Osmanlıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Toplumsal birlik ve alt kültürlerin durumu hk.


Genetik kökenleri bilemem ve de umursamam da ama zihniyetleri önemli görürüm.
Bu toprağın ve toplumun insanı olmak isteyip, istememek önemli. İstemeyenler genellikle, kendilerini bir şekilde, öncelikli olarak bir gruba dahil ederek tanımlıyorlar zaten.

Önemli olan bu toprağa, insanına ve tarihine sahip çıkmaktır. Bizler, Anadolu halkı, Türk toplumu olarak, bu toprakların en iyi özlerinden oluştuğumuzu düşünüyorum. Din, inanç, köken, hepsi bu oluşmun bir özü. Ama öncelik değiller.

Yoksa gereksiz konularda bolca ciddi ciddi tartışılır. Gereksiz, çünkü var olan durumu daha iyiye, güzele tüm toplum için götürmeyecek. Fayda sağlamayacak.

Diller, evrimleşir. Kelimeler evrimleşir, İsimler evrimleşir. Ortaçağ Avrupasındaki hangi dil, aynen sürüyor? Bırakın, 50 yıl evvelki dil nerede var?
Hele elektronik ileşimle gelen kısaltmalar, dili değiştiriyor. Kavramları da... Yeni kelimeler de zaten yeni kavramları isimlendirme ihtiyacından doğuyor.
Çoğu isim ilk halinden farklı olsa da, aynı kökten türüyor. Bu çok doğaldır.

Cumhuriyet başlangıcı ve 10 yıllık süre bir devrimdir. Anadolu insanının, binlerce yıllak alışkanlıklarından ve bağlılıklarından kurtarmak için bir devrimdir.

Yoksa çok değil, 20-30 yıl sonra tekrar, farklı da olsa monarşik bir sistem başlardı. Çünkü zihinsel alışkanlıklar hala baskındı. O yüzden bu değişim rüzgarı içinde, yer isimlerinin de güncellenmesi normaldir.
Bu Anadolu insanınını tarihinden, kökünden değil, zihinsel ve kültürel bakışıyla geçmişe dönme çabasını bırakıp, yüzünün geleceğe döndürme amacıdır...

Keza, her şey'e rağmen, aradan geçen 100 yıla rağmen bu zihniyettekiler hala toplumsal hayatta baskınlar ve geçmişin sadece olumlu yönlerini dile getirerek, toplumu kısmen dönüştürmektedirler.

Şu var, biz de devlet abartılıyor. Çünkü birey kendini, daha üstün bir güç karşısında kul olmaya şartladırılmış.
Oysa, devletler, toplumların cismanileşmiş tezahürleridir.
Devletsiz toplumlar var olabilir, yaşayabilir.
Ama toplumsuz hiç bir devlet var olamaz.

Bu yüzden devlet, onu oluşturan toplumun özlerinden birinden değil, tüm özlerden oluşur, varlık bulur.

Bunu anlamak için, önce "benim insanım, toplumum" kavramı öne çıkmalı.
Köken, din, vb, kavramların öne çıkması ise sadece bu bütün içindeki çatlakları genişletir. Sonucu ise her durumda toplumsal acizliktir.

-----
Soru- Devlet bunu belli etnik gruplara karşı yapıyprsa bu etik değil. Tek tip bir dil tek bir kültür oluşturmaya çalışırsan renklerini kaybedersin ve o etnik gruplara da baskı asimilasyon vs şeklinde yansır.

Cevap - Bu şekilde algılamıyor ve düşünmüyorum. Asimilasyon bu şekilde olmaz.
Sadece belli bir dili kullananlar için anlam ifade eden isimlerin, tüm toplum için eş anlamlı hale getirilmesi olarak algılıyorum.
Başka türlü, toplum içi eşgüdüm nasıl sağlanacak? Yerleştirilecek? Zaten insanlar, kendilerini şu'yum, bu'yum diye küçük topluluklarla tanımlamaya alışmış.. Hala da bunun peşindeler...

O kadar kısa sürede, ancak net ve devrimsel değişimlerle mümkün bu.

Yüz yıl sonra, insanlar kendilerini neye göre tanımlayacaklar ? Bir düşünün. Şu anki şekilde mi kalacaklar?

-----
Soru- Doğu anadolu bölgesinde halkın kendi dilinde isimlendirdiği köy kasaba dağ tepe isimlerini değiştirmek asimilasyon çabası değil mi ve bu seninle kader birliği yapmış bir halka yapılıyor.

Cevap- "kader birliği yapmış bir halka yapılıyor" diye bir şey yok. Halkların kardeşliği palavrasındaki gibi, birbirinden farklı halklar yok.
Aynı halkız. Aynı toplumuz. Hepimiz birden aynı toplumu oluşturuyoruz. İki farklı ve birbirinden bağımsız parçanın bir araya gelmesi diye bir şey yok. (Ama olması için çok uğraşan var.)
Durumumuz, kardeşlerin ayrılığından daha ötesi olamaz.
-------

Soru- O halde neden belirli yerlerde bu politika uygulandı?

Cevap- Tam konuyla alakalı olmasa da, dil örneği üzerinden gideyim.
Günümüz Türkçesinde kullandığımız bir çok yabancı kökenli kelime var. Batı Avrupa kökenli olanların yanında, Farsça ve Arapça olanlar da var. Aynı şekilde, günlük kullanımda farkında olmadan kullandığımız yerli kelimelerimizde var. Günümüz Türçesinde, mesela Kürtçe veya Lazca kelimelerde yok mu kullanılan. Telafuzu değişmiş olsa da?

Bir ara Türk Dil Kurumu, dilde sadeleşme diye "tavuksal fırtlangaç" gibi abuk sabuk kelimeleri de sokmaya çalıştı. ama olmadı...

Bir kelimenin, toplumsal hayata yerleşmesi, kökeniyle veya hangi dilden geldiğiyle alakalı değildir çünkü.
İfade ettiği kavramı tanımlamasıyla hayat bulur ve yerleşir.

Türkçe'nin bilim dili geliştirmede yetersiz kalması ile bu alanda kavramları ifadea eden yabancı kelimeler, sanat ve edebiyatda, huhukta, diplomasi de, her alanda o kavramı zenginliği ve doğru tanımı ile ifade eden kelimeler baskın olur.

Kimse kelimeleri, ırkından veya dininden dolayı seçmez. Kullanım kolaylığı ve herkese aynı kavramı anlatmasıyla seçer...

Sözgelimi, bilimsel keşif ve gelişmelerde Kürtçe kökenli kelimeler baskın olsa veya şehirleşmede veya tarımda veya sanatda, herkes bu kelimeleri kullanır. Çünkü o kelime, kavramı herkes için aynı şekilde doğru ve tam ifade ediyordur.
Yerleşir.

Siz belli bölgeler de sadece o bölge halkının anlayacağı kavramlar yerine, tüm topluma yeni bir tanımla ortaya koyarsanız. Toplumsal Zihniyet de tümleşir.

O günün iç ve dış dinamikleri altında, siyasi ve ekonomik açılardan da olayı ele almak ve ona göre sorgulamak daha doğru olur.

Günümüz şartlarında, siz hümanizma, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar altında yetiştiniz. Size bunlar, ideal olarak benimsetildi. Bu bakış altında sorguladığınız zaman varacağınız yargı ile
100 yıl evvel, padişahın kutsallığına, aşiret liderine tam itaate ve şıhların, şeyhlerin kutsal gücü ile cenneti garantilediğini düşünen bir zihnin yargısı ve yaklaşımı farklı olurdu.

Hatta toplumsal sorunları çözüm önerileriniz bile farklı olurdu..

Siz tarihçisiniz, bilirsiniz ki, olaylar ve yaşananlar o dönemin ve o döneme kadar olan olguların birikiminin sonucudur.
Verilen kararlar ve uygulamalar da o günün koşul ve ihtiyaçlarına göredir.
O döneme göre, o şartlar altında hata yapıldıya, o koşullar altında ve ele alınmalı ve yargılanmalı. O döneme göre, alternatifleri ele alınmalı, yapılacak doğru buydu denmeli.
Günümüzün doğruları ışığı altında, tarih incelenemez.

(Yavuz'un İran seferinde tanıdığı ayrımcılığın ürünleri bugünkü sorgular hep.)

5 Mart 2016 Cumartesi

Liselerde Osmanlıca Eğitim hk.



Ölü ve yapay bir dil olan Osmanlıca'nın; en son durumunda dahi (1920'lerde)  nüfusunun %1'inin okuyup anlayabildiği bir yazı dilini niye bu kadar gündeme getirdiklerini anlamaya çalışıyorum.
Bu konunun yapay bir gündemden öte olmayacağını, zaten ölü bir yazının ölü bir gündem maddesi olduğunu düşünüyorum.
Osmanlıca hiç bir zaman bilim, sanat ya da halk sanatı dili olmuş değil.
Protokol, bürokrasi ve toplumun üst çerçevesinin belki bir miktar sanat- yazın dili olmuştur. Var oluşundan itibaren konuşma olarak, halkın çoğunluğuna ulaşmamıştır.
Diğer yandan alfabesi Fars ve Arap kökenli, Türkçeye uyarlanmış harflerle doludur.
( Nasıl Çin alfabesini geliştiren Japonlar -Sadece Kanji alfabesi. Tamamlayıcı Hiragana ve Katakana alfabeleri kendi ses yapılarına göredir- tamamen farklı seslerle ve anlamlarla kullanmışlardır. )
Osmanlıca'nın durumu da aynıdır. Üçüncü bir göz için benzer yazılar ama, aynı değiller.

Osmanlıca eğitimden amaç çocukların dil haznesini ve kavram dünyasının geliştirmek ise, geç kalındı. Günümüzde bilgi çağının kavramlarını ya İngilizce'den alırsınız. Ya da kullandığınız dilin ön-son ek, uyarlama yeteneğine ve esnekliğine göre kendi dilinizden üretirsiniz. Türkçe açık ara bu konuda üstün bir dil ama…
Bunun için vizyon sahibi olmalısınız. O kavram dilinize girip, yerleşip genelleşmeden önce kelimeleri üretmelisiniz. Mesela bilgisayar ile ilgili Türkçe kavramların çoğu, daha kişisel bilgisayarlar Türkiye'de yayılmadan önce üretilmişti. Yoksa bu konuda kendi kelimelerimizi üretmezdik.
Diğer yandan internet o kadar hızlı bir dağıtım yapıyor ki kavramlarda...  Kavramlar yerelleşemeden olduğu gibi kabul ediliyor. Çünkü arkadan hızla yeni bir art kavram gelecek.

Eğer geçmiş edebi eserlerin, genç kuşaklarca anlaşılması için diyorsanız, (bilimsel demiyorum çok fazla yok çünkü) o konuda biraz katılırım.  Orijinal yazın dilinde okumanın zevki ve hazzı yüksek.
Okunması rahat ve ses esnekliği yüksek Latin alfabesinde olması şartıyla.
Ancak gençlerin çoğu (evladımda dahil) kağıttan  okumayı pek beceremiyor.

Test çözer gibi hızlı hızlı geçiyorlar kelimelerin üstünden... Onlara bu eserleri en iyi dizilerle anlatabiliyorsunuz. İlginçtir ki toplumun büyük çoğunluğu da aynı durumda...

O zaman niye bu Osmalıca sevdası...  Zaten gündelik dilimde yeterince kullanıyorum(z). Bu yazıda bile kaç tane var bakın.

Eğer geçmişiyle barışık, tarihini bilen bir toplum diyorsanız, istenilen yol çok eksik ve hatalı...

Önce okullardaki Tarih eğitimini bilimsel düzeye çıkartın.

Tarihi, ezberlenecek ve sınavda geçilecek bir ders olmaktan çıkartın. Tarih kitaplara içine dağıtılmış, önyargıları, peşin hükümleri ve yönlendirici ifadeleri, ırkçı-ümmetçi yaklaşımları kavramları temizleyin.
Tarihi tarafsız bir gözle ele alın. Salt yerli ve taraftar kaynaklarıyla değil, muhalif kaynaklarla da ele alın. Misal mi? Çaldıran savaşını sadece Osmanlı kaynaklarıyla değil, Fars, Safevi kaynaklarıyla da ele alın.
Bırakın öğrenci o günün şartlarını anlasın. Tartışsın. Eğer kendisi o taraflardan biri olsaydı, ne yapardı o şartlarda düşünsün.
Bırakın, sınıf arkadaşları da bu düşüncesindeki eksik ve yanlışları tamamlayıp, ortak bir bakış açısı kazanana kadar konuyu irdelesin.

Tarih böyle öğretilmeli. Ya da en azından buna benzer bir şekilde. O zaman görürsünüz ki, ülkenizdeki tüm gençlik tarihini bilir ve onunla onur duyar.

Tabii tarihimizi Osmanlı ile sınırlayacak kadar dar görüşlü iseniz bunu beceremezsiniz.
Selçuklu tarihi de bizim tarihimizdir. Orta Asya tarihi de bizim tarihimizdir.

Ama yine de eksiktir. Anadolu tarihi de bizim tarihimizdir.
Sadece bir kaç mezar taşının üstündeki Osmanlıca yazı değildir, bu topraklardaki mührümüz.

Anadolu’nun dört bir yanında yapılmış antik binalarda, heykellerde, mozaiklerde bizim mührümüzdür.
Anadolu da binlerce yıldır yaşamış, bu eserleri yapmış insanlar bir yere gitmedi ki Orta Asya'dan gelenlerle... Hepsi burada yaşamaya devam etti. Savaştılar, seviştiler ama gitmediler. Karıştılar...

Antik şehirlerdeki kalıntıları gezerken, yabancılaşma hissediyorsanız bu bağınızı, geçmişi ve tarihi tam bilemediğiniz içindir.

Oysa gezin Anadolu' yu ocak-fırın yapım tekniklerinden, baca biçimlerine, duvar inşaat tekniklerinden, kap kaçaklara, çanak-çömlekten, günlük bazı kelimelere (kamış- bitki olan "Saz" kelimesi Sümer kökenli diye hatırlıyorum) hatta yöresel giysilere ve takılara kadar birçok eserde, yerde binlerce yılın süzülmüş ürünü var.

Atatürk bunları biliyordu ki Türk Dili ve Tarih'i, Arkeoloji enstitülerini vb. kurumlara önem verdi, kurdurttu.
Anadolu da yaşayan insanları, sadece dini çerçevedeki bakışların ötesine çıkarmayı hedefledi. Geçmişin tümüyle kucaklanması için uğraştı. Hazırlık yaptı gelecek kuşaklara...
Ne diyeyim..
Cenâb-ı Allah Atatürk'ün yolundan ayrılanların tez belasını versin...

---------------------------------------------------
Osmanlı'nın Türk kimliği üzerine bir tartışmadan....


Elbette otorite değilim ama Osmanlılara, Türk diyenler Avrupalılar'dı diye biliyorum.
Osmanlı her daim, çok uluslu bir imparatorluk olarak Türk kavramını yüceltmemiştir.
Diğer yandan, Osmanlı da Türk kültürünün geleneğinin bir parçasıdır ve gücünü Türk kültüründen almıştır.
Ama tüm Türk kültürünün veya toplumunun bir temsilcisi olmamıştır.
Sadece bir yan dal olarak gelişmiştir.

Eğer bu toplumda Türk kültürünün birleştirici özellikleri olmasaydı, Osmanlı yıkılışı ile bu topraklar bir çok düşman toplumun müstemlekesi olurdu...

Türk kültürü, din, ırk, köken gibi inanç veya genetik köken gibi geçmişten gelen bağlarla değil, günlük konuşulan dil (Dil önemlidir. Çünkü bir kültürün temsilcilerinin arasındaki ileşimden ayrı, Nasıl düşündüklerini? Düşünme alışkanlıklarını da tanımlar.) ve ülkü birliği (gelecek ile ilgili beklentileri benzer) olması üzerinedir.

Sanırım Türk toplumu olarak biraz da bu yüzden "balık hafızalı"yız.

Geçmiş değil, şimdi ve gelecek bu çerçeve de şimdi ve gelecekte bizimle beraber olacak olanlar daha ön planda...