Genetik kökenleri bilemem ve de umursamam da ama zihniyetleri önemli görürüm.
Bu toprağın ve toplumun insanı olmak isteyip, istememek önemli. İstemeyenler genellikle, kendilerini bir şekilde, öncelikli olarak bir gruba dahil ederek tanımlıyorlar zaten.
Önemli olan bu toprağa, insanına ve tarihine sahip çıkmaktır. Bizler, Anadolu halkı, Türk toplumu olarak, bu toprakların en iyi özlerinden oluştuğumuzu düşünüyorum. Din, inanç, köken, hepsi bu oluşmun bir özü. Ama öncelik değiller.
Yoksa gereksiz konularda bolca ciddi ciddi tartışılır. Gereksiz, çünkü var olan durumu daha iyiye, güzele tüm toplum için götürmeyecek. Fayda sağlamayacak.
Diller, evrimleşir. Kelimeler evrimleşir, İsimler evrimleşir. Ortaçağ Avrupasındaki hangi dil, aynen sürüyor? Bırakın, 50 yıl evvelki dil nerede var?
Hele elektronik ileşimle gelen kısaltmalar, dili değiştiriyor. Kavramları da... Yeni kelimeler de zaten yeni kavramları isimlendirme ihtiyacından doğuyor.
Çoğu isim ilk halinden farklı olsa da, aynı kökten türüyor. Bu çok doğaldır.
Cumhuriyet başlangıcı ve 10 yıllık süre bir devrimdir. Anadolu insanının, binlerce yıllak alışkanlıklarından ve bağlılıklarından kurtarmak için bir devrimdir.
Yoksa çok değil, 20-30 yıl sonra tekrar, farklı da olsa monarşik bir sistem başlardı. Çünkü zihinsel alışkanlıklar hala baskındı. O yüzden bu değişim rüzgarı içinde, yer isimlerinin de güncellenmesi normaldir.
Bu Anadolu insanınını tarihinden, kökünden değil, zihinsel ve kültürel bakışıyla geçmişe dönme çabasını bırakıp, yüzünün geleceğe döndürme amacıdır...
Keza, her şey'e rağmen, aradan geçen 100 yıla rağmen bu zihniyettekiler hala toplumsal hayatta baskınlar ve geçmişin sadece olumlu yönlerini dile getirerek, toplumu kısmen dönüştürmektedirler.
Şu var, biz de devlet abartılıyor. Çünkü birey kendini, daha üstün bir güç karşısında kul olmaya şartladırılmış.
Bu yüzden devlet, onu oluşturan toplumun özlerinden birinden değil, tüm özlerden oluşur, varlık bulur.
Bunu anlamak için, önce "benim insanım, toplumum" kavramı öne çıkmalı.
Köken, din, vb, kavramların öne çıkması ise sadece bu bütün içindeki çatlakları genişletir. Sonucu ise her durumda toplumsal acizliktir.
-----
Soru-Devlet bunu belli etnik gruplara karşı yapıyprsa bu etik değil. Tek tip bir dil tek bir kültür oluşturmaya çalışırsan renklerini kaybedersin ve o etnik gruplara da baskı asimilasyon vs şeklinde yansır.
Cevap - Bu şekilde algılamıyor ve düşünmüyorum. Asimilasyon bu şekilde olmaz.
Sadece belli bir dili kullananlar için anlam ifade eden isimlerin, tüm toplum için eş anlamlı hale getirilmesi olarak algılıyorum.
Başka türlü, toplum içi eşgüdüm nasıl sağlanacak? Yerleştirilecek? Zaten insanlar, kendilerini şu'yum, bu'yum diye küçük topluluklarla tanımlamaya alışmış.. Hala da bunun peşindeler...
O kadar kısa sürede, ancak net ve devrimsel değişimlerle mümkün bu.
Yüz yıl sonra, insanlar kendilerini neye göre tanımlayacaklar ? Bir düşünün. Şu anki şekilde mi kalacaklar?
-----
Soru-Doğu anadolu bölgesinde halkın kendi dilinde isimlendirdiği köy kasaba dağ tepe isimlerini değiştirmek asimilasyon çabası değil mi ve bu seninle kader birliği yapmış bir halka yapılıyor.
Cevap- "kader birliği yapmış bir halka yapılıyor" diye bir şey yok. Halkların kardeşliği palavrasındaki gibi, birbirinden farklı halklar yok.
Aynı halkız. Aynı toplumuz. Hepimiz birden aynı toplumu oluşturuyoruz. İki farklı ve birbirinden bağımsız parçanın bir araya gelmesi diye bir şey yok. (Ama olması için çok uğraşan var.)
Durumumuz, kardeşlerin ayrılığından daha ötesi olamaz.
-------
Soru-O halde neden belirli yerlerde bu politika uygulandı?
Cevap- Tam konuyla alakalı olmasa da, dil örneği üzerinden gideyim.
Günümüz Türkçesinde kullandığımız bir çok yabancı kökenli kelime var. Batı Avrupa kökenli olanların yanında, Farsça ve Arapça olanlar da var. Aynı şekilde, günlük kullanımda farkında olmadan kullandığımız yerli kelimelerimizde var. Günümüz Türçesinde, mesela Kürtçe veya Lazca kelimelerde yok mu kullanılan. Telafuzu değişmiş olsa da?
Bir ara Türk Dil Kurumu, dilde sadeleşme diye "tavuksal fırtlangaç" gibi abuk sabuk kelimeleri de sokmaya çalıştı. ama olmadı...
Bir kelimenin, toplumsal hayata yerleşmesi, kökeniyle veya hangi dilden geldiğiyle alakalı değildir çünkü.
İfade ettiği kavramı tanımlamasıyla hayat bulur ve yerleşir.
Türkçe'nin bilim dili geliştirmede yetersiz kalması ile bu alanda kavramları ifadea eden yabancı kelimeler, sanat ve edebiyatda, huhukta, diplomasi de, her alanda o kavramı zenginliği ve doğru tanımı ile ifade eden kelimeler baskın olur.
Kimse kelimeleri, ırkından veya dininden dolayı seçmez. Kullanım kolaylığı ve herkese aynı kavramı anlatmasıyla seçer...
Sözgelimi, bilimsel keşif ve gelişmelerde Kürtçe kökenli kelimeler baskın olsa veya şehirleşmede veya tarımda veya sanatda, herkes bu kelimeleri kullanır. Çünkü o kelime, kavramı herkes için aynı şekilde doğru ve tam ifade ediyordur.
Yerleşir.
Siz belli bölgeler de sadece o bölge halkının anlayacağı kavramlar yerine, tüm topluma yeni bir tanımla ortaya koyarsanız. Toplumsal Zihniyet de tümleşir.
O günün iç ve dış dinamikleri altında, siyasi ve ekonomik açılardan da olayı ele almak ve ona göre sorgulamak daha doğru olur.
Günümüz şartlarında, siz hümanizma, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar altında yetiştiniz. Size bunlar, ideal olarak benimsetildi. Bu bakış altında sorguladığınız zaman varacağınız yargı ile
100 yıl evvel, padişahın kutsallığına, aşiret liderine tam itaate ve şıhların, şeyhlerin kutsal gücü ile cenneti garantilediğini düşünen bir zihnin yargısı ve yaklaşımı farklı olurdu.
Hatta toplumsal sorunları çözüm önerileriniz bile farklı olurdu..
Siz tarihçisiniz, bilirsiniz ki, olaylar ve yaşananlar o dönemin ve o döneme kadar olan olguların birikiminin sonucudur.
Verilen kararlar ve uygulamalar da o günün koşul ve ihtiyaçlarına göredir.
O döneme göre, o şartlar altında hata yapıldıya, o koşullar altında ve ele alınmalı ve yargılanmalı. O döneme göre, alternatifleri ele alınmalı, yapılacak doğru buydu denmeli.
Günümüzün doğruları ışığı altında, tarih incelenemez.
(Yavuz'un İran seferinde tanıdığı ayrımcılığın ürünleri bugünkü sorgular hep.)
Sayın Bayanlar ve Baylar, Eğitimciler... İnsanımızın durumundan memnun olmayanlar.
Eğitimi verende, eğitimi alanda; eğitimdeki sorunlara karşı ileri sürdükleri gerekçelerde haklılar. Herkes haklı ama yine de ortada bir sorun var.
Esas sorun, sorunun nereden kaynaklandığında fikir birliği olmaması. Çok zeki ya da çok bilgili olmanız ile normal sıradan birisi olmanız arasında bir fark da yok bu konuda. İnsan bir şeyi görmüyorsa, o onun için yoktur. Açıp bakmadığımız sürece, kedinin ölü mü canlı mı olduğunu bilemeyeceğimiz gibi...
İnsan zihin gücü, entelektüel kapasite, hayal gücü, merak açısından diğer ülkelerden hiç aşağı değiliz. Üstelik çoğumuz farkında olmasa da Türkçe gibi bir dilin getirdiği düşünme alışkanlıkları ve sistematiği gibi, esnekliğe açık bir avantajımız da var. (Bu avantaj ne yazık ki, yurt dışına giden arkadaşlarımızın kullanabildiği bir avantaj.)
Eğitim sistemimizde bir sorun var. Evet, ama bu sorun istediğiniz kadar sistemi yenileyin, istediğiniz kadar eğitimcileri yenileyin değişmeyecek. Çünkü sorunun kaynağı ve nedeni tam anlaşılmış değil.
En başta eğitim sistemimizi ele alalım. Şu an ilk okullardan itibaren tüm dünya da uygulanan eğitim sistemi, Fransız Devrimi ile çıkan yeni ekonomik dönemin felsefesinin ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir sistemin kalıntısı...
Nedir bunlar? İlki, topluma milliyetçi ruh aşılayacak üç araçtan biridir milli eğitim. (Diğerleri askerlik hizmeti ve milli bayramlar) İkincisi, vatandaşlık hakları altında fırsat eşitliği olarak herkese eşit eğitim imkanı iddiasının altı doldurulmasıdır. Üçüncüsü, kırsaldan kentsele göç eden ucuza çalışmaya hazır işgücünün, sanayileşme girişimlerinde rol alabilmesi (işçi olup, makine çalıştırabilecek standart düzeyde eğitim), iş gücü sağlayabilmesi içindir.
Dünya ekonomik anlamda bir yeni döneme giriyor. Devrim gibi bir dönemin geçişin sancıları var. Çünkü sadece geçişin değil, bitmek üzere olan dönemin getirdiği sıkıntılarında atık sorunları var. Dünya tarihinde ne zaman üretim yöntemleri değişse, yönetim yapıları da değişmiş, kültürel eğilim ve yapılarda...
Şu an dünya üzerinde üç grup var. Gelişmiş, sanayileşmesini tamamlamış ve bilgi teknolojisi altında sürdürülebilir ekonomiye geçen toplumlar. Gelişmekte olan yarı sanayileşmiş, yarı bilgi toplumu aralığında olan, tüketime dayalı büyüme ekonomisinde duran toplumlar. Bir de daha yeni gelişmeye başlamış, tarım ve sanayi toplumları aralığında olan toplumlar.
Aslında her toplumda, çeşitli bölgelerinde bu üç tip toplum yapısı da var ama oranları, ülkelerden ülkeye değişiyor.
Milli Eğitim sistemleri henüz, bu değişimi kavramış ve adapte olmuş değiller. Bir kaç İskandinav ülkesi hariç bu konuda değişim çok zor oluyor. Değişim isteklerine karşı çıkanların siyasi ve toplumsal baskılarda yoğun. Çünkü kimse, neyin tam doğru olduğunu bilmiyor. Bu durumda eğitim sisteminden bir medet ummak, beyhude bir çaba... Zaten değiştirseniz bile, neye göre, nasıl değiştireceksiniz?
Toplumsal bakış açısındaki değişim uzun vadeli olmasından dolayı, onlardan da bir şey beklemek boşuna... Toplum çoğu zaman, aniden sıkıştıran ihtiyaç ve sorunları ile değişiyor. Problem bitince de eski rayına benzer pozisyona oturuyor.
Burada iş eğitimcilere ve ailelere kalıyor. Ailelerin çoğu, eğitim yükünü neredeyse eğitimcilere bırakmış durumda... Çocuk için dünyanın parasını, kurs, servis, özel hoca için harcayan aileler, aynı çocuğa eğitimi de parayla satın almaya çalışıyor. Bir kaç saatlik bir sohbet zor geliyor. Daha önemlisi, tutumlarında değişiklik yapmak zor geliyor. Sanki bu kadar para harcadıkları için, çocukları onların beklentilerini karşılamak için zorunlu, yükümlüymüş gibi...
Eğitimcilerimize bakınca, ülkemizdeki olumsuz yaşam koşullarından birinci derecede etkilendiklerini görüyoruz. Ev-iş arası yeknesak bir kısırdöngü içinde günü bitirmeye, evlerinin ihtiyacı olan parayı sağlamaya odaklanmış durumda. Evet, haklılar bu konuda ama ülkede benzer koşullar altında olmayan ve aynı durumu yaşamayan kimse yok ki... Herkes aynı sorunlarla boğuşuyor.
Akademisyenlerimize gelince; ülkemizde bir kaç farklı tür akademisyen var. İlki piyasa da iş bulamayacağını düşünerek okulda kalmayı tercih edenler. Düzenli bir gelir, yıllar içinde bazı şartları tamamlamayla gelir artışı güvencesi umanlar. İkincisi, bilim aşkından değil, statü aşkından bu tercihi yapanlar. Ne yazık ki, bu iki grupta eğitim kadrolarımızda ağırlığı oluşturuyor.
Üçüncü grup ise, idealist, üstün zekalı (çok zeki anlamında değil, farklı ayrıntıları görecek şekilde düşünce farklılığına sahip kullanıyorum) bilimden zevk alanlar. Ne yazık ki bunların çoğunun, akademik ortamdaki çekişmelerin katkısıyla da, ülkemizde barınması ciddi özveride bulunuyorlar. Bir kısmı hedefleri için kaynak veya imkan da bulamadığı için, yurt dışına kaptırılıyor. Akademik ortamdaki yükselmelerdeki politikalardan, rektör dekan seçimine kadar bir çok nokta da, liyakat ve beceri yerine siyaset ve (güç-yönetim erki) taraftarlık da yerleşmiş durumda.
Bu kişilerin bir yandan istedikleri araştırmaları kısıtlı imkanlarla yapmaları, bir yandan da eğitim vermeleri, zaman imkanları olarak bile ciddi sorun...
Peki bu şartlar altında, nasıl bir politika izlenmeli. Eller kollar bir anlamda bağlı çünkü. Herkes başka birilerinin bir şey yapmasını ve onu takip etmeyi bekliyor gibi bir pozisyonu var. Bence eğitim sistemimizi değiştirmek, anında mümkün olmadığından, çocuklara karşı tutumlarımızı değiştirmek ilk adım olmalı. Hem aile olarak, hem eğitimciler olarak.
İlk önce aileler, çocuklarına sevdikleri alana yönelmeleri için, beğensinler beğenmesinler desteklemeli. Mühendis, doktor olursa işsiz kalmaz diye bir şey yok bu ülke de... Nasıl olsa "büyük adam" olacak kontenjanı çok sınırlı hem ülke de hem dünya da... Bırakınız seviyorsa, antropolog, paleontolog, ressam,matematikçi, fizikçi, sosyolog olsun. Sevdiği, zevk aldığı, merak ettiği işi yapsın. Ayrıca çocukları birbiriyle kıyaslayıp, yarıştırmaktan da vaz geçmeli. Onları ekip çalışmasına, birbirlerini tamamlayıcı şekilde iş ve görev bölünmesi ile çalışmaya teşvik etmeli. Veli olarak okullardan da bu tür aktivitelerin artırılmasını talep etmeliler. Artık dahi adam dönemi bitti gibi... Dahi gruplar, ekipler çağındayız. İşler o kadar uzmanlaşma ile dallanıp budaklandı ki, kimse tek başına tüm bilgilere hakim bir bakış açısı geliştiremez.
Eğitimcilere gelince, çocukları grup çalışmalarına teşvik etmeliler. Hatta sınav not sistemi bile kişilere değil, ekiplere uygulanmalı. Günümüzün çocuğu, bizim gibi değil. bilgileri kafasında taşımak istemiyor. Cep telefonu, tableti ile ihtiyacı olan bilgiyi internete sorarak almayı ve kullanmayı tercih ediyor. Bu yüzden kafalarında bizlere oranla çok az bilgi taşıyorlar. Onlarda ilgi alanlarına yönelik oluyor genelde.
Eğitimciler de buna uyum sağlamalı. Kapalı kitaplara gerek yok sınavlarda...Kitaplardan kafalara geçen bilgiler sadece ezberlenmiş ve işi (sınav) bitince unutulacak bilgiler.
Eğitimciler burada çocuklara doğru bilgiyi bulma ve analiz etmeyi öğretmesi gerekiyor. Çünkü internette bir çok doğru ve yanlış bilgi iç içe... Bu bilgi analizini, ekip olarak yapmayı öğretmesi gerekiyor. Eğer ekip imkanı yok ise, bilgi doğruluk analizi için temel teknikler saptamaları gerekiyor. (İşte kaynaklar ve güvenirliği, konuyla ilgili tezler ve anti tezlerin kıyaslanması, vs.)
Ayrıca çocuklara doğru düşünme teknikleri, (matematiksel) mantık dersleri altında verilmesi gerekiyor. Bir sistemin eksik ve hatalarını analiz etmenin en kolay ve verimli yollarından biridir, mantık analizi. (Sebep-Sonuç ilişkisindeki kopukluklar, uyumsuzluklar bilginin doğruluk derecesini de gösterir.)
En son olarak farklı bilgilerin nasıl kaynaştırılacağı, bilgiden bilgi üretileceği, tüme varım ve tümden gelim ile analiz edileceği de öğretilmeli.
Örneğin, Osmanlı Devletinin yıkılış nedenlerini öğrenciler, araştırıp sonuç olarak ortaya koyup not almalılar.Eğitimci sadece eksik kaldıkları noktaları hatırlatmalı, sormalı ... Ayrıca çocuklara farklı düşünmeyi öğretmek için, (mevcut koşullarla sonuçlar belli olduğuna göre) şartlarda değişiklik yaparak, alternatif olası sonuçları da istemeli.
Akademisyenlere gelince; öncelikle kullandıkları dil çok önemli. Evet, literatürde yerleşmiş yabancı kelimeler çok. Dilimiz bilim dili olamadığı için, bir çok kavramı anlatırken, kolaylık olması ve hatta kavramın anlaşılır olmasında bu terimlere ihtiyacımız oluyor. Ama yeni öğrenen birisine, önce kavramları anlatmak, öğretmek gerekiyor. Öğrenci kavramı anladıktan sonra, o kavramın karşılığı olan kelimenin hangi dilden olduğunun önemli olmayacaktır. Bunun bir diğer avantajı ise, bu alanlara ilgi duyan ama literatürü bilmeyenler içinde o konular anlaşılabilir ve üzerinde düşünülebilinir olacaktır.
Ayrıca akademisyenlerinde çocukları verdikleri bilgileri farklı şekilde değerlendirmeleri ve kullanmaları için teşvik etmesi gerekiyor. Bir problemin kaç farklı açıdan çözülebileceği, bir sonucun -keşfin-yorumun kaç farklı açıdan değerlendirilebileceği de derslerde ele alınmalı. Bir problemin her zaman tek çözüm yolu olmaz. Öğrencilere farklı çözüm yolları gösterilirken, kendi çözümlerini sunmaları da teşvik edilmeli. Bunun en kolay ve verimli yolu ise ortak tartışma platformlarıdır. Birisi bir konudaki mevcut bilgileri, sonuçları açıklar. Bir başkası bu konuda tamamlayıcı bilgi sunar. Başka biri, konuya getirilen alternatifleri koyar. Konu değerlendirilir.
Öğrencilerden ya da kişilerden biri yeni bir fikir veya bakış açısı getirdiğinde ise iki aşamalı taktik kullanılabilinir. Önce ortaya atılan fikrin-tezin eksiklerini bulup gidermek için fikir sahibi ile ortak çalışılır. Böylece hem fikir-tez daha iyi anlaşılır. Hem de eksik kalan noktaları başka beyinlerce tamamlanır. Ardından fikir sahibi başta olmak üzere, ilgili tez eleştirilir. Eksik veya yetersiz olduğu noktalar için alternatifler önerilir. Önerinin kendi içindeki bütünlüğü sorgulanır. İkinci aşamadan sonra, bu tez sadece getirdiği yeni bakış açısıyla değil, getirdiği yanlışlanmış bakışları ile de bir bilgi kaynağına dönüşür.
Fizik konusunda çeşitli zamanlarda olmak üzere üç platformda düşünce beyan ediyorum. Biri yabancı, ikisi yerli. Türk fizik topluluğunda eksikliğini hissettiğim bir nokta var. Dahil olan bir çok başarılı akademisyene rağmen, topluluk içinde şahsi yorumlar yapılmıyor. Evet, bazı parlak beyinlerin çalışmaları yayınlanıyor ama bunlarda Türkçe değil. İngilizce ve dergilerce kabul edildikten sonra... Yani bu akademisyenler, çalışmaları boyunca gerek eleştirilmemek için, gerek ise gerek görmedikleri için bu topluluğa düşüncesini açıklama, paylaşma ve anlatıp, eksiklerini tamamlama ihtiyacı duymamış. Bazen, bazıları da teknik terimlerle yorumlar yazıyorlar. Ama bu seferde konu, Osmanlıcaya dönüyor. Aynı dili konuşanlar haricindekilerde kavramlar yerine oturmuyor ya da anladığı gibi yanlış oturuyor.
Buradan çıkarttığım sonuç, akademisyenlerimizin, eleştiri veya yanlışlanma altında kariyer zedelenmesi endişeleri ile fikirlerini ortaya koymaktan çekindikleridir. Konuştukları zamanda ancak yetkinliklerini sorgulamayacakları kişilerce (kullandıkları terimleri doğru anlayabilecek) sorgulanmayı tercih ettikleridir. Bunun fark edilmeyen anlamı ise, bilimin sadece belirli bir dili konuşanların tekelinde tutulduğudur.
Oysa Batı Dünyası, bilimin topluma inmesi popüler kültürün bir parçası olması için onlarca video, dergi, kitap, belgesel, vs. yapıyor. Çünkü bilim, topluma indiği zaman gelişebilir.
==============================
(Biraz
uzun oldu ama siz yine de lütfen çocuklarınızla, gençlerle geniş
şekilde paylaşın imbikten süzülmüş bu yazıyı şayet yararlı
görüyorsanız.)
Gençlere naçizane tavsiyeler
Mehmet Öğütçü
Hepimiz farkındayız.
Ülkemizdeki mevcut ortam en büyük üstünlüklerimizden birisi olarak
sunulan genç nüfusa gelecek için istikamet duygusu, umut ve güven
vermiyor. Çoğu düş kırıklığı içinde. Fırsat bulsalar arkalarına
bile bakmadan terkedecek çoğu ülkeyi. Kendilerine yurtdışında fırsat
arıyorlar harıl harıl. Gelecek korkusu, tünelin ucunda ışık
görememe gençlerimizde herkeste olduğundan daha fazla. Kaygı düzeyi
arttıkça da hata yapma olasılığı yükseliyor. Hata yapmaktan ölesiye
korkan gençlik kimi zaman hareketsiz kalarak kendini olası
olumsuzluklardan korumaya çalışıyor.
Bugün yaşadığımız hareketsizlik ve duyarsızlığın temelinde belki de bu var.
Aslında hepsi bir atılım, çıkış kapısı, fırsat penceresi, yol gösterici
arıyor. Ellerine bir manivela verilse dünyayı yerinden oynatacaklar.
Tüm gençleri homojen bir kitle olarak görmek doğru değil. Eğitim, aile,
çevre koşullarına göre biçimlenen değişik gençlik kategorileri var. Ne
yazık ki, son yıllarda ilk fırsatta kapağı yurtdışına atmayı çözüm
görmeye başlayanlar yükselişte. Bir de eğitimsiz ya da eksik eğitimli
gençlik var ki -herhalde çoğunluğu onlar oluşturuyor- sayıları sürekli
artan ve işsizliğe en fazla maruz bu kesim toplum için bir "varlık"
değil, ülkenin geleceği üzerindeki "saatli bomba" olabilir.
Bu
gençlerimiz gününü gün eden, şımarık, "televole" gençliğinden ve iyi
eğitim alıp yurtdışına kaçma çabasında olanlardan çok farklı.
Eşit fırsat verilmemesinden, sorunlarına yeterince ilgi
gösterilmemesinden, sahiplenilmemekten dolayı sistemden soğuyarak, aşırı
akımlara ve şiddete kolayca kanalize edilebilebilirler.
Ülkemizde iç dinamiklerin sağlam temelleri olduğunu hepimiz görüyor,
biliyoruz. Mevcut dinamizmi, sinerjiyi devletin nasıl emdiğini görmek,
kabına sığmayan toplumsal ve ekonomik güçleri salıvermek, onların kendi
mecralarında akmalarına izin vermek umutlarımızı daha da artıracaktır.
Tek başına dinamizm yetmiyor. Onun belli bir hedef doğrultusunda
yönlendirilmesi, işlenmesi gerekiyor.
55 yasında bir "genç" olarak bugünün ve 2023'ü n gençlerine mesajlarımın ne olacağını sordular bir üniversitede. Bu, hem kolay hem de zor bir görev.
Kolay... çünkü zamanında bizler de hemen hemen benzeri sorunlarla
boğuştuk, aynı yollardan geçtik... içimizdeki coşkuyu, enerjiyi,
düşünceleri doğru mecralara akıtıp akıtamayacağımız, fırsat trenini
yakalayıp başarı istasyonuna doğru yönlendirip yönlendiremeyeceğimiz
korkusunu, belirsizliğini yaşadık. Parasızlıktan dolayı her bulduğumuz
işte çalıştık naz yapmadan. Zor... çünkü dünya, Türkiye,
teknoloji, siyaset, ekonomik düzen, değerler sistemi köklü dönüşümler
geçirdi. Kuşaklar arası farklılık -her ne kadar inkara kalkışsak da-
giderek derinleşiyor. Bizim tuzumuz kururken gençlik değişimi içinden
yaşıyor. Hem bu süreci biçimlendiriyor, hem de sonuçlarından en fazla
etkileneceklerin başında geliyor.
Geleceğe dönük vizyon
geliştirme ülküsüne samimiyetle inanan, bu yönde çaba gösteren birisi
olarak karınca kararınca deneyim ve birikimlerim ışığında önemli
gördüğüm, hayatım boyunca bizzat uygulamaya, çocuklarıma, dostlarıma
aşılamaya çalıştığım aşağıdaki 15 altın öğüdü gençlerimizle paylaşmayı
bir borç addediyorum:
BİR - Aynanın karşısına geçip kim
olduğunuzu tanıyın. Öğreniminiz, aileniz, çevreniz, deneyimleriniz,
tutkularınız, sevdikleriniz, dış dünya ile etkileşiminiz... Tüm bu
unsurları kafanızda tartıp kağıt üzerine kim olduğunuzun gerçekçi bir
envanterini çıkartın. Sakın kendinizi aldatmaya çalışmayın. Bu hesabı
zaten kendiniz için çıkartıyorsunuz. Güçlü ve eksik yönleriniz çıplak
şekilde ortaya dökülsün. Güvendiğiniz bir dostunuzla envanter
değiş-tokuşu yapıp dışarıdan da öyle görünüp görünmediğinizi sinayın
karşılıklı olarak. İKİ - Hayal edin, rüyalar kurun. Önümüzdeki
bir, beş, on, yirmi yılda nerede olmak, neler yapmak istediklerinizi
kurgulayın kafanızda. Mütevazı davranmayın. Hedef büyültün. En iyi
üniversiteler, en iddialı bilimsel disiplinler, dünya seyahat planları,
okul sonrası nerelerde çalışmak, ne kadar kazanmak, hangi kentlerde
yaşamak istediğiniz, yatırımlarınız, hatta müstakbel eşiniz,
çocuklarınız, yoğunlaşacağınız spor, sanat faaliyeti... Sınır yok.
Bunları da bir kağıda sıralayın ki uçup gitmesin hayaller, izi kalsın. ÜÇ - Şimdi bunları zaman ve öncelik sırasına göre yeniden düzenleyin.
Hangileri menzilinizde ve kişisel yetenek/imkanlarımız görünüyorsa
kararlı bir şekilde, zamanınızı iyi yöneterek onların üzerine odaklanın.
Küçük, kontrolü sizin elinizde ve başarılması kolay olanla işe
başlayın. Adım adım ilerlemek, sonuç aldığınızı görmek özgüveninizi
artıracaktır. Haftada birkaç gece uyumadan önce neler yaptığınızın
hesabını çıkarıverin kafanızda. Neler yapabilecek olup da
yapamadığınızı, izleyen hafta neler yapacağınızı. Beyniniz bir süre
sonra otomatik olarak kendini bu rutine programlayacaktır. DÖRT -
İnsan, sosyal bir varlıktır. Tek başına, kim ne derse desin, mutsuz,
sağlıksız olur. Her kesimden, yaştan, meslekten, cinsiyetten dostlar
edinmeye, dostluklarınızı pekiştirmeye çalışın. Beslemediğiniz dostluğun
yaşaması mümkün değildir. Mutlaka bir çıkar, karşılık beklemeden yapın
bunu. İyilik yapıp denize atın. Çinlilerin en önemli varlık olarak
gördükleri "guanxi"yi, yani şebekeyi, hem geniş tutun hem de canlı
kalması için yatırım yapın zamanınızla, sevginizle, ilginizle. Pozitif
olun, gülümsemeyi eksik etmeyin yüzünüzden. Sikayet ve eleştiri
sözcüklerini bir süre tatile gönderin. Emin olun ki, yaşamınızın ileriki
aşamalarında size mutluluk, başarı ve yeni imkanlar olarak geriye
dönecektir. BEŞ - Anne-babanız her türlü fedakarlığa katlanıp iyi
bir eğitim almanız için çırpınıyorlar. Ne olur onlara saygı ve sevgiyi
hiç ihmal etmeyin hayatınız boyunca. Artık hayat-boyu eğitim sizin
sorumluluğunuzda. İpleri elinize alın. Varınızı yoğunuzu daha iyi eğitim
almaya harcayın. Çok okuyun, çok tartışın, en iyi okulları hedefleyin.
Gidemiyorsanız onların müfredatını, kitaplarını ele geçirin. İnternet
sayesinde şayet istiyorsanız Harvard kalitesinde eğitim mümkün artık
burun kıvırdığınız bir okulda bile olsanız. Danışmaktan çekinmeyin.
Sorun, mutlaka size yol gösterecek farklı bir bakış açısı sunacak
deneyimli birileri ile karşılaşacaksınız. Size okulda, ailede verilenle
sakin yetinmeyin. Daha fazlasını isteyin ve elde edin. Bunu siz
yapmazsanız kimse altın tepsi içinde önünüze sunmayacak. ALTI -
Öncelikle anadilinizi iyi öğrenin. Anadilini kavrayamamış birinin
yabancı dil öğrenmesi mümkün değil. Olan yabancı dilinizi daha da
geliştirin, bir tane daha ekleyin öğreneceğiniz diller arasına. Şayet
dil bilmiyorsanız başta gelen önceliğiniz İngilizce öğrenmek olmalı. Dil
kursları, yabancı dilde dergi, TV, müzik, radyo elinize ne geçerse.
Geleceğin dilleri, İngilizce'nin yanı sıra Çince, Rusça, Arapça ve
İspanyolca bizler için. Elinizin altında ınternet var. Nasıl
yapacaksanız yapın ama yabancı birkaç dili en iyi şekilde öğrenmeye
kilitleyin kendinizi. Günümüz dünyasında ve gelecekte yabancı dilin yanı
sıra farklı kültürlerden ve dillerden insanlarla ekip içinde
çalışabilme, sezgi/öngörü becerileri, farklı kültürleri yönetebilme
özelliğiniz de ayırt edici olacak. YEDİ - Tarihi ve coğrafyayı da
iyi öğrenin. Çapraz kaynaklardan. Bugünkü ve gelecekteki dünyayı
anlayabilmek, karşılaştığımız risk ve fırsatların arka planını
kavrayabilmek, akılcı stratejiler geliştirebilmek için hem kendimizin
hem de ilişkilerimizdeki öncelikli ülkelerin coğrafya ve tarihine iyi
vakıf olmak gerekiyor. Böylece, olayları size doğru gelen tek pencereden
görmek yerine kendinizi başkalarının yerine koyan daha geniş
perspektifler geliştirebileceksiniz. Bu konulara hakimiyetiniz kişisel,
sosyal ve iş ilişkilerinize de olumlu yansıyacaktır. SEKİZ -
Kendi kimliğini kaybetmeden "küresel" bir insan olmayı hedefleyin. Hem
kendi ülkenizde hem de sınırların ötesinde "mobilite" yeteneğinizi
geliştirin. Özellikle genç yaşta elinize geçen her fırsatı seyahat
ederek değerlendirin. Her şeyden önce yaşadığınız kenti daha sonra
ülkenizi iyi tanımakla başlayın. Aksi takdirde, başka kentlerin ruhunu
anlamanız da güç olacaktır. Baba parasıyla keyif seyahati değil sadece
kastettiğim. Çalışarak, sıkıntı çekerek, risk alarak seyahat... Ufkunuzu
genişletecek, sizi kendi ayaklarınız üzerinde durmaya sevk edecek, yeni
insanlarla tanıştıracak, düşünce kalıplarınızı kıracak öğretici
seyahatlar. İlerideki mesleki yaşamınızda böylesi "seyyar" olmanın büyük
avantajlarını göreceksiniz. İşe alınmada, ayırt edici bir özellik
olarak kredi hanenize yazılacak. DOKUZ - Sağlığınız, en değerli
servetinizdir. Gençken farkında olmadığınız için hoyratça kullanma
eğilimi yüksek, ama ne kadar erken uyanırsanız beden ve ruh sağlığınızı
zinde tutma gereğine ileride o kadar rahat edersiniz. Sağlık için spor
ve beslenmeyi ibadet ölçüsünde benimseyin. Ruhunuzu taze ve neşeli
tutmanın yollarını arayın, özellikle de insanlarla sosyal etkileşimleri
yoğunlaştırarak, dostlukları pekiştirerek. ON - Kişisel ve çevre
temizliğine önem verin. Bugün ve gelecekte, aynen geçmişte olduğu gibi,
bıraktığınız ilk izlenim kritik önemde. "Temiz insan" olmak, kişisel ve
çevre temizliğine, korunmasına önem vermenin yanı sıra ilişkilerde de
"temiz" olmayı gerektirir. Her ne olursa olsun dürüstlükten ve omurgayı
dik tutmaktan taviz vermeyin. Hem kendinize saygının devamı hem de
çevrenizde kalıcı güven yaratmanız için bu şart. Dostlarınıza sadık
olun. Kısa dönemde kaybediyor gözükseniz de inanın çok geçmeden
kazanmaya başladığınızı göreceksiniz. ON BİR - İş piyasaları
gelecekte ön plana çıkacak uzay, nanoteknoloji, mikrobiyoloji, yapay
zeka, temiz enerji ve benzeri alanlardaki yetkinliklere göre
biçimlenecek. Onun için, gerek gelecekte iş hayatına yeni başlayacak
gerekse mevcut işlerinde yükselişlerini sürdürmek isteyen gençler bilgi
teknolojilerini, yükselen sektörleri yakın takibe alın. Şebekelere üye
olun. Kendinizi güncel tutun. İdealinizde yarattığınız işi kısa süre
içinde bulamayabilirsiniz. Merdivenleri tırmanmadan üst katlara
asansörle çıkmak bazen mümkün ama uzun süre orada kalamayabilirsiniz.
Okul tatillerinde, yazın ücreti iyi olmasa da mutlaka çalışacak
-tercihen sevdiğiniz- bir iş bulun. Staj yapın. Yardım kuruluşlarında
çalışın. Her çalışma size ileride büyük avantaj kazandıracaktır.
Olgunlaştığınızı, piştiğinizi hissedeceksiniz. ON İKİ - Mutlaka
öğrenim ve iş hayatınız dışında uğraşlar, hobiler geliştirin. İyi
okullara, işlere alınmada sıra dışı yaptıklarınız artı puan olarak
karnenize yazılıyor. Topluluk karşısında konuşma yeteneğinizi
geliştirmek için tüm fırsatları değerlendirin. Konusuna hakim başka
insanların arasında öne çıkmak istiyorsanız, yaşadığınız dünyaya
kayıtsız kalmayacak duyarlılığınızı geliştirin. Fark yaratın. Özel
tutkularınızla insanları ve iş konunuzu etkileyebilirsiniz. İster
paraşütle atlamayı, ister derin denizlerde dalmayı, ister balık tutmayı,
ister şiir yazmayı, ister 1930'lu yılların pullarını biriktirmeyi,
ister Tayland yemekleri yapmayı... deneyin. Varsa paranızı bu tür
meşgalelere, seyahatlara harcayın. İyi ve temiz giyinin ama marka
peşinde koşup harçlığınızı, ailenizin kazancını heba etmeyin. Onlardan
uzak durun. Varsa paranız tüketmeye değil üretmeye, öğrenmeye, gezmeye
harcayın. Başkalarına bir şeyler göstermek için değil, kendiniz için
yaşamayı ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi olur. ON ÜÇ -
"Uzmanlık" sihirli sözcük. Eskiden her işten bir şeyler anlamak
önemliydi. Belki bugün de çok yanlı olmak, değişik hobilere sahip olmak
cazip kılabilir insanı. Ama asıl saygıyı uyandıran, önünüzü açan bir iki
konuda uzman olmak, hatta mümkünse çok iyi olmak. Dolayısıyla çok fazla
disiplinde ortalama biri olmaktansa bir iki disiplinde "usta" olmayı
seçin. Uluslararası geçerliği, saygınlığı olan, sevdiğiniz işi yapın.
Çok para kazanacağınız değil, çok tatmin olacağınız işi seçin. Zaten
sevdiğiniz işi iyi yapıyorsanız, bir gün (en azından o işin piyasasında)
iyi para kazanmanız da kaçınılmaz.
ON DÖRT - "Tekkeyi bekleyen
çorbayı içer". Sebat edin. Kendinize güvenin. Arka arkaya birkaç şirkete
transfer olarak her seferinde biraz daha fazla maaş kazanmayı
amaçlamayın. Bir kariyer planlaması olmadan küçük ödüller karşılığı
transferlere soyunursanız her ödülün bedeli de olacağını unutmayın. Bu
demek değildir ki, her şeyi göze alarak içinde bulunduğunuz duruma
tutunun,. Maceracı olmamayı hedeflerken tutuculuk da yapmayın. Sebat
etmek ile kabuğundan çıkamamak aynı şeyler değil. Bu ikisi arasında
dengeyi kurmada anahtar, gelecek planlamasında. Geleceğinizi planlarken
bir hamleden fazlasını hesap etmeli, bütün değişkenleri
değerlendirmelisiniz. ON BEŞ - Kendinize güvenin. Dünyayı,
ülkenizi, yakın çevrenizi olumlu yönde değiştirmeye kendinizden
başlayın. Konuşmayın, şikayet etmeyin, hemen harekete geçin. Ömür,
ortalama 700 bin saat civarında. Gelecek, sizin elinizde ve bugün
başlıyor. Ertelemeyin onu.