15 Mayıs 2023 Pazartesi

Karar anı; Çoğunluk mu, Çoğulculuk mu?

 Seçim sonuçları şaşırtıcı değil. Sadece büyük beklentiler içinde olanlar çok şaşkın.

Görünen “Kim iktidar olacak?”seçiminin 2 hafta daha uzadığı.
 Bu iktidarın destek alacağı ve kontrol edileceği meclis tablosu ise zaten belli oldu.

Seçimler, bence, ciddi bir mesaj daha verdi. Tabi anlayana…
Ülke de sağcısı, solcusu, liberali, demokratı,vs.  kalmadı  fazla...  Vatandaş bunlara prim vermiyor artık.
Kişi kendisini hangi kesimden olduğunu iddia ederse etsin, çok büyük bir çoğunluk iki temel gruba ayrılmış durumda…
“Çoğunluk Demokrasisini” destekleyenler ile “Çoğulcu Demokrasiyi” destekleyenler.
Çoğunlukçular, güçlü çoğunluk ile sistemin aynı şekilde yürümesinden yana…
Çoğulcular ise  gruplar arası ile uzlaşı üzerinden değişim vaad ediyor.

Ülkemizde şimdiye kadar Çoğulcu Demokrasi genelde lafta kaldı.
Çoğunluk demokrasisi (yani ezici çoğunluk ) ile kararlar alındı. Bu durum sadece iktidar da değil, muhalefet partilerinin içişlerinde bile genel de aynı.  O yüzden partilerin söylem farklılıklarına rağmen, eylemlerini birbirlerine benzetiyorum.

Vatandaşın önüne sunulan seçenekler bunlar aslında, olan duruma devam mı, değişim mi?

Eğer değişim isteniyorsa, bu en baştan ve net şekilde ifade edilmeli.  Tüm kamuoyuna açık şekilde garantisi  verilmeli…

Nasıl mı?
Meclis aritmetiği belli.
Eğer mevcut muhalefet iktidarı alacak ise bu aritmetik içinde, kendisine muhalif olan en yüksek sandalye grupları ile de nasıl ortak çalışmalar yürüteceğini, ne tür görevler vereceğini belirlemeli  ve açıklamalı.

Daha önce muhalif ittifak bunu yapamazdı, çünkü net bir çoğunluk oluşturmayı umuyorlardı.
Yeni şartlar altında ise, işinin ehli eski kadroları koruyup ve siyaset üstü milli konularda ortak çalışmak zorundalar.  
Yani; ittifaklarının yeni bir üyesi olarak, bu grubu sisteme nasıl dahil edeceklerini de belirtmeliler.

Evet, bir çok siyasetçi fikir ayrılıklarından dolayı önce bu yaklaşıma dudak bükecek ve hatta gülecek belki. Ama milletini, devletini  şahsından ve ihtiraslarından üstün tutanlar, millet adına bu işi seve seve yapacaklardır.
Belki  bir Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı, belki bir başbakan yardımcılığı önemli değil. Ama çoğunlukçu demokrasinin işlemesi isteniyorsa, meclisteki tüm güçlü grupların karar mekanizmalarında işlevi ve sorumluluğu olmalı.

Ayrıca, böylece yolsuzluğa, liyakatsızlığa, gizli yürütülen işlere karşı da, birbirlerini kontrol edecekleri için sistem de şeffaflaşacaktır. Uzlaşısız kararlar laınamayacak ve belki de hayati kararlarda tamamen farklı, zıt bakış açıları ile fark edilmeyen olasılıklarda gözönüne alınacaktır.

Bizim sorunumuz, şu veya bunun iktidar olması değil, şu veya bunun birlikte çalışıp, toplumun güncel konumuna ulaşmasıdır. Bu değişimi istiyorum.

Dünya da şartlar çok hızlı değşiyor ve imkanlar hızla daralıyor. Kendi içinde, birbiri ile uğraşan taraflara sahip milletlerin, dünya üzerinde  çok fazla başarılı olma şansı yok. En fazla dönemsel, geçici başarılar olabilir.
Belki vatan, millet uğruna hayatlar feda edilir. Ama milletler bu şekilde korunamaz, yaşama tutunamaz. Birilerinin esiri, hizmetlisi olarak varolabilirler ancak. Oysa millet dediğimiz topluluk, çocuklarımızın yaşayacağı toplum.

Bunun düşünülmesini ve tartışılmasını dilerim. (230515)





3 Ağustos 2022 Çarşamba

İMAR, ÇEVRE, KÜRESEL ISINMA ve KURAKLIK

Bu konular hakkında hemen herkesin bilgisi ve duymuşluğu var. Bir sürü bilgiyi tekrar etmenin anlamı yok.
Dünya olarak “Ayva’yı yemiş!” durumdayız.
Üstelik artık folluk arama zamanı da geçti. İş, işten geçti yani.
Önlem almak için gerekli şartlar ve zaman yok.

Yapabileceğimiz tek şey, değişen bu şartlara nasıl uyum sağlayabileceğimiz.
Ancak bu şekilde bu değişimin getirdiği gelişmelerde düzgün bir hayat sürebiliriz.

Resimde 250x250 metrelik bir alan kaplayan bir bina fikri var. (Daha fazla detay isterseniz, bu linke tıklayın)
Yaklaşık 5000 kişiye ev ve işyeri olabilir. Toplu yaşam şehirlerde kaçınılmaz. 10 tane 100 dairelik binayı ayrı ayrı yapmaktansa, aynı alana 1000 kişilik tek bir yapı yapmanın ciddi avantajları var.




Şu anda ülkemizde yapay bir konut gündemi var. Yapay, çünkü inşaat sektörü ekonominin lokomotifi ve konut fiyatları da aşırı artmış durumda.
O yüzden “ucuz emlak” olmadığı için ve bu fiyatlar aşağıya çekilemediğinden böyle bir gündem oluştu.

Bu konuda, gerek yerel gerek merkezi idareler çeşitli açıklamalar yaptılar. Seçim heyecanı ile yapılan bu açıklamaların gerçekleştirilmesi ya da projelendirilmesi ayrı bir konu...

Ama vatandaş olarak üzerinde durmamız gereken başka noktalar var.
Yapılacak binalarda, yasal düzenlenmesi şart olması gereken özellikler olmalı.
Bunlara değinmek istiyorum.
Bence,
İlk olarak bu binaların ısı yalıtımı; hem ısıtma, hem de soğutma açısından ele alınmalı. Sadece bina duvarları ile değil, mimarisi ve teknik yapısı da hava akımlarını gözetmeli.

Binaların yeşil alanları dışlarında değil, avlu şeklinde içeride olmalı. Bu binalara sosyal alan kazandırırken ayrıca yeşil dokunun korunması ve geliştirilmesini de kolaylaştıracaktır.

Bina zeminlerinde sadece otoparklar değil, geri kazanım alanları da olmalı. Yağmur sularından, evsel atıkların ve hatta kanalizasyon atıklarının geri dönüşümü daha bu binalarda düzenlenmeli.
Mesela, yiyecek atıkları diğer atıklarla karışmayacak şekilde bertaraf edilmeli. Mutfak evyesindeki  bir  yemek artığı organik çöp parçalama aparatı ile ayrı bir kanal sistemi ile toplanıp  geri dönüşüme hem biyogaz hem de kompost toprak üretimi için kullanılabilinir.

Enerjinin bir kısmını kendi atıklarından üretmeli. Bir kısmını ise yenilenebilir doğal kaynaklardan (güneş, rüzgar gibi) sağlayabilir.
Deterjanlı atık sular, ayrı kanaletlerde (banyo, bulaşık ve çamaşır makineleri) toplanıp arıtımı bina içinde yapılmalı.
Yağmur suları ile arıtılmış sular binaların temizliğinde ve yeşil alanlarının sulanmasında kullanılabilinir.

Bir çok insanın bir arada olmasının önemli bir avantajı ise daire alanlarındaki düzeltmeler.
Mesela günlük 500 kişiye hizmet verecek şekilde 10 yemek şirketi, mutfak alanlarının küçülmesini sağlayacaktır. Zaten pandemi sürecinde hazır yemek kütltürü yagınlaştı.
aynı şekilde ortak yemekhaneler gibi, ortak çamaşırhanelerde olabilir.  
Bütün bunlar; zaman, su, enerji ve kaynak kullanımında yüksek verimlilik sağlayacaktır.

Akıllı Bina kavramı bazılarınca yanlış anlaşılıyor. İnternet üzerinden evdeki araçları açıp-kapatabilmenin veya kapı kontrolü-güvenliği yapılmasının akıllı evlerle hiçbir alakası yok.
Bunlar olmalı ama bu sadece teknoloji kullanımı.

Akıllı bina,  iç ısıyı maksimize verimliliğe göre otomatik ayarlayan, neredeyse sıfır atık üreten ve enerjisinin önemli bir kısmını kendi imkanlarıyla sağlarken bireylere konforlu ve temiz bir ortam sağlayan binalardır.

Elbette bunlar Ütopik.
Bizim inşaatçılarımız; müteahhitler, mimarlar, mühendisler gene  babadan kalma tekniklerde ve binalarda ısrar edecekler, birkaç elektronik ayrıntıyı akıl diye yutturmaya çalışacaklardır.

Ama orta vadeli olarak, çevre ve doğa kaynaklı sorunlarla baş edebilmek istiyorsak…
Hele “yaşamanın maliyetlerini” aşağıya çekmek istiyorsak…
Bu yeni dönemin şartlarına uygun binalar ve yaşam şekilleri geliştirmek zorundayız.

İmar planlaması yapanların dikkatine…

İSTATİSTİK BİLİMİ ve DEMOKRASİ

 Ünlü bir istatistik deneyi var. Francis Galton deneyi...
https://www.kampustenevar.com/.../francis-galton-deneyi...

Aynı deneyi daha sonra küçük çaplı olarak ODTÜ'de tekrarlamışlar...
Sonuçlar aynı... Deneyin tekrarlı sonuçları hep aynı yönde sonuçlanmış.
Buna göre, bir tahmin etme değerlendirmesinde, bireylerin abartılı ve gerçekten uzak sonuçlar üretmesine rağmen, tek tek bireyler değil de topluluğun ortalaması alındığında doğruya en yakın sonuçlara ulaşılıyor.

Aynı deneyi çevrenizde karşılaştığınız insanlara, seçimlerin tahmini sonuç yüzdelerini şimdiden sorup, not edip, sonuçlarla kıyaslayarak görebilirsiniz, Kişi sayısı artıkça, sonuçlarda netleşecektir,

Bu deneyden çıkartılabilinecek bir diğer sonuç ise, toplum yönetiminde çok sesliliğin ve demokrasinin neden önemli olduğudur.
Her bir birey olması gereken için farklı ve hatta gerçeklerle uyuşmayan bir şeyler önerebilir. Herkesin kendisine göre bir fikri vardır.
Herkesin düşüncesine saygı duyup, o fikirlerin içeriklerinden muhalif de olsa kullanılabilinecek olanları karar mekanizmasında göz önüne alırsanız, verilecek karar en doğru karar olacaktır.

Demokrasi; azınlığın fikirlerininde, çoğunluğun karar mekanizmasında rol aldığı bir uzlaşma kurumudur.

Tek bir kişinin biçimlerdirdiği, yönlendirdiği karar mekanizması yerine, bir çok akılın ortak uzlaşılarından doğan karar mekanizması bu yüzden çok daha üstündür.

20 Mayıs 2022 Cuma

Cumhuriyet devrimleri, Demokrasi ve günümüz

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki devrimler, dış görünüşten ziyade içsel bir dönüşümü amaçlıyordu.
Şapka, kılık kıyafet devrimleri ki, topluma "Artık her alanda bir değişim içindeyiz. Dünya özellikle gelişmiş Batı ile entegre oluyoruz" mesajını içeriyordu.
Eğer eski tip kıyafetler kalsaydı, toplum değişir miydi? Bunu görebilir veya hissedebilir miydi?
Dünyanın gelenekler açısından en tutucu toplumlarından olan Japonlar bile değişim yaparken, kılık-kıyafetin değişminin etkisini kullanmıştı. (1856 -1905 arasını bir inceleyin. ABD'li Amiral Perry silah zoruyla Japonya(yı ticarete-emperyalizme- açınca başlayın konuya, Rus-Japon savaşı ile bitirebilirsiniz...)

Söz ettiğiniz dönem Yaklaşık 12-13 yıllık savaşlarla yıpranmış, parçalanmış, sakatlanmış bir toplum idi...
Siz cevaplayın.
Hadi o dönemde yönetimde olduğunuz farz edelim.
Hangi fabrikalara hangi işgücünü koyacaktınız?
Bu iş gücünün kalifiyesi neydi? Eğitimli usta-ustabaşı ne kadardı?
Hangi alanlarda bilgi birikimi vardı?

Ülkenin çay ve şekeri bile ithaldi.

Çiftçiliğe gelelim. Ülkedeki büyükbaş, küçükbaş hayvan sayısına ve çiftçi sayısına bakın. Saban sürecek sağlam çifçi bile çok azdı. Sıtma, kolera, trahoma, verem yaygın hastalıklardı. Bunlarla baş edecek doktorlarımız neredeydi, kaç taneydi?

Ancak zır cahiller bir heykele adak adar, kurban keser. Bu ülkenin en cahili bile bunu yapmadı şimdiye kadar.

Eğer kurbanlar verilecek ise, sadece Atatürk'ün bu ülke insanı ve vatanı için gösterdiği yola başkoyanlar kurban olurlar.
Bu da hiç bir partinin hegemonyasında değildir. Her parti içinden ve dışından bu ülkenin milyonlarca insanının ortak olduğu ve paylaştığı bir ülkü bu.
Türk halkı bu ortak payda da geneldi birleşiyor. Ama daha alt diğer paydalarda ayrışmalar olabiliyor. Olmalı da... O ülkülere ulaşmak için en iyi yol ve yöntem de ayrı fikirlerin olması doğaldır.

İktidardaki hiç bir kişi ya da grup, yönetimde uzun süre tek başına kalmamalı. Çünkü insanoğlu nefsine zayıftır.. Zamanla devlet makamının kerametini kendinden hissetmeye, zannetmeye başlar. Böylece zamanla devlet sistemi sekteye uğrar. Devlet, halkın cismanileşmiş tezahürüdür.
Devleti olmayan halklar var olmaya devam edebilirler. Ama halkı olmayan hiç bir devlet, var olamaz. Kağıt üstünde bile... Bu yüzden öncelik halktır, insandır.

Evet, seçimlerde "en az hoşlanmadığımızı" seçiyoruz. Zaten yıllardır partiler adaylarını kendi içlerinden belirliyorlar.
O seçimlerde öne çıkabilecek ekonomi veya çevre veya arka destek sıradan vatandaşta yok.
O yüzden ülkenin tüm siyasi partileri toplumdan uzak kalmış durumda.
Bugün partiler, aday olacakların düşüncelerine, söylemlerine bakmıyorlar.
Eğer öyle olsaydı, belki siz de bir partiden ön sıra aday gösterilebilirdiniz. Sizin gibi düşünen ve hissedenlerin oyunu alabilecek bir aday..

Ama partiler mahalle/ilçe ve il parti örgütlerine yaptığınız bağış ve desteklerle öne çıktıktan sonra, Partiye yapacağınız destek ile ilgileniyor.
Bugün o yüzden cebindeki 3-4 milyon lirayı gözden çıkartıp, aday olabilecek kişi sayısı çok az.
Bu parayı gözden çıkartabilecek kişinin de ya çok büyük bir vatansever olması lazım ya da standart orta direk vatandaşın yaşam tarzını ve sorunlarını hiç yaşamamış birisi olması gerekir.
Böyle biri elektrik, su, yol, gıda fiyatlarındaki kuruşluk veya 1-2 liralık artışların ne kadar hayati olduğunu anlaması ve buna göre çözümler üretmesi de imkansızdır.
Üretilen çözümler, kendi hayat standartlarındaki kişiler için uygulanabilir mantıktadır. Vatandaşa inmez... Piyasa da gerçeklik bulmaz. Sanırım bu durum tanıdık olmalı...

Bizin insanımızın demokrasideki en zayıf yanı, demokrasiyi futbol taraftarlığı gibi ele almaları.
Parti veya kişiler, toplum içinden belli sesleri temsil ederler.
O temsil ettiklerin seslerin yoğunluğuna göre de devlet yönetiminde biçimlendirici olurlar.
Her ses bir bakış açısıdır. Bir ağırlığı vardır.
Son karar yani uygulama ise tüm bu seslerin bileşkesidir.

Batı bunu yapıyor. O yüzden iç ve dış politikalarında kendi toplum menfaatlerini koruyabiliyorlar.
Biz de ise baskın ses, diğer sesleri bastırıyor. Daha güçlü olmak için tek ses olmaya çalışıyor ama bu onu güçlü kılmıyor tam tersi zayıflatıyor.

En basiti, bir karar aldığınızda mesela çocuğu hangi okulu göndereceksiniz? Bunda bile bir çok iç sesi dinliyoruz. Çocuğun alacağı eğitim kalitesi, sonrasına etkisi, öğretmenlerin durumu, genel maliyeti, yol maliyeti, okul süreleri, yol süreleri, arkadaşlık ortamı, sosyal aktiviteler, vs.vs. Her bir koşul bir iç ses olarak belli bir ağırlığa sahip oluyor. Ama verdiğiniz karar, bunların hepsinin bileşkesi, belki de çoğunun önerdiği kendince en iyi çözüme bile yaklaşmayan bir sonuç oluyor.

İnsan kendi endişe ve beklentileri içinde karar alırken demokrasi uyguluyor. Aynı şeyi ülke yönetiminde de yapabilen veya yaklaşan toplumlar, en başarılı toplumlar oluyorlar bu şekilde...
İşte bu aynı zamanda 100 yıl önce birilerinin, bu ülke için olan idealiydi.

12 Nisan 2022 Salı

Kadının Toplumsal Rol Modelinin Değişimi

Burada değinilen konuların ve bakış açılarının, sorunlar karşısında çok yüzeysel kaldığını düşünüyorum.

 Erkeklerin değişmesi ve bazı şeyleri yapmayı düşünmeyi bırakması isteniyor ama kadınların da ciddi anlamda değişmesi ve bazı şeyleri bırakması gerekiyor.

 Yukarıda değinilen sorunların çoğu "tarım toplumundan hala çıkamamış" olmanın sonuçları...

5000 yıl evvel tarım toplumları başladı desek; kadının işgücü üretkenliğine ve üretimdeki işbölümünde göre yüklendiği toplumsal roller değişti.

“Doğurganlık, başlık parası, çeyiz, ailelerin toprakları arası birleştirici bağ kurmaları, vs” ile kadının sosyal statüsü ve görevleri farklılaştı.

Dinler, toplumsal geleneklerin ve devlet yönetimlerinin gelişimi dahi, her zaman temel üretim yöntemine ve üretim araçlarının sahipliğine göre şekillenmiştir.

 İnceleyin, kıyaslayın ...Göreceksiniz.


 Günümüzde 1/3 sanayi toplumu görgüsü daha yerleşmemişken, bilgi toplumuna doğru da evriliyoruz.

O yüzden toplumumuzda, her çağın adamı her dönemin gelenek ve adetleri var.

 Sanayi toplumunda, özellikle son 60 yıldır evden çıkarak üretimde daha ciddi roller alan kadınlar ile toplumsal rol modeller değişti. Avcı toplayıcı dönemine yakın bir eşitlik anlayışı ve beklentileri gelişti. Çünkü artık kadında toplumsal üretim işgücüne daha fazla katılıyor.

 

Şimdi bilgi toplumuna giriyoruz. Biz göremeyeceğiz ama dünya yeni bir yapılanmaya giriyor.

Ana üretim aracı; "bilgi"..

Sanayi toplumunun işyeri ve çalışma saatleri kavramları da değişiyor. Tüketim anlayışları da değişiyor...

Dolayısıyla kadının ve erkeğin toplum içindeki rolleri ve görevleri de değişiyor. Daha da değişecek. Bu kaçınılmaz.

 

Ama sadece bilinen 10 bin yıllık insan tarihinin, son 100 yılında üretim yapısında ve araçlarının sahipliğinde böyle hızlı değişimler var.

Daha önce toplumsal değişimlere adaptasyon yüzyılların kuşaklarına yayılırken, son yüzyılda bu 2-3 kuşağa (50-60 yıl) düştü.

Şimdi ise gerek erkekten, gerek kadından; tek kuşak içinde 1-2 değişim ve adaptasyonu talep ediliyor. Buna üretim yapısı ve rekabetçi yaşam koşulları zorluyor.

 Lütfen  aşağıda paylaşılan ana konu yazıları,bu kısa yazıyı okuduktan sonra tekrar bir okuyun ve bağlantıları görmeye çalışın.





10 Mart 2022 Perşembe

Rusya- Ukrayna Çatışması hakkında


 

Batı'nın bu kadar yoğun bir Rus
düşmanlığı gütmesini hala şaşkınlıkla izliyorum.


Kültürü, edebiyatı, birikimi ile Rus Kültürünü ve toplumunu kendilerinden olduğunu defalarca dile getiren Batı, bu sefer topyekün bir dışlama ile Rusya'yı karşısına alıyor.

Bu normal değil.

Yaklaşık 30 yıldır aşama aşama Rusya aleyhine, anlaşmalara sadık kalmadan hareket ettiler. Ve böyle bir çatışma çıkacağını bile bile Ukrayna'yı kullandılar.
Ve şu an döktükleri timsah gözyaşlarına rağmen, Ukrayna'yı ve Ukrayna halkını umursadıklarını da hiç düşünmüyorum.
Batı'nın Rusya'yı yıllar içinde nasıl tahrik ede ede ilerlediğini ve Ukrayna'yı nasıl gaza getirip, teşvik ettiklerini açıklayan bir sürü araştırma ve yazı var internette...

İşin doğrusu Batı'nın Slavları birbirine düşürmüş olmasından dolayı pişman olduklarını da hiç sanmıyorum.

Dilerim Ukrayna ve diğer toplumlar, Batı'nın tüm destek ve teşviklerinin altında uzun vadeli çıkar planları olduğunu anlayıp, ona göre uzun vadeli politika geliştirirler...
Üzerinde durulması gereken konu ise "sonrasında neler olacağı?"

Çünkü bu ortamın bu kadar uzun süre, böyle incelikli hazırlanması ve yönetilmesi boşuna olmamalı...

Elimizdeki verilere bir bakalım önce...

1) Dünya Covid 19 isimli bir hastalık yüzünden iki yıldır yeni bir yapılanmaya geçti. Bu salgın sadece insanları öldürmedi, öldürmeye devam etmiyor. Ayrıca özellikle 15-20 yıl sonra üretimde olacak kuşakların zihinlerine yeni alışkanlıklar ve korkular ekleyerek toplumsal alışkanlıkları değiştirdi.
Toplum mühendisliği olarak üretimden, tüketim alışkanlıklarına, lojistiğe, sosyal güvenlik sistemlerine, toplumsal yaşam tarzlarına kadar bir çok alana müdahale etti.
Dünya'nın iyice kıtlaşan doğal kaynakları ve hızlı nüfus artışı ile tetiklenen aşırı tüketim alışkanlıklarını sorgulattı.
Dahası canı çok tatlı olan Batı toplumlarını, daha dar alanlara hapsedip kendi içlerinde yaşamaya alıştırdı.

Tam ABD-Çin arası ticari savaşının ortasında, birden bire Çin'de çıkması ayrı bir konu. Eğer iddialara doğruysa, 5-6 ay içinde Rusya kaynaklı "gözüken" yeni bir salgın da şaşırtıcı olmaz.

2) Dünya'nın kendini yenileme hızı, çevre kirliliği yüzünden de oldukça düştü. İnsanlık artık gelecek 10 yıllarda tüketmesi gerekenleri şimdiden tüketiyor. Tarlaya dadanmış çekirge sürüsü gibiyiz.
Çevre kirliliğinin ana kaynaklarından biri ise fosil yakıtlar. Ve petrol kaynaklı plastik ürünler.
Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için enerji devrimi de gerekiyor. Özellikle güneş, rüzgar, dalga, jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklar ile füzyon gibi araştırmaları hala süren büyük potansiyele sahip enerji kaynakları öne çıkacak gibi...

Ama bu araştırmaların, tesislerin inşa ve yapım finansmanları da sağlanmalı. Günümüzün enerji sağlayıcı dev petrol şirketlerinin bu alanlarda da büyük yatırımlara yöneldiğine şüphe yok.

Uzun zamandır, dünya'daki petrol rezervinin bitmek üzürü olduğu söyleniyordu. Aslında biten, "kolay çıkarılabilir" petrol rezerviydi. Doğal gaz rezervi ise en az 100 yıl daha yetecek düzeyde.
İşin diğer yanı, doğal gaz fiyatının petrol fiyatına bağımlı olması. Yani bir varil petrol'ün üretim maliyeti artıkça, aynı oran çarpan olarak doğalgaza'da yansıyor.
İlginç olan, dünya'nın petrol rezervi hala var ama çıkartılması ve işlenmesi zor idi bu kaynakların.
Hele petrol varilinin 30-50 dolar aralığında olduğu günlerde, varili 120-140 dolara mal olacak petrol sondaj kuyuları açmak ve işletmek imkansızdı.

3) ABD dünyanın önde gelen gaz üreticilerinden biri olarak 2021 yılında, doğalgaz- kayagazı sıvılaştırma tesislerini bitirdi. Filosunu da hazırladı. Artık dünyanın heryerine gemileri ile LNG satabilir. En yakının da olan, nakliye masrafı düşük, zengin alıcı ise Avrupa var. Ancak bu pazarın neredeyse %40'ı Rus gazına bağımlı.

4) Çin, Hindistan, Orta Asya Ülkeleri, Uzak Doğu ülkeleri, Rusya gibi ülkelerin olduğu Avrasya bölgesi, dünyanın dinamik, genç bir ticaret potansiyelini oluşturuyor.
Hindistan nasıl yazılımda lider ise, Çin'de teknolojik tüketim ürünlerinde lider. Rusya doğal kaynakları ve geniş toprağı ile ayrı bir avantaja da sahip.
Üstelik küresel ısınma ile Rusya step ve bozkırları da dahil, kuzeye doğru bir çok bölgenin yaşanabilirlik ve yerleşebilirliği de artacak.

Kısaca, dünya ticaret ve üretim gücü Doğu'ya doğru geçiyor.

5) Afganistan'ı bölge ülkelerinin birbirine siyasi ve ekonomik olarak entegre olmasına engel olmak için
bir kaos içinde bıraktılar.

6) Çin'i gerek Uygur bölgesi, gerek ise Tayvan üzerinden üzerinden tahrik ediyorlar. Bölgedeki toplumlar arasındaki tarihsel düşmanlıklar da ara ara hatırlatılıyor.

7) Dünya'nın mevcut doğal kaynakları ve kendini yenileme gücü, 2050'lere kadar en fazla 4 milyar, 2100'lerde ise 1 milyar insana düşecek. Yani paylaşım kavgaları artacak.

8) Batı dünyası ise bu değişimi durduramadığı gibi, kendi refah seviyesini Orta Doğu ve Afrika'dan gelen göçmenlere karşı nasıl koruyacağını da düşünüyor.
Mevcut sosyal refah devleti durumlarını daha ne kadar sürdürebilecekleri meçhul.
Avrupa da yükselen milliyetçilik bu durumun doğal bir sonucu aslında.
Korumacı gümrük duvarları, ithal ürünlere kalite standartları ile getirilen gizli veya açık engel ve kotalar, boykot etmek için bulunan gerekçeler, vs,vs...


Sonuç Değerlendirmesi


Bu çatışma petrol fiyatlarını yükselttiği için,
a) Yeni sondajları rantabl hale getirdi.
İnsanlığa yeni fosil yakıt kaynaklarının devreye sokulmasının haklılığını gösteren bir suni fiyat artışı sağlandı.

b) Fosil Yakıt üretici şirketlerin kârlılığı artırıldı. Yeni yatırımlara finansman sağlayıp, liderliklerini koruyabilecekler.

c) Bu çatışmalarda son teknoloji silahlar içinde deneme imkanı sağlanıyor. İspanya iç savaşında da devletler, ikinci dünya savaşı öncesinde silah teknolojilerini böyle denemişler, kıyaslamışlardı.

d) Batı'nın Rusya'nın geniş arazisindeki doğal kaynaklara ve tarıma uygun alanlaragöz diktiğini ve uzun vadeli olarak buralardan pay alma hesapları içinde olduğunu düşünüyorum.

e) Batının, Slavları ve özellikle Rusları tamamen Asyalı olarak gördüklerini, şimdiye kadarki tutumlarının ise endişeden kaynaklandığını gösterdiler.

f) Dünyanın "gelişmiş ve gelişmekte olanlar" şeklinde iki temel kutaba ayrılmakta olduğunu görüyorum. Gelişmiş olanlar kendi aralarında birleşirken, gelişmekte olanları ise alt kutuplara ve taraflara ayırmaya çalıştıklarını düşünüyorum.

g) Afrika ve Güney Amerika üzerinden de yeni gerilimler çıkabilir. Bu bölgeler, tarafların gelecekteki çatışma alanları arasına girecek gibi gözüküyor.











RUS/UKRAYNA SAVAŞINDA KİM KAZANDI KİM KAYBETTİ

https://haberalgazetesi.net/rus-ukrayna-savasinda-kim-kazandi-kim-kaybetti/


Savaşın görünür yanı Ukrayna - Rusya Savaşı.

Görünmeyen yanı Almanya - ABD Savaşı.

Bildiğiniz gibi Rusya Almanya arasında Kuzey Akımı 2 boru hattı inşası bitmiş. Hizmete alınması seviyesine gelmişti.

Bu boru hattının hizmete alınması demek Alman Sanayisinin ucuz enerji kaynağına, Rusya'nında bol ve güvenli maddi imkana kavuşması demekti. Yani Almanya ve Rusya açısından kazan - kazan durumu vardı.

Böyle bir gelişme Avrupa - Rusya arasında ticaret ve turizmin gelişme ortamını doğuracaktı. Her iki tarafında kazançlı olacağı bu pozisyon ABD'yi rahatsız etti.

Çünkü Avrupa - Rusya arasındaki güvenin tesis edilmesi, karşılıklı ticaret ve turizmin gelişmesi Avrupa'nın özellikle de ekonomisi çok yüksek oranda fazla veren Almanya'nın ABD'ye ihtiyacını azaltıyordu.

Bu gelişmeler ileri aşamada her iki ülkenin kendi paraları ile ticaret yapması ve doların rezerv para olma durumunu sarsacaktı. Ne yapıp edip Kuzey Akım 2 boru hattı engellenmeliydi.

Bunun için zavallı Ukrayna ABD tarafından kurban seçildi. Sanki Ukrayna NATO'ya alınacakmış gibi bir söylemle Rusya tahrik edildi. Putin bu tuzağa düştü.

Ukrayna'nın yanıp yıkılması ABD - İngiltere'nin umurunda değil. O şimdi zaferinin tadını çıkarıyor.

Bu savaş sonucu daha şimdiden kimler ne kazandı, kimler ne kaybetti.

1- Avrupa hiç olmadığı şekilde (İskandinavya dahil) ABD'ye yaklaştı. ABD yeniden Avrupa'nın koruyucusu rolüne soyundu. Koruma karşılığı haraç toplayan kabadayı gibi ortalıklarda dolanıyor. Herkese pahalı silahlarını pazarlama imkanı buldu.

2- ABD'nin Avrupa'daki esas rakibi ve gizli düşmanı Almanya ABD karşısında üçüncü yenilgisini aldı. Alman sanayii ucuz ve güvenli enerji kaynağından oldu.

3- Avrupa Ordusu hayali bir başka bahara kaldı. NATO daha uzun bir süre Avrupa'da varlığını devam ettirecek...

4- Bu operasyonla dolar rezerv para olma durumunu biraz daha sağlama aldı.

5- Her alanda yaptırımla karşı karşıya kalan Rus ekonomisi savaş öncesinden daha güçsüz bir hale geldi.

6- Rusya, aynı kültürden gelen komşusu bir devletin ve halkın çok uzun yıllar sürecek düşmanlığını kazandı.

7- Başlangıçta tamamen haklı pozisyonda olan Rusya, sınırlı bir tedip harekatı yerine istila harekatına girişmesi nedeniyle, kendi hinterlandı olan Kafkasya ve Orta Asya'da derin kuşkulara neden oldu.

8- Özellikle Putin'in bazı ulusların gerçekte olmadığı, Lenin sosyalizminin bir eseri olduğu biçimindeki yaklaşımı; Rusya'nın meşru savunma ötesinde Çarlık hevesleri ve yayılmacı bir politika izlediği kanısını verdi.

9- Hiç kuşkusuz en büyük kayıp ABD emperyalizminin kurban seçtiği Ukrayna'nındır. Ülke işgale uğramış, yanmış, yıkılmış, çoluk çocuk demeden insanlar öldürülmüş, kaynaklar yok edilmiştir.

10- Türkiye başlangıçta yaptığı hatalar nedeniyle  zaman zaman bocalayan bir tutum içinde kaldı. Sonra savaşın dışında kalma ve Montrö Antlaşmasını uygulama kararını vererek hatayı kısmen telafi etti. Ancak enerji, ticaret ve turizm alanlarında oldukça önemli paya sahip iki ülkenin savaş halinde olması nedeniyle kayıp içindeyiz.

Kısaca daha şimdiden Almanya başta olmak üzere Avrupa, Rusya, Ukrayna ve Türkiye bu savaşta kaybedenler. ABD ve İngiltere kazananlar tarafında görünüyor.



Minsk Anlaşması'na ne oldu?


https://emrekose.substack.com/p/minsk-anlasmasna-ne-oldu?s=r

Batılı medya, 7 yıldır Donbass ihtilafının çözümüne yönelik Minsk Anlaşması'nın uygulanmasını telkin ediyor. Nihayetinde Almanya ve Fransa, garantörü olduğu anlaşmayı tarihe gömdü.

İlgili içerik: "Ukrayna, Donbass'ta Hırvat senaryosunu tekrarlamayı amaçlıyor"



2009 yılıydı (Alıntıdır)
Harp Akademileri Komutanlığı'nda “enerji güvenliği” konusunda uluslararası sempozyum düzenlendi.
Cumhuriyet tarihinde o güne kadar düzenlenmiş en kapsamlı, en geniş katılımlı enerji sempozyumuydu.

Petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağına dikkat çeken, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu öngören, bu tehdide yönelik güvenlik stratejileri geliştirmeyi hedefleyen, beyin fırtınasıydı.

Atom Enerjisi Ajansı, Uluslararası Enerji Ajansı, Avrupa Komisyonu, NATO genel sekreter yardımcısı, ABD enerji bakanlığı Rusya ve Avrasya dairesi başkanı, İngiltere Savunma Akademisi, Bulgaristan enerji bakanı, Hollanda ekonomi bakanı, Yunanistan kalkınma bakanı konuşmacı olarak katıldılar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden, Shell'in üst düzey yetkililerine, uluslararası ekonomistlere kadar, dünya çapında saygın konuklar görüşlerini dile getirdi. Rahmi Koç başta olmak üzere Türk iş dünyasının ileri gelenleri dinleyici olarak oradaydı.

Bu küresel sempozyumun zamanlaması bile muhteşemdi.
Üç ay önce patlak veren bir enerji güvenliği krizine denk gelmişti.
Rusya'yla Ukrayna arasında doğalgaz krizi başlamıştı!

Rusya'nın ana doğalgaz boru hattı olan Trans Sibirya Boru Hattı tee 40 yıl önce 1981 yılında açılmıştı.
4 bin 500 kilometre uzunluğundaydı.
Sibirya'dan başlıyor, Rusya'yı komple geçiyor, Ukrayna'ya giriyor, oradan Avrupa ülkelerine ulaşıyordu. Almanya başta olmak üzere 18 Avrupa ülkesi bu hattan gelen doğalgazı kullanıyordu.
Ukrayna hem uygun fiyat ödeyerek bu boru hattından gelen doğalgazı kullanıyor, hem de geçiş ücreti alıyordu.
Ama…
2004 yılındaki Turuncu Devrim'den itibaren Ukrayna'nın tavrında enteresan değişiklikler başladı, Rusya'ya 2 milyar dolardan fazla borcu birikmişti, doğalgazı kullanıyor, parasını ödemiyordu.
“Bana mecburlar, nasıl olsa gaz vermeye devam edecekler, benim gazımı keserlerse Avrupa'nın da gazı kesilmiş olur” diye düşünüyordu.
Bir yandan da Avrupa'ya mesaj gönderiyordu, “beni korumazsanız siz de gaz alamazsınız” diyordu.
ABD yönetimi, Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz vermesine Reagan döneminden beri karşı çıktığı için, Trans Sibirya Boru Hattı'nın açıldığı günden beri karşı çıktığı için, Ukrayna'nın sırtını sıvazlıyordu.
Bugün Ukrayna'da yaşanan savaşın temeli, işte böyle atılmıştı…
ABD tarafından sahip çıkılan Ukrayna, kendisini iyice güçlenmiş hissediyordu, NATO'ya alınacağını düşünüyordu, Rusya'ya rest çekerek Avrupa Birliği'ne gireceğini düşünüyordu.
Sırtını ABD'ye yaslamanın özgüveniyle, borcunu ödemediği gibi, geçiş ücretine zam yapmaya kalkıyordu.
Moskova'ya posta koyuyordu, “eşşek gibi hem gaz vereceksin, hem bize daha fazla para ödeyeceksin” demeye getiriyordu.
2009 yılbaşı…
Şak…
Rusya vanayı kapattı, gazı kesti.
“Ukrayna hem doğalgazımı çalıyor, hem paramı çalıyor, bu böyle devam edemez, biraz da siz düşünün” dedi.
Avrupa tutuştu.
Avrupa Birliği acilen toplandı.
O güne kadar salağa yatıyorlardı, koştura koştura devreye girdiler, ABD'yi ve Ukrayna'yı ikna ettiler, Rusya'nın parası ödendi, Rusya'nın fiyatları kabul edildi. Rusya vanayı açtı.

(Makarayı az ileri saralım.)

(Rusya, Ukrayna yüzünden bu tür krizler yaşayacağını tahmin ettiği için, Ukrayna'da turuncu devrim olur olmaz, 2005 yılında Kuzey Akım boru hattının temelini attı, 2011 yılında açıldı.
Kuzey Akım boru hattı Rusya'dan başlayarak, başka hiçbir ülkenin toprağına girmeden, Baltık Denizi üzerinden Almanya'ya bağlandı.
Ukrayna'yı devre dışında bırakan, Almanya üzerinden Avrupa'ya bağlanan bu boru hattına, Kuzey Akım 1 adı verildi.)

(Şu anda Ukrayna savaşı nedeniyle, ABD'nin yoğun baskısı üzerine, Almanya tarafından iptal edilen Kuzey Akım 2 boru hattı, işte bu Kuzey Akım 1'in bitişiğine, aynı güzergaha inşa ediliyordu.
Kuzey Akım 2 tamamlanırsa, Rusya'nın artık Avrupa'ya doğalgaz iletmek için Ukrayna'ya asla ihtiyacı olmayacaktı.
Ukrayna halkı ateşe sürüldü, savaş başlatıldı.
Böylece Kuzey Akım 2 durduruldu.)

(Makarayı tekrar 2009'a geri saralım.)

Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen “uluslararası enerji güvenliği” sempozyumu, işte tam olarak 2009 yılındaki bu doğalgaz kriziyle, Rusya-Ukrayna kriziyle örtüşüyordu.

Türk genelkurmayı, petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağını, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu açıkça görüyordu.
Bu tehdide karşı, Türkiye'nin güvenlik stratejisini geliştirmek üzere kafa yoruyordu; sempozyum bu amaçla düzenlenmişti.

Harp Akademileri'nde böylesine kapsamlı bir uluslararası toplantının yapılması, her nedense (!) sayın medyamızdaki bazı arkadaşları fena halde rahatsız etmişti.
İkinci cumhuriyetçi ve AB'ci olduğunu saklamayan gazeteciler, o sırada Akp yancısıydılar, “asker neden enerji işiyle ilgileniyor?” diye makaleler döşeniyorlardı.
Güya Akp'yi uyarıyorlar, “bak askerler senin arkandan gizli gizli işler çeviriyor” diyorlardı, “sivil hükümet varken, askerler hangi hakla bu meseleye burnunu sokuyor” diyorlardı, “demokrasiye aykırı” diyorlardı, “vesayetçi bunlar” diyorlardı.

Halbuki gizli saklı filan değildi.
Hükümet aleyhine de değildi.
Akp'nin enerji bakanı Hilmi Güler sempozyuma katıldı.
Konuşmacı olarak katılmakla kalmadı, açılış oturumunu yönetti.
Hatta, Hilmi Güler de, sempozyumdaki konuşmasında Batı'yla Rusya arasında Ukrayna üzerinden yaşanan krize dikkat çekiyordu.

28 Nisan 2009.
Sayın medyamızdaki ikinci cumhuriyetçilerin şiddetli eleştirilerine rağmen, sempozyum toplandı.
Bütün davetliler yerine oturdu.
Tam açılış konuşması başlamıştı ki… Bum!

Harp Akademileri Komutanlığı'nın burnunun dibinde bomba patladı.
Ses bombasıydı.

(O güne kadar Türkiye'de örneği görülmemiş bir bombaydı. İnceleme yapıldı. Spekülasyon olmasın diye yazmıyorum, yabancı ve dost (!) bir istihbarat teşkilatına ait olduğu saptandı.)

Belli ki, Harp Akademileri'ndeki sempozyum, sadece ikinci cumhuriyetçi gazetecilerimizi rahatsız etmekle kalmamıştı.
Başka rahatsız olanlar da vardı.
Rahatsızlıklarını –tam sempozyumun başladığı saniyede- göstermek istemişlerdi.

Her şeye rağmen, sempozyum başladı.
Son derece başarılı şekilde gerçekleştirildi.

İki gün sürdü.
28 Nisan'da başladı.
29 Nisan'da sona erdi.
30 Nisan…
Enerji bakanı Hilmi Güler görevden alındı!

(Spekülasyon olmasın diye isim vermiyorum, doğalgaz ve petrol sektöründe iş yapan, o sempozyuma katılan ve Türkiye'nin tezlerini savunan işadamlarının, o sempozyumdan sonra başına gelmeyen kalmadı.)

Sempozyuma katılan herkes sivildi.
Üç kişi hariç…
Sadece üç subay vardı.
Kara, hava, deniz kuvvetlerini temsil ediyorlardı.

İsmet Çıngı.
Hava kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı'ydı. Sempozyumun genel yönetmeniydi, Harp Akademileri adına bu uluslararası sempozyumu konukları dahil, a'dan z'ye organize eden subaydı.
Ahmet Küçükşahin.
Piyade kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü müdürüydü, kara kuvvetleri adına konuşma yaptı.
Cem Gürdeniz.
Tümamiraldi.
Deniz kuvvetleri adına konuştu.

Bu üç subay…
Enerji güzergahlarının odağındaki Türkiye'ye yönelik askeri ve ekonomik tehditlere dikkat çekiyor, Akdeniz, Karadeniz ve Irak üzerindeki bölgesel çıkarlarımızı “Türk tezi”yle tarif ediyordu.

Bu üç subay…
Asrın iftirası Balyoz'la hapse atıldı!

O sempozyumu düzenleyen, o sempozyuma katılan, o sempozyumda Türk tezini temsil eden, enerji savaşlarının Türkiye'ye hem ekonomik hem askeri tehdit oluşturduğunu anlatan, bu konuda “bağımsız strateji” geliştirmek gerektiğini söyleyen herkes imha edildi.

Amaaann boşver be canım kardeşim…
Sen bu tür antin kuntin detaylarla hiç canını sıkma.
Aç bak televizyonları, hava durumu gibi şehir şehir anlatıyorlar, Harkov'dan girdi, Kiev'den çıktı, Melitopol sağanak füze yağışlı filan…

https://www.criturk.com/yilmaz-ozdilden-enerji-guvenligi-ile-ilgili-detaylar/

19 Kasım 2021 Cuma

Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz

Bu tür bir iddiayı ilk defa duyuyorum. Oysa tarih okumayı severim...




Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz verilmesinin, devlete ve topluma önemli faydaları olmuştur.

Toplumu olmayan hiç bir devlet yoktur. Ama devleti olmayan toplumlar vardır. Bu, toplumun varlığının, devlet oluşumu için öncelikli ve kesin şart olduğunu gösterir.
Tüm devlet yönetimlerinde, yönetim erki gücünün kaynağını soyut bir kavrama dayandırır. Orta cağ döneminde Tanrıdan alınmış güce dayanan soyların yönetimi vardı.
Günümüzde bu, halktan alınan iradeye dönüştü. (Tabii demokratik toplumlarda iş başına gelenler bunu Allahın izniyle oldu deyip, yetkisinin kaynağını farklı algılayınca işler çığırından çıkıyor ya...Bu ayrı bir tartışma konusu).


Osmanlı ailesi, toplum içinden evlilik yapamazdı. Bu kan bağı yolu ile başka ailelerin, sülalerin veya beyliklerin taht üzerinde hak iddia etmesine kaynaklık edebilirdi.

Aynı şekilde, kardeşler arası çıkan taht kavgalarında halktan binlerce kişi ziyan oluyordu. Bu iç çatışmaların toplumsal ve ekonomik maliyeti, toplum için yüksekti.
Kardeş katline izin veren ferman, bir kaç günahsızın fedası karşılığında toplumdan binlerce can'ın sağ kalmasını sağlamıştır.

Aynı dönemde Avrupa devletlerinde ise asilzadelerin fişeklemesi ile oluşan gruplaşmalar ve suikastlarla öldürülen veliahtlar var.
Bu iki ölüm arasındaki fark, birinde sistemin yasalar içinde belirlenmiş olması. Diğerinde ise kim vurdu ile düzenlenmiş olması.

4ncü Murat, Yavuz'un yanlış seçimleri ile gerileme ve yıkılma sürecine giren Osmanlı da, bir süre nefes aldırmıştır. Fetihe dayalı devlet gelirleri artmıştır. İçki yasağı, bazı konulardaki dengesizlikleri belki gerçekti, belki de o dönemde baskı kurmak için oluşturulmuş bir rol7ün icabıydı. Bilemiyorum. ama ok ile zevk için adam vurduğunu ilk defa okuyorum.

(Osmanlı devleti, bir uluslararası ticaret devletine dönüşemediği için yıkılmıştır. Yavuz ve ardından Kanuni, Osmanlının önceki birikimlerinin de ivmesi ile en tepeye ulaşmışlardır ve uzun vadede sonu hazırlayacak küçük adımları da bu dönemlerde atmışlardır.)


Osmanlı geçmiş başarılarının ışığına döndükçe, güncel dünyadan koptu. en önemlisi, dünyanın diğer devletlerine (karşı) taraf oldu. Bu da onların bilim, teknoloji, sanat ve kültün birikimlerinden faydalanmasını ve kendisine adapte etmesini engelledi.
Yıkılması kaçınılmazdı.

Bir toplumda bilim ve sanatın gelişebilmesi için önce toplumunu temel (yeme,barınma ve korunma) ihtiyaçlarının üstüne çıkıp, sanat ve kültürü destekleyebileceği sermaye birikimi yapması gerekir. Sanat ve kültürel etkinliklerin getirdiği bakış açıları ile de bilim gelişir.
Osmanlı da toplum böyle bir sermaye birikimi yapacak kadar refah artışı yaşamadı. Yaşadığı kısa dönemlerde sadece bazı atılımlar yaptı.