22 Mart 2018 Perşembe

Geleceğin Örgütlenme Modelleri ve Mevcut Durum Hk.


Bozulmayan hiç bir kurum veya organizasyon yok ki?
Sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarına, derneklerden, sosyal dayanışma organizasyonlarına kadar...
Bu insanların bozulması veya değerlerinin aşınması ile alakalı değil sadece...
Çoğu insan iyi niyetlerle ve toplum adına bir şeyler yapma hazzı için elini taşın altına koyuyor. Ama bozulma, değişim hepsi için kaçınılmaz.

Bunun ilk sebebi, tüm bu toplumsal organizasyonların, kuruluşlarından hedeflerine, çalışma yöntemlerinden üyeler arası ilişkilere kadar, dönemi bitmiş-biten bir dönemin, sanayileşme ve endüstrileşme döneminin alışkanlıklarından kaynaklanıyor.
Tam açıklamak benim içinde zor ama görüyorum. Bu organizasyon yapıları ve çalışma şekilleri, günümüz toplumunun ihtiyaçlarına göre değil.
Gelişmiş, endüstrileşmiş dünya "tüketime dayalı kapitalist ekonomik sistemden", "sürdürülebilirliğe dayalı-liberal" ekonomik modele geçiyor.

Çalışma ilişkilerinden, saatlerine, toplumsal ihtiyaçlardan hedeflere bir çok şey değişiyor.
Gazeteler öldü. Sosyal medya geldi. Çocuklar öğrenmiyor, cep telefonu hep yanında, bilmediğini "goggle" veya "siri" ye soruyor. Kafasındaki bilgiye göre de alıştığımızdan farklı yorumlar yapıyor sorunlar için tanımlarken.
Siyasi kurumlara güven öldü, siyaset yapmak öyle pahallı hale geldi ki, aday olmak, siyasete atılmak ancak belli bir ekonomik gücü
(sanki ayrıcalıklı) olanların kontrolünde artık. Bu nedenle de kimse siyasi kurumlarca, meclislerde temsil edildiğini, düşüncelerinin savunulduğunu hissetmiyor. Bu tür dernek ve organizasyonları da genel de aynı şekilde değerlendiriyorlar.

O yüzden, zamanın durumuna göre yeni organizasyon modelleri geliştirmek gerekiyor. Şartlar, sorunlar, ihtiyaçlar farklı ama yöneten kişiler eskisi gibi...

Sovyetler birliğinin yıkılışından sonra, rakipsiz kalan Liberal ekonomik-kapitalist sistem azdı. Kendi haklılığın, doğruluğuna ve alternatifsizliğine olan inanç ve güvenle bu sistemin ilkelerine tüm dünya sarıldı.

Reagan, Thatcher dönemi ile başlayan özelleşmeler ve bunun dünya ya yayılışını hatırlayın. Sonuçta, devletler üzerlerinde yük olarak gördükleri "Sosyal Refah Devleti" ilke ve değerlerinden uzaklaşmaya başladılar. İster Sağ yönetimler olsun, ister Sol yönetimler bu fark etmedi. Devlet kurumları ve sorumlulukları özelleşmeye devam ediyor.  Tüm dünya da, ancak farklı hızlarda...

En sona kalanlar ise "Sağlık","Eğitim", "Sosyal Güvenlik" bunlarda tamamen özelleştiği zaman, devletlerin elinde kamu maliye gücü-vergilendirme, İçişleri-İç güvenlik (Polis-Jandarma) ve Silahlı Kuvvetler gibi temel kurumlar kalacak. Böylece devletler aldıkları vergileri üzerlerinde daha fazla ekonomik yük ve sorumluluk olmadan kullanabilecek.

Vaat edilen ve çizilen tablo ve hedef bu idi. Ama olmuyor. Bu kapitalist-Keynes'çi- tüketime dayalı büyüme ekonomi modeli çöküyor. Çünkü üretimin devam etmesi için, tüketim olması gerekiyor. Tüketim için ise alım gücü gerekiyor. Oysa hem vatandaşın alım gücü düşüyor, hem de üretime girdi olacak hammadde azalarak, maliyetleniyor.
Eskiden bir firma, atıklarını, çöplerini atardı doğa ya, derelere...Bu kirliliğin sosyal maliyetini topluma dağıtırdı. Şimdi öyle değil, geri dönüşüm veya arıtma yapması gerekiyor. Maliyet artıyor. Bu sefer işçiliği ucuzlatıyor, makine parkurunu artırıyor, verimliliği çoğaltıyor, parça başına işçilik giderini düşürüyor. Ama o işçi aynı zamanda tüketici olduğu için, çıkarttığı , ücretini düşürdüğü her işçi ile pazarını da daraltıyor. Bu bir kısır döngü. Bu yüzden kapitalist-tüketime dayalı ekonomik sistem çökecek.
(Sanırım biz ömrümüzün sonlarına doğru göreceğiz, epey bir çalkantılı dönem olacak gibi...)

İnsanlık bu sistemi zaten son 70-80 yıldır kullanıyor. Onsan önce başka ekonomik sistemler yok muydu? Vardı.

Neyse bu gelen dönemde 2 tür yapılaşma olacak gibi gözüküyor. Bir tanesi, bildiğimiz eski tip şirketler ve onların çalışma yapısı... Bunlar kâr amaçlı şirketler. Bir patronun veya ailenin yönetiminde, para kazanmaya yönelik çalışan dinozorlar olarak var olacaklar.

2nci tip şirketleşme ise çok daha önemli. Bu tip şirketler, siyasi sistemde demokratik taleplerine cevap bulamayanlar için demokratik bir ortam, hedeflerine ve ideallerine ulaşmak için kaynak ve destek bulamayanlar için, şirket grup ideali içinde, kendi idealini de gerçekleştirmek isteyenlerin şirketleri olacak. Yönetim yapıları daha yatay, iş bölümü uzmanlaşmaya dayalı, hedefler ve projeler daha çok kişinin katılımına göre belirlenen yapılar olacaklar.

Niye şirket?

Çünkü şirket yapıları, hem eski dinozorlarla rekabet etmek ve sağ kalmak için, hem de devletten ve kamu kurumlarından sağlayamayacağı finansmanı toplumdan sağlayabilmek için gerekecek. Özellikle ticaretin küreselleşmesi için şirket yapılarına sağlanan avantajlar ve teşviklerin de evrensel olduğunu düşünürseniz...

Bu tür şirketlere bir örnek, Goggle, Mars'a gitmek isteyen Spacex,
Asgard (dünya yörüngesinde yerleşim), yatırımlarına bakılırsa bir miktar Facebook, bu tür yapıların öncü şirketlerinden. Hem dönemin ihtiyacına ve şartlarına göre, projeler geliştiriyorlar, hem de bu projelerden sonraki projelere kaynak sağlayacak ürünler. Türkiye de "yemek sepeti" sitesinin kuruluşu da benzer sayılabilir.

Artık sosyal projeleri, toplumsal fayda sağlayıcı projelere bağışla, gönüllü destekle, kamu desteği veya iş adamı desteği ile kaynak sağlamak çok zor. Yönetim kurulu ve üyelerinden oluşmuş bir başkanlık divanı ve etrafında, başkanım, başkanım diyen üyelerle
(her biri kendi ihtiyacına öncelik isteyen) dernekler yürütmek çok zor. Daha en başta kendi üyelerinin tam ilgisini ve desteğini çekebilen kaç dernek var ki... Yok.

Üyeler artık, sözlerinin dinleneceği, destek göreceği, işleme alınacağı böylece kendisini ait hissedebileceği yapılar, organizasyonlar arıyorlar.
Sadece bilgilendirme yetmiyor. Her taraf- internet sağ olsun-bilgi dolu.

Kim uygulayacak? Nasıl uygulayacak? Kimler bu uygulamalara katılabilir? Kimler kendi projesine buradan destek bulabilir? Bunlar öne geçiyor.

Evet, bu tür bir yapıda şirketleşme oluyor ama dışarıda birileri bunu aşabiliyor. Adam, kendi amacına ortak ettiği binlerce kişinin desteği ile ürün geliştirip, başarısızlıklarına rağmen sonunda Mars'a gemi gönderiyor. Eskiden bu tür işleri sadece devletler yapabilirdi.

Eski tip Sivil Toplum Kuruluşu yapısı da geçerliliğini yitiriyor. Yeni modeller ve çalışma şekilleri geliştirmek lazım.

Bunun içinde ortaokul düzeyinden başlayarak gençlerin fikir ve isteklerine göre bir yapılanma -çalışma şekli ve hatta mantıksız gelse bile kampanyalar için düşünülmeli.
Ben bile o kadar meraklı olmama rağmen, eğitim ve birikim olarak sizinle çok daha fazla ortak bakış açısı taşıyorum. Değişimi tam anlayamıyorum. İhtiyaçları ve pratik çözümlerini de...

Basın Hakkında
Dünya değişiyor. Hem de ciddi ve geri dönüşsüz şekilde... Sert ve sıkıntılı dönemler geliyor. Toplumu bir arada tutacak, iç sorunların çözümünde sertliği azaltacak, karşılıklı olarak insanların birbirini anlamasını sağlayacak empati köprülerini kuracak olanlar, gazetecilerdir.

Bunu hiç bir devlet kurumu ya da hiç bir Tv programı, açık oturumu yapamaz.
İnsanların birbirini anlaması, dayanışması ve yardımlaşması için basın kurumuna ihtiyaç var. Hele bu dönemde bu ihtiyaç daha da artıyor. Artacak...

Son 20 yıldır politize olan, seçim ve tanıtım reklamlarından sağlanan parayla yaşayan basın kurumlarından dolayı, günümüzde haber yapmak zorlaştı.

Neyin haberi yapılıyor? Çatışmanın, Şiddetin, Öfkenin, Kutuplaşmanın, Kazaların, Hırsızlığın, Eleştirinin, Saldırının haberleri yapılıyor.
Haber böyle olursa, dikkat çeker, çok kişiye ulaşır, okunur, vs. vs...

Belki eskiden böyleydi ama bu gazetecilik değil. Medyacılık... Medyaya soyunmanın farklı bir türü...Sosyal Medya yükselince de değerini yitiren medyacılık...

Gazetecilerin şartların ve durumun analizini yapıp, geleceğe yönelik topluma olumlu mesajlar verecek ve olumluya yöneltecek yeni bir anlayışa ulaşması gerekiyor.

Sadece belirttiğiniz dernek için değil, ülkemizdeki neredeyse tüm sivil toplum kuruluşları için aynı durumlar ve sorunlar geçerli...
Sorun, yapısal ve nedeni günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermemesi..

Hangi derneğin yönetimi üyelerinden kopuk değil? Hangi STK mali yönden destekçilerinden tam güç alabiliyor?
Hangi kurum, üyelerini ortak bir hedef saptayıp, üyelerini ortak bir amaca organize edebiliyor?
Bu "hangi?" sorularımın neredeyse sınırı yok. Hepsinin cevabı da aynı, neredeyse HİÇ BİRİ...

Sivil Toplum Kurumlarımı ve örgütlenme modellerimiz artık çağın gerisinde. İhtiyaçlar ve sorunlar yeni ama yönetimler ve yönetimlere seçilenler hala "eski"...
Çünkü beğenilmese bile eskiler; bilinen, alışıldık tanıdık olanlar olarak ve eski yöntemleri, "bilinmez yeni'ye karşı" daha güvenilir.

O yüzden çoğu STK, üyelik aidatı alma ve bazen üyelerinin kalbini alacak, bir süre daha yönetime için sabır zamanı kazandıracak ufak tefek uygulamaların ötesine gidemiyor.

Eğer gerçekten STK olarak halk ve üye desteği almak istiyorsanız. İlk başta bu sosyal yapının, ekonomik olarak üyelerine ve bağışçılarına dayanmayacak şekilde bağımsızlığını planlamak zorundasınız.
Yoksa, bunların hepsi, kimi zaman destek, kimi zaman da köstek olurlar.
Evet ticari bir yapılama ihtiyacını tekrarlıyorum. Ama haklı olarak eleştirdiğiniz yapılardan farklı olarak, gelirlerin tümü üyelere değil, STK amaç ve hedeflerini göz önüne alarak kullanılmalı.

STK bir amaca yönelik çalışırken, insanlar onun amacına katılırken, kendi hedeflerini de kısmen gerçekleştirecekleri imkanları bulabilmeliler.
Bireyselleşme arttı. Farkında olmasak da... Bireysel hedeflerimizi gerçekleştiremeyeceğimiz, birilerininkine hizmet edeceğimiz organizasyonlara "niye destek verelim?" Girdiysek bile bir süre sonra maddeten sonra da manen koparız.


STK'nın bu hale gelip gelmediğini, toplanan üyelik aidatı oranlarından görebilirsiniz...

Şeffaflık, hesap verilebilirlik ne yazık ki, bizde lafta kalan şeyler. Acı da olsa, yönetimin üyelerinin tepkisinden korkmasına rağmen net şeffaflık olmalı.

Sosyal hedefi olan STK uzun vadeli bir oluşum olarak kurulmamalı. Bir ömrü belirlenmiş olmalı en baştan. Çoğumuz ne kadar süreceği belli olmayan yapılara dahil olmak istemiyoruz. Zamanımız artık daha kıt ve değerli. Hedefe göre, oluşuma süre tahdidi konur.
Süreç esnasındaki gelişmelere göre, gerekiyorsa, ortak kararla bu sınır bir miktar uzatılır.
Aksi halde ne kişileri ne de ekonomik imkanları motive etmeniz kolay olmaz.
Yani STK'lar proje bazlı geçici oluşumlar olmalı. Kişiler hayatlarından ne kadar zamanı bu yapıya adayacaklarını baştan planlayabilmeliler.

6 Mart 2018 Salı

Türkiye de Eğitim için ne yapılabilinir?


Sayın Bayanlar ve Baylar,
Eğitimciler...
İnsanımızın durumundan memnun olmayanlar.


Eğitimi verende, eğitimi alanda; eğitimdeki sorunlara karşı ileri sürdükleri gerekçelerde haklılar. Herkes haklı ama yine de ortada bir sorun var.

Esas sorun, sorunun nereden kaynaklandığında fikir birliği olmaması. Çok zeki ya da çok bilgili olmanız ile normal sıradan birisi olmanız arasında bir fark da yok bu konuda. İnsan bir şeyi görmüyorsa, o onun için yoktur. Açıp bakmadığımız sürece, kedinin ölü mü canlı mı olduğunu bilemeyeceğimiz gibi...

İnsan zihin gücü, entelektüel kapasite, hayal gücü, merak açısından diğer ülkelerden hiç aşağı değiliz. Üstelik çoğumuz farkında olmasa da Türkçe gibi bir dilin getirdiği düşünme alışkanlıkları ve sistematiği gibi, esnekliğe açık bir avantajımız da var.  (Bu avantaj ne yazık ki, yurt dışına giden arkadaşlarımızın kullanabildiği bir avantaj.)

Eğitim sistemimizde bir sorun var. Evet, ama bu sorun istediğiniz kadar sistemi yenileyin, istediğiniz kadar eğitimcileri yenileyin değişmeyecek. Çünkü sorunun kaynağı ve nedeni tam anlaşılmış değil.

En başta eğitim sistemimizi ele alalım. Şu an ilk okullardan itibaren tüm dünya da uygulanan eğitim sistemi, Fransız Devrimi ile çıkan yeni ekonomik dönemin felsefesinin ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir sistemin kalıntısı...

Nedir bunlar? İlki, topluma milliyetçi ruh aşılayacak üç araçtan biridir milli eğitim. (Diğerleri askerlik hizmeti ve milli bayramlar)
İkincisi, vatandaşlık hakları altında fırsat eşitliği olarak herkese eşit eğitim imkanı iddiasının altı doldurulmasıdır.
Üçüncüsü, kırsaldan kentsele göç eden ucuza çalışmaya hazır işgücünün, sanayileşme girişimlerinde rol alabilmesi (işçi olup, makine çalıştırabilecek standart düzeyde eğitim), iş gücü sağlayabilmesi içindir.

Dünya ekonomik anlamda bir yeni döneme giriyor. Devrim gibi bir dönemin geçişin sancıları var. Çünkü sadece geçişin değil, bitmek üzere olan dönemin getirdiği sıkıntılarında atık sorunları var.
Dünya tarihinde ne zaman üretim yöntemleri değişse, yönetim yapıları da değişmiş, kültürel eğilim ve yapılarda...

Şu an dünya üzerinde üç grup var. Gelişmiş, sanayileşmesini tamamlamış ve bilgi teknolojisi altında sürdürülebilir ekonomiye geçen toplumlar.
Gelişmekte olan yarı sanayileşmiş, yarı bilgi toplumu aralığında olan, tüketime dayalı büyüme ekonomisinde duran toplumlar.
Bir de daha yeni gelişmeye başlamış, tarım ve sanayi toplumları aralığında olan toplumlar.

Aslında her toplumda, çeşitli bölgelerinde bu üç tip toplum yapısı da var ama oranları, ülkelerden ülkeye değişiyor.

Milli Eğitim sistemleri henüz, bu değişimi kavramış ve adapte olmuş değiller. Bir kaç İskandinav ülkesi hariç bu konuda değişim çok zor oluyor. Değişim isteklerine karşı çıkanların siyasi ve toplumsal baskılarda yoğun. Çünkü kimse, neyin tam doğru olduğunu bilmiyor.
Bu durumda eğitim sisteminden bir medet ummak, beyhude bir çaba...
Zaten değiştirseniz bile, neye göre, nasıl değiştireceksiniz?

Toplumsal bakış açısındaki değişim uzun vadeli olmasından dolayı, onlardan da bir şey beklemek boşuna... Toplum çoğu zaman, aniden sıkıştıran ihtiyaç ve sorunları ile değişiyor. Problem bitince de eski rayına  benzer pozisyona oturuyor.

Burada iş eğitimcilere ve ailelere kalıyor. Ailelerin çoğu, eğitim yükünü neredeyse eğitimcilere bırakmış durumda... Çocuk için dünyanın parasını, kurs, servis, özel hoca için harcayan aileler, aynı çocuğa eğitimi de parayla satın almaya çalışıyor. Bir kaç saatlik bir sohbet zor geliyor. Daha önemlisi, tutumlarında değişiklik yapmak zor geliyor.
Sanki bu kadar para harcadıkları için, çocukları onların beklentilerini karşılamak için zorunlu, yükümlüymüş gibi...

Eğitimcilerimize bakınca, ülkemizdeki olumsuz yaşam koşullarından birinci derecede etkilendiklerini görüyoruz. Ev-iş arası yeknesak bir kısırdöngü içinde günü bitirmeye, evlerinin ihtiyacı olan parayı sağlamaya odaklanmış durumda.
Evet, haklılar bu konuda ama ülkede benzer koşullar altında olmayan ve aynı durumu yaşamayan kimse yok ki... Herkes aynı sorunlarla boğuşuyor.

Akademisyenlerimize gelince; ülkemizde bir kaç farklı tür akademisyen var. İlki piyasa da iş bulamayacağını düşünerek okulda kalmayı tercih edenler. Düzenli bir gelir, yıllar içinde bazı şartları tamamlamayla gelir artışı güvencesi umanlar.
İkincisi, bilim aşkından değil, statü aşkından bu tercihi yapanlar.
Ne yazık ki, bu iki grupta eğitim kadrolarımızda ağırlığı oluşturuyor.

Üçüncü grup ise, idealist, üstün zekalı (çok zeki anlamında değil, farklı ayrıntıları görecek şekilde düşünce farklılığına sahip kullanıyorum) bilimden zevk alanlar.
Ne yazık ki bunların çoğunun, akademik ortamdaki çekişmelerin katkısıyla da, ülkemizde barınması ciddi özveride bulunuyorlar. Bir kısmı hedefleri için kaynak veya imkan da bulamadığı için, yurt dışına kaptırılıyor.
Akademik ortamdaki yükselmelerdeki politikalardan, rektör dekan seçimine kadar bir çok nokta da, liyakat ve beceri yerine siyaset ve (güç-yönetim erki) taraftarlık da yerleşmiş durumda.

Bu kişilerin bir yandan istedikleri araştırmaları kısıtlı imkanlarla yapmaları, bir yandan da eğitim vermeleri, zaman imkanları olarak bile ciddi sorun...

Peki bu şartlar altında, nasıl bir politika izlenmeli. Eller kollar bir anlamda bağlı çünkü. Herkes başka birilerinin bir şey yapmasını ve onu takip etmeyi bekliyor gibi bir pozisyonu var.


Bence eğitim sistemimizi değiştirmek, anında mümkün olmadığından, çocuklara karşı tutumlarımızı değiştirmek ilk adım olmalı. Hem aile olarak, hem eğitimciler olarak.

İlk önce aileler, çocuklarına sevdikleri alana yönelmeleri için, beğensinler beğenmesinler desteklemeli. Mühendis, doktor olursa işsiz kalmaz diye bir şey yok bu ülke de... Nasıl olsa "büyük adam" olacak kontenjanı çok sınırlı hem ülke de hem dünya da...
Bırakınız seviyorsa, antropolog, paleontolog, ressam,matematikçi, fizikçi, sosyolog olsun. Sevdiği, zevk aldığı, merak ettiği işi yapsın.
Ayrıca çocukları birbiriyle kıyaslayıp, yarıştırmaktan da vaz geçmeli. Onları ekip çalışmasına, birbirlerini tamamlayıcı şekilde iş ve görev bölünmesi ile çalışmaya teşvik etmeli.
Veli olarak okullardan da bu tür aktivitelerin artırılmasını talep etmeliler. Artık dahi adam dönemi bitti gibi... Dahi gruplar, ekipler çağındayız. İşler o kadar uzmanlaşma ile dallanıp budaklandı ki, kimse tek başına tüm bilgilere hakim bir bakış açısı geliştiremez.

Eğitimcilere gelince, çocukları grup çalışmalarına teşvik etmeliler. Hatta sınav not sistemi bile kişilere değil, ekiplere uygulanmalı.
Günümüzün çocuğu, bizim gibi değil. bilgileri kafasında taşımak istemiyor. Cep telefonu, tableti ile ihtiyacı olan bilgiyi internete sorarak almayı ve kullanmayı tercih ediyor.
Bu yüzden kafalarında bizlere oranla çok az bilgi taşıyorlar. Onlarda ilgi alanlarına yönelik oluyor genelde.

Eğitimciler de buna uyum sağlamalı. Kapalı kitaplara gerek yok sınavlarda...Kitaplardan kafalara geçen bilgiler sadece ezberlenmiş ve işi (sınav) bitince unutulacak bilgiler.

Eğitimciler burada çocuklara doğru bilgiyi bulma ve analiz etmeyi öğretmesi gerekiyor. Çünkü internette bir çok doğru ve yanlış bilgi iç içe... Bu bilgi analizini, ekip olarak yapmayı öğretmesi gerekiyor. Eğer ekip imkanı yok ise, bilgi doğruluk analizi için temel teknikler saptamaları gerekiyor. (İşte kaynaklar ve güvenirliği, konuyla ilgili tezler ve anti tezlerin kıyaslanması, vs.)

Ayrıca çocuklara doğru düşünme teknikleri, (matematiksel) mantık dersleri altında verilmesi gerekiyor. Bir sistemin eksik ve hatalarını analiz etmenin en kolay ve verimli yollarından biridir, mantık analizi. (Sebep-Sonuç ilişkisindeki kopukluklar, uyumsuzluklar bilginin doğruluk derecesini de gösterir.)

En son olarak farklı bilgilerin nasıl kaynaştırılacağı, bilgiden bilgi üretileceği, tüme varım ve tümden gelim ile analiz edileceği de öğretilmeli.

Örneğin, Osmanlı Devletinin yıkılış nedenlerini öğrenciler, araştırıp sonuç olarak ortaya koyup not almalılar.Eğitimci sadece eksik kaldıkları noktaları hatırlatmalı, sormalı ...
Ayrıca çocuklara farklı düşünmeyi öğretmek için, (mevcut koşullarla sonuçlar belli olduğuna göre) şartlarda değişiklik yaparak, alternatif olası sonuçları da istemeli.

Akademisyenlere gelince; öncelikle kullandıkları dil çok önemli. Evet, literatürde yerleşmiş yabancı kelimeler çok. Dilimiz bilim dili olamadığı için, bir çok kavramı anlatırken, kolaylık olması ve hatta kavramın anlaşılır olmasında  bu terimlere ihtiyacımız oluyor.
Ama yeni öğrenen birisine, önce kavramları anlatmak, öğretmek gerekiyor. Öğrenci kavramı anladıktan sonra, o kavramın karşılığı olan kelimenin hangi dilden olduğunun önemli olmayacaktır.
Bunun bir diğer avantajı ise, bu alanlara ilgi duyan ama literatürü bilmeyenler içinde o konular anlaşılabilir ve üzerinde düşünülebilinir olacaktır.

Ayrıca akademisyenlerinde çocukları verdikleri bilgileri farklı şekilde değerlendirmeleri ve kullanmaları için teşvik etmesi gerekiyor.
Bir problemin kaç farklı açıdan çözülebileceği, bir sonucun -keşfin-yorumun kaç farklı açıdan değerlendirilebileceği de derslerde ele alınmalı.
Bir problemin her zaman tek çözüm yolu olmaz. Öğrencilere farklı çözüm yolları gösterilirken, kendi çözümlerini sunmaları da teşvik edilmeli.
Bunun en kolay ve verimli yolu ise ortak tartışma platformlarıdır. Birisi bir konudaki mevcut bilgileri, sonuçları açıklar. Bir başkası bu konuda tamamlayıcı bilgi sunar. Başka biri, konuya getirilen alternatifleri koyar. Konu değerlendirilir.

Öğrencilerden ya da kişilerden biri yeni bir fikir veya bakış açısı getirdiğinde ise iki aşamalı taktik kullanılabilinir. Önce ortaya atılan fikrin-tezin eksiklerini bulup gidermek için fikir sahibi ile ortak çalışılır. Böylece hem fikir-tez daha iyi anlaşılır. Hem de eksik kalan noktaları başka beyinlerce tamamlanır.
Ardından fikir sahibi başta olmak üzere, ilgili tez eleştirilir. Eksik veya yetersiz olduğu noktalar için alternatifler önerilir. Önerinin kendi içindeki bütünlüğü sorgulanır.
İkinci aşamadan sonra, bu tez sadece getirdiği yeni bakış açısıyla değil, getirdiği yanlışlanmış bakışları ile de bir bilgi kaynağına dönüşür.

Fizik konusunda çeşitli zamanlarda olmak üzere üç platformda düşünce beyan ediyorum. Biri yabancı, ikisi yerli.
Türk fizik topluluğunda eksikliğini hissettiğim bir nokta var. Dahil olan bir çok başarılı akademisyene rağmen, topluluk içinde şahsi yorumlar yapılmıyor.
Evet, bazı parlak beyinlerin çalışmaları yayınlanıyor ama bunlarda Türkçe değil. İngilizce  ve dergilerce kabul edildikten sonra...
Yani bu akademisyenler, çalışmaları boyunca gerek eleştirilmemek için, gerek ise gerek görmedikleri için bu topluluğa düşüncesini açıklama, paylaşma ve anlatıp, eksiklerini tamamlama ihtiyacı duymamış.
Bazen, bazıları da teknik terimlerle yorumlar yazıyorlar. Ama bu seferde konu, Osmanlıcaya dönüyor. Aynı dili konuşanlar haricindekilerde kavramlar yerine oturmuyor ya da anladığı gibi yanlış oturuyor.

Buradan çıkarttığım sonuç, akademisyenlerimizin, eleştiri veya yanlışlanma altında kariyer zedelenmesi endişeleri ile fikirlerini ortaya koymaktan çekindikleridir.
Konuştukları zamanda ancak yetkinliklerini sorgulamayacakları kişilerce (kullandıkları terimleri doğru anlayabilecek) sorgulanmayı tercih ettikleridir.
Bunun fark edilmeyen anlamı ise, bilimin sadece belirli bir dili konuşanların tekelinde tutulduğudur.

Oysa Batı Dünyası, bilimin topluma inmesi popüler kültürün bir parçası olması için onlarca video, dergi, kitap, belgesel, vs. yapıyor. Çünkü bilim, topluma indiği zaman gelişebilir.

==============================

(Biraz uzun oldu ama siz yine de lütfen çocuklarınızla, gençlerle geniş şekilde paylaşın imbikten süzülmüş bu yazıyı şayet yararlı görüyorsanız.)
Gençlere naçizane tavsiyeler
Mehmet Öğütçü

Hepimiz farkındayız.

Ülkemizdeki mevcut ortam en büyük üstünlüklerimizden birisi olarak sunulan genç nüfusa gelecek için istikamet duygusu, umut ve güven vermiyor.
Çoğu düş kırıklığı içinde. Fırsat bulsalar arkalarına bile bakmadan terkedecek çoğu ülkeyi. Kendilerine yurtdışında fırsat arıyorlar harıl harıl.
Gelecek korkusu, tünelin ucunda ışık görememe gençlerimizde herkeste olduğundan daha fazla. Kaygı düzeyi arttıkça da hata yapma olasılığı yükseliyor. Hata yapmaktan ölesiye korkan gençlik kimi zaman hareketsiz kalarak kendini olası olumsuzluklardan korumaya çalışıyor.

Bugün yaşadığımız hareketsizlik ve duyarsızlığın temelinde belki de bu var.
Aslında hepsi bir atılım, çıkış kapısı, fırsat penceresi, yol gösterici arıyor. Ellerine bir manivela verilse dünyayı yerinden oynatacaklar.

Tüm gençleri homojen bir kitle olarak görmek doğru değil. Eğitim, aile, çevre koşullarına göre biçimlenen değişik gençlik kategorileri var. Ne yazık ki, son yıllarda ilk fırsatta kapağı yurtdışına atmayı çözüm görmeye başlayanlar yükselişte. Bir de eğitimsiz ya da eksik eğitimli gençlik var ki -herhalde çoğunluğu onlar oluşturuyor- sayıları sürekli artan ve işsizliğe en fazla maruz bu kesim toplum için bir "varlık" değil, ülkenin geleceği üzerindeki "saatli bomba" olabilir.

Bu gençlerimiz gününü gün eden, şımarık, "televole" gençliğinden ve iyi eğitim alıp yurtdışına kaçma çabasında olanlardan çok farklı.
Eşit fırsat verilmemesinden, sorunlarına yeterince ilgi gösterilmemesinden, sahiplenilmemekten dolayı sistemden soğuyarak, aşırı akımlara ve şiddete kolayca kanalize edilebilebilirler.

Ülkemizde iç dinamiklerin sağlam temelleri olduğunu hepimiz görüyor, biliyoruz. Mevcut dinamizmi, sinerjiyi devletin nasıl emdiğini görmek, kabına sığmayan toplumsal ve ekonomik güçleri salıvermek, onların kendi mecralarında akmalarına izin vermek umutlarımızı daha da artıracaktır. Tek başına dinamizm yetmiyor. Onun belli bir hedef doğrultusunda yönlendirilmesi, işlenmesi gerekiyor.

55 yasında bir "genç" olarak bugünün ve 2023'ü
n gençlerine mesajlarımın ne olacağını sordular bir üniversitede. Bu, hem kolay hem de zor bir görev.

Kolay... çünkü zamanında bizler de hemen hemen benzeri sorunlarla boğuştuk, aynı yollardan geçtik... içimizdeki coşkuyu, enerjiyi, düşünceleri doğru mecralara akıtıp akıtamayacağımız, fırsat trenini yakalayıp başarı istasyonuna doğru yönlendirip yönlendiremeyeceğimiz korkusunu, belirsizliğini yaşadık. Parasızlıktan dolayı her bulduğumuz işte çalıştık naz yapmadan.
Zor... çünkü dünya, Türkiye, teknoloji, siyaset, ekonomik düzen, değerler sistemi köklü dönüşümler geçirdi. Kuşaklar arası farklılık -her ne kadar inkara kalkışsak da- giderek derinleşiyor. Bizim tuzumuz kururken gençlik değişimi içinden yaşıyor. Hem bu süreci biçimlendiriyor, hem de sonuçlarından en fazla etkileneceklerin başında geliyor.

Geleceğe dönük vizyon geliştirme ülküsüne samimiyetle inanan, bu yönde çaba gösteren birisi olarak karınca kararınca deneyim ve birikimlerim ışığında önemli gördüğüm, hayatım boyunca bizzat uygulamaya, çocuklarıma, dostlarıma aşılamaya çalıştığım aşağıdaki 15 altın öğüdü gençlerimizle paylaşmayı bir borç addediyorum:


BİR - Aynanın karşısına geçip kim olduğunuzu tanıyın. Öğreniminiz, aileniz, çevreniz, deneyimleriniz, tutkularınız, sevdikleriniz, dış dünya ile etkileşiminiz... Tüm bu unsurları kafanızda tartıp kağıt üzerine kim olduğunuzun gerçekçi bir envanterini çıkartın. Sakın kendinizi aldatmaya çalışmayın. Bu hesabı zaten kendiniz için çıkartıyorsunuz. Güçlü ve eksik yönleriniz çıplak şekilde ortaya dökülsün. Güvendiğiniz bir dostunuzla envanter değiş-tokuşu yapıp dışarıdan da öyle görünüp görünmediğinizi sinayın karşılıklı olarak.

İKİ - Hayal edin, rüyalar kurun. Önümüzdeki bir, beş, on, yirmi yılda nerede olmak, neler yapmak istediklerinizi kurgulayın kafanızda. Mütevazı davranmayın. Hedef büyültün. En iyi üniversiteler, en iddialı bilimsel disiplinler, dünya seyahat planları, okul sonrası nerelerde çalışmak, ne kadar kazanmak, hangi kentlerde yaşamak istediğiniz, yatırımlarınız, hatta müstakbel eşiniz, çocuklarınız, yoğunlaşacağınız spor, sanat faaliyeti... Sınır yok. Bunları da bir kağıda sıralayın ki uçup gitmesin hayaller, izi kalsın.


ÜÇ - Şimdi bunları zaman ve öncelik sırasına göre yeniden düzenleyin. Hangileri menzilinizde ve kişisel yetenek/imkanlarımız görünüyorsa kararlı bir şekilde, zamanınızı iyi yöneterek onların üzerine odaklanın. Küçük, kontrolü sizin elinizde ve başarılması kolay olanla işe başlayın. Adım adım ilerlemek, sonuç aldığınızı görmek özgüveninizi artıracaktır. Haftada birkaç gece uyumadan önce neler yaptığınızın hesabını çıkarıverin kafanızda. Neler yapabilecek olup da yapamadığınızı, izleyen hafta neler yapacağınızı. Beyniniz bir süre sonra otomatik olarak kendini bu rutine programlayacaktır.


DÖRT - İnsan, sosyal bir varlıktır. Tek başına, kim ne derse desin, mutsuz, sağlıksız olur. Her kesimden, yaştan, meslekten, cinsiyetten dostlar edinmeye, dostluklarınızı pekiştirmeye çalışın. Beslemediğiniz dostluğun yaşaması mümkün değildir. Mutlaka bir çıkar, karşılık beklemeden yapın bunu. İyilik yapıp denize atın. Çinlilerin en önemli varlık olarak gördükleri "guanxi"yi, yani şebekeyi, hem geniş tutun hem de canlı kalması için yatırım yapın zamanınızla, sevginizle, ilginizle. Pozitif olun, gülümsemeyi eksik etmeyin yüzünüzden. Sikayet ve eleştiri sözcüklerini bir süre tatile gönderin. Emin olun ki, yaşamınızın ileriki aşamalarında size mutluluk, başarı ve yeni imkanlar olarak geriye dönecektir.


BEŞ - Anne-babanız her türlü fedakarlığa katlanıp iyi bir eğitim almanız için çırpınıyorlar. Ne olur onlara saygı ve sevgiyi hiç ihmal etmeyin hayatınız boyunca. Artık hayat-boyu eğitim sizin sorumluluğunuzda. İpleri elinize alın. Varınızı yoğunuzu daha iyi eğitim almaya harcayın. Çok okuyun, çok tartışın, en iyi okulları hedefleyin. Gidemiyorsanız onların müfredatını, kitaplarını ele geçirin. İnternet sayesinde şayet istiyorsanız Harvard kalitesinde eğitim mümkün artık burun kıvırdığınız bir okulda bile olsanız. Danışmaktan çekinmeyin. Sorun, mutlaka size yol gösterecek farklı bir bakış açısı sunacak deneyimli birileri ile karşılaşacaksınız. Size okulda, ailede verilenle sakin yetinmeyin. Daha fazlasını isteyin ve elde edin. Bunu siz yapmazsanız kimse altın tepsi içinde önünüze sunmayacak.


ALTI - Öncelikle anadilinizi iyi öğrenin. Anadilini kavrayamamış birinin yabancı dil öğrenmesi mümkün değil. Olan yabancı dilinizi daha da geliştirin, bir tane daha ekleyin öğreneceğiniz diller arasına. Şayet dil bilmiyorsanız başta gelen önceliğiniz İngilizce öğrenmek olmalı. Dil kursları, yabancı dilde dergi, TV, müzik, radyo elinize ne geçerse. Geleceğin dilleri, İngilizce'nin yanı sıra Çince, Rusça, Arapça ve İspanyolca bizler için. Elinizin altında ınternet var. Nasıl yapacaksanız yapın ama yabancı birkaç dili en iyi şekilde öğrenmeye kilitleyin kendinizi. Günümüz dünyasında ve gelecekte yabancı dilin yanı sıra farklı kültürlerden ve dillerden insanlarla ekip içinde çalışabilme, sezgi/öngörü becerileri, farklı kültürleri yönetebilme özelliğiniz de ayırt edici olacak.


YEDİ - Tarihi ve coğrafyayı da iyi öğrenin. Çapraz kaynaklardan. Bugünkü ve gelecekteki dünyayı anlayabilmek, karşılaştığımız risk ve fırsatların arka planını kavrayabilmek, akılcı stratejiler geliştirebilmek için hem kendimizin hem de ilişkilerimizdeki öncelikli ülkelerin coğrafya ve tarihine iyi vakıf olmak gerekiyor. Böylece, olayları size doğru gelen tek pencereden görmek yerine kendinizi başkalarının yerine koyan daha geniş perspektifler geliştirebileceksiniz. Bu konulara hakimiyetiniz kişisel, sosyal ve iş ilişkilerinize de olumlu yansıyacaktır.


SEKİZ - Kendi kimliğini kaybetmeden "küresel" bir insan olmayı hedefleyin. Hem kendi ülkenizde hem de sınırların ötesinde "mobilite" yeteneğinizi geliştirin. Özellikle genç yaşta elinize geçen her fırsatı seyahat ederek değerlendirin. Her şeyden önce yaşadığınız kenti daha sonra ülkenizi iyi tanımakla başlayın. Aksi takdirde, başka kentlerin ruhunu anlamanız da güç olacaktır. Baba parasıyla keyif seyahati değil sadece kastettiğim. Çalışarak, sıkıntı çekerek, risk alarak seyahat... Ufkunuzu genişletecek, sizi kendi ayaklarınız üzerinde durmaya sevk edecek, yeni insanlarla tanıştıracak, düşünce kalıplarınızı kıracak öğretici seyahatlar. İlerideki mesleki yaşamınızda böylesi "seyyar" olmanın büyük avantajlarını göreceksiniz. İşe alınmada, ayırt edici bir özellik olarak kredi hanenize yazılacak.


DOKUZ - Sağlığınız, en değerli servetinizdir. Gençken farkında olmadığınız için hoyratça kullanma eğilimi yüksek, ama ne kadar erken uyanırsanız beden ve ruh sağlığınızı zinde tutma gereğine ileride o kadar rahat edersiniz. Sağlık için spor ve beslenmeyi ibadet ölçüsünde benimseyin. Ruhunuzu taze ve neşeli tutmanın yollarını arayın, özellikle de insanlarla sosyal etkileşimleri yoğunlaştırarak, dostlukları pekiştirerek.


ON - Kişisel ve çevre temizliğine önem verin. Bugün ve gelecekte, aynen geçmişte olduğu gibi, bıraktığınız ilk izlenim kritik önemde. "Temiz insan" olmak, kişisel ve çevre temizliğine, korunmasına önem vermenin yanı sıra ilişkilerde de "temiz" olmayı gerektirir. Her ne olursa olsun dürüstlükten ve omurgayı dik tutmaktan taviz vermeyin. Hem kendinize saygının devamı hem de çevrenizde kalıcı güven yaratmanız için bu şart. Dostlarınıza sadık olun. Kısa dönemde kaybediyor gözükseniz de inanın çok geçmeden kazanmaya başladığınızı göreceksiniz.


ON BİR - İş piyasaları gelecekte ön plana çıkacak uzay, nanoteknoloji, mikrobiyoloji, yapay zeka, temiz enerji ve benzeri alanlardaki yetkinliklere göre biçimlenecek. Onun için, gerek gelecekte iş hayatına yeni başlayacak gerekse mevcut işlerinde yükselişlerini sürdürmek isteyen gençler bilgi teknolojilerini, yükselen sektörleri yakın takibe alın. Şebekelere üye olun. Kendinizi güncel tutun. İdealinizde yarattığınız işi kısa süre içinde bulamayabilirsiniz. Merdivenleri tırmanmadan üst katlara asansörle çıkmak bazen mümkün ama uzun süre orada kalamayabilirsiniz. Okul tatillerinde, yazın ücreti iyi olmasa da mutlaka çalışacak -tercihen sevdiğiniz- bir iş bulun. Staj yapın. Yardım kuruluşlarında çalışın. Her çalışma size ileride büyük avantaj kazandıracaktır. Olgunlaştığınızı, piştiğinizi hissedeceksiniz.


ON İKİ - Mutlaka öğrenim ve iş hayatınız dışında uğraşlar, hobiler geliştirin. İyi okullara, işlere alınmada sıra dışı yaptıklarınız artı puan olarak karnenize yazılıyor. Topluluk karşısında konuşma yeteneğinizi geliştirmek için tüm fırsatları değerlendirin. Konusuna hakim başka insanların arasında öne çıkmak istiyorsanız, yaşadığınız dünyaya kayıtsız kalmayacak duyarlılığınızı geliştirin. Fark yaratın. Özel tutkularınızla insanları ve iş konunuzu etkileyebilirsiniz. İster paraşütle atlamayı, ister derin denizlerde dalmayı, ister balık tutmayı, ister şiir yazmayı, ister 1930'lu yılların pullarını biriktirmeyi, ister Tayland yemekleri yapmayı... deneyin. Varsa paranızı bu tür meşgalelere, seyahatlara harcayın. İyi ve temiz giyinin ama marka peşinde koşup harçlığınızı, ailenizin kazancını heba etmeyin. Onlardan uzak durun. Varsa paranız tüketmeye değil üretmeye, öğrenmeye, gezmeye harcayın. Başkalarına bir şeyler göstermek için değil, kendiniz için yaşamayı ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi olur.


ON ÜÇ - "Uzmanlık" sihirli sözcük. Eskiden her işten bir şeyler anlamak önemliydi. Belki bugün de çok yanlı olmak, değişik hobilere sahip olmak cazip kılabilir insanı. Ama asıl saygıyı uyandıran, önünüzü açan bir iki konuda uzman olmak, hatta mümkünse çok iyi olmak. Dolayısıyla çok fazla disiplinde ortalama biri olmaktansa bir iki disiplinde "usta" olmayı seçin. Uluslararası geçerliği, saygınlığı olan, sevdiğiniz işi yapın. Çok para kazanacağınız değil, çok tatmin olacağınız işi seçin. Zaten sevdiğiniz işi iyi yapıyorsanız, bir gün (en azından o işin piyasasında) iyi para kazanmanız da kaçınılmaz.

ON DÖRT - "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer". Sebat edin. Kendinize güvenin. Arka arkaya birkaç şirkete transfer olarak her seferinde biraz daha fazla maaş kazanmayı amaçlamayın. Bir kariyer planlaması olmadan küçük ödüller karşılığı transferlere soyunursanız her ödülün bedeli de olacağını unutmayın. Bu demek değildir ki, her şeyi göze alarak içinde bulunduğunuz duruma tutunun,. Maceracı olmamayı hedeflerken tutuculuk da yapmayın. Sebat etmek ile kabuğundan çıkamamak aynı şeyler değil. Bu ikisi arasında dengeyi kurmada anahtar, gelecek planlamasında. Geleceğinizi planlarken bir hamleden fazlasını hesap etmeli, bütün değişkenleri değerlendirmelisiniz.

ON BEŞ - Kendinize güvenin. Dünyayı, ülkenizi, yakın çevrenizi olumlu yönde değiştirmeye kendinizden başlayın. Konuşmayın, şikayet etmeyin, hemen harekete geçin. Ömür, ortalama 700 bin saat civarında. Gelecek, sizin elinizde ve bugün başlıyor. Ertelemeyin onu.

(14.09.2018 tarihinde eklenmiştir)