5 Mart 2016 Cumartesi

Liselerde Osmanlıca Eğitim hk.



Ölü ve yapay bir dil olan Osmanlıca'nın; en son durumunda dahi (1920'lerde)  nüfusunun %1'inin okuyup anlayabildiği bir yazı dilini niye bu kadar gündeme getirdiklerini anlamaya çalışıyorum.
Bu konunun yapay bir gündemden öte olmayacağını, zaten ölü bir yazının ölü bir gündem maddesi olduğunu düşünüyorum.
Osmanlıca hiç bir zaman bilim, sanat ya da halk sanatı dili olmuş değil.
Protokol, bürokrasi ve toplumun üst çerçevesinin belki bir miktar sanat- yazın dili olmuştur. Var oluşundan itibaren konuşma olarak, halkın çoğunluğuna ulaşmamıştır.
Diğer yandan alfabesi Fars ve Arap kökenli, Türkçeye uyarlanmış harflerle doludur.
( Nasıl Çin alfabesini geliştiren Japonlar -Sadece Kanji alfabesi. Tamamlayıcı Hiragana ve Katakana alfabeleri kendi ses yapılarına göredir- tamamen farklı seslerle ve anlamlarla kullanmışlardır. )
Osmanlıca'nın durumu da aynıdır. Üçüncü bir göz için benzer yazılar ama, aynı değiller.

Osmanlıca eğitimden amaç çocukların dil haznesini ve kavram dünyasının geliştirmek ise, geç kalındı. Günümüzde bilgi çağının kavramlarını ya İngilizce'den alırsınız. Ya da kullandığınız dilin ön-son ek, uyarlama yeteneğine ve esnekliğine göre kendi dilinizden üretirsiniz. Türkçe açık ara bu konuda üstün bir dil ama…
Bunun için vizyon sahibi olmalısınız. O kavram dilinize girip, yerleşip genelleşmeden önce kelimeleri üretmelisiniz. Mesela bilgisayar ile ilgili Türkçe kavramların çoğu, daha kişisel bilgisayarlar Türkiye'de yayılmadan önce üretilmişti. Yoksa bu konuda kendi kelimelerimizi üretmezdik.
Diğer yandan internet o kadar hızlı bir dağıtım yapıyor ki kavramlarda...  Kavramlar yerelleşemeden olduğu gibi kabul ediliyor. Çünkü arkadan hızla yeni bir art kavram gelecek.

Eğer geçmiş edebi eserlerin, genç kuşaklarca anlaşılması için diyorsanız, (bilimsel demiyorum çok fazla yok çünkü) o konuda biraz katılırım.  Orijinal yazın dilinde okumanın zevki ve hazzı yüksek.
Okunması rahat ve ses esnekliği yüksek Latin alfabesinde olması şartıyla.
Ancak gençlerin çoğu (evladımda dahil) kağıttan  okumayı pek beceremiyor.

Test çözer gibi hızlı hızlı geçiyorlar kelimelerin üstünden... Onlara bu eserleri en iyi dizilerle anlatabiliyorsunuz. İlginçtir ki toplumun büyük çoğunluğu da aynı durumda...

O zaman niye bu Osmalıca sevdası...  Zaten gündelik dilimde yeterince kullanıyorum(z). Bu yazıda bile kaç tane var bakın.

Eğer geçmişiyle barışık, tarihini bilen bir toplum diyorsanız, istenilen yol çok eksik ve hatalı...

Önce okullardaki Tarih eğitimini bilimsel düzeye çıkartın.

Tarihi, ezberlenecek ve sınavda geçilecek bir ders olmaktan çıkartın. Tarih kitaplara içine dağıtılmış, önyargıları, peşin hükümleri ve yönlendirici ifadeleri, ırkçı-ümmetçi yaklaşımları kavramları temizleyin.
Tarihi tarafsız bir gözle ele alın. Salt yerli ve taraftar kaynaklarıyla değil, muhalif kaynaklarla da ele alın. Misal mi? Çaldıran savaşını sadece Osmanlı kaynaklarıyla değil, Fars, Safevi kaynaklarıyla da ele alın.
Bırakın öğrenci o günün şartlarını anlasın. Tartışsın. Eğer kendisi o taraflardan biri olsaydı, ne yapardı o şartlarda düşünsün.
Bırakın, sınıf arkadaşları da bu düşüncesindeki eksik ve yanlışları tamamlayıp, ortak bir bakış açısı kazanana kadar konuyu irdelesin.

Tarih böyle öğretilmeli. Ya da en azından buna benzer bir şekilde. O zaman görürsünüz ki, ülkenizdeki tüm gençlik tarihini bilir ve onunla onur duyar.

Tabii tarihimizi Osmanlı ile sınırlayacak kadar dar görüşlü iseniz bunu beceremezsiniz.
Selçuklu tarihi de bizim tarihimizdir. Orta Asya tarihi de bizim tarihimizdir.

Ama yine de eksiktir. Anadolu tarihi de bizim tarihimizdir.
Sadece bir kaç mezar taşının üstündeki Osmanlıca yazı değildir, bu topraklardaki mührümüz.

Anadolu’nun dört bir yanında yapılmış antik binalarda, heykellerde, mozaiklerde bizim mührümüzdür.
Anadolu da binlerce yıldır yaşamış, bu eserleri yapmış insanlar bir yere gitmedi ki Orta Asya'dan gelenlerle... Hepsi burada yaşamaya devam etti. Savaştılar, seviştiler ama gitmediler. Karıştılar...

Antik şehirlerdeki kalıntıları gezerken, yabancılaşma hissediyorsanız bu bağınızı, geçmişi ve tarihi tam bilemediğiniz içindir.

Oysa gezin Anadolu' yu ocak-fırın yapım tekniklerinden, baca biçimlerine, duvar inşaat tekniklerinden, kap kaçaklara, çanak-çömlekten, günlük bazı kelimelere (kamış- bitki olan "Saz" kelimesi Sümer kökenli diye hatırlıyorum) hatta yöresel giysilere ve takılara kadar birçok eserde, yerde binlerce yılın süzülmüş ürünü var.

Atatürk bunları biliyordu ki Türk Dili ve Tarih'i, Arkeoloji enstitülerini vb. kurumlara önem verdi, kurdurttu.
Anadolu da yaşayan insanları, sadece dini çerçevedeki bakışların ötesine çıkarmayı hedefledi. Geçmişin tümüyle kucaklanması için uğraştı. Hazırlık yaptı gelecek kuşaklara...
Ne diyeyim..
Cenâb-ı Allah Atatürk'ün yolundan ayrılanların tez belasını versin...

---------------------------------------------------
Osmanlı'nın Türk kimliği üzerine bir tartışmadan....


Elbette otorite değilim ama Osmanlılara, Türk diyenler Avrupalılar'dı diye biliyorum.
Osmanlı her daim, çok uluslu bir imparatorluk olarak Türk kavramını yüceltmemiştir.
Diğer yandan, Osmanlı da Türk kültürünün geleneğinin bir parçasıdır ve gücünü Türk kültüründen almıştır.
Ama tüm Türk kültürünün veya toplumunun bir temsilcisi olmamıştır.
Sadece bir yan dal olarak gelişmiştir.

Eğer bu toplumda Türk kültürünün birleştirici özellikleri olmasaydı, Osmanlı yıkılışı ile bu topraklar bir çok düşman toplumun müstemlekesi olurdu...

Türk kültürü, din, ırk, köken gibi inanç veya genetik köken gibi geçmişten gelen bağlarla değil, günlük konuşulan dil (Dil önemlidir. Çünkü bir kültürün temsilcilerinin arasındaki ileşimden ayrı, Nasıl düşündüklerini? Düşünme alışkanlıklarını da tanımlar.) ve ülkü birliği (gelecek ile ilgili beklentileri benzer) olması üzerinedir.

Sanırım Türk toplumu olarak biraz da bu yüzden "balık hafızalı"yız.

Geçmiş değil, şimdi ve gelecek bu çerçeve de şimdi ve gelecekte bizimle beraber olacak olanlar daha ön planda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder