.
Geleceğe dönük vizyon geliştirme ülküsüne samimiyetle inanan, bu yönde çaba gösteren birisi olarak karınca kararınca deneyim ve birikimlerim ışığında önemli gördüğüm, hayatım boyunca bizzat uygulamaya, çocuklarıma, dostlarıma aşılamaya çalıştığım aşağıdaki 15 altın öğüdü gençlerimizle paylaşmayı bir borç addediyorum:
BİR - Aynanın karşısına geçip kim olduğunuzu tanıyın. Öğreniminiz, aileniz, çevreniz, deneyimleriniz, tutkularınız, sevdikleriniz, dış dünya ile etkileşiminiz... Tüm bu unsurları kafanızda tartıp kağıt üzerine kim olduğunuzun gerçekçi bir envanterini çıkartın. Sakın kendinizi aldatmaya çalışmayın. Bu hesabı zaten kendiniz için çıkartıyorsunuz. Güçlü ve eksik yönleriniz çıplak şekilde ortaya dökülsün. Güvendiğiniz bir dostunuzla envanter değiş-tokuşu yapıp dışarıdan da öyle görünüp görünmediğinizi sinayın karşılıklı olarak.
İKİ - Hayal edin, rüyalar kurun. Önümüzdeki bir, beş, on, yirmi yılda nerede olmak, neler yapmak istediklerinizi kurgulayın kafanızda. Mütevazı davranmayın. Hedef büyültün. En iyi üniversiteler, en iddialı bilimsel disiplinler, dünya seyahat planları, okul sonrası nerelerde çalışmak, ne kadar kazanmak, hangi kentlerde yaşamak istediğiniz, yatırımlarınız, hatta müstakbel eşiniz, çocuklarınız, yoğunlaşacağınız spor, sanat faaliyeti... Sınır yok. Bunları da bir kağıda sıralayın ki uçup gitmesin hayaller, izi kalsın.
ÜÇ - Şimdi bunları zaman ve öncelik sırasına göre yeniden düzenleyin. Hangileri menzilinizde ve kişisel yetenek/imkanlarımız görünüyorsa kararlı bir şekilde, zamanınızı iyi yöneterek onların üzerine odaklanın. Küçük, kontrolü sizin elinizde ve başarılması kolay olanla işe başlayın. Adım adım ilerlemek, sonuç aldığınızı görmek özgüveninizi artıracaktır. Haftada birkaç gece uyumadan önce neler yaptığınızın hesabını çıkarıverin kafanızda. Neler yapabilecek olup da yapamadığınızı, izleyen hafta neler yapacağınızı. Beyniniz bir süre sonra otomatik olarak kendini bu rutine programlayacaktır.
DÖRT - İnsan, sosyal bir varlıktır. Tek başına, kim ne derse desin, mutsuz, sağlıksız olur. Her kesimden, yaştan, meslekten, cinsiyetten dostlar edinmeye, dostluklarınızı pekiştirmeye çalışın. Beslemediğiniz dostluğun yaşaması mümkün değildir. Mutlaka bir çıkar, karşılık beklemeden yapın bunu. İyilik yapıp denize atın. Çinlilerin en önemli varlık olarak gördükleri "guanxi"yi, yani şebekeyi, hem geniş tutun hem de canlı kalması için yatırım yapın zamanınızla, sevginizle, ilginizle. Pozitif olun, gülümsemeyi eksik etmeyin yüzünüzden. Sikayet ve eleştiri sözcüklerini bir süre tatile gönderin. Emin olun ki, yaşamınızın ileriki aşamalarında size mutluluk, başarı ve yeni imkanlar olarak geriye dönecektir.
BEŞ - Anne-babanız her türlü fedakarlığa katlanıp iyi bir eğitim almanız için çırpınıyorlar. Ne olur onlara saygı ve sevgiyi hiç ihmal etmeyin hayatınız boyunca. Artık hayat-boyu eğitim sizin sorumluluğunuzda. İpleri elinize alın. Varınızı yoğunuzu daha iyi eğitim almaya harcayın. Çok okuyun, çok tartışın, en iyi okulları hedefleyin. Gidemiyorsanız onların müfredatını, kitaplarını ele geçirin. İnternet sayesinde şayet istiyorsanız Harvard kalitesinde eğitim mümkün artık burun kıvırdığınız bir okulda bile olsanız. Danışmaktan çekinmeyin. Sorun, mutlaka size yol gösterecek farklı bir bakış açısı sunacak deneyimli birileri ile karşılaşacaksınız. Size okulda, ailede verilenle sakin yetinmeyin. Daha fazlasını isteyin ve elde edin. Bunu siz yapmazsanız kimse altın tepsi içinde önünüze sunmayacak.
ALTI - Öncelikle anadilinizi iyi öğrenin. Anadilini kavrayamamış birinin yabancı dil öğrenmesi mümkün değil. Olan yabancı dilinizi daha da geliştirin, bir tane daha ekleyin öğreneceğiniz diller arasına. Şayet dil bilmiyorsanız başta gelen önceliğiniz İngilizce öğrenmek olmalı. Dil kursları, yabancı dilde dergi, TV, müzik, radyo elinize ne geçerse. Geleceğin dilleri, İngilizce'nin yanı sıra Çince, Rusça, Arapça ve İspanyolca bizler için. Elinizin altında ınternet var. Nasıl yapacaksanız yapın ama yabancı birkaç dili en iyi şekilde öğrenmeye kilitleyin kendinizi. Günümüz dünyasında ve gelecekte yabancı dilin yanı sıra farklı kültürlerden ve dillerden insanlarla ekip içinde çalışabilme, sezgi/öngörü becerileri, farklı kültürleri yönetebilme özelliğiniz de ayırt edici olacak.
YEDİ - Tarihi ve coğrafyayı da iyi öğrenin. Çapraz kaynaklardan. Bugünkü ve gelecekteki dünyayı anlayabilmek, karşılaştığımız risk ve fırsatların arka planını kavrayabilmek, akılcı stratejiler geliştirebilmek için hem kendimizin hem de ilişkilerimizdeki öncelikli ülkelerin coğrafya ve tarihine iyi vakıf olmak gerekiyor. Böylece, olayları size doğru gelen tek pencereden görmek yerine kendinizi başkalarının yerine koyan daha geniş perspektifler geliştirebileceksiniz. Bu konulara hakimiyetiniz kişisel, sosyal ve iş ilişkilerinize de olumlu yansıyacaktır.
SEKİZ - Kendi kimliğini kaybetmeden "küresel" bir insan olmayı hedefleyin. Hem kendi ülkenizde hem de sınırların ötesinde "mobilite" yeteneğinizi geliştirin. Özellikle genç yaşta elinize geçen her fırsatı seyahat ederek değerlendirin. Her şeyden önce yaşadığınız kenti daha sonra ülkenizi iyi tanımakla başlayın. Aksi takdirde, başka kentlerin ruhunu anlamanız da güç olacaktır. Baba parasıyla keyif seyahati değil sadece kastettiğim. Çalışarak, sıkıntı çekerek, risk alarak seyahat... Ufkunuzu genişletecek, sizi kendi ayaklarınız üzerinde durmaya sevk edecek, yeni insanlarla tanıştıracak, düşünce kalıplarınızı kıracak öğretici seyahatlar. İlerideki mesleki yaşamınızda böylesi "seyyar" olmanın büyük avantajlarını göreceksiniz. İşe alınmada, ayırt edici bir özellik olarak kredi hanenize yazılacak.
DOKUZ - Sağlığınız, en değerli servetinizdir. Gençken farkında olmadığınız için hoyratça kullanma eğilimi yüksek, ama ne kadar erken uyanırsanız beden ve ruh sağlığınızı zinde tutma gereğine ileride o kadar rahat edersiniz. Sağlık için spor ve beslenmeyi ibadet ölçüsünde benimseyin. Ruhunuzu taze ve neşeli tutmanın yollarını arayın, özellikle de insanlarla sosyal etkileşimleri yoğunlaştırarak, dostlukları pekiştirerek.
ON - Kişisel ve çevre temizliğine önem verin. Bugün ve gelecekte, aynen geçmişte olduğu gibi, bıraktığınız ilk izlenim kritik önemde. "Temiz insan" olmak, kişisel ve çevre temizliğine, korunmasına önem vermenin yanı sıra ilişkilerde de "temiz" olmayı gerektirir. Her ne olursa olsun dürüstlükten ve omurgayı dik tutmaktan taviz vermeyin. Hem kendinize saygının devamı hem de çevrenizde kalıcı güven yaratmanız için bu şart. Dostlarınıza sadık olun. Kısa dönemde kaybediyor gözükseniz de inanın çok geçmeden kazanmaya başladığınızı göreceksiniz.
ON BİR - İş piyasaları gelecekte ön plana çıkacak uzay, nanoteknoloji, mikrobiyoloji, yapay zeka, temiz enerji ve benzeri alanlardaki yetkinliklere göre biçimlenecek. Onun için, gerek gelecekte iş hayatına yeni başlayacak gerekse mevcut işlerinde yükselişlerini sürdürmek isteyen gençler bilgi teknolojilerini, yükselen sektörleri yakın takibe alın. Şebekelere üye olun. Kendinizi güncel tutun. İdealinizde yarattığınız işi kısa süre içinde bulamayabilirsiniz. Merdivenleri tırmanmadan üst katlara asansörle çıkmak bazen mümkün ama uzun süre orada kalamayabilirsiniz. Okul tatillerinde, yazın ücreti iyi olmasa da mutlaka çalışacak -tercihen sevdiğiniz- bir iş bulun. Staj yapın. Yardım kuruluşlarında çalışın. Her çalışma size ileride büyük avantaj kazandıracaktır. Olgunlaştığınızı, piştiğinizi hissedeceksiniz.
ON İKİ - Mutlaka öğrenim ve iş hayatınız dışında uğraşlar, hobiler geliştirin. İyi okullara, işlere alınmada sıra dışı yaptıklarınız artı puan olarak karnenize yazılıyor. Topluluk karşısında konuşma yeteneğinizi geliştirmek için tüm fırsatları değerlendirin. Konusuna hakim başka insanların arasında öne çıkmak istiyorsanız, yaşadığınız dünyaya kayıtsız kalmayacak duyarlılığınızı geliştirin. Fark yaratın. Özel tutkularınızla insanları ve iş konunuzu etkileyebilirsiniz. İster paraşütle atlamayı, ister derin denizlerde dalmayı, ister balık tutmayı, ister şiir yazmayı, ister 1930'lu yılların pullarını biriktirmeyi, ister Tayland yemekleri yapmayı... deneyin. Varsa paranızı bu tür meşgalelere, seyahatlara harcayın. İyi ve temiz giyinin ama marka peşinde koşup harçlığınızı, ailenizin kazancını heba etmeyin. Onlardan uzak durun. Varsa paranız tüketmeye değil üretmeye, öğrenmeye, gezmeye harcayın. Başkalarına bir şeyler göstermek için değil, kendiniz için yaşamayı ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi olur.
ON ÜÇ - "Uzmanlık" sihirli sözcük. Eskiden her işten bir şeyler anlamak önemliydi. Belki bugün de çok yanlı olmak, değişik hobilere sahip olmak cazip kılabilir insanı. Ama asıl saygıyı uyandıran, önünüzü açan bir iki konuda uzman olmak, hatta mümkünse çok iyi olmak. Dolayısıyla çok fazla disiplinde ortalama biri olmaktansa bir iki disiplinde "usta" olmayı seçin. Uluslararası geçerliği, saygınlığı olan, sevdiğiniz işi yapın. Çok para kazanacağınız değil, çok tatmin olacağınız işi seçin. Zaten sevdiğiniz işi iyi yapıyorsanız, bir gün (en azından o işin piyasasında) iyi para kazanmanız da kaçınılmaz.
ON DÖRT - "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer". Sebat edin. Kendinize güvenin. Arka arkaya birkaç şirkete transfer olarak her seferinde biraz daha fazla maaş kazanmayı amaçlamayın. Bir kariyer planlaması olmadan küçük ödüller karşılığı transferlere soyunursanız her ödülün bedeli de olacağını unutmayın. Bu demek değildir ki, her şeyi göze alarak içinde bulunduğunuz duruma tutunun,. Maceracı olmamayı hedeflerken tutuculuk da yapmayın. Sebat etmek ile kabuğundan çıkamamak aynı şeyler değil. Bu ikisi arasında dengeyi kurmada anahtar, gelecek planlamasında. Geleceğinizi planlarken bir hamleden fazlasını hesap etmeli, bütün değişkenleri değerlendirmelisiniz.
ON BEŞ - Kendinize güvenin. Dünyayı, ülkenizi, yakın çevrenizi olumlu yönde değiştirmeye kendinizden başlayın. Konuşmayın, şikayet etmeyin, hemen harekete geçin. Ömür, ortalama 700 bin saat civarında. Gelecek, sizin elinizde ve bugün başlıyor. Ertelemeyin onu.
Gençlere naçizane tavsiyeler
Mehmet Öğütçü
Hepimiz farkındayız.
Ülkemizdeki mevcut ortam en büyük üstünlüklerimizden birisi olarak sunulan genç nüfusa gelecek için istikamet duygusu, umut ve güven vermiyor.Çoğu düş kırıklığı içinde. Fırsat bulsalar arkalarına bile bakmadan terkedecek çoğu ülkeyi. Kendilerine yurtdışında fırsat arıyorlar harıl harıl.
Gelecek korkusu, tünelin ucunda ışık görememe gençlerimizde herkeste olduğundan daha fazla. Kaygı düzeyi arttıkça da hata yapma olasılığı yükseliyor. Hata yapmaktan ölesiye korkan gençlik kimi zaman hareketsiz kalarak kendini olası olumsuzluklardan korumaya çalışıyor.
Bugün yaşadığımız hareketsizlik ve duyarsızlığın temelinde belki de bu var.
Aslında hepsi bir atılım, çıkış kapısı, fırsat penceresi, yol gösterici arıyor. Ellerine bir manivela verilse dünyayı yerinden oynatacaklar.
Tüm gençleri homojen bir kitle olarak görmek doğru değil. Eğitim, aile, çevre koşullarına göre biçimlenen değişik gençlik kategorileri var. Ne yazık ki, son yıllarda ilk fırsatta kapağı yurtdışına atmayı çözüm görmeye başlayanlar yükselişte. Bir de eğitimsiz ya da eksik eğitimli gençlik var ki -herhalde çoğunluğu onlar oluşturuyor- sayıları sürekli artan ve işsizliğe en fazla maruz bu kesim toplum için bir "varlık" değil, ülkenin geleceği üzerindeki "saatli bomba" olabilir.
Bu gençlerimiz gününü gün eden, şımarık, "televole" gençliğinden ve iyi eğitim alıp yurtdışına kaçma çabasında olanlardan çok farklı.
Eşit fırsat verilmemesinden, sorunlarına yeterince ilgi gösterilmemesinden, sahiplenilmemekten dolayı sistemden soğuyarak, aşırı akımlara ve şiddete kolayca kanalize edilebilebilirler.
Ülkemizde iç dinamiklerin sağlam temelleri olduğunu hepimiz görüyor, biliyoruz. Mevcut dinamizmi, sinerjiyi devletin nasıl emdiğini görmek, kabına sığmayan toplumsal ve ekonomik güçleri salıvermek, onların kendi mecralarında akmalarına izin vermek umutlarımızı daha da artıracaktır. Tek başına dinamizm yetmiyor. Onun belli bir hedef doğrultusunda yönlendirilmesi, işlenmesi gerekiyor.
55 yasında bir "genç" olarak bugünün ve 2023'ü
n gençlerine mesajlarımın ne olacağını sordular bir üniversitede. Bu, hem kolay hem de zor bir görev.
Kolay... çünkü zamanında bizler de hemen hemen benzeri sorunlarla boğuştuk, aynı yollardan geçtik... içimizdeki coşkuyu, enerjiyi, düşünceleri doğru mecralara akıtıp akıtamayacağımız, fırsat trenini yakalayıp başarı istasyonuna doğru yönlendirip yönlendiremeyeceğimiz korkusunu, belirsizliğini yaşadık. Parasızlıktan dolayı her bulduğumuz işte çalıştık naz yapmadan.
Zor... çünkü dünya, Türkiye, teknoloji, siyaset, ekonomik düzen, değerler sistemi köklü dönüşümler geçirdi. Kuşaklar arası farklılık -her ne kadar inkara kalkışsak da- giderek derinleşiyor. Bizim tuzumuz kururken gençlik değişimi içinden yaşıyor. Hem bu süreci biçimlendiriyor, hem de sonuçlarından en fazla etkileneceklerin başında geliyor.
Geleceğe dönük vizyon geliştirme ülküsüne samimiyetle inanan, bu yönde çaba gösteren birisi olarak karınca kararınca deneyim ve birikimlerim ışığında önemli gördüğüm, hayatım boyunca bizzat uygulamaya, çocuklarıma, dostlarıma aşılamaya çalıştığım aşağıdaki 15 altın öğüdü gençlerimizle paylaşmayı bir borç addediyorum:
BİR - Aynanın karşısına geçip kim olduğunuzu tanıyın. Öğreniminiz, aileniz, çevreniz, deneyimleriniz, tutkularınız, sevdikleriniz, dış dünya ile etkileşiminiz... Tüm bu unsurları kafanızda tartıp kağıt üzerine kim olduğunuzun gerçekçi bir envanterini çıkartın. Sakın kendinizi aldatmaya çalışmayın. Bu hesabı zaten kendiniz için çıkartıyorsunuz. Güçlü ve eksik yönleriniz çıplak şekilde ortaya dökülsün. Güvendiğiniz bir dostunuzla envanter değiş-tokuşu yapıp dışarıdan da öyle görünüp görünmediğinizi sinayın karşılıklı olarak.
İKİ - Hayal edin, rüyalar kurun. Önümüzdeki bir, beş, on, yirmi yılda nerede olmak, neler yapmak istediklerinizi kurgulayın kafanızda. Mütevazı davranmayın. Hedef büyültün. En iyi üniversiteler, en iddialı bilimsel disiplinler, dünya seyahat planları, okul sonrası nerelerde çalışmak, ne kadar kazanmak, hangi kentlerde yaşamak istediğiniz, yatırımlarınız, hatta müstakbel eşiniz, çocuklarınız, yoğunlaşacağınız spor, sanat faaliyeti... Sınır yok. Bunları da bir kağıda sıralayın ki uçup gitmesin hayaller, izi kalsın.
ÜÇ - Şimdi bunları zaman ve öncelik sırasına göre yeniden düzenleyin. Hangileri menzilinizde ve kişisel yetenek/imkanlarımız görünüyorsa kararlı bir şekilde, zamanınızı iyi yöneterek onların üzerine odaklanın. Küçük, kontrolü sizin elinizde ve başarılması kolay olanla işe başlayın. Adım adım ilerlemek, sonuç aldığınızı görmek özgüveninizi artıracaktır. Haftada birkaç gece uyumadan önce neler yaptığınızın hesabını çıkarıverin kafanızda. Neler yapabilecek olup da yapamadığınızı, izleyen hafta neler yapacağınızı. Beyniniz bir süre sonra otomatik olarak kendini bu rutine programlayacaktır.
DÖRT - İnsan, sosyal bir varlıktır. Tek başına, kim ne derse desin, mutsuz, sağlıksız olur. Her kesimden, yaştan, meslekten, cinsiyetten dostlar edinmeye, dostluklarınızı pekiştirmeye çalışın. Beslemediğiniz dostluğun yaşaması mümkün değildir. Mutlaka bir çıkar, karşılık beklemeden yapın bunu. İyilik yapıp denize atın. Çinlilerin en önemli varlık olarak gördükleri "guanxi"yi, yani şebekeyi, hem geniş tutun hem de canlı kalması için yatırım yapın zamanınızla, sevginizle, ilginizle. Pozitif olun, gülümsemeyi eksik etmeyin yüzünüzden. Sikayet ve eleştiri sözcüklerini bir süre tatile gönderin. Emin olun ki, yaşamınızın ileriki aşamalarında size mutluluk, başarı ve yeni imkanlar olarak geriye dönecektir.
BEŞ - Anne-babanız her türlü fedakarlığa katlanıp iyi bir eğitim almanız için çırpınıyorlar. Ne olur onlara saygı ve sevgiyi hiç ihmal etmeyin hayatınız boyunca. Artık hayat-boyu eğitim sizin sorumluluğunuzda. İpleri elinize alın. Varınızı yoğunuzu daha iyi eğitim almaya harcayın. Çok okuyun, çok tartışın, en iyi okulları hedefleyin. Gidemiyorsanız onların müfredatını, kitaplarını ele geçirin. İnternet sayesinde şayet istiyorsanız Harvard kalitesinde eğitim mümkün artık burun kıvırdığınız bir okulda bile olsanız. Danışmaktan çekinmeyin. Sorun, mutlaka size yol gösterecek farklı bir bakış açısı sunacak deneyimli birileri ile karşılaşacaksınız. Size okulda, ailede verilenle sakin yetinmeyin. Daha fazlasını isteyin ve elde edin. Bunu siz yapmazsanız kimse altın tepsi içinde önünüze sunmayacak.
ALTI - Öncelikle anadilinizi iyi öğrenin. Anadilini kavrayamamış birinin yabancı dil öğrenmesi mümkün değil. Olan yabancı dilinizi daha da geliştirin, bir tane daha ekleyin öğreneceğiniz diller arasına. Şayet dil bilmiyorsanız başta gelen önceliğiniz İngilizce öğrenmek olmalı. Dil kursları, yabancı dilde dergi, TV, müzik, radyo elinize ne geçerse. Geleceğin dilleri, İngilizce'nin yanı sıra Çince, Rusça, Arapça ve İspanyolca bizler için. Elinizin altında ınternet var. Nasıl yapacaksanız yapın ama yabancı birkaç dili en iyi şekilde öğrenmeye kilitleyin kendinizi. Günümüz dünyasında ve gelecekte yabancı dilin yanı sıra farklı kültürlerden ve dillerden insanlarla ekip içinde çalışabilme, sezgi/öngörü becerileri, farklı kültürleri yönetebilme özelliğiniz de ayırt edici olacak.
YEDİ - Tarihi ve coğrafyayı da iyi öğrenin. Çapraz kaynaklardan. Bugünkü ve gelecekteki dünyayı anlayabilmek, karşılaştığımız risk ve fırsatların arka planını kavrayabilmek, akılcı stratejiler geliştirebilmek için hem kendimizin hem de ilişkilerimizdeki öncelikli ülkelerin coğrafya ve tarihine iyi vakıf olmak gerekiyor. Böylece, olayları size doğru gelen tek pencereden görmek yerine kendinizi başkalarının yerine koyan daha geniş perspektifler geliştirebileceksiniz. Bu konulara hakimiyetiniz kişisel, sosyal ve iş ilişkilerinize de olumlu yansıyacaktır.
SEKİZ - Kendi kimliğini kaybetmeden "küresel" bir insan olmayı hedefleyin. Hem kendi ülkenizde hem de sınırların ötesinde "mobilite" yeteneğinizi geliştirin. Özellikle genç yaşta elinize geçen her fırsatı seyahat ederek değerlendirin. Her şeyden önce yaşadığınız kenti daha sonra ülkenizi iyi tanımakla başlayın. Aksi takdirde, başka kentlerin ruhunu anlamanız da güç olacaktır. Baba parasıyla keyif seyahati değil sadece kastettiğim. Çalışarak, sıkıntı çekerek, risk alarak seyahat... Ufkunuzu genişletecek, sizi kendi ayaklarınız üzerinde durmaya sevk edecek, yeni insanlarla tanıştıracak, düşünce kalıplarınızı kıracak öğretici seyahatlar. İlerideki mesleki yaşamınızda böylesi "seyyar" olmanın büyük avantajlarını göreceksiniz. İşe alınmada, ayırt edici bir özellik olarak kredi hanenize yazılacak.
DOKUZ - Sağlığınız, en değerli servetinizdir. Gençken farkında olmadığınız için hoyratça kullanma eğilimi yüksek, ama ne kadar erken uyanırsanız beden ve ruh sağlığınızı zinde tutma gereğine ileride o kadar rahat edersiniz. Sağlık için spor ve beslenmeyi ibadet ölçüsünde benimseyin. Ruhunuzu taze ve neşeli tutmanın yollarını arayın, özellikle de insanlarla sosyal etkileşimleri yoğunlaştırarak, dostlukları pekiştirerek.
ON - Kişisel ve çevre temizliğine önem verin. Bugün ve gelecekte, aynen geçmişte olduğu gibi, bıraktığınız ilk izlenim kritik önemde. "Temiz insan" olmak, kişisel ve çevre temizliğine, korunmasına önem vermenin yanı sıra ilişkilerde de "temiz" olmayı gerektirir. Her ne olursa olsun dürüstlükten ve omurgayı dik tutmaktan taviz vermeyin. Hem kendinize saygının devamı hem de çevrenizde kalıcı güven yaratmanız için bu şart. Dostlarınıza sadık olun. Kısa dönemde kaybediyor gözükseniz de inanın çok geçmeden kazanmaya başladığınızı göreceksiniz.
ON BİR - İş piyasaları gelecekte ön plana çıkacak uzay, nanoteknoloji, mikrobiyoloji, yapay zeka, temiz enerji ve benzeri alanlardaki yetkinliklere göre biçimlenecek. Onun için, gerek gelecekte iş hayatına yeni başlayacak gerekse mevcut işlerinde yükselişlerini sürdürmek isteyen gençler bilgi teknolojilerini, yükselen sektörleri yakın takibe alın. Şebekelere üye olun. Kendinizi güncel tutun. İdealinizde yarattığınız işi kısa süre içinde bulamayabilirsiniz. Merdivenleri tırmanmadan üst katlara asansörle çıkmak bazen mümkün ama uzun süre orada kalamayabilirsiniz. Okul tatillerinde, yazın ücreti iyi olmasa da mutlaka çalışacak -tercihen sevdiğiniz- bir iş bulun. Staj yapın. Yardım kuruluşlarında çalışın. Her çalışma size ileride büyük avantaj kazandıracaktır. Olgunlaştığınızı, piştiğinizi hissedeceksiniz.
ON İKİ - Mutlaka öğrenim ve iş hayatınız dışında uğraşlar, hobiler geliştirin. İyi okullara, işlere alınmada sıra dışı yaptıklarınız artı puan olarak karnenize yazılıyor. Topluluk karşısında konuşma yeteneğinizi geliştirmek için tüm fırsatları değerlendirin. Konusuna hakim başka insanların arasında öne çıkmak istiyorsanız, yaşadığınız dünyaya kayıtsız kalmayacak duyarlılığınızı geliştirin. Fark yaratın. Özel tutkularınızla insanları ve iş konunuzu etkileyebilirsiniz. İster paraşütle atlamayı, ister derin denizlerde dalmayı, ister balık tutmayı, ister şiir yazmayı, ister 1930'lu yılların pullarını biriktirmeyi, ister Tayland yemekleri yapmayı... deneyin. Varsa paranızı bu tür meşgalelere, seyahatlara harcayın. İyi ve temiz giyinin ama marka peşinde koşup harçlığınızı, ailenizin kazancını heba etmeyin. Onlardan uzak durun. Varsa paranız tüketmeye değil üretmeye, öğrenmeye, gezmeye harcayın. Başkalarına bir şeyler göstermek için değil, kendiniz için yaşamayı ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi olur.
ON ÜÇ - "Uzmanlık" sihirli sözcük. Eskiden her işten bir şeyler anlamak önemliydi. Belki bugün de çok yanlı olmak, değişik hobilere sahip olmak cazip kılabilir insanı. Ama asıl saygıyı uyandıran, önünüzü açan bir iki konuda uzman olmak, hatta mümkünse çok iyi olmak. Dolayısıyla çok fazla disiplinde ortalama biri olmaktansa bir iki disiplinde "usta" olmayı seçin. Uluslararası geçerliği, saygınlığı olan, sevdiğiniz işi yapın. Çok para kazanacağınız değil, çok tatmin olacağınız işi seçin. Zaten sevdiğiniz işi iyi yapıyorsanız, bir gün (en azından o işin piyasasında) iyi para kazanmanız da kaçınılmaz.
ON DÖRT - "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer". Sebat edin. Kendinize güvenin. Arka arkaya birkaç şirkete transfer olarak her seferinde biraz daha fazla maaş kazanmayı amaçlamayın. Bir kariyer planlaması olmadan küçük ödüller karşılığı transferlere soyunursanız her ödülün bedeli de olacağını unutmayın. Bu demek değildir ki, her şeyi göze alarak içinde bulunduğunuz duruma tutunun,. Maceracı olmamayı hedeflerken tutuculuk da yapmayın. Sebat etmek ile kabuğundan çıkamamak aynı şeyler değil. Bu ikisi arasında dengeyi kurmada anahtar, gelecek planlamasında. Geleceğinizi planlarken bir hamleden fazlasını hesap etmeli, bütün değişkenleri değerlendirmelisiniz.
ON BEŞ - Kendinize güvenin. Dünyayı, ülkenizi, yakın çevrenizi olumlu yönde değiştirmeye kendinizden başlayın. Konuşmayın, şikayet etmeyin, hemen harekete geçin. Ömür, ortalama 700 bin saat civarında. Gelecek, sizin elinizde ve bugün başlıyor. Ertelemeyin onu.
(14.09.2018 tarihinde eklenmiştir)
Etiketler:
aile,
akademisyen,
akıl çağı,
batı,
Bilim,
bilinçlendirme,
burtay mutlu,
çocuklar,
eğitim,
eğitimci,
Felsefe,
pazar,
politika,
teknoloji,
Türkçe,
Türkiye
15 Mart 2017 Çarşamba
İlk patlamanin enerjisi nerden geldi? (İnanç kurumuna başvurmadan bilim için)
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/28586/
Varlığın kaynağı olan enerjinin kaynagina
yapilacak her türlü yolculuk teorisi sonunda Allaha muhtactir. Enerjiyi
pozitif ve negatif olarak siniflandirip sifira esitlesek te bu sifir
yokluk anlamında bir sifir olamaz. Bilinen haliyle geometri ve matematik
kavramı olan sifir da yokluğu tanımlamaz. Dengeyi tanımlar. Yokluk için
başka bir ifade icad etmemiz gerekiyor.
Hasan 15 Mart 2017
Sayın @Hasan, düşüncelerinize
çok büyük oranda katılıyorum. Bu sitede yazan ve tartışan bir çok
arkadaşta benzer fikirdedir. Önceki yazılarımıza ve tartışmalarımıza
bakarsanız bunu görürsünüz. Hatta iddialarımız arasında da bunu
sezebilirsiniz.
Şahsınıza hitaben gibi gözükse de aslen, benzer duygu ve düşünce durumunda olan bir çok diğer kişi ile de bir yaklaşımımı paylaşmak istiyorum.
Olayları ve olguların nihai -cevaplandıramadığımız sebepe kadar olan kısmını, bilimsel teknik ve yöntemleriyle anlamak ve yanlışları aynı teknik ile süzmek için buradayız.
Bu yüzden Cenab-ı Hakk'ın (C.C) kudretini sorgulayan-sorgulatan (siz farkında olmasanız da bu kapıya yol çıkıyor) yaklaşımlardan ve ifadelerden kaçınıyoruz. Hiç bir beşeri bilginin gücü, bunu doğrulamaya ya da yanlışlamaya yetmez çünkü.
Gerçekten büyük bir ihtiyaç olan inanç, aynı zamanda sormayı ve sorgulamayı da büyük oranda gereksiz, anlamsız kılıyor. (Bu konuda Ali Uçar Bey'in çok güzel bir yazısı vardı. Linkini bulamadım. Yazıları arasında vardır. )
Oysa "gerçek doğru ile doğru olduğu varsayılanların" ayrımı yapılmalı. Yoksa bize verilmiş hediyeler olan akıl ve iradeyi yanlış kullanmış oluruz. Bizler, sorgulamalarda cevapsız kaldığımız noktayı bulana kadar; sormak , yanlış olanları elemek ve ulaşılan SONUÇLARI KANITLAMAK zorundayız. Biz kanıtlayamıyorsak, buna bilgisi yetecek kişiler için, bu soruları en azından sorgulanabilir, deneye-gözleme tabii tutulabilir hale getirmek zorundayız.
Bu yüzden tanımları yaparken, bilimin öngördüğü kanıtlanabilirlik, sorgulanabilirlik, tekrarlanabilirlik araçları ile "yanlış eğilimlerden kurtulmaya" çalışıyoruz.
Bu nedenle varsayımlarınızın nihai sonucunu açıklarken, bu sonuca nasıl ulaştığınızın ara işlemlerini de bizimle paylaşmalısınız. Ve bunları inanç kurumunu terk ederek, deneysel veb bilimsel sonuçları ile ortaya koymalısınız.
Eğer bunu yapabilirseniz, herkes o son noktadaki soruya gelince, kendi hakkındaki hükme uymuş-karar vermiş olur.
Yaklaşımınız matematiksel olarak kanıtlanabilir. Örneklenebilir. ("Enerjiyi pozitif ve negatif olarak siniflandirip sifira esitlesek te bu sifir yokluk anlamında bir sifir olamaz. Bilinen haliyle geometri ve matematik kavramı olan sifir da yokluğu tanımlamaz. Dengeyi tanımlar. Yokluk için başka bir ifade icad etmemiz gerekiyor.") Özellikle bu kısıma yürekten katılıyorum.
Ya da yanlış kısımları sorgulamalarla temizlenip, daha mükemmeleştirilebilir.
Ve bunların hepsini, salt ve gerçek doğruya ulaşma aracı olan bilim ile yapmak zorundayız.
Bizi en az hata ile doğru sonuca ulaştıracak tek yol bu...
Matematik ve bilimsel temellerden uzaklaşmış diğer yaklaşımların hepsi, içinde bir miktar "nefs barındırır" çünkü...
Burada hiç birimiz varsayımlarımızı kanıtları ile ortaya koyabilecek bilgi yetkinliğinde değiliz. Ama birbirimizden öğreniyoruz. Hem doğruları hem de "yanlışlarımızı". Bu şekilde birbirimizden, kendi doğru cevaplarımızı geliştirirken destek alıyoruz...
"Ortak cevapları" geliştirdiğimizde ise mutlu oluyoruz. Çünkü "gerçek doğruya" doğru bir adım daha yaklaşmış oluyoruz.
Gerçek doğrunun ne olduğundan emin olanlar için bu yol (bilim) en güzel ispat yolu. Eninde sonunda, muhakkak bu noktaya ulaşacak nasıl olsa... Yapmaya çalıştığımız, aradaki saptırıcılardan kurtulmak sadece...
Gene, eğer hatalıysak, hatamızı da bu yol gösterebilir sadece... Başka hiç bir şey ikna edemez.
Şahsınıza hitaben gibi gözükse de aslen, benzer duygu ve düşünce durumunda olan bir çok diğer kişi ile de bir yaklaşımımı paylaşmak istiyorum.
Olayları ve olguların nihai -cevaplandıramadığımız sebepe kadar olan kısmını, bilimsel teknik ve yöntemleriyle anlamak ve yanlışları aynı teknik ile süzmek için buradayız.
Bu yüzden Cenab-ı Hakk'ın (C.C) kudretini sorgulayan-sorgulatan (siz farkında olmasanız da bu kapıya yol çıkıyor) yaklaşımlardan ve ifadelerden kaçınıyoruz. Hiç bir beşeri bilginin gücü, bunu doğrulamaya ya da yanlışlamaya yetmez çünkü.
Gerçekten büyük bir ihtiyaç olan inanç, aynı zamanda sormayı ve sorgulamayı da büyük oranda gereksiz, anlamsız kılıyor. (Bu konuda Ali Uçar Bey'in çok güzel bir yazısı vardı. Linkini bulamadım. Yazıları arasında vardır. )
Oysa "gerçek doğru ile doğru olduğu varsayılanların" ayrımı yapılmalı. Yoksa bize verilmiş hediyeler olan akıl ve iradeyi yanlış kullanmış oluruz. Bizler, sorgulamalarda cevapsız kaldığımız noktayı bulana kadar; sormak , yanlış olanları elemek ve ulaşılan SONUÇLARI KANITLAMAK zorundayız. Biz kanıtlayamıyorsak, buna bilgisi yetecek kişiler için, bu soruları en azından sorgulanabilir, deneye-gözleme tabii tutulabilir hale getirmek zorundayız.
Bu yüzden tanımları yaparken, bilimin öngördüğü kanıtlanabilirlik, sorgulanabilirlik, tekrarlanabilirlik araçları ile "yanlış eğilimlerden kurtulmaya" çalışıyoruz.
Bu nedenle varsayımlarınızın nihai sonucunu açıklarken, bu sonuca nasıl ulaştığınızın ara işlemlerini de bizimle paylaşmalısınız. Ve bunları inanç kurumunu terk ederek, deneysel veb bilimsel sonuçları ile ortaya koymalısınız.
Eğer bunu yapabilirseniz, herkes o son noktadaki soruya gelince, kendi hakkındaki hükme uymuş-karar vermiş olur.
Yaklaşımınız matematiksel olarak kanıtlanabilir. Örneklenebilir. ("Enerjiyi pozitif ve negatif olarak siniflandirip sifira esitlesek te bu sifir yokluk anlamında bir sifir olamaz. Bilinen haliyle geometri ve matematik kavramı olan sifir da yokluğu tanımlamaz. Dengeyi tanımlar. Yokluk için başka bir ifade icad etmemiz gerekiyor.") Özellikle bu kısıma yürekten katılıyorum.
Ya da yanlış kısımları sorgulamalarla temizlenip, daha mükemmeleştirilebilir.
Ve bunların hepsini, salt ve gerçek doğruya ulaşma aracı olan bilim ile yapmak zorundayız.
Bizi en az hata ile doğru sonuca ulaştıracak tek yol bu...
Matematik ve bilimsel temellerden uzaklaşmış diğer yaklaşımların hepsi, içinde bir miktar "nefs barındırır" çünkü...
Burada hiç birimiz varsayımlarımızı kanıtları ile ortaya koyabilecek bilgi yetkinliğinde değiliz. Ama birbirimizden öğreniyoruz. Hem doğruları hem de "yanlışlarımızı". Bu şekilde birbirimizden, kendi doğru cevaplarımızı geliştirirken destek alıyoruz...
"Ortak cevapları" geliştirdiğimizde ise mutlu oluyoruz. Çünkü "gerçek doğruya" doğru bir adım daha yaklaşmış oluyoruz.
Gerçek doğrunun ne olduğundan emin olanlar için bu yol (bilim) en güzel ispat yolu. Eninde sonunda, muhakkak bu noktaya ulaşacak nasıl olsa... Yapmaya çalıştığımız, aradaki saptırıcılardan kurtulmak sadece...
Gene, eğer hatalıysak, hatamızı da bu yol gösterebilir sadece... Başka hiç bir şey ikna edemez.
16 Kasım 2016 Çarşamba
Evrim ve Din
Evrim Teorisi' ni Kabul Eden Ateist midir? Dini Kabul Eden Biri Evrim Teorisi'ni de Kabul Edebilir mi?
http://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/24166/
Evrim teorisi ile ateistliğin hiç bir ilişkisi yoktur.
Teoriyi ortaya atan Darvin de inançlı ve bu yüzden ciddi tereddütler yaşamış
biriydi.
Zaten evrim teorisi bize yaradılışın ne kadar ince ve
muazzam olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Çok ince ve hassas bir
yapının, uzun bir sürecin sonunda var olmayı anlatmaktadır. Şöyle ki; Hiç bir
şey sebepsiz yaratılmamıştır. Bizler bunu yorumlarken, var olanın üzerine
odaklanıp, neden var olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Yani, insan niye vardır?
gibi...
Bir de şu açıdan düşünün, hangi koşullar ve süreç sonucunda
insan haline gelmişiz? Bir toz ve su
damlasından başlayarak hangi aşamalarla ve süreç ile insan olarak, zeki bir
forma ulaşmışız?
Bana göre geçmişteki tüm olaylar ve olgular zinciri, insanın
yaratışının bir parçasıydı. Din bize bu süreci açıklamıyor. Konuya girmiyor.
Sadece düşünene ibretlik mesajlar veriyor. İlk insanın tamamlanması ve yeryüzünde
hüküm sürmesi ile başlıyor, anlatımı.
Ateistlikle bağlantı kuranlar genelde, bu süreci kendi
fiziksel, maddi varlıklarına göre ve yargılarına göre değerlendiriyorlar. Yani
60 yıl ortalama yaşayan bir insanın değerleriyle... Onlar için 10 bin yıl bile
çok uzun bir süreç oluyor.
Oysa işe Allah-ü Teâla (C.C.) açısından bakarsanız; anlık
bir iş... Saniye bile değil. Sadece her şeyi bir sebebe bağlayarak, sistematik
olarak gelişimini sağlamış... İşte 60 yıllık ömrü olan bu süreci kavrayamıyor.
Aklı almadığı içinde, bu süreci bir kıstasa koyup kendi din değerleri ile
algılanmasına, kabule uğraşıyor.
Bana göre bu süreci din dışı olarak kabul etmek, O'nun
eserlerine ve mükemmelliğine saldırıdır.
Yani iman kaybıdır.
Dini sadece; "şekle" ve inancı, "düşünmeden
sorgulamadan kabule-itaate" indirgemiş kişilerin eseridir, sorduğunuz
sorudaki şüpheler.
Bir çoğumuz aynı şüpheleri ve sorguları yaşıyoruz. Bilgi
artıkça, şüpheler azalıyor, eminlik artıyor.
Bir yandan da bu tür kişilerin (ki çoğu zaten din-inanç ticaretiyle
geçiniyor, güç ve mevki sahibi olmaya çalışıyor) birey üzerindeki hakimiyeti
azalıyor. Bu da onların işine gelmiyor.
İnsanın ortaya bir fikir atıp, zamanla onu dallandırması,
budaklandırıp genişletmesi her zaman olmuştur. Mesela, dinimizdeki bu kadar
mezhep ve tarikat, Allah'ın (C.C.) emri miydi? Kim ve nasıl karar vermiş?
Birinin "ak" dediğine bir diğeri, "gri" ya da "ak
değil ama beyazımsı" veya "kara" diyebiliyor. Oysa Tek Tanrı,
Tek kitap ve tek peygamber bunların kökeni... Nasıl böyle dallanıp,
budaklanıyor. Bir de kendilerini doğrulamak için, geliştirip yayılıyor?
İnsan faktörü girdiği için... İnsanların inancında gedikler,
şüpheler olduğu zaman, bunları gidermek ve doğru bir sonuca ulaşmak istediği
zaman, ondan daha iyi konuyu bildiğini düşündüğü kişilere sorduğu için... Belki
hiç biri art niyetli değildi. Hiç biri kötü bir şey yapmak istemiyordu. Ama
dine, aracı olarak insan faktörü girdiği anda, ayrılıklar ve farklılıklar
başlamış. Gruplaşmalar, hizipleşmeye ve çatışmalara neden olmuş.
Bu nedenle bana göre, evrim teorisi, yaradılışın
mükemmelliğinin ve O'nun gücünün kanıtı iken, bir başkası için O'ndan uzaklaşma
olabiliyor.
En doğrusu, bu sorunun cevabını kendinizden aramanız.
Öğrenip, sorgulayıp, düşünüp, karar vermeniz. Eğer bir karara varacaksanız,
bunu "bilimsel bilgilerle ve mantıkla destekleyecek" şekilde (ki
kişilerin yargı ve hükümlerinin kararınız üzerinde etkisi kalmasın) yapın.
(Bilim bir inanç değildir. Doğruyu, "salt doğru"yu
arama yöntemidir. Bilimsel ilkeler de hatalı yaklaşımları ve sonuçları elimine
etmek için geliştirilmiştir.)
Etiketler:
ateizm,
din,
Din ve Bilim,
Evrim,
Felsefe
13 Kasım 2016 Pazar
Neden bilim batıda gelişecek ortamı buluyor da doğuda bulamıyor ?
http://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/24013/
NEMO 13 Kasım 2016 - 2010 ' dan beri 17 Nobel fizik ödülü verilmiş ve bunların 7 ' si ABD ' ye , 4 ' ü ise Japoncaya gitmiş . Ve bundan önceki tarihlerde de çoğunlukla ABD..
NEMO 13 Kasım 2016 - 2010 ' dan beri 17 Nobel fizik ödülü verilmiş ve bunların 7 ' si ABD ' ye , 4 ' ü ise Japoncaya gitmiş . Ve bundan önceki tarihlerde de çoğunlukla ABD..
USA , Almanya ve Birleşik Krallığa gitmiş.
Görünen o ki Nobel ödülleri sadece
belirli bir kıtaya gitmiyor . Aslına bakarsak Asya ve Amerika kıtaları ilk iki
sırada iken arkalarından Avrupa kıtası geliyor . Ve ilginçtir ki Amerika
kıtasına giden ödüllerin neredeyse %40 aslen Amerikalı değil yani beyin göçü
yapmış ve USA vatandaşı olmuş . Bu noktada ödülü kıta değil gelişmiş bilim ve
insanlar alıyor . Daha ilginç olanı var ki ; Asya’yı ve Avrupa’yı birbirine
bağlayan bir köprü olan ülkemiz sadece 2 kez Nobel ödülüne layık görülmüş .
Ülkenin coğrafi ve kültürel konumunu bilimi özümsemeye kullanamıyor oluşumuz gerçekten üzücü . Ülkemiz binlerce yıllık uygarlıkların kültürlerini , geleneklerini absorbe etmiş ama iş batı bilimine gelince takılıp kalmışız . Batıda ne olmuşta bilimin merkezi olmuşlar diye soruyorum kendime . Aklıma Rönesans ve reform geliyor ama hayır daha derinde bir şeyler olmalı . Sorum şu ; neden bilim batıda gelişecek ortamı buluyor da doğuda bulamıyor ?
shibumi_tr 13 Kasım
2016 - Bilim ilk
başta bir ifadeyi anlama şeklidir. Doğanın ifadelerini anlamak için bilim
kullanılır.
Bilim ayrıca farklı, normalden farklı düşünme, böylece farklı açılardan olguları görebilmedir.
Ve bilim ayrıca, olaylar arasındaki bağlantıları, ilişkileri ve sırasını görebilmektir...
Batı bilimi diye bir şey olamaz. bilim evrenseldir ve herkese aittir. Ancak batı kültüründe bilim neden daha gelişkin de, "bilimin merkezi olmuş?" diye soruyorsanız, güzel bir noktaya dokunmuşsunuz.
Batı kültüründe herkes bilimci değil ama herkes bilimsel temelli bir mantıkla eğitim alıyor.
İnanç özgürlüğü, bilimsel mantık alanında bir araç olarak kullanılmıyor. Bilim mantık olarak yaşamlarında temel.
Tabii bence... Bence en önemli avantajları, güzel sanatların da gelişmiş olması. Çünkü insana farklı düşünmeyi, aralardaki ilişkileri görmeyi, bütünü görebilmeyi ve anlamayı sağlayan şeydir, sanat.
Bizde estetik ve sanat değeri çok yüksek eserler çıkartan sanatçılar olmuş olsa da, kendimize has kültürel bir sanat düzeyine ulaşamamışız.
Daha da önemlisi, Sanat'ı toplumsallaştıramamışız.
Ülkemizde tıpkı, bilim, entellektüelizm, siyaset, ekonomi, uzmanlıklar, vb. nasıl sadece bazı kişilerin tekelindeyse, sanatta sadece belli kişilere has ve sınırlı kalmış.
Ne kendimizi ifade edebiliyoruz, ne de ifade edileni anlayabiliyoruz. Bu yüzden ezberle, taklitle mevcut durumu kurtarmaya, göz boyamaya çalışıyoruz.
Doğu derken aslında Uzak doğu'yu değil, Orta Doğu'yu kastettiğinizi düşünüyorum. Arap dünyasında, takip ve taklitçilerinde, İslamiyet’in ilk dönemlerinde sanat ve edebiyat hızla gelişirken ve antik dünyanın mirasından faydalanırken, toprakların büyümesi ve kontrol mekanizmasının zorlanması ile bu dönem sona ermiş. Çünkü düşünen, sorgulayan dolayısı ile muhalif olan düşünceler itici gelmiş.
İslamiyet öncesi bir devlet sistemi olmayan Arapların bu açığını, İslami kurallar ile kapatıp, dini, devlet anlayışının merkezine oturtunca da hızla orta çağlarına girmişler. Hala da çıkamamışlar. Onların takip ve taklitçisi olarak çıkamıyoruz da... Cumhuriyet ile bu döngü biraz kırılmış olsa da, son 65 yıldır yaşanan süreçler bunu olumsuz etkilemiş.
Sorunuzun net cevabı: Bizde estetik sanatların toplumsallaşmamış olması, bilimselliği de olumsuz etkiliyor...
En derindeki şey, başkalarının tutum ve onayına ihtiyaç duyan bireyler yetiştirmeye çalışan bir toplum modelimiz olması.
(Batı da bireysellik ön planda, Uzak doğu ise toplumsallık ön planda... Ve biz ikisinin arasındayız ama bizim bireyselliğimiz de, toplumsallığımız da farklı. Bireyselliği kişisel gelişim ve zihinsel bağımsızlıktan ziyade ekonomik bağımsızlık ve güç olarak algılıyoruz. Toplumsallığı ise, yakın çevremizdeki ilişkilerimizden kaynaklanan kişilerle sınırlıyoruz. Tüm topluma yönelik bir pozitif yaklaşım yerine sadece akrabaları üstte tutan bir yaklaşım gibi diyebilirim. bu nedenle bir gruba ait olma güdümüzde, çok rahat diğer kişileri dışlayıp karşıt grupta görme eğilimimiz yüksek. Bir Galatasaray, Fenerbahçe tartışmasındaki insan tutumlarına bakın. Sanki iyi veya haklı olmak onlara bir şey kazandıracakmış gibi tartışıyorlar. Oysa her iki sonucun etkisi de aynı: Hiç bir şey... )
Bilim ayrıca farklı, normalden farklı düşünme, böylece farklı açılardan olguları görebilmedir.
Ve bilim ayrıca, olaylar arasındaki bağlantıları, ilişkileri ve sırasını görebilmektir...
Batı bilimi diye bir şey olamaz. bilim evrenseldir ve herkese aittir. Ancak batı kültüründe bilim neden daha gelişkin de, "bilimin merkezi olmuş?" diye soruyorsanız, güzel bir noktaya dokunmuşsunuz.
Batı kültüründe herkes bilimci değil ama herkes bilimsel temelli bir mantıkla eğitim alıyor.
İnanç özgürlüğü, bilimsel mantık alanında bir araç olarak kullanılmıyor. Bilim mantık olarak yaşamlarında temel.
Tabii bence... Bence en önemli avantajları, güzel sanatların da gelişmiş olması. Çünkü insana farklı düşünmeyi, aralardaki ilişkileri görmeyi, bütünü görebilmeyi ve anlamayı sağlayan şeydir, sanat.
Bizde estetik ve sanat değeri çok yüksek eserler çıkartan sanatçılar olmuş olsa da, kendimize has kültürel bir sanat düzeyine ulaşamamışız.
Daha da önemlisi, Sanat'ı toplumsallaştıramamışız.
Ülkemizde tıpkı, bilim, entellektüelizm, siyaset, ekonomi, uzmanlıklar, vb. nasıl sadece bazı kişilerin tekelindeyse, sanatta sadece belli kişilere has ve sınırlı kalmış.
Ne kendimizi ifade edebiliyoruz, ne de ifade edileni anlayabiliyoruz. Bu yüzden ezberle, taklitle mevcut durumu kurtarmaya, göz boyamaya çalışıyoruz.
Doğu derken aslında Uzak doğu'yu değil, Orta Doğu'yu kastettiğinizi düşünüyorum. Arap dünyasında, takip ve taklitçilerinde, İslamiyet’in ilk dönemlerinde sanat ve edebiyat hızla gelişirken ve antik dünyanın mirasından faydalanırken, toprakların büyümesi ve kontrol mekanizmasının zorlanması ile bu dönem sona ermiş. Çünkü düşünen, sorgulayan dolayısı ile muhalif olan düşünceler itici gelmiş.
İslamiyet öncesi bir devlet sistemi olmayan Arapların bu açığını, İslami kurallar ile kapatıp, dini, devlet anlayışının merkezine oturtunca da hızla orta çağlarına girmişler. Hala da çıkamamışlar. Onların takip ve taklitçisi olarak çıkamıyoruz da... Cumhuriyet ile bu döngü biraz kırılmış olsa da, son 65 yıldır yaşanan süreçler bunu olumsuz etkilemiş.
Sorunuzun net cevabı: Bizde estetik sanatların toplumsallaşmamış olması, bilimselliği de olumsuz etkiliyor...
En derindeki şey, başkalarının tutum ve onayına ihtiyaç duyan bireyler yetiştirmeye çalışan bir toplum modelimiz olması.
(Batı da bireysellik ön planda, Uzak doğu ise toplumsallık ön planda... Ve biz ikisinin arasındayız ama bizim bireyselliğimiz de, toplumsallığımız da farklı. Bireyselliği kişisel gelişim ve zihinsel bağımsızlıktan ziyade ekonomik bağımsızlık ve güç olarak algılıyoruz. Toplumsallığı ise, yakın çevremizdeki ilişkilerimizden kaynaklanan kişilerle sınırlıyoruz. Tüm topluma yönelik bir pozitif yaklaşım yerine sadece akrabaları üstte tutan bir yaklaşım gibi diyebilirim. bu nedenle bir gruba ait olma güdümüzde, çok rahat diğer kişileri dışlayıp karşıt grupta görme eğilimimiz yüksek. Bir Galatasaray, Fenerbahçe tartışmasındaki insan tutumlarına bakın. Sanki iyi veya haklı olmak onlara bir şey kazandıracakmış gibi tartışıyorlar. Oysa her iki sonucun etkisi de aynı: Hiç bir şey... )
NEMO 13 Kasım
2016 - Aslında ben daha çok batıda reform ve Rönesans öncesi
ortaya çıkan bilimsel düşüncenin '' tetikleyicisi '' üzerine soruyorum kendime
.O tetikleyicilerin ne olduğu belki önemli değil ama puzzle'ı tamamlamam için
gerekli parametreler .
shibumi_tr 13 Kasım 2016 - Yani Reform ve Rönesans’ı ne tetiklemiştir diye mi soruyorsunuz?
Skolastik
(dinsel ) düşüncenin çok geniş
çerçevede kendisini doğrulama adına ileri sürdüğü mantık önermeleri ve bunların
arasındaki çelişkilerin artması sebeplerden biri... Diğer sebepleri kısaca geçersek; Osmanlı
baskısının, ekonomik ihtiyaçlar için farklı arayışlara itmesi sonucu dünyanın
yeni ticaret yolları esnasında keşfedilmesidir. Bu keşifler, dinsel ifadelerin
eksikliğini ve yetersizliğini ortaya koymuştur. Ayrıca kilisenin en güçlü ve
şaşalı olduğu bu dönemlerde, (zaten bir çok değişim "eskinin"
en güçlü olduğu dönemlerde, bir anda yıkılış şeklinde olur...) resim, heykel, müzik ve tiyatro, opera alanında muhteşem
eserler çıkartılması, insanın insana olan bakışını da etkilemiştir.
Bir diğer
nokta Avrupa dar ve kaynakları kıt bir kıt'a olmaya başlamıştır. Bu dar alanda,
bu kısıtlı kaynaklar için birbirleri ile savaşmak anlamsızlaşmaya başlamıştır.
Çünkü hepsini birden tehdit eden bir Osmanlı, bu toplumları birbirine yakın
tutarken, yeni keşfedilen coğrafi yerlerdeki el değmemiş kaynaklara ulaşmak
daha kolay ve ulaşılabilirdi.
Yine bu
keşiflerden gelen (sömürülen) ekonomik kaynaklar, toplumsal refaha ve gelire
olumlu etki etmişti. İnsanlar yaşamak için kaynak arayışından öteye, eğlenmek,
kendisini geliştirmek için de kaynak bulmaya başladı.
Bu döneme kadar Avrupa'daki bir çok krallık ekonomisi de, savaş gelirlerine ve toprak vergilerine bağlıydı. Osmanlı bu durumda çıkamadı. Avrupa ise ticaret gelirlerini artırdı ve yeni tüccar orta sınıfı ile farklı bir yol çizdi.
Devlet
anlayışı da bu dönemde değişmeye başladı. Daha önce iktidar, Tanrı'nın
temsilcilerinin hakkı iken, devlet bunları ifade ediyordu. Devletsiz millet
olabilir, mümkündür. Ama milletsiz bir devlet var olamaz. Bu düşünce gelişmeye
başladı. Çünkü tüccar orta sınıf korundukça ve desteklendikçe devlette güçlü
oluyordu. (Zamanla bu görüş milliyetçiliğe doğru
evrildi.)
Eğer genel olarak uzaktan bakarsanız değişime, esas nedenin ekonominin yapı ve üretim araçlarını, yöntemlerini değiştirmesi olarak düşünebiliriz. Savaşlardan ve vergilerden beslenen devlet ekonomisi, ticarete, keşiflere ve sömürgeleştirmelerden beslenmeye yöneldi.
İslam
dünyası ve onun önde gelen temsilcisi Osmanlılar, bu dönemden çıkamadı. Kendi skolastik
düşüncelerine daha da derinlemesine daldılar. Bir bakıma kurtuluşu, çareyi eksi
şaşalı dönemlerini sağlayan Din'de aradılar. Tabii bunun için yorumlamak ve
günün şartlarına uygulamak gerekiyordu. Bu da fazla dallanıp budaklanan,
hacimsel derinliği artan kendi skolastiğini geliştirdi. Bolca tarikat
türedi.Onlarda kendi derinliklerini geliştirdi. O kadar derinleşti ki, içine
bir kere giren çıkamaz oldu. Bir çok yenilikçi düşünce ve gelişme oralarda
boğuldu gitti.
Batı ise dinsel anlayışı sadeleştirmeye, basitleştirmeye , mümkün olduğunca çok kimseyi yüzeysel basit temellerde birleştirmeye çalıştı. Mümini ayrıntılarda değil, genel temel özelliklerde aramaya yöneldi. Bu da kilisenin gücünü daha da zayıflattı.
Düşünce
ve bakış açısı bir kere değişti mi, bir çok sistem de değişmeye başlar.
Mesela
Bankacılık sistemi sistemli olarak gelişti. Devletlere borç vermeye başladı.
Oysa daha önce bu alanda genelde sadece Yahudiler çalışabiliyordu.
(Bu arada Yahudiler, Roma imparatorluğu döneminde, göçlere zorlanıyorlar. Gittikleri yerlerde toprak satın almaları ve tarımla uğraşmaları mümkün olmuyor. Yasaklanıyor veya toprak satılmıyor. Devlet yönetimine de memur olarak alınmıyorlar. Gittikleri yerlerde sadece zanaatkar olarak veya para taciri olarak çalışabiliyorlar sadece. Çünkü Hıristiyanlığın ve kilisenin aksine, Yahudilik faiz almaya izin veriyor. Bu şekilde aile meslekleri halinde babadan oğula geçen ticari temelli iş yapıları gelişiyor. Yani parayı herkesten fazla sevmiyorlar sadece bu alanda çalışmalarına izin veriliyor çoğu yerde...)
(Bu arada Yahudiler, Roma imparatorluğu döneminde, göçlere zorlanıyorlar. Gittikleri yerlerde toprak satın almaları ve tarımla uğraşmaları mümkün olmuyor. Yasaklanıyor veya toprak satılmıyor. Devlet yönetimine de memur olarak alınmıyorlar. Gittikleri yerlerde sadece zanaatkar olarak veya para taciri olarak çalışabiliyorlar sadece. Çünkü Hıristiyanlığın ve kilisenin aksine, Yahudilik faiz almaya izin veriyor. Bu şekilde aile meslekleri halinde babadan oğula geçen ticari temelli iş yapıları gelişiyor. Yani parayı herkesten fazla sevmiyorlar sadece bu alanda çalışmalarına izin veriliyor çoğu yerde...)
Bankacılık
sisteminin gelişmesi, orta sınıfın girişimcilik ruhunu da destekliyor. Risk ve
fayda analizleri, sigorta sistemleri ile dağıtılan riskler, yeni girişimlerin
önünü açıyordu.
Vs. Vs...
konu ayrıntılandırırsak sürer. Ancak özetle, toplumsal üretim ve gelir yapısı
değişince, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için diğer şeylerde değişti. bilim
de bu arada hem bir ihtiyaç hem de bir kaynak oldu, desteklendi, gelişti...
Tabii
bunların hepsi aşama aşama ve zamanla ciddi bedeller verilerek, bu uğurda bir
çok hayata da mal olarak sağlandı.
Günümüzde felsefe, sebep ve sonuç adına yeterli mi?
Felsefe ile pozitif bilimin yollarını ayrılalı yaklaşık 300 yıl oldu. Bundan önce hemen hemen her bilimci aynı zamanda filozofdu. Hatta akademik unvan olan Ph.D “Doctor of Philosophy”dir.
Tabii buradaki felsefe, günümüzde kullanmaya alıştığımız kavramdan biraz farklı. Bilimi, bilgiyi sevme anlamında. Eski Yunan'da felsefe, "mantık kuralları ile bilgiden bilgi üretme" karşılığı idi...
Günümüzde ise boş konuşmaları mantıklı gerekçelere dayandırmaktan, özellikle sosyal- insan kaynaklı sorunları, konuları değerlendirmeye kadar geniş bir kavram ve karşılık alanı var.
300 yıl evvelki ayrılıştan sonra, felsefe sosyal bilimlerin bir dalı olarak kabul edilmiş.
Sosyal bilimlerdeki bilgi-veri kaynak esnekliği ve çeşitliliği yüzünden de, felsefe kavramı suistimal ediliyor.
Batı bilimi, antik Yunan'dan aldığını iddia ettiği felsefe kültürü ile gelişen bilm de, bugünkü bilimsel durumumuzu temsil ediyor.
Felsefenin temelinde, mantık çıkarımları, tümden gelim ve tümevarım şeklinde vardır. Neden-Sonuç ilişkisi daha sonra tez-antitez şeklinde de kullanılmıştır.
Bu mantığın temeli ise "1-0" şeklindeki ikili sistemdir. Yani batı biliminin temeli 2'li mantığa dayanır.
Oysa gerek binlerce yıllık (Janizim gibi 7'li sistem -Hint) bazı inanç sistemleri doğa olaylarına bakışlarında daha farklı mantık sistemleri de kullanmışlarıdır.
Kuantum fiziği ise bize evrenin 0 ve 1 arasında sonsuz olasılık üzerinden birinde karar verdiğini, bir belirsizlik olduğunu göstermiştir.
Bilimdeki felsefi yaklaşımda bundan etkilenmektedir. Tabii bu geçiş yani teorinin pratiğe uygulanması, aynı hızda değil. Bilim alıştığı ve geçmişte teknik sonuçlarından dolayı, verimliliğinden şüphe etmediği deney, gözlem ve inceleme ilkeleri çerçevesinde bu geçişi yapmaktadır.
Eh.. Haliyle bu da yavaş olmakta ve bazen günümüz (bilimsel) felsefesinin yetersiz kalmasına neden olmaktadır.
Bilim Özgür mü?
Hayır, değil... Bilim insan ihtiyaçlarına göre yönlendirilmektedir. Bu ihtiyaçlar üzerinden gelir sağlayan-sağlayacak kuruluşlarca tatbik edilmektedir. Çünkü bilim, özünde bağımsız olsa da, araştırma ve diğer giderler için ekonomik kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Bu ekonomik kaynak ise ancak (günümüz şartlarında), kapitalist sistem ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır.
günümüz dinsel öğretilerin çoğu, insan hayatını biçimlendirmeye yönelik olduğu için, kapitalizm ile direk ve dolaylı şekillerde yoğun simbiyotik ilişki içindedir. Biri bilimi desteklerken, diğeri sınırlar. Böylece bilimsel merakı ve yönelimi; istenilen, arzu edilen orta bir yerde tutarlar.
Bilim aynı zamanda, toplum algısını kullanmada önemli bir araçtır. (Gerçek) Felsefeye dayalı bilimin ürettiği sonuçlar, doğa yasalarının geçerliliği olarak, tartışmasız güvenirliğe sahiptir. Bu güvenirlik ve kesinlik imajının topluma empoze edilip algı oluşturulduktan sonra, sisteme bilimsel destekler sunarak istediğiniz ürünü sokabilirsiniz.
Etiketler:
batı,
Bilim,
Din ve Bilim,
Felsefe,
Gelişim
7 Mayıs 2016 Cumartesi
Kader belli ise yaşamak niye?
Allah (C.C) kimin cennete kimin cehenneme gideceğini biliyormu? Kuranda yazana göre biliyor peki hersey planlanmışsa neden yaşıyoruz? Kaderimizi kararlarımız etkiliyorsa, yanilmış olmazmı?
ÖFA 04 Mayıs 2016
Burası ortamı değil bu sorunun. Ama hüsnüzân'da bulunup, kuantum olasılığı dahilinde sorulduğunu düşüneceğim.
Evet, tüm olasılıkları, en güçlüsünden, en zayıfına kadar tüm sonsuz (bile olsa) olasılığı ve karşılığının ne olacağını biliyor.
Size ise irade ve akıl denilen iki hediye bahşetmiş. Bu olasılıklardan hangisini seçeceğinize siz karar veriyorsunuz. O'nun "hangi kararı/seçeneği alacağınızı biliyor olması, sizin eyleminizi değiştirmiyor. O sonucunu biliyor ve uyarıyor. Gerisi size kalmış.
Eğer bir "taş, cansız bir meta gibi" olsaydınız, karar verme ve düşünme yeteneğiniz olmayacağı için, bilinçli eyleminiz olmazdı. Yani yaşıyor olmazdınız.
Aslında bu sizin için bir tercih meselesi... O'nun için sadece bir bilgi. Sizi yönlendirmiyor.
Bu çerçevede bakarsanız, her durum için ayrı bir olasılığı uygulayan/kararını veren siz'den sonsuz adedi, çoklu evrenlerde de bulunabilir.
Amacımız elimizdeki ve bildiğimiz tek evrende, olumsuz sonuçlanacak olasılığı seçenlerden olmamak. (Diğer evrendekilerin durumu -var iseler- bizi etkilemez.)
shibumi_tr 05 Mayıs 2016
=========
Sayın ÖFA, sorunuzun net cevabını bizden almanız mümkün değil. Çünkü her birimiz kendi inancı ve dünya görüşü ile olayı algılıyoruz. Kesin cevap ölüm sonrası belli olacak. Ancak normal hiç bir canlı bunu daha önce öğrenmek için acele etmiyor. :-) Edenlerde geri dönüş yapmıyor.
Hiç bilgimizin olmadığı bir alanda, sadece inançlarla sorunu algılamaya çalışıyoruz.
Eğer ölüm sonrası hayatın güzel olduğunu düşünsek, bu sefer yaşadığımız hayatı anlamsızlaştıracak.
Bu noktadan sonra ancak "yarım felsefe" yapabiliriz. (Tam felsefe ya da felsefe; bilgiden bilgi üretmektir. Yarım felsefe; fikirden, inançtan ve bir miktar bilgiden, bilgi üretmektir.
"Bilgi"; doğruluğu veya yanlışlığı net olarak tanımlanmış durumu anlatan kavramdır.
Doğruluğu veya yanlışlığı kesin olmayan kavram "fikir"dir.
Doğruluğu ya da yanlışlığı hiç sorgulanmayan kavram "inanç"tır.
Bu nedenle "yarım felsefe", net ve kesin bir sonuç üretemez.
Sizin cennetlik olduğunuzu farz edelim. Yapacağınız bir kaç hata ile (ki çevremizde ibadeti ve O'nun adını ağızlarından düşürmeyerek bunu hak ettiğini sanan, tevbe ile son anda yırtacağını umanlar var) bu durumu rahatça tersine çevirebilirsiniz.
Ya da cehennemlik olduğunuzu düşünelim, bu andan sonra içtenlikle yapacağınız eylemler ile bunu rahatça değiştirebilirsiniz.
Çünkü şu anki durumunuzu belirleyen şey, değiştirilmesi mümkün olmayan geçmişiniz.
Ancak gelecek, her zaman farklı olasılıkları içerdiği için, her an değişir. Değişecektir.
Önünüzde iki seçenek var; ya bu durumu olduğu gibi kabul edip, sonuç alınamayacak sorgulamaları bir kenara bırakıp, hayatınıza devam etmek. Ya da hayatınızı bu olasılıkları düşünüp, yaşayamamak.
Her iki durumda da sonuç değişmeyecek. Öleceğiz ve yok olacağız ya da bir yerlerde var olacağız.
Eğer sadece yok oluyorsak, bıraktığımız geçmişimiz, diğer insanlarca yaptıklarımıza göre değerlendirilecek. Yaşadığımız hayatın anlamı, buna göre belirlenecek.
Eğer bir yerlere gidiyorsak, hem dünya da hem de ahirette gene aynı şekilde değerlendirileceğiz.
Sorun, özgürlük ve sınırsızlık isteklerimizle, diğerlerinin özgürlük ve sınırlarını ne kadar ihlal ettiğimize bağlı olması. Hayatımızın bir anlamı olup olmadığına göre de bir yere yerleşeceğiz.
Eğer denilenler doğruysa, insan yaratılışı öncesi bazı bilinçler bağımsızlık ister. (Cenâb-ı Hâk'kın ruhundan bir nefes) O'nun gibi irade sahibi olmak ve O'nun gibi bir şeyler oluşturabilmek.
Bu izin verilenlere bir de sorumluluk verilir. Bu sorumluluk, onların geriye dönüşlerini belirleyecektir. Geri dönüşü, "cennet" olarak niteleyebilirsiniz. Bütüne dahil olamamayı da "cehennem"...
Sonucun önceden biliniyor olması, bizim gibi 5 boyutlu (3 uzamsal, 1 sonsuz ve tam tersi 1 sıfır boyut) varlıklar için, sadece neden sonuç ilişkisine sokuyor. Ama böyle bir kavram "zaman algısı" için geçerli
Mesela foton gibi kütlesiz nesneler için "zaman" diye bir kavram yok. Yani onlar için geçmiş ya da gelecek dolayısıyla "şu an" bile yok.
Zaman algısı; "sadece kütleli nesneler için" geçerli bir "kavram". (Zaman'ın kendisi bundan çok farklı, bir boyut olarak ele alınması gereken ve bir mesafe ile hareket durumunun bilgisini veren bir boyut çünkü) .
Bize göre "öncesi ve sonrası" kavramları, fotona göre yok. Sonuçta sahip olduğunuz momentum ile nereye varacağınızı bilmiyor olabilirsiniz.
Ama sizi bu yola çıkaran, nereye varacağınızı biliyor. Bir de size doğrusal değil, yoldan sapabilmeniz içinde imkan veriyor. (Bunun için "zaman" gerekiyor işte) Çünkü başlangıçta bunu isteyen biziz.
Hangi yola dönersek, hangi hedefe varacağımızı O'nun bilmesi, bizim hangi yoldan gideceğimizi bilmemizi sağlamıyor. Bilmiyoruz nereye varacağımızı.
Eğer hedef belliyse, bu kadar yolu boşu boşuna tepmeyeyim diyorsanız. Sonra sizin, "Ama ben irademi -hediyemi kullanamadım ki!" deme hakkınız olur. Üstelik böyle bir şey, hakkaniyete uymaz.
Kısaca ne yaparsanız, cennetlik veya cehennemlik olacağınızı ve hangi yolları izleyeceğinizi, O biliyor. Siz bilmiyorsunuz. Siz her an sonucu değiştirebilirsiniz. Her gerçeklik için açık kapı var.
Sorunuz; hayattan bıkmış, mücadele ruhunu kaybetmiş ya da mücadeleye girecek kadar kendisini hazır hissetmeyenlerin , ya da istediği her şeyi yapmak isteyenlerin (sınırlanmamak) çok kullandığı bir silahı barındırıyor. (Özellikle bir şeyler yapıp yapıp, bunların olası olumsuz sonuçları ile karşılaşmamak isteyenlerin kullandığı bir argüman. Bu işin fıtratında var deyip, yaptıklarımızın ya da yapmadıklarımızın sorumluluğunu ret etmek hakkına sahip değiliz. Reddedebiliriz, bu kapı da açık. Ama sadece kendimizi kandırırız, bir de bizi sevenleri-bize inananları. Üstelik onları da yanımızda sürükleyebiliriz.)
Neden mi yaşıyoruz? Güzel şeyler yaptığımızı/yapabileceğimizi kendimize ve O'na gösterebilmek için. Bu yolu istedik. İstersek yapabiliriz de çünkü.
Yaşamınızı anlamlı ve güzel kılacak işlerle doldurmanızı dilerim.
Saygılarımla
ÖFA 04 Mayıs 2016
Burası ortamı değil bu sorunun. Ama hüsnüzân'da bulunup, kuantum olasılığı dahilinde sorulduğunu düşüneceğim.
Evet, tüm olasılıkları, en güçlüsünden, en zayıfına kadar tüm sonsuz (bile olsa) olasılığı ve karşılığının ne olacağını biliyor.
Size ise irade ve akıl denilen iki hediye bahşetmiş. Bu olasılıklardan hangisini seçeceğinize siz karar veriyorsunuz. O'nun "hangi kararı/seçeneği alacağınızı biliyor olması, sizin eyleminizi değiştirmiyor. O sonucunu biliyor ve uyarıyor. Gerisi size kalmış.
Eğer bir "taş, cansız bir meta gibi" olsaydınız, karar verme ve düşünme yeteneğiniz olmayacağı için, bilinçli eyleminiz olmazdı. Yani yaşıyor olmazdınız.
Aslında bu sizin için bir tercih meselesi... O'nun için sadece bir bilgi. Sizi yönlendirmiyor.
Bu çerçevede bakarsanız, her durum için ayrı bir olasılığı uygulayan/kararını veren siz'den sonsuz adedi, çoklu evrenlerde de bulunabilir.
Amacımız elimizdeki ve bildiğimiz tek evrende, olumsuz sonuçlanacak olasılığı seçenlerden olmamak. (Diğer evrendekilerin durumu -var iseler- bizi etkilemez.)
shibumi_tr 05 Mayıs 2016
=========
Sayın ÖFA, sorunuzun net cevabını bizden almanız mümkün değil. Çünkü her birimiz kendi inancı ve dünya görüşü ile olayı algılıyoruz. Kesin cevap ölüm sonrası belli olacak. Ancak normal hiç bir canlı bunu daha önce öğrenmek için acele etmiyor. :-) Edenlerde geri dönüş yapmıyor.
Hiç bilgimizin olmadığı bir alanda, sadece inançlarla sorunu algılamaya çalışıyoruz.
Eğer ölüm sonrası hayatın güzel olduğunu düşünsek, bu sefer yaşadığımız hayatı anlamsızlaştıracak.
Bu noktadan sonra ancak "yarım felsefe" yapabiliriz. (Tam felsefe ya da felsefe; bilgiden bilgi üretmektir. Yarım felsefe; fikirden, inançtan ve bir miktar bilgiden, bilgi üretmektir.
"Bilgi"; doğruluğu veya yanlışlığı net olarak tanımlanmış durumu anlatan kavramdır.
Doğruluğu veya yanlışlığı kesin olmayan kavram "fikir"dir.
Doğruluğu ya da yanlışlığı hiç sorgulanmayan kavram "inanç"tır.
Bu nedenle "yarım felsefe", net ve kesin bir sonuç üretemez.
Sizin cennetlik olduğunuzu farz edelim. Yapacağınız bir kaç hata ile (ki çevremizde ibadeti ve O'nun adını ağızlarından düşürmeyerek bunu hak ettiğini sanan, tevbe ile son anda yırtacağını umanlar var) bu durumu rahatça tersine çevirebilirsiniz.
Ya da cehennemlik olduğunuzu düşünelim, bu andan sonra içtenlikle yapacağınız eylemler ile bunu rahatça değiştirebilirsiniz.
Çünkü şu anki durumunuzu belirleyen şey, değiştirilmesi mümkün olmayan geçmişiniz.
Ancak gelecek, her zaman farklı olasılıkları içerdiği için, her an değişir. Değişecektir.
Önünüzde iki seçenek var; ya bu durumu olduğu gibi kabul edip, sonuç alınamayacak sorgulamaları bir kenara bırakıp, hayatınıza devam etmek. Ya da hayatınızı bu olasılıkları düşünüp, yaşayamamak.
Her iki durumda da sonuç değişmeyecek. Öleceğiz ve yok olacağız ya da bir yerlerde var olacağız.
Eğer sadece yok oluyorsak, bıraktığımız geçmişimiz, diğer insanlarca yaptıklarımıza göre değerlendirilecek. Yaşadığımız hayatın anlamı, buna göre belirlenecek.
Eğer bir yerlere gidiyorsak, hem dünya da hem de ahirette gene aynı şekilde değerlendirileceğiz.
Sorun, özgürlük ve sınırsızlık isteklerimizle, diğerlerinin özgürlük ve sınırlarını ne kadar ihlal ettiğimize bağlı olması. Hayatımızın bir anlamı olup olmadığına göre de bir yere yerleşeceğiz.
Eğer denilenler doğruysa, insan yaratılışı öncesi bazı bilinçler bağımsızlık ister. (Cenâb-ı Hâk'kın ruhundan bir nefes) O'nun gibi irade sahibi olmak ve O'nun gibi bir şeyler oluşturabilmek.
Bu izin verilenlere bir de sorumluluk verilir. Bu sorumluluk, onların geriye dönüşlerini belirleyecektir. Geri dönüşü, "cennet" olarak niteleyebilirsiniz. Bütüne dahil olamamayı da "cehennem"...
Sonucun önceden biliniyor olması, bizim gibi 5 boyutlu (3 uzamsal, 1 sonsuz ve tam tersi 1 sıfır boyut) varlıklar için, sadece neden sonuç ilişkisine sokuyor. Ama böyle bir kavram "zaman algısı" için geçerli
Mesela foton gibi kütlesiz nesneler için "zaman" diye bir kavram yok. Yani onlar için geçmiş ya da gelecek dolayısıyla "şu an" bile yok.
Zaman algısı; "sadece kütleli nesneler için" geçerli bir "kavram". (Zaman'ın kendisi bundan çok farklı, bir boyut olarak ele alınması gereken ve bir mesafe ile hareket durumunun bilgisini veren bir boyut çünkü) .
Bize göre "öncesi ve sonrası" kavramları, fotona göre yok. Sonuçta sahip olduğunuz momentum ile nereye varacağınızı bilmiyor olabilirsiniz.
Ama sizi bu yola çıkaran, nereye varacağınızı biliyor. Bir de size doğrusal değil, yoldan sapabilmeniz içinde imkan veriyor. (Bunun için "zaman" gerekiyor işte) Çünkü başlangıçta bunu isteyen biziz.
Hangi yola dönersek, hangi hedefe varacağımızı O'nun bilmesi, bizim hangi yoldan gideceğimizi bilmemizi sağlamıyor. Bilmiyoruz nereye varacağımızı.
Eğer hedef belliyse, bu kadar yolu boşu boşuna tepmeyeyim diyorsanız. Sonra sizin, "Ama ben irademi -hediyemi kullanamadım ki!" deme hakkınız olur. Üstelik böyle bir şey, hakkaniyete uymaz.
Kısaca ne yaparsanız, cennetlik veya cehennemlik olacağınızı ve hangi yolları izleyeceğinizi, O biliyor. Siz bilmiyorsunuz. Siz her an sonucu değiştirebilirsiniz. Her gerçeklik için açık kapı var.
Sorunuz; hayattan bıkmış, mücadele ruhunu kaybetmiş ya da mücadeleye girecek kadar kendisini hazır hissetmeyenlerin , ya da istediği her şeyi yapmak isteyenlerin (sınırlanmamak) çok kullandığı bir silahı barındırıyor. (Özellikle bir şeyler yapıp yapıp, bunların olası olumsuz sonuçları ile karşılaşmamak isteyenlerin kullandığı bir argüman. Bu işin fıtratında var deyip, yaptıklarımızın ya da yapmadıklarımızın sorumluluğunu ret etmek hakkına sahip değiliz. Reddedebiliriz, bu kapı da açık. Ama sadece kendimizi kandırırız, bir de bizi sevenleri-bize inananları. Üstelik onları da yanımızda sürükleyebiliriz.)
Neden mi yaşıyoruz? Güzel şeyler yaptığımızı/yapabileceğimizi kendimize ve O'na gösterebilmek için. Bu yolu istedik. İstersek yapabiliriz de çünkü.
Yaşamınızı anlamlı ve güzel kılacak işlerle doldurmanızı dilerim.
Saygılarımla
Etiketler:
Belirsizlik,
din,
Din ve Bilim,
Felsefe,
Kader,
Ölüm,
Sistem,
Yaşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)