Sizce
eğitim sistemi neden tüm dünyada bu kadar kötü,sizce insanlara gerekli-gereksiz
bilgiler yükleyerek,test makinası yaparak ve stres yaparak zeka ve hayalgücünü bitirip
köleleştirilmesi kolay akılsızlar,bilime zor iş diye bakan magandalar mı
oluşturuyorlar bu saçma sapan sistem,diziler,para kazanma
hırsı,adaletsizlik...birkaç insan tarafından uydurulmuş olsada gereksiz yere
paraya ve diğer kurallara tapıyoruz ve sınav-para hırsından bunu farkedemiyoruz
madem sınav için geldik bu sınavı niye kendimiz zorlaştırıyoruz ki.Sakin sakin
çalışıp sakin sakin öğrenip mutlu gelsek mutlu gitsek nasıl olur değil mi?Ama
olmaz çünkü herşeyin arkasında bir grup olduğuna inanıyorum ve o grup bunu
istemez bence...(Grup=Tarihin başından beri olan bir tarikat olabilir)
Düşüncelerinizi bekliyorum...
kaan
nuri asar 28 Eylül 2015
Peki
sizce nasil yurumeli bunca nufusa sahip dunya da egitim, ki her kulturun kendi
icinde farklilasacagini dusunursek bu soruyu daraltip en azindan sadece
ulkemizde egitim sistemi nasil olmali, bence birazda sorun problemi yeteri
kadar bilip cozum uretmede o kadar etkili olmayisimiz, yapilan her kusru da
banane onlar engelledi onlar istemiyor diye uzerimizden atamayiz bence,toplum
bir yerde kararli olup istedi mi gercekten onun onunde hicbir gucun
duramayacagi kanaatindeyim.
H.D
29 Eylül 2015
Her
olumsuz durumun arkasından, birbirine bağlantılarla bir çok grup ya da topluluk
bağlantılı çıkartılabilir. Bunların çoğunu, oradan buradan şehir efsanelerinden
ya da direk efsanelerden duyuyoruz. Geçmişte gerçekleşmiş bir çok olay arasında
bağlantı kurmak mümkündür. Çok da kolaydır. Sadece yeni bir bilgi ve farklı
bakış açısı gerekir. İnsan sayısı kadar bakış açısı olduğundan, doğru ya da
yanlış, bolca; "kendi içinde tutarlı ve mantıklı" bir çok senaryo üretilebilir.
Hatta bazıları bunlara inanıp, bunlara dahil olduğunu düşünebilir de....
Bu durumun altında yatan temel neden de, çoğu insanın asla kavrayamadığı bir durumdur. Tüm düşünceler, görüşler, ideolojiler, idealler, izmler, felsefeler "CANLI"dır..... Böyle soyut bir durumdan Canlılık nasıl üretiliyor derseniz.... (Hepsine birden, " topluluk amacı" diyelim.)
Her topluluk amacı (ta) önce bir ya da bir kaç kişinin düşüncesinden doğar. Cılızdır. Zamanla İlk kişiden etrafa yayılarak güçlenir. O ta'yı ya da türevlerini benimseyenler artıkça ta'da güçlenir. Çoğunluğunun ömrü insan ömründen uzun olsa da kısadır. Çünkü her düşünce kendi zamanının şartlarından ve ihtiyaçlarından doğup gelişmiştir. Ancak zamanla koşullar ve dolayısıyla ihtiyaçlar değiştikçe, ta'lar yetersiz kalır.
Son çırpınışlarında daha da koyu bir taassuba düşseler de, yok olurlar. Çünkü yerlerine yenileri gelir. Ancak çok nadir bazı ta'lar yaşamaya devam eder. Bunun anahtarı ise, çağının koşullarına göre değişim geçirebilme yeteneği ile alakalıdır. Eğer bir ta, çok sert olmayan kurallar üzerine ve esneklik payları ile oluşmuş ise varlığını uzun süre devam ettirir. Örneğin, Sol partiler ya da sağ partiler 50 yıl öncesinden çok daha fazla çeşitliliktedir. Ya da dinler... Tek ve basit anlaşılır olmasına rağmen, zamanla her din kendi içinde alt birimler (mezhepler>tarikatlar, vs ) üretmiştir. Bu ta'ların esneklik ve zamana uyum çabalarının bir sonucudur.
Bu durumun altında yatan temel neden de, çoğu insanın asla kavrayamadığı bir durumdur. Tüm düşünceler, görüşler, ideolojiler, idealler, izmler, felsefeler "CANLI"dır..... Böyle soyut bir durumdan Canlılık nasıl üretiliyor derseniz.... (Hepsine birden, " topluluk amacı" diyelim.)
Her topluluk amacı (ta) önce bir ya da bir kaç kişinin düşüncesinden doğar. Cılızdır. Zamanla İlk kişiden etrafa yayılarak güçlenir. O ta'yı ya da türevlerini benimseyenler artıkça ta'da güçlenir. Çoğunluğunun ömrü insan ömründen uzun olsa da kısadır. Çünkü her düşünce kendi zamanının şartlarından ve ihtiyaçlarından doğup gelişmiştir. Ancak zamanla koşullar ve dolayısıyla ihtiyaçlar değiştikçe, ta'lar yetersiz kalır.
Son çırpınışlarında daha da koyu bir taassuba düşseler de, yok olurlar. Çünkü yerlerine yenileri gelir. Ancak çok nadir bazı ta'lar yaşamaya devam eder. Bunun anahtarı ise, çağının koşullarına göre değişim geçirebilme yeteneği ile alakalıdır. Eğer bir ta, çok sert olmayan kurallar üzerine ve esneklik payları ile oluşmuş ise varlığını uzun süre devam ettirir. Örneğin, Sol partiler ya da sağ partiler 50 yıl öncesinden çok daha fazla çeşitliliktedir. Ya da dinler... Tek ve basit anlaşılır olmasına rağmen, zamanla her din kendi içinde alt birimler (mezhepler>tarikatlar, vs ) üretmiştir. Bu ta'ların esneklik ve zamana uyum çabalarının bir sonucudur.
Bu
nedenle çok sert ve kesin kurallar ile çerçeveleri belirlenmiş her ta zamanla
köhner... Bu kadar çeşitlilik içinde de çeşitli efsaneleri kanıtları ile ileri
sürmek her zaman mümkündür.
İkinci durum ise; kanıtların mantığı ile oluşturulan kurgulardır. Her kurgu kendi içinde kanıtları çok mantıklı bir şekilde birbirine bağlayıp, kendi gerçekliğini oluşturabilir. Bu mantık içinde şekillenmiş beyinler de , olguları ve durumları bu mantık süzgeci ile ele alabilir.
Oysa, matematiğin sonsuz sınırsız mantık yeteneği burada işlev görmektedir. Örneğin, eğer "2+2= 5 doğru"şeklinde bir önerme ile bir problemi ele alırsak ve buna göre formüller kullanırsak, kendi içinde gene tutarlı ve mantıklı bir çok ilişki (formül, fonksiyon, vs) tanımlayabiliriz. Ve bunların hepsi 2+2=5 çerçevesinde mantıklıdır. Sözün özü bir düşüncenin yanlış olması için temelde tek bir hatalı bilgi yeterlidir.
İlk temel mantık -bilgi hatalı ise kalanı ne olursa olsun, fark etmez. Bu işlemlerin güzel yanı mantık sistemini, farklı olasılıklar için çalıştırdığından, hayal gücünü de genişletmesi ve belki de daha önce fark edilmeyen bir ayrıntının fark edilmesini sağlamasıdır.
Üçüncü duruma gelirsek, insan topluluklarının ilk amacı: varlıklarını sürdürebilmektir. Bunun için ellerindeki tüm kaynakları ve imkanları kullanırlar. Sanayi çağı, özellikle toplu üretim teknolojisi ile toplumların yapısını ve ihtiyaçlarını değiştirmiştir. Öncelikle en azından temel talimatları okuyup anlayacak ve uygulayacak düzeyde bol işçiye ve teknisyene ihtiyaç olmuştur. Bu amaçla toplumun en azından temel eğitimden geçirilmesine başlanmıştır. Özellikle 1870'ler de (Von Bismarck dönemi) Almanya'sında (Prusya önderliğinde) ve aynı dönemde İtalya'nın ulusal birliğinin tamamlanması ile bu süreç halen günümüzde de etkin olan temel eğitim sistemini oluşturmuştur. (İngiltere ve Fransa daha önce harekete geçiyor. Fransa Napolyon yüzünden gecikiyor. Rusya 1840'larda serflik sistemini (Avrupa içinde en son bitiren) sona erdirip, sanayileşmeye başlıyor (Ancak 1880'lerde ABD Perry yüzünden dışa açılmak zorunda kalan ve hızla sanayileşen Japonya'ya 1905'de deniz savaşında yenilince, sürecin tamamlanmadığı açığa çıkıyor) . Ve hızlı bir sömürge edinme, sömürme çağı başlıyor.
Bu dönemde bu sanayileşen ülkelerin felsefecileri, yapılan insanlık dışı devlet politikalarını kabul edilebilir hale getirmek için Darwin'in Evrim görüşünü alıp, pullayıp, değiştirip, "-bilim bunu söylüyor!" diye de Batı toplumlarına yutturuyorlar ve eğitime sistemlerine alıp, beyinleri yıkıyorlar. Bu kadar çok üretim olunca, kaynaklarda sömürgelerden en ekonomik şekilde gelince geriye tek bir şey kalıyor? Bu üretilenler ne olacak?
İkinci durum ise; kanıtların mantığı ile oluşturulan kurgulardır. Her kurgu kendi içinde kanıtları çok mantıklı bir şekilde birbirine bağlayıp, kendi gerçekliğini oluşturabilir. Bu mantık içinde şekillenmiş beyinler de , olguları ve durumları bu mantık süzgeci ile ele alabilir.
Oysa, matematiğin sonsuz sınırsız mantık yeteneği burada işlev görmektedir. Örneğin, eğer "2+2= 5 doğru"şeklinde bir önerme ile bir problemi ele alırsak ve buna göre formüller kullanırsak, kendi içinde gene tutarlı ve mantıklı bir çok ilişki (formül, fonksiyon, vs) tanımlayabiliriz. Ve bunların hepsi 2+2=5 çerçevesinde mantıklıdır. Sözün özü bir düşüncenin yanlış olması için temelde tek bir hatalı bilgi yeterlidir.
İlk temel mantık -bilgi hatalı ise kalanı ne olursa olsun, fark etmez. Bu işlemlerin güzel yanı mantık sistemini, farklı olasılıklar için çalıştırdığından, hayal gücünü de genişletmesi ve belki de daha önce fark edilmeyen bir ayrıntının fark edilmesini sağlamasıdır.
Üçüncü duruma gelirsek, insan topluluklarının ilk amacı: varlıklarını sürdürebilmektir. Bunun için ellerindeki tüm kaynakları ve imkanları kullanırlar. Sanayi çağı, özellikle toplu üretim teknolojisi ile toplumların yapısını ve ihtiyaçlarını değiştirmiştir. Öncelikle en azından temel talimatları okuyup anlayacak ve uygulayacak düzeyde bol işçiye ve teknisyene ihtiyaç olmuştur. Bu amaçla toplumun en azından temel eğitimden geçirilmesine başlanmıştır. Özellikle 1870'ler de (Von Bismarck dönemi) Almanya'sında (Prusya önderliğinde) ve aynı dönemde İtalya'nın ulusal birliğinin tamamlanması ile bu süreç halen günümüzde de etkin olan temel eğitim sistemini oluşturmuştur. (İngiltere ve Fransa daha önce harekete geçiyor. Fransa Napolyon yüzünden gecikiyor. Rusya 1840'larda serflik sistemini (Avrupa içinde en son bitiren) sona erdirip, sanayileşmeye başlıyor (Ancak 1880'lerde ABD Perry yüzünden dışa açılmak zorunda kalan ve hızla sanayileşen Japonya'ya 1905'de deniz savaşında yenilince, sürecin tamamlanmadığı açığa çıkıyor) . Ve hızlı bir sömürge edinme, sömürme çağı başlıyor.
Bu dönemde bu sanayileşen ülkelerin felsefecileri, yapılan insanlık dışı devlet politikalarını kabul edilebilir hale getirmek için Darwin'in Evrim görüşünü alıp, pullayıp, değiştirip, "-bilim bunu söylüyor!" diye de Batı toplumlarına yutturuyorlar ve eğitime sistemlerine alıp, beyinleri yıkıyorlar. Bu kadar çok üretim olunca, kaynaklarda sömürgelerden en ekonomik şekilde gelince geriye tek bir şey kalıyor? Bu üretilenler ne olacak?
İşte
o zaman moda kavramı gerçek anlamda başlıyor. Ömrü boyunca en fazla 10-15
gömlek tüketen bir Fransız Asilzadesi, değişen moda ile bunu ayda 10-15'e
çıkartıyor. Fabrikalarda çalışanlara pompalanan daha iyi yaşam umutları,
tüketim düzeyi ve satın alma gücü ile ölçülüyor. Böylece sanayileşen
toplumlarsa sosyal ve ekonomik refah düzeyi artıyor. Bunun temelinde de
şirketlerin büyümeye dayalı (daha çok üret, daha çok sat, daha çok kâr elde et)
laissez faire,(bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler) mantığı ile liberal
görüşlü "tüketim ekonomisi" geliyor.
Konunun kabataslağı bu...
Sorunuzun cevabı ise; hayır bir tarikat filan değil, insanoğlunun varolma kavga ve endişesiyle destekleniş tüketim ekonomisi var. Ve bu ekonomik insanlığın ihtiyaçlarına artık cevap veremiyor. Çünkü bu da bir "ta" ve yaşamak istiyor. Bunun içinde elindeki her kozu sonuna kadar kullanacak.
Konunun kabataslağı bu...
Sorunuzun cevabı ise; hayır bir tarikat filan değil, insanoğlunun varolma kavga ve endişesiyle destekleniş tüketim ekonomisi var. Ve bu ekonomik insanlığın ihtiyaçlarına artık cevap veremiyor. Çünkü bu da bir "ta" ve yaşamak istiyor. Bunun içinde elindeki her kozu sonuna kadar kullanacak.
Burtay
Mutlu 29 Eylül 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder