14 Ekim 2019 Pazartesi

Savaş Hakkında


Savaş, insanın insanı silahlı ve organize olarak, planlı öldürme eylemidir.

Ancak her savaş, silahla yapılmaz. Bazıları, çok daha farklı teknikler ve araçlar kullanır.

Ülkemizin de içinde bulunduğu bir grup ülke yıllardır bu gizli yürütülen savaşın etkilerine maruz kalıyor.

İnsanlık tarihine bakarsanız, savaşsız geçen bir yıl bir olmamış.
Hoşlansakta, hoşlanmasakta insanoğlunun içinde var, çatışmak ve yok etmek.

Medeniyet, kültür temsilcisi olduğunu iddia edenler ki batı dünyası, var olan bilgi, kültür ve teknolojilerini yüzyıllarca sömürdükleri diğer toplumların kaynaklarından sağladılar.

Günümüzde dünya üzerinde 2 tür toplum kaldı.
Bir tanesi, yaşamak için çalışmak, karnını doyurmak ve yarın da çalışabilmekten başka bir şey ummayan insanlar toplulukları.

Kişisel gelişimleri için gelirlerinden pay ayıramayan, günlük TV dizileri ve yarışmaları ile zihinleri uyuşturulan, sosyal medya alanı ile kendisini özgür birey hisseden insanlar.

Sayıca çoğunluğu oluşturuyorlar ve üretim bunların iş gücüne dayalı.
Kendileri için bulamadıkları hayatı, çocuklarına sağlamak için uğraşıyorlar.
Tüketimleri, bir sonraki gün yaşayıp çalışmalarına yetecek düzeyde...
Durumlarına isyan etmeye, sorgulamaya bile ne fiziksel, ne de zihinsel mecali kalmayan grup bunlar.

Diğeri ise temel ihtiyaçlarının üstünde gelire sahip olan ve bu gelir ile kendisine zaman satın alabilen gruplar. Bunlar eğitime, kültürel gelişime, estetik değerlerin yükselişine ve bu şekilde yeni bilimsel bakışlarla bilimin gelişimine kaynak ayırabilen gruplar.

Sosyal refahlarının önemli bir kısmı, geçmişteki sömürgelerinden aktarılan kaynaklarla temel bulmuş birikimlere ve bu birikimlerin üstüne inşa edilmiş medeniyetlerine borçlular.

Bunlar için diğer grup; eti, sütü, postu, yünü  için beslenen bir koyun sürüsünden farklı ve daha değerli değiller.
Kendi kültürel değer yargıları, insan hakları, eşitlik, barış vb kavramlar bile sadece kendileri ve kendileri gibi olanlar arasında geçerli kavram. Üçüncü ülkelere gelince işler, bu söylemler lafta kalıyor.

Bu toplumlar, sahip oldukları birikimler ile hala diğer toplumlara karşı gizli sömürgeci savaşlarını sürdürüyorlar.

Evet, hala savaş içindeler ama kullandıkları araçlar farklı sadece... Yaşam şekillerini, kültürlerini empoze edip, kendilerine tüketici pazarını genişletiyorlar.
Bu toplum içindeki görüş ve inanç farklıklarını körükleyerek, taraf tutarak, aralarında çözmeleri gereken sorunlara müdahil oluyorlar.
Böylece, silah sanayilerine yeni müşterileri ayakta tutuyorlar.

Kendi yaşam alanlarındaki atıkları, çöpleri ihraç ederek, bu ülkelere kirliliklerini ve çevre sorunlarını yolluyorlar. Çevre maliyetini tüm bu toplum üzerine yüklüyorlar.

Bunları yaparken de evrensel değerleri slogan olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar.

Eğer insanlığa ışık getirdiğini, medeniyet timsali olduklarını iddia eden bu toplumların sebep olduğu zararlara bakarsak, dünyanın kaymağını tükettiklerini ve bu durumu korumak için çabaladıklarını görüyoruz.

Diğer toplumların sadece doğal kaynaklarını değil, beyin gücünü, sanat dehalarını da kendilerinde topluyorlar. Bu yüzden, sömürülen bu ülkelerde sanat ve bilim de daha yavaş gelişiyor.
Oysa, sanat olmadan, bilim, bilim olmadan da ülkelerin ekonomisi güçlenemez.

Son olarak ülkemizin içine çekilen güneyimizdeki kaynaşma alanı bile, bu ülkelerin ulaşmak istediği bir doğal kaynak üzerine kurgulanmış...

Dünyanın enerji geleceği, doğal gaz üzerine gelişiyor. Enerji, her ülkenin, toplumun gerek büyümek gerek ise durumunu korumak için vazgeçemeyeceği bir kaynak.

Gelişmekte olan ülkelerin her yıl enerji ihtiyacı her %10'luk nüfus artışına ve %5'lik büyüme oranına göre 8-12 kat artıyor.
Yani, ülkeler geliştikçe, nüfusları artıkça enerji ihtiyaçları geometrik oranlarda artıyor.

Dünya da hali hazırda petrolün yerini alabilecek tek bir enerji kaynağı var.
Doğal Gaz.
En büyük rezervler ise, Rusya, ABD ve Basra Körfezi (Irak-İran) kontrolünde. Başka ciddi rezervler var ama...

En büyük doğalgaz tüketicileri ise AB, Çin, ABD...
Gelişmekte olan ülkelerde de ihtiyaç artıyor üstelik.

Rusya- Ukrayna krizi, Sovyetler döneminde döşenmiş boru hatlarından AB'ye giden doğalgazın, Ukrayna tarafından kullanılması ve parasının ödenmemesi sonucu olmuştu. Rusya doğal gazı çekince, AB o kış titremişti.

Özellikle lokomotif Almanya bu durumdan ve bağımlılıktan çok rahatsız oldu.
Hemen ürün ve satıcı çeşitlendirmesine yöneldiler. Çünkü Rus doğalgazına bağımlılık stratejik bir zayıflık idi.

Sürdürülebilir, güneş ve rüzgar enerjisi teknolojilerinin gelişiminden başka terk ettiği atom santralleri (Fukuşima'dan sonraki kamu oyu baskısı ile) yerini kömürlü (kolayca doğal gaza çevrilebilir) termik santrallere ağırlık vermeye başladı.

AB (Almanya) özellikle kuzey Afrika ülkelerinden de (en çok umut vaat eden Mısır açıklarında idi ama Mısır'ın ihtiyacına ancak yeteceği anlaşıldı sonradan)  sıvılaştırılmış doğal gaz alımı ile ürünü ve satıcıyı çeşitlendirip, Rus doğal gazına bağımlılığını %40'lara kadar düşürebildi.
Ama bu artan (özellikle inovatif teknoloji ile Avrupa lokomotifi görevi yüklenen Almanya'nın) enerji ihtiyacını karşılamayacaktı.

Sonuç olarak AB'nin kendisine alternatif doğal gaz kaynakları ve bulması gerekiyor. Fransa, nükleer santrallerden vazgeçmiyor.

Bu arada Rusya'nın Sibirya da iki kuyusu var. Bir tanesi AB ve çevre ülkelere doğalgaz verirken, diğeri bekliyor. Çin bu ikinci kuyudan doğal gaz istiyor. Ancak bu sefer farklı kuyudan olacağı için Çin'in pazarlık imkanı daha geniş olacak. Rusya ise AB'ye verdiği kuyudan vermek istiyor. Böylece fiyat kontrol altına alınacak. Çin'e pahallı geliyor.

Çin bu sefer Ortadoğu'dan sıvılaştırılmış doğalgaz alımı ile bu ihtiyacını kapatmaya çalışıyor. Tabii yetmediği içinde nükleer santral, yenilenebilir enerji sistemleri ve her türlü başka yöntemle enerji bağımlılığını kontrol etmeye çalışıyor.
Çin İran'dan da doğal gaz almak istiyor. Özellikle boru hattı ile bu, süreklilik ve ekonomik bağımlılık demek. Oysa Afganistan'da yıllardır bitmeyen kargaşa ve kontrolsüzlük, İran doğal gazının, Çin ve Hint pazarına ulaşmasını kısıtlıyor.

ABD ise bu arada boş durmuyor. 2010'lu yıllardan itibaren petrol-enerji şirketleri harıl harıl doğalgaz sıvılaştırma tesisleri inşa ediyorlar. Planlama da 2020'li yıllarda, Çin, Avustralya, AB bu gazın müşterisi olacak. Çünkü deniz altından boru hattı döşemek ve bakımını yapmak kolay ve ekonomik değil. ABD şimdiye kadar ürettiğini iç tüketimde kullanıyordu.

AB bir ara Rusya ile Karadeniz altından (Baltık Denizinden direk Almanya'ya ulaşan hattın bitiminden sonra) Bulgaristan üzerinden doğalgaz boru hattı gündeme geliyor. Ancak AB Bulgaristan'a giriş fiyatı (AB üyesi olduğu için) ve bütün boru döşeme  maliyeti Rusya karşıladığı halde, aynı hattan Azerbaycan ve Türkmenistan (satıcı farklılığı ile fiyat-pazarlık avantajı, doğal gaz sürekliliği) gazı ısrarı ile bu hattan vazgeçiliyor.

Türkiye üzerinden hat düşünülüyor, AB üyesi olmadığı için fiyat kontrolü olacak. Ama Suriye de düşürülen uçak olayı bunu geciktiriyor.
Sonunda bu bağlamda Türkiye' Rusya'nın Akdeniz'e açılan doğal musluğu olarak anlaşıyorlar. Sıvılaştırılmış doğal gaz tesislerine olan ihtiyacımız ise bundan. Tüm Akdeniz'in musluğu olmak için.
https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/baris-pinari-harekatinda-dorduncu-gun-5385028/

Fakat bu süreçte, AB ve ABD başka alternatiflerinde eldesi ve kontrolü çabasında. Özellikle Basra Körfezi doğal gazının boru hattı ile Akdeniz'e ulaşması çok cazip bir hale geliyor.
Çünkü yakınlarda AB üyesi Güney Kıbrıs  Rum kesimi var. Buraya gelen borunun maliyeti ve doğal gaz fiyatı düşük olacak. Üstelik Doğu Akdeniz havzasından da İsrail-G.Kıbrıs Rum ortaklığı ile ek gaz alabilirlerse, boru hattının güvenliğini de İsrail üzerine yüklemiş olacaklar.

Fakat tek ihtiyaçları, Basra körfezinden Akdeniz'e ulaşacak boru hattının güzergahı ve güvenliği kalıyor.
Bu amaçla önce yapay bir terör örgütü ile bölgeyi insansızlaştırıyorlar. Adından bu yapay güce karşı hareket ederek, bölgeye istihkamlarını kuruyorlar. Ve adım adım yeni bir devlet oluşumuna yöneliyorlar.
Bu kurulacak yeni devlet Batı'ya hem ekonomik, hem siyaset olarak bağımlı olmalı. Çevre ülkelerle sorunlu olmalı.
Böylece bölgede bir Kürt devleti oluşumuna doğru yönlendirmeye çalışıyorlar.

AB özellikle Almanya ve Fransa bu yüzden bu bölgede çok geziniyor. İngiltere ise İsrail ve ABD üzerinden hareket ediyor. ABD ise hem kendi satacağı ürünler için, hem dünya doğal gaz piyasasını kontrol için, bu bölgeden vazgeçemiyor.

Şimdi Türkiye'nin düzenlediği bu harekat, bu uydu devletin kuruluş amacını tamamen bitirmek ve kontrol etmek üzerine...

1 yorum:

  1. Ütopik İzmir Bence Türkiye'nin bölgedeki en önemli hatası, İsrail ile olan ilişkilerini Arap (kısmen İran)-AB- ABD üçgeni üzerinden yürütmesiydi.

    Hoşlanın ya da hoşlanmayın, Araplardan en fazla saldırı yaşayan toplumlardan biri de İsrail toplumu...
    İlişkileri bizimki kadar bile iyi değil.
    Eğer İsrail ile olan devlet ilişkilerini, müttefiklerimizin ve dostlarımızın talepleri dışına çıkartabilseydik (buna İran da dahil), şu an bölgedeki pozisyon çok daha farklı olurdu.

    Devletler arasında, devlet çıkarları önceliğinde işbirliği zemini daha rahat oluşturulurdu.

    Ancak mevcut iktidarın, din tabanlı seçmenine yönelik, öcü-düşman tanımlamasına din öğesini sokmak zorunda kalması, bu durumu olumsuz etkiledi.

    Dikkat ederseniz, İsrail için bölgedeki önceliği, kendi çıkarlarıdır. Amerika veya batı çıkarları değil. Diğer ortakları da buna (,isteyerek veya istemeyerek fark etmez) uyum sağlıyor. Politik ilişkileri iyi kullanıyor ve lobi organizasyonları etkili...

    Ekonomik olarak hala güçlü bir partnerimiz İsrail, ama uzun vadeli devlet çıkarlarında karşı karşıya geldik. Gerek yoktu.

    Arapların, bireysel kişilikleri her toplumun bireyleri gibi farklı farklı kişiliklerden ve arada muhakkak harika kaliteli insanlardan da oluşuyordur.

    Ama toplumları sadece bu bireyler değil, bir de geçmişten gelen yüzlerce yıllık birikimle oluşmuş "toplumsal hafızalarda" biçimlendiriyor.

    Bizim birikimimiz de, bu toplumlardan genel olarak zarar gördüğümüz yönünde...

    YanıtlaSil