Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki devrimler, dış görünüşten
ziyade içsel bir dönüşümü amaçlıyordu.
Şapka, kılık kıyafet devrimleri ki, topluma "Artık her alanda bir değişim
içindeyiz. Dünya özellikle gelişmiş Batı ile entegre oluyoruz" mesajını
içeriyordu.
Eğer eski tip kıyafetler kalsaydı, toplum değişir miydi? Bunu görebilir veya
hissedebilir miydi?
Dünyanın gelenekler açısından en tutucu toplumlarından olan Japonlar bile
değişim yaparken, kılık-kıyafetin değişminin etkisini kullanmıştı. (1856 -1905
arasını bir inceleyin. ABD'li Amiral Perry silah zoruyla Japonya(yı
ticarete-emperyalizme- açınca başlayın konuya, Rus-Japon savaşı ile
bitirebilirsiniz...)
Söz ettiğiniz dönem Yaklaşık 12-13 yıllık savaşlarla yıpranmış, parçalanmış,
sakatlanmış bir toplum idi...
Siz cevaplayın.
Hadi o dönemde yönetimde olduğunuz farz edelim.
Hangi fabrikalara hangi işgücünü koyacaktınız?
Bu iş gücünün kalifiyesi neydi? Eğitimli usta-ustabaşı ne kadardı?
Hangi alanlarda bilgi birikimi vardı?
Ülkenin çay ve şekeri bile ithaldi.
Çiftçiliğe gelelim. Ülkedeki büyükbaş, küçükbaş hayvan sayısına ve çiftçi
sayısına bakın. Saban sürecek sağlam çifçi bile çok azdı. Sıtma, kolera,
trahoma, verem yaygın hastalıklardı. Bunlarla baş edecek doktorlarımız
neredeydi, kaç taneydi?
Ancak zır cahiller bir heykele adak adar, kurban keser. Bu ülkenin en cahili
bile bunu yapmadı şimdiye kadar.
Eğer kurbanlar verilecek ise, sadece Atatürk'ün bu ülke insanı ve vatanı için
gösterdiği yola başkoyanlar kurban olurlar.
Bu da hiç bir partinin hegemonyasında değildir. Her parti içinden ve dışından
bu ülkenin milyonlarca insanının ortak olduğu ve paylaştığı bir ülkü bu.
Türk halkı bu ortak payda da geneldi birleşiyor. Ama daha alt diğer paydalarda
ayrışmalar olabiliyor. Olmalı da... O ülkülere ulaşmak için en iyi yol ve
yöntem de ayrı fikirlerin olması doğaldır.
İktidardaki hiç bir kişi ya da grup, yönetimde uzun süre tek başına kalmamalı.
Çünkü insanoğlu nefsine zayıftır.. Zamanla devlet makamının kerametini
kendinden hissetmeye, zannetmeye başlar. Böylece zamanla devlet sistemi sekteye
uğrar. Devlet, halkın cismanileşmiş tezahürüdür.
Devleti olmayan halklar var olmaya devam edebilirler. Ama halkı olmayan hiç bir
devlet, var olamaz. Kağıt üstünde bile... Bu yüzden öncelik halktır, insandır.
Evet, seçimlerde "en az hoşlanmadığımızı" seçiyoruz. Zaten yıllardır
partiler adaylarını kendi içlerinden belirliyorlar.
O seçimlerde öne çıkabilecek ekonomi veya çevre veya arka destek sıradan
vatandaşta yok.
O yüzden ülkenin tüm siyasi partileri toplumdan uzak kalmış durumda.
Bugün partiler, aday olacakların düşüncelerine, söylemlerine bakmıyorlar.
Eğer öyle olsaydı, belki siz de bir partiden ön sıra aday gösterilebilirdiniz.
Sizin gibi düşünen ve hissedenlerin oyunu alabilecek bir aday..
Ama partiler mahalle/ilçe ve il parti örgütlerine yaptığınız bağış ve
desteklerle öne çıktıktan sonra, Partiye yapacağınız destek ile ilgileniyor.
Bugün o yüzden cebindeki 3-4 milyon lirayı gözden çıkartıp, aday olabilecek
kişi sayısı çok az.
Bu parayı gözden çıkartabilecek kişinin de ya çok büyük bir vatansever olması
lazım ya da standart orta direk vatandaşın yaşam tarzını ve sorunlarını hiç
yaşamamış birisi olması gerekir.
Böyle biri elektrik, su, yol, gıda fiyatlarındaki kuruşluk veya 1-2 liralık
artışların ne kadar hayati olduğunu anlaması ve buna göre çözümler üretmesi de
imkansızdır.
Üretilen çözümler, kendi hayat standartlarındaki kişiler için uygulanabilir mantıktadır.
Vatandaşa inmez... Piyasa da gerçeklik bulmaz. Sanırım bu durum tanıdık
olmalı...
Bizin insanımızın demokrasideki en zayıf yanı, demokrasiyi futbol taraftarlığı
gibi ele almaları.
Parti veya kişiler, toplum içinden belli sesleri temsil ederler.
O temsil ettiklerin seslerin yoğunluğuna göre de devlet yönetiminde
biçimlendirici olurlar.
Her ses bir bakış açısıdır. Bir ağırlığı vardır.
Son karar yani uygulama ise tüm bu seslerin bileşkesidir.
Batı bunu yapıyor. O yüzden iç ve dış politikalarında kendi toplum
menfaatlerini koruyabiliyorlar.
Biz de ise baskın ses, diğer sesleri bastırıyor. Daha güçlü olmak için tek ses
olmaya çalışıyor ama bu onu güçlü kılmıyor tam tersi zayıflatıyor.
En basiti, bir karar aldığınızda mesela çocuğu hangi okulu göndereceksiniz?
Bunda bile bir çok iç sesi dinliyoruz. Çocuğun alacağı eğitim kalitesi,
sonrasına etkisi, öğretmenlerin durumu, genel maliyeti, yol maliyeti, okul
süreleri, yol süreleri, arkadaşlık ortamı, sosyal aktiviteler, vs.vs. Her bir
koşul bir iç ses olarak belli bir ağırlığa sahip oluyor. Ama verdiğiniz karar,
bunların hepsinin bileşkesi, belki de çoğunun önerdiği kendince en iyi çözüme
bile yaklaşmayan bir sonuç oluyor.
İnsan kendi endişe ve beklentileri içinde karar alırken demokrasi uyguluyor.
Aynı şeyi ülke yönetiminde de yapabilen veya yaklaşan toplumlar, en başarılı
toplumlar oluyorlar bu şekilde...
İşte bu aynı zamanda 100 yıl önce birilerinin, bu ülke için olan idealiydi.
20 Mayıs 2022 Cuma
Cumhuriyet devrimleri, Demokrasi ve günümüz
12 Nisan 2022 Salı
Kadının Toplumsal Rol Modelinin Değişimi
Burada değinilen konuların ve bakış açılarının, sorunlar karşısında çok yüzeysel kaldığını düşünüyorum.
Erkeklerin değişmesi ve bazı şeyleri yapmayı düşünmeyi bırakması isteniyor ama kadınların da ciddi anlamda değişmesi ve bazı şeyleri bırakması gerekiyor.
Yukarıda değinilen sorunların çoğu "tarım toplumundan hala çıkamamış" olmanın sonuçları...
5000 yıl evvel tarım toplumları başladı desek; kadının işgücü üretkenliğine ve üretimdeki işbölümünde göre yüklendiği toplumsal roller değişti.
“Doğurganlık, başlık parası, çeyiz, ailelerin toprakları arası birleştirici bağ kurmaları, vs” ile kadının sosyal statüsü ve görevleri farklılaştı.
Dinler, toplumsal geleneklerin ve devlet yönetimlerinin gelişimi dahi, her zaman temel üretim yöntemine ve üretim araçlarının sahipliğine göre şekillenmiştir.
İnceleyin, kıyaslayın ...Göreceksiniz.
Günümüzde 1/3 sanayi toplumu görgüsü daha yerleşmemişken, bilgi toplumuna doğru da evriliyoruz.
O yüzden toplumumuzda, her çağın adamı her dönemin gelenek ve adetleri var.
Sanayi toplumunda, özellikle son 60 yıldır evden çıkarak üretimde daha ciddi roller alan kadınlar ile toplumsal rol modeller değişti. Avcı toplayıcı dönemine yakın bir eşitlik anlayışı ve beklentileri gelişti. Çünkü artık kadında toplumsal üretim işgücüne daha fazla katılıyor.
Şimdi bilgi toplumuna giriyoruz. Biz göremeyeceğiz ama dünya yeni bir yapılanmaya giriyor.
Ana üretim aracı; "bilgi"..
Sanayi toplumunun işyeri ve çalışma saatleri kavramları da değişiyor. Tüketim anlayışları da değişiyor...
Dolayısıyla kadının ve erkeğin toplum içindeki rolleri ve görevleri de değişiyor. Daha da değişecek. Bu kaçınılmaz.
Ama sadece bilinen 10 bin yıllık insan tarihinin, son 100 yılında üretim yapısında ve araçlarının sahipliğinde böyle hızlı değişimler var.
Daha önce toplumsal değişimlere adaptasyon yüzyılların kuşaklarına yayılırken, son yüzyılda bu 2-3 kuşağa (50-60 yıl) düştü.
Şimdi ise gerek erkekten, gerek kadından; tek kuşak içinde
1-2 değişim ve adaptasyonu talep ediliyor. Buna üretim yapısı ve rekabetçi
yaşam koşulları zorluyor.
Lütfen aşağıda paylaşılan ana konu yazıları,bu kısa yazıyı okuduktan sonra tekrar bir okuyun ve bağlantıları görmeye çalışın.
10 Mart 2022 Perşembe
Rusya- Ukrayna Çatışması hakkında
Batı'nın bu kadar yoğun bir Rus düşmanlığı gütmesini hala şaşkınlıkla izliyorum.
Çünkü bu ortamın bu kadar uzun süre, böyle incelikli hazırlanması ve yönetilmesi boşuna olmamalı...
Elimizdeki verilere bir bakalım önce...
1) Dünya Covid 19 isimli bir hastalık yüzünden iki yıldır yeni bir yapılanmaya geçti. Bu salgın sadece insanları öldürmedi, öldürmeye devam etmiyor. Ayrıca özellikle 15-20 yıl sonra üretimde olacak kuşakların zihinlerine yeni alışkanlıklar ve korkular ekleyerek toplumsal alışkanlıkları değiştirdi.
Toplum mühendisliği olarak üretimden, tüketim alışkanlıklarına, lojistiğe, sosyal güvenlik sistemlerine, toplumsal yaşam tarzlarına kadar bir çok alana müdahale etti.
Dünya'nın iyice kıtlaşan doğal kaynakları ve hızlı nüfus artışı ile tetiklenen aşırı tüketim alışkanlıklarını sorgulattı.
Dahası canı çok tatlı olan Batı toplumlarını, daha dar alanlara hapsedip kendi içlerinde yaşamaya alıştırdı.
Tam ABD-Çin arası ticari savaşının ortasında, birden bire Çin'de çıkması ayrı bir konu. Eğer iddialara doğruysa, 5-6 ay içinde Rusya kaynaklı "gözüken" yeni bir salgın da şaşırtıcı olmaz.
2) Dünya'nın kendini yenileme hızı, çevre kirliliği yüzünden de oldukça düştü. İnsanlık artık gelecek 10 yıllarda tüketmesi gerekenleri şimdiden tüketiyor. Tarlaya dadanmış çekirge sürüsü gibiyiz.
Çevre kirliliğinin ana kaynaklarından biri ise fosil yakıtlar. Ve petrol kaynaklı plastik ürünler.
Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için enerji devrimi de gerekiyor. Özellikle güneş, rüzgar, dalga, jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklar ile füzyon gibi araştırmaları hala süren büyük potansiyele sahip enerji kaynakları öne çıkacak gibi...
Ama bu araştırmaların, tesislerin inşa ve yapım finansmanları da sağlanmalı. Günümüzün enerji sağlayıcı dev petrol şirketlerinin bu alanlarda da büyük yatırımlara yöneldiğine şüphe yok.
Uzun zamandır, dünya'daki petrol rezervinin bitmek üzürü olduğu söyleniyordu. Aslında biten, "kolay çıkarılabilir" petrol rezerviydi. Doğal gaz rezervi ise en az 100 yıl daha yetecek düzeyde.
İşin diğer yanı, doğal gaz fiyatının petrol fiyatına bağımlı olması. Yani bir varil petrol'ün üretim maliyeti artıkça, aynı oran çarpan olarak doğalgaza'da yansıyor.
İlginç olan, dünya'nın petrol rezervi hala var ama çıkartılması ve işlenmesi zor idi bu kaynakların.
Hele petrol varilinin 30-50 dolar aralığında olduğu günlerde, varili 120-140 dolara mal olacak petrol sondaj kuyuları açmak ve işletmek imkansızdı.
3) ABD dünyanın önde gelen gaz üreticilerinden biri olarak 2021 yılında, doğalgaz- kayagazı sıvılaştırma tesislerini bitirdi. Filosunu da hazırladı. Artık dünyanın heryerine gemileri ile LNG satabilir. En yakının da olan, nakliye masrafı düşük, zengin alıcı ise Avrupa var. Ancak bu pazarın neredeyse %40'ı Rus gazına bağımlı.
4) Çin, Hindistan, Orta Asya Ülkeleri, Uzak Doğu ülkeleri, Rusya gibi ülkelerin olduğu Avrasya bölgesi, dünyanın dinamik, genç bir ticaret potansiyelini oluşturuyor.
Hindistan nasıl yazılımda lider ise, Çin'de teknolojik tüketim ürünlerinde lider. Rusya doğal kaynakları ve geniş toprağı ile ayrı bir avantaja da sahip.
Üstelik küresel ısınma ile Rusya step ve bozkırları da dahil, kuzeye doğru bir çok bölgenin yaşanabilirlik ve yerleşebilirliği de artacak.
Kısaca, dünya ticaret ve üretim gücü Doğu'ya doğru geçiyor.
5) Afganistan'ı bölge ülkelerinin birbirine siyasi ve ekonomik olarak entegre olmasına engel olmak için bir kaos içinde bıraktılar.
6) Çin'i gerek Uygur bölgesi, gerek ise Tayvan üzerinden üzerinden tahrik ediyorlar. Bölgedeki toplumlar arasındaki tarihsel düşmanlıklar da ara ara hatırlatılıyor.
7) Dünya'nın mevcut doğal kaynakları ve kendini yenileme gücü, 2050'lere kadar en fazla 4 milyar, 2100'lerde ise 1 milyar insana düşecek. Yani paylaşım kavgaları artacak.
8) Batı dünyası ise bu değişimi durduramadığı gibi, kendi refah seviyesini Orta Doğu ve Afrika'dan gelen göçmenlere karşı nasıl koruyacağını da düşünüyor.
Mevcut sosyal refah devleti durumlarını daha ne kadar sürdürebilecekleri meçhul.
Avrupa da yükselen milliyetçilik bu durumun doğal bir sonucu aslında.
Korumacı gümrük duvarları, ithal ürünlere kalite standartları ile getirilen gizli veya açık engel ve kotalar, boykot etmek için bulunan gerekçeler, vs,vs...
Sonuç Değerlendirmesi
Bu çatışma petrol fiyatlarını yükselttiği için,
a) Yeni sondajları rantabl hale getirdi.
İnsanlığa yeni fosil yakıt kaynaklarının devreye sokulmasının haklılığını gösteren bir suni fiyat artışı sağlandı.
b) Fosil Yakıt üretici şirketlerin kârlılığı artırıldı. Yeni yatırımlara finansman sağlayıp, liderliklerini koruyabilecekler.
c) Bu çatışmalarda son teknoloji silahlar içinde deneme imkanı sağlanıyor. İspanya iç savaşında da devletler, ikinci dünya savaşı öncesinde silah teknolojilerini böyle denemişler, kıyaslamışlardı.
d) Batı'nın Rusya'nın geniş arazisindeki doğal kaynaklara ve tarıma uygun alanlaragöz diktiğini ve uzun vadeli olarak buralardan pay alma hesapları içinde olduğunu düşünüyorum.
e) Batının, Slavları ve özellikle Rusları tamamen Asyalı olarak gördüklerini, şimdiye kadarki tutumlarının ise endişeden kaynaklandığını gösterdiler.
f) Dünyanın "gelişmiş ve gelişmekte olanlar" şeklinde iki temel kutaba ayrılmakta olduğunu görüyorum. Gelişmiş olanlar kendi aralarında birleşirken, gelişmekte olanları ise alt kutuplara ve taraflara ayırmaya çalıştıklarını düşünüyorum.
g) Afrika ve Güney Amerika üzerinden de yeni gerilimler çıkabilir. Bu bölgeler, tarafların gelecekteki çatışma alanları arasına girecek gibi gözüküyor.
RUS/UKRAYNA SAVAŞINDA KİM KAZANDI KİM KAYBETTİ
https://haberalgazetesi.net/rus-ukrayna-savasinda-kim-kazandi-kim-kaybetti/
Savaşın görünür yanı Ukrayna - Rusya Savaşı.
Görünmeyen yanı Almanya - ABD Savaşı.
Bildiğiniz gibi Rusya Almanya arasında Kuzey Akımı 2 boru hattı inşası bitmiş. Hizmete alınması seviyesine gelmişti.
Bu boru hattının hizmete alınması demek Alman Sanayisinin ucuz enerji kaynağına, Rusya'nında bol ve güvenli maddi imkana kavuşması demekti. Yani Almanya ve Rusya açısından kazan - kazan durumu vardı.
Böyle bir gelişme Avrupa - Rusya arasında ticaret ve turizmin gelişme ortamını doğuracaktı. Her iki tarafında kazançlı olacağı bu pozisyon ABD'yi rahatsız etti.
Çünkü Avrupa - Rusya arasındaki güvenin tesis edilmesi, karşılıklı ticaret ve turizmin gelişmesi Avrupa'nın özellikle de ekonomisi çok yüksek oranda fazla veren Almanya'nın ABD'ye ihtiyacını azaltıyordu.
Bu gelişmeler ileri aşamada her iki ülkenin kendi paraları ile ticaret yapması ve doların rezerv para olma durumunu sarsacaktı. Ne yapıp edip Kuzey Akım 2 boru hattı engellenmeliydi.
Bunun için zavallı Ukrayna ABD tarafından kurban seçildi. Sanki Ukrayna NATO'ya alınacakmış gibi bir söylemle Rusya tahrik edildi. Putin bu tuzağa düştü.
Ukrayna'nın yanıp yıkılması ABD - İngiltere'nin umurunda değil. O şimdi zaferinin tadını çıkarıyor.
Bu savaş sonucu daha şimdiden kimler ne kazandı, kimler ne kaybetti.
1- Avrupa hiç olmadığı şekilde (İskandinavya dahil) ABD'ye yaklaştı. ABD yeniden Avrupa'nın koruyucusu rolüne soyundu. Koruma karşılığı haraç toplayan kabadayı gibi ortalıklarda dolanıyor. Herkese pahalı silahlarını pazarlama imkanı buldu.
2- ABD'nin Avrupa'daki esas rakibi ve gizli düşmanı Almanya ABD karşısında üçüncü yenilgisini aldı. Alman sanayii ucuz ve güvenli enerji kaynağından oldu.
3- Avrupa Ordusu hayali bir başka bahara kaldı. NATO daha uzun bir süre Avrupa'da varlığını devam ettirecek...
4- Bu operasyonla dolar rezerv para olma durumunu biraz daha sağlama aldı.
5- Her alanda yaptırımla karşı karşıya kalan Rus ekonomisi savaş öncesinden daha güçsüz bir hale geldi.
6- Rusya, aynı kültürden gelen komşusu bir devletin ve halkın çok uzun yıllar sürecek düşmanlığını kazandı.
7- Başlangıçta tamamen haklı pozisyonda olan Rusya, sınırlı bir tedip harekatı yerine istila harekatına girişmesi nedeniyle, kendi hinterlandı olan Kafkasya ve Orta Asya'da derin kuşkulara neden oldu.
8- Özellikle Putin'in bazı ulusların gerçekte olmadığı, Lenin sosyalizminin bir eseri olduğu biçimindeki yaklaşımı; Rusya'nın meşru savunma ötesinde Çarlık hevesleri ve yayılmacı bir politika izlediği kanısını verdi.
9- Hiç kuşkusuz en büyük kayıp ABD emperyalizminin kurban seçtiği Ukrayna'nındır. Ülke işgale uğramış, yanmış, yıkılmış, çoluk çocuk demeden insanlar öldürülmüş, kaynaklar yok edilmiştir.
10- Türkiye başlangıçta yaptığı hatalar nedeniyle zaman zaman bocalayan bir tutum içinde kaldı. Sonra savaşın dışında kalma ve Montrö Antlaşmasını uygulama kararını vererek hatayı kısmen telafi etti. Ancak enerji, ticaret ve turizm alanlarında oldukça önemli paya sahip iki ülkenin savaş halinde olması nedeniyle kayıp içindeyiz.
Kısaca daha şimdiden Almanya başta olmak üzere Avrupa, Rusya, Ukrayna ve Türkiye bu savaşta kaybedenler. ABD ve İngiltere kazananlar tarafında görünüyor.
Minsk Anlaşması'na ne oldu?
https://emrekose.substack.com/p/minsk-anlasmasna-ne-oldu?s=r
Batılı medya, 7 yıldır Donbass ihtilafının çözümüne yönelik Minsk Anlaşması'nın uygulanmasını telkin ediyor. Nihayetinde Almanya ve Fransa, garantörü olduğu anlaşmayı tarihe gömdü.
Emre Kose Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen günlerde alışılmadık biçimde Moskova ile Berlin ve Paris arasındaki yazışmaları yayımladı. Yazışmalar, ilgili tarafların hicap duyacağı nitelikte ve Almanya ve Fransa’nın Minsk Anlaşması’nı fiilen hükümsüz kılmak istediğini açıkça gösteriyor. Minsk Anlaşması2015’in şubat ayında Donbass ihtilafına çözüm bulmanın oldukça basit bir yöntemi üzerinde mutabakata varıldı. Donbass’ta yaşayan Rus azınlığın, Maydan darbesi sonrasında kurulan ve emekli ya da faal neo-Nazilerden müteşekkil hükümeti reddetmesi nedeniyle anlaşmada, Ukrayna anayasasında “özel statü” olarak tarif edilen bir değişiklikle Donbass’a özerklik tanınması kararlaştırıldı. Bununla beraber anlaşmada, karşı tarafın silah bıraktıktan sonra cezalandırılmamasını garanti altına almak üzere Kiev yönetimi tarafından bir genel af çıkarılması öngörüldü. Anlaşmada, Kiev’in Ukrayna’dan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Donetsk ve Lugansk cumhuriyetleriyle doğrudan diyaloğa girmesi ve yeni seçimlerin ne şekilde yapılacağı müzakere etmesi koşulu yer buldu. Özeti bu şekilde olan tüm maddeler uygulandıktan sonra seçimler yapılacak, sonrasında ise Kiev, Donbass’ın ve Rusya sınırının kontrolünü devralacaktı. Diğer yandan bu sürecin, 2015’in sonbahar aylarında nihayete ermesi bekleniyordu, bu olmadı. Dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko’nun altına imza attığı anlaşmanın çoğu maddesi — Kiev tarafından — uygulanmadı. Batı kamuoyu ise, Rusya’nın anlaşmada adının bile geçmediğinin ve belgenin, Moskova’dan herhangi bir talep içermediğinin farkında değil. Rusya’ya yönelik suçlamaların tamamıyla propaganda unsuru olduğu, bir basın toplantısı esnasında Alman Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert’e Rusya’nın Minsk Anlaşması’nda yer alan 13 maddeden hangisini ihlal ettiği sorulduğunda netlik kazandı. Seibert, sorunun yanıtını bilmiyordu. Normandiya formatındaki son toplantı, 2019’un aralık ayında yapıldı ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, anlaşmayı yeniden yazmak istediklerini söyledi. Bu, ilk günden beri var olan niyeti, yani anlaşmanın iptali yönündeki talebin dile getirildiği ilk aşama oldu. Hatta o sırada, Ukrayna Devlet Başkanlığı İdaresi’nin web sitesinde, zirveden çıkan deklarasyon metninin Ukraynacası tahrif edilerek yayımlanmıştı. İlgili içerik: Kiev idaresi, ‘Normandiya Dörtlüsü’ zirvesinden çıkan deklarasyon metnini tahrif etti Almanya ve Fransa, anlaşmayı gömdüDonbass’ta Türkiye’nin Ukrayna’ya tedarik ettiği Bayraktar TB2 insansız hava araçlarının kullanılması, Garlovka’nın ateş altına alınması ve Donetsk yakınlarındaki Staromariyevka yerleşiminin Ukrayna ordusu tarafından ele geçirilmesinin ardından Batı, Normandiya formatında yeni bir dışişleri bakanları toplantısı talep etti. Toplantı talebini reddeden Moskova’nın diyaloğu reddettiği ve ihtilafı derinleştirdiği yönünde suçlamalar gelmeden hemen evvel Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Almanya ve Fransa ile yapıla yazışmaları kamuoyuna duyurdu. Toplam 28 sayfadan oluşan yazışma dökümünde, Lavrov’un 29 Ekim’de Berlin ve Paris’e görüşme teklifi ilettiği görülebilir. Buna yanıt olarak Fransa ve Almanya, 4 Kasım’da Rusya’nın Normandiya formatında nihai bir deklarasyon yayımlanması teklifinin, Moskova’nın Kiev ile Donbass arasında doğrudan diyalog çağrısında bulunması nedeniyle kabul edilemeyeceğini söylediler. Fakat bu, Minsk Anlaşması’nı ayakta tutan kolonlardan biriydi; Berlin ve Paris’in bunu “kabul edilemez” olarak nitelendirmesi Minsk Anlaşmasını fiilen tarihe gömdükleri anlamına geliyor. 6 Kasım’da Lavrov, Berlin ve Paris’ten gelen yanıtın hayal kırıklığı yarattığını yazdı. Almanya ve Fransa’nın, 11 Kasım’da Normandiya formatında toplantı düzenleme talebini Lavrov, sonuç bildirgesi teklifinin geri çevrilmesi nedeniyle reddetmişti. 15 Kasım’da ise Ukrayna, Almanya ve Fransa dışişleri bakanları bir araya geldi ve Rusya’yı alelen, toplantı teklifini “tekrar tekrar reddetmekle” suçladı. Bunun üzerine Rusya Dışişleri Bakanı, Almanya ve Fransa dışişleri bakanlarına gönderdiği yazılı mesajda, ertesi gün yazışmaları yayınlayacağını duyurdu. Mesaj şu sözlerle sona erdi: “Bu alışılmadık adımın gereğini anladığınızdan eminim, zira bu, uluslararası yasal yükümlülükleri kimin nasıl yerine getirdiği ve uluslararası yasal yükümlülüklerin en üst düzeyde nasıl kabul edildiği konusundaki gerçeği uluslararası toplumuna iletmekle alakalı.” Burada Alman ve Fransa, önce kabul edilemez taleplerde bulunup, sonrasında ise başarısız olacağı aşikar olan kısa vadeli bir toplantı önererek açıkça Rusya’yı tuzağa çekmeye çalıştı. Lavrov’u toplantı masasına oturtmak ve toplantının başarısızlığından ötürü Rusya’nın suçlanması ya da Lavrov’un toplantıya teşrif etmemesi halinde Moskova’nın diyaloğu reddetmekle suçlanması planlanmıştı. Almanya ve Fransa’nın, Ukrayna’nın ittirmesiyle talep ettiği şeyi, Donetsk lideri Denis Puşilin’in geçen haftaki açıklaması çok iyi özetliyor: “Benim fikrim; neden tekrar görüşelim? Söylenenleri uygulayalım, sonra yapılacakları belirleyelim. Ki bu şekilde ilerleyebilirdik. Ama hayır, Ukrayna şimdi ne yapıyor? Esasında her iki formatı [Normandiya ve Minsk] da engelliyor; bayalığı, küstahlığı ve sinizmiyle… Şu anda müzakerecilerimizin gördüğü şey tam olarak budur.” |
İlgili içerik: "Ukrayna, Donbass'ta Hırvat senaryosunu tekrarlamayı amaçlıyor"
Harp Akademileri Komutanlığı'nda “enerji güvenliği” konusunda uluslararası sempozyum düzenlendi.
Cumhuriyet tarihinde o güne kadar düzenlenmiş en kapsamlı, en geniş katılımlı enerji sempozyumuydu.
★
Petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağına dikkat çeken, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu öngören, bu tehdide yönelik güvenlik stratejileri geliştirmeyi hedefleyen, beyin fırtınasıydı.
★
Atom Enerjisi Ajansı, Uluslararası Enerji Ajansı, Avrupa Komisyonu, NATO genel sekreter yardımcısı, ABD enerji bakanlığı Rusya ve Avrasya dairesi başkanı, İngiltere Savunma Akademisi, Bulgaristan enerji bakanı, Hollanda ekonomi bakanı, Yunanistan kalkınma bakanı konuşmacı olarak katıldılar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden, Shell'in üst düzey yetkililerine, uluslararası ekonomistlere kadar, dünya çapında saygın konuklar görüşlerini dile getirdi. Rahmi Koç başta olmak üzere Türk iş dünyasının ileri gelenleri dinleyici olarak oradaydı.
★
Bu küresel sempozyumun zamanlaması bile muhteşemdi.
Üç ay önce patlak veren bir enerji güvenliği krizine denk gelmişti.
Rusya'yla Ukrayna arasında doğalgaz krizi başlamıştı!
★
Rusya'nın ana doğalgaz boru hattı olan Trans Sibirya Boru Hattı tee 40 yıl önce 1981 yılında açılmıştı.
4 bin 500 kilometre uzunluğundaydı.
Sibirya'dan başlıyor, Rusya'yı komple geçiyor, Ukrayna'ya giriyor, oradan Avrupa ülkelerine ulaşıyordu. Almanya başta olmak üzere 18 Avrupa ülkesi bu hattan gelen doğalgazı kullanıyordu.
Ukrayna hem uygun fiyat ödeyerek bu boru hattından gelen doğalgazı kullanıyor, hem de geçiş ücreti alıyordu.
Ama…
2004 yılındaki Turuncu Devrim'den itibaren Ukrayna'nın tavrında enteresan değişiklikler başladı, Rusya'ya 2 milyar dolardan fazla borcu birikmişti, doğalgazı kullanıyor, parasını ödemiyordu.
“Bana mecburlar, nasıl olsa gaz vermeye devam edecekler, benim gazımı keserlerse Avrupa'nın da gazı kesilmiş olur” diye düşünüyordu.
Bir yandan da Avrupa'ya mesaj gönderiyordu, “beni korumazsanız siz de gaz alamazsınız” diyordu.
ABD yönetimi, Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz vermesine Reagan döneminden beri karşı çıktığı için, Trans Sibirya Boru Hattı'nın açıldığı günden beri karşı çıktığı için, Ukrayna'nın sırtını sıvazlıyordu.
Bugün Ukrayna'da yaşanan savaşın temeli, işte böyle atılmıştı…
ABD tarafından sahip çıkılan Ukrayna, kendisini iyice güçlenmiş hissediyordu, NATO'ya alınacağını düşünüyordu, Rusya'ya rest çekerek Avrupa Birliği'ne gireceğini düşünüyordu.
Sırtını ABD'ye yaslamanın özgüveniyle, borcunu ödemediği gibi, geçiş ücretine zam yapmaya kalkıyordu.
Moskova'ya posta koyuyordu, “eşşek gibi hem gaz vereceksin, hem bize daha fazla para ödeyeceksin” demeye getiriyordu.
2009 yılbaşı…
Şak…
Rusya vanayı kapattı, gazı kesti.
“Ukrayna hem doğalgazımı çalıyor, hem paramı çalıyor, bu böyle devam edemez, biraz da siz düşünün” dedi.
Avrupa tutuştu.
Avrupa Birliği acilen toplandı.
O güne kadar salağa yatıyorlardı, koştura koştura devreye girdiler, ABD'yi ve Ukrayna'yı ikna ettiler, Rusya'nın parası ödendi, Rusya'nın fiyatları kabul edildi. Rusya vanayı açtı.
★
(Makarayı az ileri saralım.)
★
(Rusya, Ukrayna yüzünden bu tür krizler yaşayacağını tahmin ettiği için, Ukrayna'da turuncu devrim olur olmaz, 2005 yılında Kuzey Akım boru hattının temelini attı, 2011 yılında açıldı.
Kuzey Akım boru hattı Rusya'dan başlayarak, başka hiçbir ülkenin toprağına girmeden, Baltık Denizi üzerinden Almanya'ya bağlandı.
Ukrayna'yı devre dışında bırakan, Almanya üzerinden Avrupa'ya bağlanan bu boru hattına, Kuzey Akım 1 adı verildi.)
★
(Şu anda Ukrayna savaşı nedeniyle, ABD'nin yoğun baskısı üzerine, Almanya tarafından iptal edilen Kuzey Akım 2 boru hattı, işte bu Kuzey Akım 1'in bitişiğine, aynı güzergaha inşa ediliyordu.
Kuzey Akım 2 tamamlanırsa, Rusya'nın artık Avrupa'ya doğalgaz iletmek için Ukrayna'ya asla ihtiyacı olmayacaktı.
Ukrayna halkı ateşe sürüldü, savaş başlatıldı.
Böylece Kuzey Akım 2 durduruldu.)
★
(Makarayı tekrar 2009'a geri saralım.)
★
Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen “uluslararası enerji güvenliği” sempozyumu, işte tam olarak 2009 yılındaki bu doğalgaz kriziyle, Rusya-Ukrayna kriziyle örtüşüyordu.
★
Türk genelkurmayı, petrolün ve özellikle doğalgazın “silah” olarak kullanılacağını, Türkiye'nin de içinde yeraldığı bölgede enerji odaklı savaşların kaçınılmaz olduğunu açıkça görüyordu.
Bu tehdide karşı, Türkiye'nin güvenlik stratejisini geliştirmek üzere kafa yoruyordu; sempozyum bu amaçla düzenlenmişti.
★
Harp Akademileri'nde böylesine kapsamlı bir uluslararası toplantının yapılması, her nedense (!) sayın medyamızdaki bazı arkadaşları fena halde rahatsız etmişti.
İkinci cumhuriyetçi ve AB'ci olduğunu saklamayan gazeteciler, o sırada Akp yancısıydılar, “asker neden enerji işiyle ilgileniyor?” diye makaleler döşeniyorlardı.
Güya Akp'yi uyarıyorlar, “bak askerler senin arkandan gizli gizli işler çeviriyor” diyorlardı, “sivil hükümet varken, askerler hangi hakla bu meseleye burnunu sokuyor” diyorlardı, “demokrasiye aykırı” diyorlardı, “vesayetçi bunlar” diyorlardı.
★
Halbuki gizli saklı filan değildi.
Hükümet aleyhine de değildi.
Akp'nin enerji bakanı Hilmi Güler sempozyuma katıldı.
Konuşmacı olarak katılmakla kalmadı, açılış oturumunu yönetti.
Hatta, Hilmi Güler de, sempozyumdaki konuşmasında Batı'yla Rusya arasında Ukrayna üzerinden yaşanan krize dikkat çekiyordu.
★
28 Nisan 2009.
Sayın medyamızdaki ikinci cumhuriyetçilerin şiddetli eleştirilerine rağmen, sempozyum toplandı.
Bütün davetliler yerine oturdu.
Tam açılış konuşması başlamıştı ki… Bum!
★
Harp Akademileri Komutanlığı'nın burnunun dibinde bomba patladı.
Ses bombasıydı.
★
(O güne kadar Türkiye'de örneği görülmemiş bir bombaydı. İnceleme yapıldı. Spekülasyon olmasın diye yazmıyorum, yabancı ve dost (!) bir istihbarat teşkilatına ait olduğu saptandı.)
★
Belli ki, Harp Akademileri'ndeki sempozyum, sadece ikinci cumhuriyetçi gazetecilerimizi rahatsız etmekle kalmamıştı.
Başka rahatsız olanlar da vardı.
Rahatsızlıklarını –tam sempozyumun başladığı saniyede- göstermek istemişlerdi.
★
Her şeye rağmen, sempozyum başladı.
Son derece başarılı şekilde gerçekleştirildi.
★
İki gün sürdü.
28 Nisan'da başladı.
29 Nisan'da sona erdi.
30 Nisan…
Enerji bakanı Hilmi Güler görevden alındı!
★
(Spekülasyon olmasın diye isim vermiyorum, doğalgaz ve petrol sektöründe iş yapan, o sempozyuma katılan ve Türkiye'nin tezlerini savunan işadamlarının, o sempozyumdan sonra başına gelmeyen kalmadı.)
★
Sempozyuma katılan herkes sivildi.
Üç kişi hariç…
Sadece üç subay vardı.
Kara, hava, deniz kuvvetlerini temsil ediyorlardı.
★
İsmet Çıngı.
Hava kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı'ydı. Sempozyumun genel yönetmeniydi, Harp Akademileri adına bu uluslararası sempozyumu konukları dahil, a'dan z'ye organize eden subaydı.
Ahmet Küçükşahin.
Piyade kurmay albaydı.
Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü müdürüydü, kara kuvvetleri adına konuşma yaptı.
Cem Gürdeniz.
Tümamiraldi.
Deniz kuvvetleri adına konuştu.
★
Bu üç subay…
Enerji güzergahlarının odağındaki Türkiye'ye yönelik askeri ve ekonomik tehditlere dikkat çekiyor, Akdeniz, Karadeniz ve Irak üzerindeki bölgesel çıkarlarımızı “Türk tezi”yle tarif ediyordu.
★
Bu üç subay…
Asrın iftirası Balyoz'la hapse atıldı!
★
O sempozyumu düzenleyen, o sempozyuma katılan, o sempozyumda Türk tezini temsil eden, enerji savaşlarının Türkiye'ye hem ekonomik hem askeri tehdit oluşturduğunu anlatan, bu konuda “bağımsız strateji” geliştirmek gerektiğini söyleyen herkes imha edildi.
★
Amaaann boşver be canım kardeşim…
Sen bu tür antin kuntin detaylarla hiç canını sıkma.
Aç bak televizyonları, hava durumu gibi şehir şehir anlatıyorlar, Harkov'dan girdi, Kiev'den çıktı, Melitopol sağanak füze yağışlı filan…
https://www.criturk.com/yilmaz-ozdilden-enerji-guvenligi-ile-ilgili-detaylar/
19 Kasım 2021 Cuma
Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz
Bu tür bir iddiayı ilk defa duyuyorum. Oysa tarih okumayı severim...
Osmanlı Ailesinde kardeş katline cevaz verilmesinin, devlete ve topluma önemli faydaları olmuştur.
Toplumu olmayan hiç bir devlet yoktur. Ama devleti olmayan toplumlar vardır. Bu, toplumun varlığının, devlet oluşumu için öncelikli ve kesin şart olduğunu gösterir.
Tüm devlet yönetimlerinde, yönetim erki gücünün kaynağını soyut bir kavrama dayandırır. Orta cağ döneminde Tanrıdan alınmış güce dayanan soyların yönetimi vardı.
Günümüzde bu, halktan alınan iradeye dönüştü. (Tabii demokratik toplumlarda iş başına gelenler bunu Allahın izniyle oldu deyip, yetkisinin kaynağını farklı algılayınca işler çığırından çıkıyor ya...Bu ayrı bir tartışma konusu).
Osmanlı ailesi, toplum içinden evlilik yapamazdı. Bu kan bağı yolu ile başka ailelerin, sülalerin veya beyliklerin taht üzerinde hak iddia etmesine kaynaklık edebilirdi.
Aynı şekilde, kardeşler arası çıkan taht kavgalarında halktan binlerce kişi ziyan oluyordu. Bu iç çatışmaların toplumsal ve ekonomik maliyeti, toplum için yüksekti.
Kardeş katline izin veren ferman, bir kaç günahsızın fedası karşılığında toplumdan binlerce can'ın sağ kalmasını sağlamıştır.
Aynı dönemde Avrupa devletlerinde ise asilzadelerin fişeklemesi ile oluşan gruplaşmalar ve suikastlarla öldürülen veliahtlar var.
Bu iki ölüm arasındaki fark, birinde sistemin yasalar içinde belirlenmiş olması. Diğerinde ise kim vurdu ile düzenlenmiş olması.
4ncü Murat, Yavuz'un yanlış seçimleri ile gerileme ve yıkılma sürecine giren Osmanlı da, bir süre nefes aldırmıştır. Fetihe dayalı devlet gelirleri artmıştır. İçki yasağı, bazı konulardaki dengesizlikleri belki gerçekti, belki de o dönemde baskı kurmak için oluşturulmuş bir rol7ün icabıydı. Bilemiyorum. ama ok ile zevk için adam vurduğunu ilk defa okuyorum.
(Osmanlı devleti, bir uluslararası ticaret devletine dönüşemediği için yıkılmıştır. Yavuz ve ardından Kanuni, Osmanlının önceki birikimlerinin de ivmesi ile en tepeye ulaşmışlardır ve uzun vadede sonu hazırlayacak küçük adımları da bu dönemlerde atmışlardır.)
Osmanlı geçmiş başarılarının ışığına döndükçe, güncel dünyadan koptu. en önemlisi, dünyanın diğer devletlerine (karşı) taraf oldu. Bu da onların bilim, teknoloji, sanat ve kültün birikimlerinden faydalanmasını ve kendisine adapte etmesini engelledi.
Yıkılması kaçınılmazdı.
Bir toplumda bilim ve sanatın gelişebilmesi için önce toplumunu temel (yeme,barınma ve korunma) ihtiyaçlarının üstüne çıkıp, sanat ve kültürü destekleyebileceği sermaye birikimi yapması gerekir. Sanat ve kültürel etkinliklerin getirdiği bakış açıları ile de bilim gelişir.
Osmanlı da toplum böyle bir sermaye birikimi yapacak kadar refah artışı yaşamadı. Yaşadığı kısa dönemlerde sadece bazı atılımlar yaptı.
15 Ekim 2021 Cuma
Amerika'nın Yunanistan atılımı hk.
ABD'nin bu hamlesi şimdilik Yunanistan için bir avantaj gibi görünüyor... Ama ne yazık ki orta vadede Yunanistan'ı çok sıkıntıya sokacak... Yunanistan'ın ekonomik kırılganlığı ve AB'deki konumu düşünüldüğünde. Elinde pek fazla seçenek yok gibi görünüyor.
Dünyada ciddi bir enerji krizi var. Bu maliyet hem üretim maliyetleri hem de çevresel baskılar nedeniyle artmaktadır.
https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-ve-yunanistan-savunma-isbirligi-anlasmasini-yeniledi/6270492.html
(211015)
----------------------------------------------
This move of the United States seems to be an advantage for Greece for now... But unfortunately it will put Greece in a lot of trouble in the medium term... Considering Greece's economic fragility and its position in the EU. It seems like there are not many options in its hands.
If Greece continues like this, she will soon enter into conflict with many states other than Turkey.
Because the USA is not eager to fight directly with Turkey. Of course, there are the resources and technology to provide military superiority at the beginning (but these did not bring the desired success in either Vietnam, Afghanistan, Iraq or Syria).
Turkey, on the other hand, is a country experienced in any kind of war. The US knows from NATO experience that they have surprises to face in such a situation. If US had wanted direct conflict, US would have used it in Iraq and Syria when the conditions were much more favorable.
Moreover, in such a situation, it is certain that they will put Greece forward instead of a direct conflict. Instead, US will prefer to provide logistical and financial support as the victors did after the First World War.
However, it is certain that they will not be able to incur the cost of these conflicts and support through the Greek people and Greek natural resources. They will not be able to take it out of the occupied lands and over the people.
The United States does not take any of its actions for emotional reasons. The United States takes it in a way that maximizes its interests.
In this situation, it is necessary to think that the USA has much bigger goals. And it would not be wrong to think that Turkey is not the main target of the USA. Could be a secondary.
There is a serious energy crisis in the world. This cost increases due to both production costs and environmental pressures.
The US is struggling to control this market. First, he tried various ways through Turkey, but he could not achieve this control in the last 25 years. As US put pressure on Turkey, Turkey moved away.
Despite all the policies of the USA, Russia landed in the Mediterranean and gained bases. The USA, which could not prevent Russia through Turkey, is now trying to control it through Greece.
By using Greece's concerns about Turkey, arming it and reaching the desired positions, it will control the transportation and logistics of not only Russia but also other Balkan and Black Sea countries to the Mediterranean. Of course, not only the Balkan and Black Sea countries, but also the access to Mediterranean ports of China and other Asian countries that want to reach the rich EU market, economically, will be controlled.
Although they have positive relations in various ways with the Balkan countries, which are currently on the Black Sea coast, it is certain that as the control of the USA and Greece increases in the movements of these states, it will also cause tensions.
In this case, it seems that Greece will enter into conflicts not only with Turkey, but also with other neighboring Balkan and Black Sea states.
France is in this region for the maximization of interests... Weapons sales, cheap raw materials, dominance in developing country markets... With the withdrawal of England from the EU, there are two forces that hold the union together in the EU; France and Germany. (Germany's leadership with its production power has been registered with its solid state structure.)
While France is trying to increase its leadership position in the union, it seems as if it is trying to attract the attention of its own public opinion to the outside...
Of course, during these developments, NATO will have to disband.
The Anglo-Saxon orientation in world politics 100 years ago continues even though the Country has changed. This redirection has caused 2 world wars so far.
https://www.voanews.com/a/us-greece-enhance-ties-with-china-turkey-in-the-background-/6271730.html
7 Temmuz 2021 Çarşamba
İZMİR'E NASIL BİR YÖNETİCİ LAZIM ?
Esasen bu konu da bir tartışma açmanın ve diğer katılımcılarında bu konudaki fikirlerini almanın çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Tahminim, sonraki seçimlerde aday olmayı düşünenler de buradaki yaklaşım ve yorumlardan faydalanıp, küpeler çıkartacaklardır.
Biliyorsunuz, erken veya vaktinde bir seçim yaklaşıyor ve ben artık klasik "partili politikacı" kimliklere oy verme taraftarı değilim.
-----
M. Çetin Oktay, " İzmirde yıllarca yaşamış, neyin nerede olduğunu bilen , sorunları bilip seçim öncesi projelerini açıklayıp uygulama gücü olan yöneticilere ihtiyacı var kentimizin....
İlk önce gelen bu vasıflara sahibi yönetici ihtiyacıdır."
Hüseyin Çelikyay "Popülist politikalar yapmayan, beldeyi tecrübeli ekibiyle yönetebilecek, vizyonu geniş, 40-50 sene sonrasını görebilecek, dirayetli taviz vermeyen , dürüst bir başkana ihtiyacı var İzmir’in. Diğer konuları o halleder."
-----
En başta gözlemlediğim şey, hiç bir belediye başkanı sorunları ve ihtiyaçları bilerek gelmiyor. Ancak aynı koltukta ikinci seferinden sonra doğru düzgün bir şeyler üretmeye başlayabiliyor.
Çünkü bizim yaşayarak gördüğümüz sorunlara üretilen çözümler hep aynanın parlak yüzü... Oysa "Sır" arkasında biriken sorunlar çok daha karmaşık ve sanılandan çok sebebe bağlı oluyor.
.
Kimisinin 5 yıl-10 yıl yöneticilik yaptığına, bulunduğu yerde iyi sonuçlar ürettiğine bakmayın. Yeni bir koltuğa geçtiğinde sıfırdan başlıyorlar. Çünkü aday oldukları mevki hakkında hiç bir ön çalışma yapmıyorlar. Çevrelerindeki üç-beş danışmanın birikimi ve kendi fikirleri ile varsayımda bulunuyorlar.
Yani bilimsel bir ön çalışma yapanı yok.
Seçim vaadlerinde bol keseden atıyorlar. Çünkü sorunları ve imkanları gördükleri cepheden, sorunları basit ve çözülebilir, kaynakları yeterli, yeni perspektifden bakılırsa yeni şeyleri eklemenin kolay olduğunu düşünüyorlar.
Ama koltuğa oturdukların da iş göründüğü gibi çıkmıyor.
.
Yöneticilik çok ciddi sabır, azimli çalışma ister. Yorucu iş ve bu işi paylaşacak ekip arkadaşlarına gerek duyarlar.
Bu yüzden koltuğa oturanlar, kendilerine güvenebilecekleri, böylece lider olarak sorumluluğunu taşıyabilecekleri, sorun çözüp proje geliştirecek kişileri danışman olarak yanlarına alıyorlar.
Güven öncelikli konu olduğu için de, sadakat, liyakat'ın önüne geçebiliyor.
Sorunlar çözülemedikçe, sadece danışman sayısı artıyor. işi kötüsü her yiğit yoğurdu farklı yediğinden, sorunların düğümleri sıkılaşıyor.
Oysa sorunların cözümü ve önceki politikaların devam edip, gelişmesi için liyakat öncelikli öneme sahip olmalı.
.
Bir de kurumlar da kemikleşmiş bürokrasiler oluyor. Bir kurumun herhangi bir birimininde üst düzey bir amirin sözüne genellikle itiraz edilmez. Yanlış olsa bile karşı çıkmaz. Sorumluluk ondadır çünkü ve her koyun kendi bacağından asılır. Çalışan, ancak ciddi bir sorumluluk alacak ise karşı çıkar veya uyarır.
Eğer amir uzun bir süre bu birim başındaysa, birimi ve kişileri de tanıdığı için, rahattır. itirazlar, uyarılar olmadığı için de verdiği kararların isabeti ve doğruluğu hakkında şüphesi de yoktur.
Bu çerçevede de kadrosunu yapılandırır. Memnun olduğu kişilerden oluşan bu kadro'nun kendine güveni ile sistem yürür. Kadro kemikleşir, hatalı kararlar alınabilir ve hatta uygulanır.
Çünkü sorunlarda aynanın hep parlak, imaj kısmı ön plandadır.
Bir de birbirlerine kendilerini ve birbirlerini övüp, egolarını şişirmişlerse... Onları kimse durduramaz.
.
Belediyelerde ise işin bir de siyaset yanı var.
Siyaset, toplum içinde önemli bir işleve sahip kurum olakla beraber, belediye gibi her türlü görüşe ve gruba eşit, ortak hizmet vermesi gereken kurumlarda ciddi bir sorun bence...
Çünkü siyasetçilerin ihtiyaçları ve öncelikleri ile toplumun ihtiyaçları ve öncelikleri her zaman uyuşmuyor. (Siyasetin yozlaşması ayrı bir konu, girmiyorum)
Toplum faydasına yapılacak uygulamaların sağı-solu, ideolojisi olmaz. Ama biz de toplum yararına bile olsa, karşı siyasetten gelen öneriler, iktidar olan siyaset tarafından yok sayılıyor.
Aynı şekilde iktidarın yaptığı her şey de, muhalefetçe eleştirilebilinecek bir konu olarak ele alınıyor.
(Bir de buna siyaset, yapanlara da siyasetçi demiyorlar mı?)
.
Sonuçta, hiç bir idarecinin İzmir'i gerektiği gibi bilerek ve çoğu sorunlarına hakim olarak aday olacağını sanmıyorum.
Zaten bunları bilen birisi de aday olmaz. Ne yapsa, bitiremeyecek, yeni sorunların çoğunu çözemeyecek.
.
O yüzden, İzmir veya ilçe yönetimlerine aday olacak kişilerin öncelikle partilerinden bağımsız hareket edecek ve partilerinin de bunu kabul edip, açıkça kamu oyuna beyan etmiş olmaları lazım.
Başkanın görünürde bağımsız olması yeterli değil, partinin iç yönetimlere üst yöneticiler de tavsiye etmemesi gerekiyor.
İkinci olarak, bu kişilerin liderliği öğrenmiş olması gerekiyor. Liderlik doğuştan değildir. Öğrenilen bir şeydir. Ama onu uygulamak, cesaret ister. İşte bu kolay öğrenilmiyor.
Ama kast ettiğim liderlik, güncel parti liderliği gibi "tek adam liderliği" değil. EKİP LİDERLİĞİ...
Çünkü sorunlar çok bilinmeyenli denklemler gibiler. Her sorunun çözümünde ve diğer çözümlerle uzlaştırılmasında bir çok insan görüşü gerekiyor.
Lider her şeyi bilmek zorunda değil ama ekiplerin arasında eşgüdümlü uyumu sağlamayı bilmeli.
Bir de zaman ilerleyince, çevresinde yığılan "onaycı kalabalığın övgülerinin artmasının, sorunların çözülümediğinin ve arttığının işareti olduğunu bilmeli...
Çünkü, sorunlar yığıldıkça ve çözüm üretilemedikçe, hedef kişi olarak sorumlulugu taşıması için, yakın çevreder övenlerin sesleri ve yoğunluğu artıyor.
İdareciler de henüz tamamlanmamış işleri, sorunları çözülmüş gibi algılatabiliyor.
Bu dönemler de imaj çalışmaları öne çıkıyor. Eksik kalınan veya zamanında yetişmeyen sorunlar, imaj balonları ile ikinci plana itilmeye çalışılıyor.
Üçüncü nokta ise "bilimin rehberliği"ni muhakkak kullanmalı.
Bu iyi bir eğitim almayla veya yetkin, akademik ünvanlı danışmalrla çalışmak değil sadece. Bunun için konununda uzman kişilerden ve kurum içinde bu konularda pişmiş kişilerden faydalanmayı, bu kişileri kaznmayı bilmeli.
Orta ve uzun vadeli olarak, sorumluluk alanında çıkacak teknik ve toplumsal sorunlara uygulanacak politikalara göre şimdiden planlar ve projeler üretmekle ilgili...
Bunun için kahin olmaya gerek yok.
Şu an dünya üzerinde İzmir'in 20 yıl önceki durumunda olan binlerce şehir var.
Aynı şekilde günümüzdeki sorunları 20-30 yıl evvel yaşamış ve çözüm üretmiş şehirler de var.
Kopyalamadan adapte etmek mümkün.
Kent tasarımı ve mimarlık yapısı da buna göre ele alınmalı.
Dördüncü olarak, muhalefet ile muhakkak çalışabilmeli. Şehir belli bir düşünceden oluşmadığı gibi sorunlar da belli bir açıdan tam ve doğru teşhis edilemez.
Muhalefetin katıkılarını yönetimde kullanabilmesi için, yönetime dahil edebilmeli.
İşte burada partiden bağımsız olmanın önemi bir kez daha çıkıyor.
* Beşincisi, topluma düzenli rapor verebilmeli.
Örnek üzerinden gidersem:
Vatandaştan, projeler isteniyor. Hatta yönetime Toplumsal Katılım deniyor. Bu ekonomik koşullardan kaynaklı olarak biraz da, yüzlerce, binlerce öneri geliyor.
Uygulanamayacak olanlar ağırlıkta ama bir kısmı değiştirilip, süslenip püsleniyor, uygulanıyor.
Vatandaş olarak, kim ne önermiş? Nasıl uygulanmış veya niçin uygulanamamış? Bunu görebilmeli diğerleri...
Böylece başka biri belki bu fikri geliştirip, daha ekonomik ve uygulanabilir hale getirebilir...
Ya da,
Bir proje geliştiriliyor. Uygulanıyor. Haber yapılıyor. Sonra o proje gündemden düşüyor. Aradan bir kaç yıl geçince, ne durumda bilinmiyor. (Eğer bittiyse hiç bilinmiyor.)
O yüzden yapılan ve uygulanan projelerle ilgili düzenli bilgilerde, yönetimler değişse bile aktarılmalı.
Yönetici olacak kişinin, eğrisi ile doğrusu ile ilgili topluma düzenli yaptıkları ve yapamadıkları ile ilgili bilgi vermesi gerekli...
Bakın birisi, "Yanıldık, hata yaptık!" dedi..Ne oldu? Muhalifleri bir süre topa tuttu ama vatandaş için belirleyici olmadı.
25 Haziran 2021 Cuma
Bitaraf olan Bertaraf olmaz...
Kıran kırana mücadelelerin geçtiği ve galip gelen tarafın
her şeyi aldığı çatışmalarda kullanılır bu söz.
Özelikle siyasi yaşamımızda, seçimler yaklaştıkça tarafların saflarını
güçlendirmek ve sıklaştırmak için kullandığı bir deyim olarak karşımıza
çıkıyor.
Nedir bunun anlamı?
Eğer ben kazanırsam, her şeye taraftarlarımla biz sahipleneceğiz, sizler ise
uygun bulduklarımızla yetineceksiniz.
Tabii, eski savaş meydanlarında, toptan yıkım tehditi olarak da karşımıza
çıkıyor. Kişiyi, temel korunma güdüsünü harekete geçirerek, en azından bir
gruba dahil olarak kendisini ve yakın çevresini güvence altına almaya zorluyor…
Devlet, toplum iradesinin cismani iradesidir. Bu yüzden yönetimi kişilerin
iradesine değil, toplumun iradesine tabii olmalıdır. Aksi halde yönteminden
kaynaklanan sorunlar, taraf fark ettirmeksizin tüm toplumu sarar, yutar.
Peki, her seçim öncesi gündeme gelen bu deyim ne derece doğru? Geçerli?
Çok partili siyasette amaç, toplum içindeki bir grubun diğer gruplara üstün
gelerek yönetime geçmesi ve her şeye karar vermesi değildir.
Demokrasinin özüne aykırı olduğu söylense de, esasen toplum idaresinin ruhuna
aykırıdır. Çünkü toplum, farklı düşünceler, farklı idealler ve farklı hedefleri
olan, farklı bireyler ve bazen bu bireylerin bazı ortak hedeflerini toplamış,
küçük topluluklardan oluşur.
Bir topluluk için en iyi karar alma yöntemi ortak akıl üretmektir.
Siyaset dünyasında ve üst düzey bürokrasi de gördüğümüz şekliyle, lider ve onun yakın ekibinin ortaya koyduğu, ortak hedefler üzerinde herkesin fikir birliğine varması ve iradelerinin bu amaca sevk edilmesi mi?
Elbette değildir.
Ortak Akıl, Çok Seslilik’tir.
Çok seslilik toplum yönetimlerinde özellikle sorunların çözümleri açısından çok önemlidir.
Toplumsal sorunlar basit nedenlere dayanmazlar. Bir çok birbirinden farklı değişkenle, sebeplerle bağlantılıdırlar.
Bir sorunun çözümü için ise bu sorun kaynaklarının mümkün olduğunca ayrıntılı olarak ele alınmasını gerektirir.
Bazı sesler zayıf, bazı sesler cılız olabilir. Ama en az güçlü olanlar kadar, çözüm için değerlidirler. Çünkü her bir ses, sorun bütünün bir parçasını temsil etmektedir.
Söz gelimi, elimizde sorun olarak tanımlanmış bir kırmızı kalem olsun. Kullanıcının ise bulunduğu pozisyondaki bakış açısı ile bu kalemi tanımlamasını isteyelim.
Eğer en geniş (bir bakıma en büyük partiler gibi) açıdan kalemi görüyorsa, tanımı büyük oranda geçerli ama yine de eksik olacaktır.
Karşı taraftan bakan kullanıcının da tanımı aynı şekilde eksik olacaktır. Dar açılardan (küçük partiler gibi) bakanların da tanımı eksik olacaktır.
Sorunun yani kırmızı kalemin doğru teşhis edilmesi için tüm bu bakış açılarından sağlanmış bilginin derlenmesi ve bu bilgilerle kalemin tanımının yapılması gerekir.

Basit bir kırmızı kalem tanımında, en azından 5 farklı bakış açısı gerekli gözüküyor. Oysa toplumsal sorunlarda, teşhis için çok daha fazla bakış açısına ihtiyaç var. O zamanda doğru bir çözüm de geliştirilebilinir.
İşte iktidarların görevi de bu bilgileri derledikten sonra, çözüm üretmektir. İktidar adayları, “en iyi çözüm uygulayıcısı” olduklarını iddia edenlerdir.
Benzer ilke tüm yönetim birimleri için geçerlidir.
Ne yazık ki ülkemizde en iyi yönetimler bile, bir süre sonra kısırlaşmaya ve hatta yozlaşmaya başlar.
Bunun bir kaç nedeni var.
İlki ve en önemlisi, yönetimde çok sesliliği kaybetmesidir. Tabii bazı yöneticilerin bir sürü “danışmanı” oluyor ama bu çok seslilik değildir.
Çünkü seçtikleri danışmanlar veya yardımcılar, onlarla uyumlu düşünen ve hareket eden, genellikle “ benzer vizyondan“ oluyorlar.
Bu sadece bir bakış açısının sesinin güçlenmesidir. Eğer bu ses diğerlerini bastırırsa ki ülkemizde yönetim sistemlerinde ana amaç bu gibi gözüküyor, sistem güdükleşip, verimsizleşir. Çözüm üretemez, ürettikleri ise kısa vadeli ve günü kurtaran çözümler olur.
İkinci bir neden ise aynı kadroların uzun süre yol gösterici, belirleyici olmasıdır. İnsan doğası, ben merkezli olarak, narsizme yatkındır. Ve hiçbir zaman kendisini haksız olarak görmez. Haksız olduğu itiraf etse bile, aslında gizliden gizliye gerekçelerle kendisine gurur payı bırakır.
Eksik bilgiden dolayı yanılmıştır, hata yapmıştır. Aslında bunu yapacak kişi değildir. Hiçbir beşer, bu iç güdüsüne uzun süre karşı gelemez. Bir gün kapılır.
Üçüncü neden ise, liyakatın yerine sadakatin almasıdır. Ayrıntısına gerek yok, ilk iki sebep ile bağlantılılar.
Çözüm nedir? Siyasi partiler de dahil, en iyi çözüm şeffaflıktır. Şeffaflık illaki her şeyi ile kamuya açık bilgi vermeyi gerektirmez.
Ama tüm grup temsilcilerine bilgi vermeyi ve görüş almayı gerektirir.
En şeffaf yönetim ise, yönetim erkini ele alan gücün, yanına muhalif gücün temsilcisini yardımcı olarak almasıdır.
Evet, yönetim son sözü söyleyen olacaktır ama hatalarında uyarılacaktır ve yaptığı tüm uygulamalarda şeffaf olmuş olacaktır.
İşte bu şeffaf demokrasidir.
Bu açıdan ele alınca, bitaraf olmak ana bakış açılarına katılmamak oluyor.
Şu anki ülke gündemine bakılırsa, karasız seçmen adı verilen ve neredeyse %10’a yaklaşan bilinçli bir kesim. Yeni bir cephe oluşturuyor gibi gözüküyor. Böyle giderse, en güçlü cephe olacağı da kesin.