31 Aralık 2018 Pazartesi

Yerel Yönetimlerin Geleceği


Farklı açılardan, aynı sonuçlara yaklaşmış gibiyiz.
Çalışma Yaşamındaki değişiklikleri ve olası gelecek profilini çıkartmak için yaptığım kısa bir araştırma da, 80'lerde başlayan özelleştirme furyası ile dünya da Sosyal Devlet anlayışının aşamalı olarak gerilediğini gördüm.
Ülkeden ülkeye farklı derecelerde olsa da, nedenleri hemen hemen bütün ülkelerde çalışma yaşamlarında benzer sorunlar var. Çalışma yaşamındaki değişimin, bir başka nedeni ise "bilgi"nin üretimdeki rolü ve öneminin değişmiş olması. Artık üretimler "bilgi tabanlı" bir yapıya bürünüyor.

Üretim temeli ve yöntemleri ise devlet yönetimlerinde belirleyici olmuştur. Toprağa-Hayvancılığa dayalı üretimde, toprak sahibine dayalı üretim 1789 ile devrini tamamlıyor. Elbette sonraya bakış açısı ve alışkanlıklar bıraksa da, endüstrileşme ile sanayi üretimine dayalı ekonomi, daha çok karar merkezi ve uygulayıcı içermesi ile demokrasiye uyum sağlıyor.

Artık endüstriyel dönemde bitmiş, gelişmekte olan ülkelere tevdi edilmiş durumda. Endüstrileşme dönemini bitirmişlerden başlayarak, bilgi tabanlı ekonomi ve ekonomi modelleri başlıyor.

Bu dönem bir geçiş süreci ve sancılarla dolu. Her ülkenin yaşayacağı sancılar, eski ile yeni arasındaki çatışmada nerede durduğuna bakıyor.

Bu yüzden Sosyal Refah Toplumu için gerekli kamu hizmetleri de artık tek merkezli olmaktan çıkmış durumda. Ana merkezler (başkentler) bunu başaramıyorlar.
Çünkü devletin elinde sosyal politika yürütmesini sağlayacak araçların çoğunluğu özelleştirilmiş durumda.

Bu yüzden geriye, bölgelerin kamusal iradesini temsil eden ve taşıyan yerel yönetimler kalıyor.

Yerel yönetimlerin görevleri ve işlev çeşitliliği artıyor ve artacak.

Dilerim merkezi hükümetler, sağlıklı bir toplum ve refahı için yerel yönetimlerin içişlerinde bağımsız ama hesap verebilir-şeffaf olmasının neden olduğunu anlarlar.
Çünkü hükümetlerin güçlerini aldıkları devlet, gücünü toplumdan alır. Milleti olmayan bir devlet, var olamaz. Milleti güçlü ve refah içinde ise, devlet güçlü olur. Aksi mümkün değil.

============================

“İSTANBUL ANKARA’DAN YÖNETİLEMEZ”
VE/VEYA
“ÇÖZÜM YERELDE…” SÖYLEMİ ÜZERİNE
Birisi kalkıp, “Diyarbakır (Hatay, Mardin, Hakkari vb.) Ankara’dan yönetilemez!” deseydi, ne anlardınız? Nasıl tepki verirdiniz?
Ya da
“Artık ilişkiler ülkeler arasında değil kentler arasında yürütülecek, geleceğin dünyası ‘kentler dünyası’…” deseydi…
Aşağıdaki sözler CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’na ait:
(…) İstanbul tek basına bağımsız bir ülke olsaydı, dünyanın ilk 25-30 büyük ekonomisi arasında yerini alırdı. Bu yüzden, İstanbul Ankara’dan yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul, iradesi bağlı yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul eski model yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul günü birlik yönetilemez, yönetilemiyor. .. Bu şehir ancak, genç, dinamik, yeni nesil bir yönetici tarafından yönetilebilir. Ben İstanbul’u yeniden küresel iddia sahibi bir marka kent haline getirmek için adayım…”
(…) Peki bunları nasıl yapacağım? 5 Temel yönetim anlayışıyla…
Her şeyden önce bir Kent Anayasası’yla…”
“(…)Bir İstanbullu olarak sayın Cumhurbaşkanı’nın beni dinlemesini isterim. Eminim ki İstanbul’a yaşatacağım bir 5 yıl sonrasında sayın Cumhurbaşkanı bile bana oy verir…”
(CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu)
Ekrem İmamoğlu bu söyleminde yalnız değil, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Aday Adaylarından en iddialı olanı (ya da en iyi ambalajla sunulanı) da benzer sözler söylüyor:
“(…) Şu anda insanlık, otoriter ve popülist bir insanlık krizi ile karşı karşıya. Bu krizi yine ‘ulus devlet’ ile çözmeye dair bir tercihi var. Onun için tekrar ‘ulus devlet’e sarılmış vaziyette insanlık…
Aslında insanlık ‘ulus devlet’ ile bu hikâyeyi çözebilecek bir noktada değil. İnsanlık aslında Aralık 2015’de Paris’te bunu keşfetti. Neyi keşfetti biliyor musunuz? Global hiçbir sorunun ‘yerel’ olmaksızın çözümü yok… Çözüm ‘yerel’de ve artık ‘kentler dünyası’ geleceğin dünyası…”
(Tunç SOYER- 8 Kasım 2018 - Halk TV- ‘Enver Aysever İle Ayrıntılar)
CHP üyesi ve seçmeninin, yukarıdaki sözleri doğru anlaması ve doğru değerlendirmesi gerekiyor.
Xxx
‘özelleştiremezseniz yerelleştirin’
biçiminde özetlenebilecek ‘strateji’, küreselleşme sürecinde çok uluslu sermayenin stratejisi… Ve bu strateji çokuluslu sermayenin hedeflerine engel çıkaran ‘ulus devlet’in, merkezi yönetimin, -kibar söyleyişle- ‘aşılmasını’ öngörüyor.
Klasik anlamda yerelleşme (desantralizasyon) tanımı şöyle:
Ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetimden yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder; bu anlamda yerelleştirme, yerel yönetimlerin ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetime oranla güçlendirilmesidir.
Küreselleşme sürecinde tanımı farklılaştırılan 'yerelleşme' ise
kamuya ait merkezi yönetimin elindeki planlama, karar verme, kaynak oluşturma ve bunları yürütme gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere (vakıflar, dernekler gibi) ve şirketlere aktarılması olarak kabul edilmektedir.
Dünya Bankası da benzeri bir tanım yapıyor: Desantralizasyon (Yerelleşme); kamusal faaliyetlere ilişkin sorumluluk ve yetkinin merkezi yönetimden taşra ve yerel yönetimlere ya da yarı özerk kamu kurumlarına veya özel sektöre devredilmesidir.
Bu tanımlardan sonra, ‘Yerelleşme’nin değerlendirildiği iki makaleden iki kısa alıntı aktaralım:
"(…) Esasında yerelleşme ve küreselleşme politikalarıyla aslında özgür hale getirilen, sermayedir. Sermaye belli bir yerel yönetim alanına bağımlılıktan kurtulmakta, yani kendi çıkarına uygun yatırımları ve yeri belirleyebilecek ve yerel kararların buna uygun düzenlenmesini sağlayabilecektir. Bu bakımdan küreselleşme ile birlikte kente aktarılan kaynakların nasıl ve hangi gruplara dağıtılacağı önemli bir kaygı alanı yaratmaktadır."
(M. ÖZKAN-Küreselleşme ve Yerelleşme)
"(…) Yerelleşmeyle, yerinden demokrasi ve toplum katılımının sağlanacağının ifade edilmesi en dikkat çeken konu olmaktadır. Ancak birçok ülkede ve ülkemizde görüldüğü gibi yerel yönetimlerde yerel güç odaklarının oluştuğu ve belediyelerin rant paylaşımına yatkın olduğu toplumun her kesimi tarafından açıkça gözlemlenmektedir…"
(L.ÖZMÜŞ- Desantralizasyon (Yerelleşme) ve Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı.)

13 Aralık 2018 Perşembe

Son durumda Türkiye ve çevresi hakkında


İki nokta var; Türkiye olarak durumun farkında ve mümkün olan önlemlerini alıyor. (Bana göre çok daha etkin ve verimli önlemlerde mümkün ama her yiğidin yoğurt yiyişi farklı...)
İkincisi, olay Türkiye etrafında dönmüyor. Türkiye sadece tam ortada olan ve hedef olan bir ülke. Ama bu ne milliyetçi ne de dinsel bir yaklaşım.
Tamamen "$$$ Duygusal $$$"...
.
Daha önce yeri geldikçe paylaştım ve açıkladım. Baştan alırsak. Geniş açıdan darlaşarak.


Günümüzde dünya da toplumların, herhangi bir değeri varsa, bu sadece tüketim güçleri kadardır.
.
Dünyanın kolay çıkartılabilir petrol rezervi yaklaşık 30 yıl kadar kaldı. Yeni sondaj Brent Petrol varil maliyeti (en son baktığımda) 110-120 dolar arasındaydı. Oysa piyasa fiyatı bunun yarısında (50-60)???
Dev petrol şirketleri harıl harıl kuyulardaki son petrol damlalarını piyasaya yetiştirmeye çalışıyorlar. Çünkü eski kuyulardan çıkan petrol maliyeti hala kâr'lı...
.
Bir de Küresel Isınma diye bir dert var. Dünyanın iklim yapısı aşırı karbon salımından dolayı geri dönüşü olmayacak şekilde bozuldu. Artık alınacak önlemlerin çok değeri yok. Milyonlarca insan yıllar içinde, açlıktan, kuraklıktan ve savaşlardan ölecek.
.
Bu da yetmezmiş gibi, doğal kaynakların aşırı tüketilmesi var. Artık dünya her yıl, 1.7 yıllık yenilenmiş doğal kaynak kadar tüketiyoruz.
Yani esas sermayeden yiyor insanlık, üretim fazlasından değil.
.
Bu gidişle dünyanın doğal kaynakları 2100 yılında en fazla 1 milyar insanı günümüzün ortalama şartlarında besleyebilecek.
Oysa bu gidişle maksimum 12-13, minimum 10-11 milyar insan öngörülüyor. 2050'li yıllarda 9,8-10 milyar oluruz.
.
Bir de eskinin gelişmemiş ülkeleri, hızla gelişiyor. Endüstrileşiyor. Yıllık büyüme hızları kimi yerlerde %5-8 arası. Afrika, Güney Asya ve Amerika bu örneklerle dolu.
.
Nüfusun artışı bu büyüme ile de destekleniyor.
Diğer yandan endüstrileşmiş batıya baktığınızda, doğum oranları yavaşlamış. Nüfus hızla yaşlanıyor. İş gücü açığı için göçmenler ve mekanizasyon-teknoloji kurtarıcı olacak.
.
Bu tablo altında; sular yükselmiş, açlıktan insanlar ölmüş, hastalıklar insanları kırmış. Gelişmiş ülklerdeki yönetimlerin çok da umurunda değil.
Çoğu gelişmiş ülke ise zaten, şirketlerini yönetim kurullarına ve CEO'larına devretmiş işadamı kökenli politikacılardan oluşuyor.


Sermaye tabanlı olup politikaya girmiş insanların bakış açısı da, aldıkları toplumsal kararlar, "kendi ekonomik doğrularına ve gerçeklerine" göre oluyor. (Bu yüzden Batı da dahil çoğu toplumda, artık meclislerde temsil edildiklerine dair inançta pek kalmamış durumda.)
.
Örneğin; Fransa'daki olaylar bu duygunun bir sonucudur.
.
Neyse, ana konuya dönersek, gelişmekte olan ülkelerin her yıl enerji ihtiyacı her %10'luk nüfus artışına ve %5'lik büyüme oranına göre 8-12 kat artıyor.
Yani, ülkeler geliştikçe, nüfusları artıkça enerji ihtiyaçları geometrik oranlarda artıyor.
.
Dünya da hali hazırda petrolün yerini alabilecek tek bir enerji kaynağı var. Doğal Gaz.
En büyük rezervler ise, Rusya, ABD ve Basra Körfezi (Irak-İran) kontrolünde. Başka ciddi rezervler var ama...


En büyük doğalgaz tüketicileri ise AB, Çin, ABD...
Gelişmekte olan ülkelerde de ihtiyaç artıyor üstelik.

Rusya- Ukrayna krizi, Sovyetler döneminde döşenmiş boru hatlarından AB'ye giden doğalgazın, Ukrayna tarafından kullanılması ve parasının ödenmemesi sonucu olmuştu. Rusya doğal gazı çekince, AB o kış titremişti.

Özellikle lokomotif Almanya bu durumdan ve bağımlılıktan çok rahatsız oldu.
Hemen ürün ve satıcı çeşitlendirmesine yöneldiler. Çünkü Rus doğalgazına bağımlılık stratejik bir zayıflık idi.
Sürdürülebilir, güneş ve rüzgar enerjisi teknolojilerinin gelişiminden başka terk ettiği atom santralleri (Fukuşima'dan sonraki kamu oyu baskısı ile) yerini kömürlü (kolayca doğal gaza çevrilebilir) termik santrallere ağırlık vermeye başladı.
AB (Almanya) özellikle kuzey Afrika ülkelerinden de (en çok umut vaad eden Mısır açıklarında idi ama Mısır'ın ihtiyacına ancak yeteceği anlaşıldı sonradan)  sıvılaştırılmış doğal gaz alımı ile ürünü ve satıcıyı çeşitlendirip, Rus doğal gazına bağımlılığını %40'lara kadar düşürebildi.
Ama bu artan (özellikle inovatif teknoloji ile Avrupa lokomotifi görevi yüklenen Almanya'nın) enerji ihtiyacını karşılamayacaktı.
.
Sonuç olarak AB'nin kendisine alternatif doğal gaz kaynakları ve bulması gerekiyor. Fransa, nükleer santrallerden vazgeçmiyor.
.
Bu arada Rusya'nın Sibirya da iki kuyusu var. Bir tanesi AB ve çevre ülkelere doğalgaz verirken, diğeri bekliyor. Çin bu ikinci kuyudan doğal gaz istiyor. Ancak bu sefer farklı kuyudan olacağı için Çin'in pazarlık imkanı daha geniş olacak. Rusya ise AB'ye verdiği kuyudan vermek istiyor. Böylece fiyat kontrol altına alınacak. Çin'e pahallı geliyor.
Çin bu sefer Ortadoğu'dan sıvılaştırılmış doğalgaz alımı ile bu ihtiyacını kapatmaya çalışıyor. Tabii yetmediği içinde nükleer santral, yenilenebilir enerji sistemleri ve her türlü başka yöntemle enerji bağımlılığını kontrol etmeye çalışıyor.
Çin İran'dan da doğal gaz almak istiyor. Özellikle boru hattı ile bu, süreklilik ve ekonomik bağımlılık demek. Oysa Afganistan'da yıllardır bitmeyen kargaşa ve kontrolsüzlük, İran doğal gazının, Çin ve Hint pazarına ulaşmasını kısıtlıyor.
.
ABD ise bu arada boş durmuyor. 2010'lu yıllardan itibaren petrol-enerji şirketleri harıl harıl doğalgaz sıvılaştırma tesisleri inşa ediyorlar. Planlama da 2020'li yıllarda, Çin, Avustralya, AB bu gazın müşterisi olacak. Çünkü deniz altından boru hattı döşemek ve bakımını yapmak kolay ve ekonomik değil. ABD şimdiye kadar ürettiğini iç tüketimde kullanıyordu.
.
AB bir ara Rusya ile Karadeniz altından (Baltık Denizinden direk Almanya'ya ulaşan hattın bitiminden sonra) Bulgaristan üzerinden doğalgaz boru hattı gündeme geliyor. Ancak AB Bulgaristan'a giriş fiyatı (AB üyesi olduğu için) ve bütün boru döşeme  maliyeti Rusya karşıladığı halde, aynı hattan Azerbaycan ve Türkmenistan (satıcı farklılığı ile fiyat-pazarlık avantajı, doğal gaz sürekliliği) gazı ısrarı ile bu hattan vazgeçiliyor.

Türkiye üzerinden hat düşünülüyor, AB üyesi olmadığı için fiyat kontrolü olacak. Ama Suriye de düşürülen uçak olayı bunu geciktiriyor. Sonunda bu bağlamda Türkiye' Rusya'nın Akdeniz'e açılan doğal musluğu olarak anlaşıyorlar. Sıvılaştırılmış doğal gaz tesislerine olan ihtiyacımız ise bundan. Tüm Akdeniz'in musluğu olmak için.
.
Fakat bu süreçte, AB ve ABD başka alternatiflerinde eldesi ve kontrolü çabasında. Özellikle Basra Körfezi doğal gazının boru hattı ile Akdeniz'e ulaşması çok cazip bir hale geliyor.
Çünkü yakınlarda AB üyesi Güney Kıbrıs  Rum kesimi var. Buraya gelen borunun maliyeti ve doğal gaz fiyatı düşük olacak. Üstelik Doğu Akdeniz havzasından da İsrail-G. Kıbrıs Rum ortaklığı ile ek gaz alabilirlerse, boru hattının güvenliğini de İsrail üzerine yüklemiş olacaklar.
.
Fakat tek ihtiyaçları, Basra körfezinden Akdeniz'e ulaşacak boru hattının güzergahı ve güvenliği kalıyor.
Bu amaçla önce yapay bir terör örgütü ile bölgeyi insansızlaştırıyorlar. Adından bu yapay güce karşı hareket ederek, bölgeye istihkamlarını kuruyorlar. Ve adım adım yeni bir devlet oluşumuna yöneliyorlar.
Bu kurulacak yeni devlet Batı'ya hem ekonomik, hem siyaset olarak bağımlı olmalı. Çevre ülkelerle sorunlu olmalı.
Böylece bölgede bir Kürt devleti oluşumuna doğru yönlendirmeye çalışıyorlar.
.
AB özellikle Almanya ve Fransa bu yüzden bu bölgede çok geziniyor. İngiltere ise İsrail ve ABD üzerinden hareket ediyor. ABD ise hem kendi satacağı ürünler için, hem dünya doğal gaz piyasasını kontrol için, bu bölgeden vazgeçemiyor.
.
Aynı bölge Türkiye ve Rusya içinde önemli. Bu iki ülke arasındaki ortak çıkarlar, Çin'in İpek Yolu projesi ile çok daha artacak gibi gözüküyor. Çünkü Türkiye AB ve Batı için bir ortak ülke değil. olmadı, kabullenilmedi. 


Oysa ekonomik dinamizm, temel alt yapı ve  toplumsal dinamizm açısından dünyanın ekonomik geleceği Orta Asya'ya kayıyor.  Türkiye'nin buraya da yöneleceğine şüphe yok. Nüfusu, endüstrileşme düzeyi buna zorluyor çünkü...
Sadece, Zaman meselesi.
Neyse... Türkiye ve Rusya bu boru hattının Akdeniz'e ulaşmasına bu yüzden izin veremezler. Ya da kendi kontrollerinde olursa ancak onay verebilirler ki buna da AB ve ABD izin veremez.
Arada Arap ülkelerinde İsrail ve Yahudi karşıtlığını körükleyerek, İsrail'i de Batı'ya yakın tutuyorlar.
.
Bazıları düşünebilir, Zaten Yahudiler bu devletleri yönlendiriyor diye. Yanlış.
Yahudiler, Romalıların topraklarından sürmesinden beri gittikleri yerlerde de tarım ve hayvancılık yapmalarına izin verilmemesinden dolayı, bir çok bölgeyle akrabalara sahip bir tacir toplum olmuşlar. Bu gelenekselleşmiş.
.
Bu yüzden bu şirketlerin kurucuları Yahudi olsalar bile, alınan kararlar bir toplumun ya da topluluğun değil, o şirketin ve hissedarlarının menfaati çerçevesinde yönetim kurullarında alınıyor. Eğer aynı şirketler, yarın öbür gün Yahudi toplumunun zarar görmesinden fayda görürlerse, 2nci dünya savaşına olduğu gibi harcanırlar. Ne İsrail kalır, ne de Yahudi bölgede...
.
Kararları uluslararası şirketlerin üst bellekleri alıyor. (Karar organizasyonlarındaki kişiler bile bunun farkında olmayabiliyor. Örnek mi, siyasi partilerce alınan kararlara veya seçim sonuçlarına bakın. Toplum ne diyor? Ne yapıyor, karar alıyor?)
.
Şu an Kıbrıs Rum kesimi de Akdeniz musluğu olma kavgasında.
.
Türkiye'nin hatası ne oldu?
İlk başta kendimize olan yeterliliğimizi zayıflattılar.
Üretmek için de, satmak için de artık dışa bağımlıyız.
Bu rakiplerimize ve ortaklarımıza bağımlılığımızı artırırken, hareket alanımızı kısıtladı.
Devletin gücünü zayıflattı.

Üretim için gerekli ekonomik kaynaklar, üretimi desteklemeyen alanlarda kullanıldı.
Karnı tok olan vatandaşlardan oluşan bir ülkeyi, hiç kimse krize sokamaz.

Ama açlık ve yoksunluk bütün toplumları dize de getirir, istenilen hale de...

Not: Karar alma süreçleri sonucu "alınan karar" ile parçacık fiziğindeki bir "sistemin süperpozisyona ulaşması", aynı yapıda...
================================
Cahit Armağan Dilek 'in

Türkiye’yi yönetenler buna niye sessiz? 

başlıklı yazısına istinaden yazılmıştır.




 

Yazıdaki görüşlerime kaynak olan bilgiler:https://www.coursera.org/learn/chinesepolitics1/home/welcome
https://www.coursera.org/learn/chinese-politics-2/home/welcome


https://www.coursera.org/learn/political-economy/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/geopolitics-europe/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/changing-global-order/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/future-of-energy/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/terrorism/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/sustainable-development/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/global-energy/home/welcome

https://www.coursera.org/learn/earth-climate-change/home/welcome