14 Aralık 2016 Çarşamba

“Teröre karşı Toplumsal ve Bireysel Duruş” için


Ülkemizdeki terör sorununu aşmak, en azından kontrol edebilmek için artık toplum olarak bir duruş sergilememiz gerekiyor.

Siyasi kurumların kendi ideolojik amaç ve hedefleri açısından da sorunun çözümünde etkili olamadıklarını görüyoruz.
Her terör olayından sonra yapılan söylemlerin, lanetlemelerin, protestoların sorunun çözümünde etkisi çok fazla olmuyor.

Devlet kurumları var olan sorunlarda boğulmuş durumda. Güçlü devlet imajı korunmaya çalışılsa da, devlet kurumunun zamanında çözüm üreteceğine olan güven ve inanç ciddi yara almış durumda.
Üstelik yapılan çalışmalar, terör eylemlerini engellemeye yönelik, yoğun çaba ve özveri gerektirdiğinden, daha esaslı ve kökten çözüm üretmelerini beklemek şu anki durumda haksızlık olur.
Ülkemizdeki terör, uluslar arası politikaların ülkemizdeki sosyal yaraları deşmesinden ve kullanmasından da kaynaklanmaktadır. (Ana hattı ile bence; Basra körfezindeki doğalgaz kaynaklarına, doğrudan Akdeniz'e açılan alternatif bir boru hattı ile ulaşmayı isteyen gelişmiş "bazı?" devletlerin, en büyük doğal gaz müşterisi oldukları Rusya ve şimdi Türkiye'yi bu masadan uzak tutma çabalarının bir sonucu. O yüzden çok uluslu karşılıklı politikalar bu kadar yoğun bölgede...)
 

Toplum olarak terör konusunda inisiyatif almamız gerekiyor. Çünkü kamplaşmalar artıyor ve haklı tepkiler sertleşiyor. Bu durumun uzun vade de Türk toplumunun birliğini artırmayacağı da kesin. Bir sorun çözüldüğü zaman, daha önce koalisyon olan gruplar, bu sefer kendi aralarında çatışmalara başlayacaklar. Yani bu eğilim, daha çok soruna gebe...

Kimse "dur!" demeyi başaramadığına göre, iş başa düşüyor. Toplum olarak bizler inisiyatif almalıyız.

Ve işe, "teröre karşı toplumsal ve bireysel duruş-tutum nasıl olmalı"dan başlamalıyız...
     ----------------------------------0-----------------------------------------
Bir toplumda terörizmin doğmasında ve gelişmesinde etken olan; 3 tane temel neden var.

İlki, hukuk sistemine olan güvenin zayıflaması. Bireylerin, kendilerinden daha güçlüye karşı haklarını koruyamayacaklarını düşünmeleri ve hissetmeleri ilk neden.

Bu durumda birey, durumunu düzeltmek için mevcut yasaların öngördüğü yollara yöneliyor.
Hukuk sisteminin değişkenliği ve keyfiliği de, hukuk’a karşı güveni sarsıyor. Her ne kadar bazı kanunlar zamanın ihtiyaçlarına göre tekrar düzenleniyor olsa da,  siyasi iradenin çok fazla kanun çıkartıp, değiştirmesi bu güvensizliği artırmaktan başka etkisi olmuyor. Çünkü birey, bu değişikliğin kendisine nasıl yansıyacağını kısa vade de bilemiyor.

Hukuk kurumlarının, devlet yönetiminden tamamen bağımsız ve denetleyici olması.  Ve karşılık olarak, başka bağımsız devlet kurumlarınca da denetlenebilir olması, devlet için hayati önemde. Oysa ülkemizde son 20 yıldır özellikle hukuk sistemimizin, ciddi badirelerden geçtiğini görüyoruz.

Bu durumda toplum ve birey olarak yapılması gereken şey; hukuk sistemi ile azaltılması, çözülmesi gereken çatışmaları bizim azaltmamız.

Eğer işveren isek işveren olarak, çalışan isek çalışan olarak, komşu isek komşu olarak, çevremizdeki, beraberimizdeki kişilere hakkaniyet çerçevesinde adaletli davranmak.
"Çalışanın hakkını tam vermek", "İş yerinin beklentisi olan işleri, tam ve doğru yapmak", "Komşumuza, arkadaşımıza değil sadece, tanımadıklarımıza karşı da adil davranmak"; "fırsatçılık yapmamak",  "Toplumsal kurallara (sırada beklerken, trafik ışığında geçerken bile…) uymak", vs. vs...  Hatta diğerleri uymasa da, özellikle ve inadına…

Eğer bireysel düzeyde teröre karşı duracaksak, ilk yapmamız gereken şey bu. Bize nasıl davranılmasını istiyorsak, öyle davranmalıyız.

İkincisi, toplumun ekonomik yönden güçsüz bireylerinim sosyal refah'ının azalması. Çoğumuz yaşam mücadelemiz de bireysel açıdan bakıyoruz. Düşük gelirli kişilerin sosyal sorunlarının çözümüzü ise devlete bırakıyoruz. Çünkü devlete bu işleri yapması için vergi veriyoruz.
 Gerek terör harcamalarından, gerek ise devlet yatırımlarının büyük projelere kayması sonucu, vergilerden sağlanan gelirlerin, toplumun sosyal refahını artıracak uzun vadeli projeler yerine, çeşitli sermaye gruplarında toplanması gerçekleşiyor.
Bunu GSMH artışı esnasında, artan zengin sayısı ve gelir uçurumunun derinleşmesi ile de görebiliyoruz. Şirketler kar amaçlı kurumlardır. Elde ettikleri kâr’ın önemli bir kısmını, toplumsal refah artırıcı yatırımlar yerine, kar amaçlı yatırımlara sevk etmeleri doğaldır. Onlardan bu yönde bir çalışma beklemekte anlamsızdır.
Devlet, milletin cismanileşmiş tüzel kişiliğidir. Yani, gücünü milletin varlığından alır. Bu nedenle, milletsiz bir devlet var olamaz. Bu nedenle, "önce millet, sonra devlet".
Çeşitli nedenlerle, belki gerekli, belki de zamansız devlet yatırımlarının, toplumun sosyal refahından başka alanlara yönelmesi, hele bir de vergi sistemi ideal olması gerektiği gibi çalıştırılamıyorsa, bireyler arasındaki sosyal refah farkı iyice açılıyor. Sorunlar güçleniyor, katmerleşiyor.

Kimseden sahip olduğu gelirden kısmi olarak vazgeçmesini de isteyemeyiz. Zaten işe de yaramaz. Toplum, birey veya firma sahibi olarak, bu durumda yapılması gereken şeylerin başında beraberimizdeki insanlarla sosyal ve ekonomik dayanışmayı artırmak geliyor.

Sosyal yardım etkinliklerine, kurumlarına gönüllü katılmak, destek vermek ve yakınlarımızı teşvik etmek, teröre karşı bireysel duruşta önemli bir araç.
"Sadece ya da önce ben" eğilimine izin vermemeye çalışmak.

Terörü besleyen üçüncü etmen ise toplumsal kutuplaşma
Hangi gerekçe olursa olsun; dini, ideolojik, kültürel, morfolojik, bölgesel toplumun alt kümeleri arasındaki kutuplaşmalar, zamanla terör olaylarını körüklüyor.

Ancak burada sorun, insanın doğası. İnsanoğlu, hele bir de paylaşılacak olan kazanç sınırlı ise, mümkün olduğunca çok faydalanmak ister. Ancak tek başına sağlayacağı faydayı koruması ve artırması kolay olmayacağı için, bir şekilde kendisiyle benzerlik kurdukları ile gruplaşma eğilimine girer. Böylece sonuçta, toplamdan daha fazla pay alma imkanı olabilecektir.
Modern dünya da, bu çıkar gruplaşmalarına ve grup korumasına farklı adlar veriyoruz.
Siyasi bir partinin ideolojisinden, herhangi bir izm’e, dinsel bir yaklaşımdan, ırksal veya kültürel bir gruplaşmaya kadar değişebiliyor bu...

Ama sonuçta hepsinin işlevi aynı; bireye grup içinde daha güvenli bir ortam ve imkan sağlamak. Bireyler bu güvenceyi artırmak için, başkalarını da kendilerine (grup normlarını kabul edecek şekilde) benzetme eğilimindedir.

Bireysel ve toplumsal olarak teröre karşı duruş olarak yapılması gereken şey; empati ve  karşılıklı ama sınırlı anlayışı telkin etmek ve uygulamak.
(Sınırlı, çünkü bir noktadan sonra siz de empatiyi ve anlayışı hak ediyorsunuz. Bu karşılılık ve eşitlik çerçevesinde olmalı.)

Ne kadar itici bulursanız bulalım; kendimize nasıl yaklaşılmasını istiyorsak,  hoşlanmadıklarınıza da o şekilde yaklaşmalıyız. Ön yargısız, anlamaya çalışarak kişileri ve söylemlerini değerlendirmek. Verilen cevaplarda, asla onlarla aynı düzeyde nefret ve öfkeye düşmemek.
Bir kere öfke kaynaklı nefrete izin verilirse, karşılıklı olarak çığ gibi büyüyor. Sağduyu kayboluyor. Bu yüzden, bazı yerlerde kavga eden çocuklardan sonra iki mahalle birbirine girip, öldürüyor ya... Böyle bir çatışma ortamından, kimsenin kazançlı çıkmasına imkan yok. Ortama dahil olan herkesin muhakkak kayıpları oluyor.


Terörün nedenlerinden değil ama önlemlerinden biri de gençlerimize-çocuklarımıza doğru şekilde sahip çıkmak.

Genç bireyler terör örgütleri için en cazip kaynaklar, deneyimsizlikleri, hayal gücüyle desteklenmiş umutları ve kendilerinden beklentileri, bunların  kolayca etki altında kalmasına neden olabiliyor.

Terör örgütünün bu gençlere  yaptığı yatırımlar, deneyimli elemanlarına göre düşük olduğundan rahatlıkla gözden çıkartılabilir üniteler olarak, ön saflara sürülüyorlar.

Okullarda verilen eğitim, üniversite sınavı kazanmaya yönelik, bireysel anlamda gençlerin kişilik gelişimlerini desteklemeyen bir yapıda.
Aileler olarak, çocuklarımıza sahip çıkmamız, sadece onlarla sohbet edip, dertlerini ve ihtiyaçlarını dinlemek ve bunlara çözüm üretmek değildir.
Bir birey olarak kişisel gelişimine de katkıda bulunmaktır. Bu amaçla onları toplumsal dayanışma ve yardım etkinliklerine katılmaları için teşvik etmek, bu ortamları onlara oluşturmak bu işin bir parçasıdır.
Çocuklarımıza "toplum içindeki haklarını ve topluma karşı sorumluluklarını " anlatmalıyız. Bu bilgileri eğitim kurumlarımız vermiyor.
Gençlerimize, toplum içinde bir yerleri ve toplum için önemleri olduğunu anlatmalıyız.
Ayrıca gençlerimizi bu bilgileri arkadaşlarıyla da paylaşmaları için teşvik etmeliyiz.
Onlara bu tür değerlendirmeler yapabilecekleri ortamlar oluşturmalı, topluluklar karşısında konuşabilmeleri için söz hakkı vermeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder