20 Mayıs 2022 Cuma

Cumhuriyet devrimleri, Demokrasi ve günümüz

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki devrimler, dış görünüşten ziyade içsel bir dönüşümü amaçlıyordu.
Şapka, kılık kıyafet devrimleri ki, topluma "Artık her alanda bir değişim içindeyiz. Dünya özellikle gelişmiş Batı ile entegre oluyoruz" mesajını içeriyordu.
Eğer eski tip kıyafetler kalsaydı, toplum değişir miydi? Bunu görebilir veya hissedebilir miydi?
Dünyanın gelenekler açısından en tutucu toplumlarından olan Japonlar bile değişim yaparken, kılık-kıyafetin değişminin etkisini kullanmıştı. (1856 -1905 arasını bir inceleyin. ABD'li Amiral Perry silah zoruyla Japonya(yı ticarete-emperyalizme- açınca başlayın konuya, Rus-Japon savaşı ile bitirebilirsiniz...)

Söz ettiğiniz dönem Yaklaşık 12-13 yıllık savaşlarla yıpranmış, parçalanmış, sakatlanmış bir toplum idi...
Siz cevaplayın.
Hadi o dönemde yönetimde olduğunuz farz edelim.
Hangi fabrikalara hangi işgücünü koyacaktınız?
Bu iş gücünün kalifiyesi neydi? Eğitimli usta-ustabaşı ne kadardı?
Hangi alanlarda bilgi birikimi vardı?

Ülkenin çay ve şekeri bile ithaldi.

Çiftçiliğe gelelim. Ülkedeki büyükbaş, küçükbaş hayvan sayısına ve çiftçi sayısına bakın. Saban sürecek sağlam çifçi bile çok azdı. Sıtma, kolera, trahoma, verem yaygın hastalıklardı. Bunlarla baş edecek doktorlarımız neredeydi, kaç taneydi?

Ancak zır cahiller bir heykele adak adar, kurban keser. Bu ülkenin en cahili bile bunu yapmadı şimdiye kadar.

Eğer kurbanlar verilecek ise, sadece Atatürk'ün bu ülke insanı ve vatanı için gösterdiği yola başkoyanlar kurban olurlar.
Bu da hiç bir partinin hegemonyasında değildir. Her parti içinden ve dışından bu ülkenin milyonlarca insanının ortak olduğu ve paylaştığı bir ülkü bu.
Türk halkı bu ortak payda da geneldi birleşiyor. Ama daha alt diğer paydalarda ayrışmalar olabiliyor. Olmalı da... O ülkülere ulaşmak için en iyi yol ve yöntem de ayrı fikirlerin olması doğaldır.

İktidardaki hiç bir kişi ya da grup, yönetimde uzun süre tek başına kalmamalı. Çünkü insanoğlu nefsine zayıftır.. Zamanla devlet makamının kerametini kendinden hissetmeye, zannetmeye başlar. Böylece zamanla devlet sistemi sekteye uğrar. Devlet, halkın cismanileşmiş tezahürüdür.
Devleti olmayan halklar var olmaya devam edebilirler. Ama halkı olmayan hiç bir devlet, var olamaz. Kağıt üstünde bile... Bu yüzden öncelik halktır, insandır.

Evet, seçimlerde "en az hoşlanmadığımızı" seçiyoruz. Zaten yıllardır partiler adaylarını kendi içlerinden belirliyorlar.
O seçimlerde öne çıkabilecek ekonomi veya çevre veya arka destek sıradan vatandaşta yok.
O yüzden ülkenin tüm siyasi partileri toplumdan uzak kalmış durumda.
Bugün partiler, aday olacakların düşüncelerine, söylemlerine bakmıyorlar.
Eğer öyle olsaydı, belki siz de bir partiden ön sıra aday gösterilebilirdiniz. Sizin gibi düşünen ve hissedenlerin oyunu alabilecek bir aday..

Ama partiler mahalle/ilçe ve il parti örgütlerine yaptığınız bağış ve desteklerle öne çıktıktan sonra, Partiye yapacağınız destek ile ilgileniyor.
Bugün o yüzden cebindeki 3-4 milyon lirayı gözden çıkartıp, aday olabilecek kişi sayısı çok az.
Bu parayı gözden çıkartabilecek kişinin de ya çok büyük bir vatansever olması lazım ya da standart orta direk vatandaşın yaşam tarzını ve sorunlarını hiç yaşamamış birisi olması gerekir.
Böyle biri elektrik, su, yol, gıda fiyatlarındaki kuruşluk veya 1-2 liralık artışların ne kadar hayati olduğunu anlaması ve buna göre çözümler üretmesi de imkansızdır.
Üretilen çözümler, kendi hayat standartlarındaki kişiler için uygulanabilir mantıktadır. Vatandaşa inmez... Piyasa da gerçeklik bulmaz. Sanırım bu durum tanıdık olmalı...

Bizin insanımızın demokrasideki en zayıf yanı, demokrasiyi futbol taraftarlığı gibi ele almaları.
Parti veya kişiler, toplum içinden belli sesleri temsil ederler.
O temsil ettiklerin seslerin yoğunluğuna göre de devlet yönetiminde biçimlendirici olurlar.
Her ses bir bakış açısıdır. Bir ağırlığı vardır.
Son karar yani uygulama ise tüm bu seslerin bileşkesidir.

Batı bunu yapıyor. O yüzden iç ve dış politikalarında kendi toplum menfaatlerini koruyabiliyorlar.
Biz de ise baskın ses, diğer sesleri bastırıyor. Daha güçlü olmak için tek ses olmaya çalışıyor ama bu onu güçlü kılmıyor tam tersi zayıflatıyor.

En basiti, bir karar aldığınızda mesela çocuğu hangi okulu göndereceksiniz? Bunda bile bir çok iç sesi dinliyoruz. Çocuğun alacağı eğitim kalitesi, sonrasına etkisi, öğretmenlerin durumu, genel maliyeti, yol maliyeti, okul süreleri, yol süreleri, arkadaşlık ortamı, sosyal aktiviteler, vs.vs. Her bir koşul bir iç ses olarak belli bir ağırlığa sahip oluyor. Ama verdiğiniz karar, bunların hepsinin bileşkesi, belki de çoğunun önerdiği kendince en iyi çözüme bile yaklaşmayan bir sonuç oluyor.

İnsan kendi endişe ve beklentileri içinde karar alırken demokrasi uyguluyor. Aynı şeyi ülke yönetiminde de yapabilen veya yaklaşan toplumlar, en başarılı toplumlar oluyorlar bu şekilde...
İşte bu aynı zamanda 100 yıl önce birilerinin, bu ülke için olan idealiydi.