Pekçok
yerde iddia edildiği gibi, din'i bilgi ve kaynaklar, bilimsel
gerçeklerle örtüşmez. Din'i bilgi ve yaklaşım, bilimsel bilgi ve
yaklaşımla tamamen zıttır. Din ve bilim birbirini beslemez, iddia
edildiği gibi dost falan da değillerdir. (Düşmanlardır demek
istemiyorum, düşmanlık ayrı birşey) Konu üzerine bu görüşteyim. Aksini
düşünen iddia eden arkadaşların fikir ve açıklamalarını duymayı ve bunun
üzerine konuşmayı çok isterim...
Görkem Öge 22 Temmuz 2015
dinin
dogmatik bilimin sorgulayıcı olması en temel farklılık zıt olmaları ve
ikisininde hayatı kendi bakışlarıyla açıklamaya çalışması çatışmaya
zemin hazırlıyor ama insanlık farklı görüşe saygı duymayı bir gün
öğrenecek mi ?
mimiuzay 23 Temmuz 2015
Dini bilgiler de,
Tanrı'nın din gönderdiği fikri de mantıkla örtüşmez. Zaten 3 İbrahim'i
din dışında peygamber gönderildiğini iddia den din yoktur. İnsan
mantığının ulaşabileceği limit nokta, evrende, insanı aşan bir bilgi
olduğudur.
Ali Uçar 23 Temmuz 2015
Bu linki devamli takip
ederseniz ve derin arastirmaya girerseniz aslinda bilim ile ilimin
celismedigini ayni seyi anlattigini farkedebilirsiniz...Evrensel isleyis
sistemi TEKtir...http://okyanusum.com/
Evrensel Sirlar 24 Temmuz 2015
Mimiuzay…
Sizinle hemfikirim ama bu fikrimizin konuyla zerre ilgisi yok.
Unutmayınız ki “Gerçeklere demokrasi ile ulaşılmaz!” Bunu açıklayıp sözü
uzatmayayım, anlayacağınızı umuyorum. Ali Uçar… “3 İbrahim'i din
dışında peygamber gönderildiğini iddia den din yoktur” iddianızda
yanılıyorsunuz… İslam, “Her ümmete uyarıcı gönderdik” der. Bu iddiaya
göre, başka galaksilerdeki akıllı yaşamlara da peygamber gitmiş olmalı.
Evrensel Sırlar… Verdiğiniz sitede, önerdiğiniz gibi derin araştırmaya
girmeme hiç mi hiç gerek yok. Çünkü orada derinleşecek hiçbir şey yok.
Astrolojiyi bilimsel bir disiplin olarak gören, “İnsanlığın oluş düzeni
ve sistemi Astroloji ilminde mevcuttur” gibi bir cümleyi içeriğine alan
hiç ama hiçbir kaynağı ve bu kaynağı bana öneren sizi de, en küçük
ölçekte bile ciddiye almam olanaksız. Zaten nerede “bilim” kelimesi
yerine “ilim” kelimesi kullanılıyordur, oradan hızla uzaklaşınız. Bunun
üzerine binlerce sayfa/saat konuşmuşuzdur. Bu başlığı açmamdaki esas
amaç zaten, “inanılacak” şeylerle “bilinecek” şeyleri ayırt
edebilmemizin önemi. Sizin bu ayırımı fark edemediğinizi görüyorum ve
umarım bir gün fark edersiniz diye umuyorum. Astroloji bilim değildir.
Astrolojinin her kelimesi, cümlesi, dayanağı, noktası virgülü baştan
sona “SAÇMALIK”tır… Aksini iddia ediyor iseniz, gerçekten akademik vasfa
ve kimliğe sahip tek ama tek bir kuruluştan çıkmış, astroloji üzerine
bir araştırma tez sonucu elde edilmiş kanıt, ispat gösteriniz. Tek bir
tane… Gösteremezsiniz. Buna göre siz astrolojiye “inanıyorsunuz”dur Buna
bir sözüm yok. İnanıyor olmanıza yani… Bu sizin tercihiniz. Ancak
inanılmak üzere tasarlanmış hiçbir şeyi lütfen bilimle karıştırmayalım.
Görkem Öge 24 Temmuz 2015
inanmak
ve bilmek ayrı kavramlar olabilir ama bütün algılarımız birbiriyle
bağlantılıdır.yani bazı insanlar bilmediği şeye inanmak istemez basite
indirgemekte istemez düşünceler komplekstir tıpkı nöron ağlarının
bağlantıları gibi.
mimiuzay 24 Temmuz 2015
Sevgili
Gorkem Bilen kimseye birsey ogretilemez...Bu sayfayi objektif olarak
bildiklerini bir kenara koyarak degerlendirmeyi denemelisin...Yoksa
kaybediceklerini hayal bile edemezsin...Bilim ve din birlikte olamaz
onyargilarinla ciddiye almamanin faturasini sonsuz bir hayatta
kaybedeceklerinle odersin...Tabii karar senin ve herkes kendi
secimlerinin sonuclarin yasar....Insan beyninin Evrendeki tum
frekanslari OKUYAbilecek ve desfire edebilecek kapasitesinden ve
bunlarin Noron aktiveteleriyle baglantilarindan haberi olmayan birinin
bilimsel konustugunu sanmasida ayrica cok tuhaf...Ve dinde kader adiyla
isaret edilen ALlahin Yaratma mekanizmasinin GAlaksilerden , KAranlik
madde denilen bilimin bugun algilayamadigi yapilardan, burclar denen
yildiz ve gezegen sistemlerinden gelen FOTONlarin,enerji parcaciklarinin
DNAlarimizi ve gezegenimizi devamli formatliyarak bizlerde
degisikliklere yol actigini ve duygulari, akil yetilerimizi, fiziksel
yetilerimizi, genetigimizi, tum enerjimizi etkiledigini bilmemek,
redetmek hele bugun kara cahil olmakla esdeger...Kucucuk AY bile
okyanuslari kilometrelerce gelgit yaptirirken, vucudunun fiziksel
bolumunun %90 i su olan bizler nasil etkilenmeyiz...Bunlar bile objektif
dusunen insanlara kapi acmaya yeter...Karar senin...Kimseye zorla
birsey tavsiye edilemez...Nacizane dost tavsiyesi yolladigimiz linki ve
soylediklerimizi ciddiye aliver...sevgiler
Evrensel Sirlar 24 Temmuz 2015
Görkem
Öge, dini bilgi ve kaynaklardan kastın nedir bilmiyorum ama ben
dinimizin kitabı olan Kur'an'daki ayetlerden Allah'ın, peygamberlerinden
sonra gelen en emin insanlar olarak bilim adamlarını gösterdiğini
okudum. Allah’ın bizler için gönderdiği kitabının başında kullarına
“Oku” dediğini, içindeki birçok ayette (Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk
olsaydı, Kur’an’ın içinde kaç kez geçtiğini de söylerdi) aklımızı
çalıştırmamızı istediğini, aklını çalıştırmayanın üzerine pislik
yağdıracağını okudum. Ayrıca en büyük düşman olarak ne ateisti ne de
namaz kılmayanı konu etmediğini, dini ihtiraslarına alet edip insanları
sömürenleri ve sinsi emellerine ulaşmak için namaz kılanları ve kamu
hakkı yiyenleri lanse ettiğini okudum. Din ile bilim arasındaki
ilişkilere, söylentiler bazında değil de Kur’an içindeki ve Kur’an
dışındaki dini bilgilerin birbiriyle bağdaşıp bağdaşmadığını ve bağdaşıp
bağdaşmama nedenlerinin neler olabileceğini bilimsel kurallar
çerçevesinde araştırma bazında bakmak ve ondan sonra bir yargıya varmak
daha doğru olur diye düşünüyorum. Unutmamalı ki bilginin doğru olanı
değerlidir, doğru olmayan bilginin el üstünde tutulması değil elimine
edilmesi gerekir. Konu üzerinde sayfalarca bilgi alışverişi yapılabilir.
Ben din açısından giderek kısa bir açıklama yaptım. Bunun bir de bilim
tarafından bakılarak açıklaması var ki onun da düşündüğünün tersi
doğrultuda olduğunu biliyorum. Kolay gelsin
Cem Murat 25 Temmuz 2015
Din insanın bilinmeyen
karşısında güvenini artıran ve destekleyen bir kavramdır. Çoğu din; insanın,
günlük hayatındaki kontrol gücünü artırma ihtiyacından doğmuştur. Doğa
dinlerindeki büyülere, sihirlere, fallara, yıldızlara; çok tanrılı ve tek
tanrılı dinlerde dualar eklenmiştir. ( Bir kelimeyi- cümleyi belli bir sayıda
söyleten dualar ile sağlık, sıhhat, huzur, aşk veya başarı beklemek aslında
sihirin yeni bir görünümü olmuştur. Yani, (bence) şirktir.) Klan yaşamından,
şehir devletlerine yöneliş ile doğa dinleri çok tanrılı dinlere, büyük
krallıklar ve imparatorluklar ile de tek tanrılı dinlere yöneliş olmuştur.
Çünkü din aynı zamanda elit ve yönetici tabakanın toplumu daha kolay idare
edilebilmesi ve yönetebilmesi için düzen kurucu biçimlendirici olmuştur.
Özellikli biat ve itaat işlenmiş, sorgulamadan kabul etme yüceltilerek bir
meziyet olarak sunulmuştur…
Tek tanrılı dinlerin ilk dönemlerine yani topluma sunuldukları döneme bakarsak,
bir devrim gibi hepsi var olan düzenleme ve uygulamaları sorgulayarak,
eleştirerek işe başlamışlardır. Sorgulamayı, düşünmeyi öğütleyen ve destekleyen
dinler, tekelcilerin (ruhban sınıfın, (bizde hocaların, şıhların, efendilerin, bürokratların,
padişahların, din alimlerinin) kontrolüne geçtikçe sorgulamadan itaat
yüceltildi.
(Batı Rönesans ile bu dönemi geçerken, orta doğu hala aynı zihniyet dönemini
yaşıyor. Oysa İslam da sorgulama, okuma, düşünme esastır)
Din ile bilim arasındaki çatışmanın temeli de bu noktaya dayanır. Bilim hiçbir
konuda dogma zorlamaz. Bir durum ele alınır, sorgulanır, gözlemlenir,
tekrarlanır ve bağımsız farklı kaynaklarca da aynı süreç tekrarlanır … Her
seferinde aynı kesinlikle sonuç alınırsa bu durumun bir kural olduğu kabul
edilir. Eğer evrim gibi çok uzun bir süreci ele alıyorsa, gözlem ve
matematiksel mantık ile tümevarım yapar. Yine de tekrarlanarak gözlemleme
süreci çok uzun olduğu için günübirlik yaşayanların bolca saldırısına açık
olur. Üstelik canlı gibi çok fazla değişkene sahip bir nesne de temel kuralları
ve destekleyici ayrıntı kurallarda zor kurulur. Yine de elde edilen sonuçlar,
bir çok bağımsız gözlemcinin farklı sonuçları ile uyumlu olduğu için ana
kurallar çıkartılabiliyor. Yine de evrim, doğanın canlılar dünyasındaki kuantum
alanıdır. Yani size tek, net bir sonuç vermez. Olasılıklar ve değişkenlere göre
olası sonuçları verir. Bu yapısı ne yazık ki, bir çok firsatçı için saldırı ve
propaganda aracıdır.
Din ile bilimin ayrı olduğu ve kişileri zorladığı noktayı bu örnekleme ile
sanırım anlatabildim.
Bilim din ile çelişir mi? Bu tamamen subjektif bir konu. Eğer dine ya da bilime
yaklaşımınızda bunlardan birinin gözü ile diğerini değerlendirirseniz, elbette
çelişir. Ama eğer dini insanın bilinmezi
arayışı ve cevaplaması olarak ele alırsanız, bilim içinde aynı şeyi
düşünürseniz birbirlerini destekleyici
tamamlayıcı olurlar. Din size bilimin asla gitmeyi düşünmeyeceği yollarda bakış açısı ve yaklaşım sunar. Bilim ise bu
yaklaşımların doğruluğunu denetler…
Örneğin, tüm dinlerde başlangıçtan önce hiçbir şey yoktur. Sonra bir anda her
yer ışık olur ve her şey oluverir. Üstelik zaman kavramları da görecelidir.
Bilime göre her şey, tek ve homojen bir kaynaktan doğmuştur. Üstelik bu kaynak
zamanla farlılaşmış olsa da her yerdedir.
Bizim hatamız, canlılığı, cansızlığa göre çok üstün görmemizde. Oysa canlı
birimlerin uzun vadeli fizyolojik durumlarını özellikle enerji girdi ve çıktıları
açısından ele alsak; entropiye uygun olarak enerjinin ortalamaya dağılmasında farklı
bir yol olduğunun düşünebilirdik. Besleniriz enerji alırız, iş yaparız enerjiyi
dağıtırız. Ölürüz, yaşam boyunca depolanmış cansız maddeler ve kaynaklar daha
küçük birimlere dağıtılır.
Bu nedenle din ile bilim aynı kefede ele alınmamalı. Elma ile armut toplamak
olur bu. Eşdeğer, aynı, benzer değiller. Aynı sorulara farklı cevapları
olabilirler. Bunlardan işinize geleni kabul edebilirsiniz. Ya da
etmeyebilirsiniz.
Sonuçta ikisi de insanlığın bilinmeyene cevap verme çabasının ürünüdür. Her
ikisi de kendi koşullarına göre doğruları ya da doğruya yakınları içerebilir.
Mesela, eğer Planck uzunluğu şu an‘kinin iki katı olsaydı; sonsuza giden sabit
Pi sayısı farklı olabilirdi. Yani çapını veya çevresini bildiniz bir çemberin
diğer ölçüsü ve buna bağlı olan tüm trigonometri farklı olacaktı. Çünkü evrenin
eğimi farklı olurdu.
Yani sayısal değerlerin kesinliği için bile “ceteris paribus” var.
Burtay Mutlu 27 Temmuz 2015.
kişilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Mart 2016 Cumartesi
Beyin naklinin gerçekleşeceği zaman , ruh kavramı ortadan kalkacak mı ?
Beyin naklinin gerçekleşeceği zaman , ruh kavramı ortadan kalkacak mı ?
Sercan Aydın 05 Mayıs 2015
Bugün fizik değil, felsefe günü anlaşılan. :-) Niye kalksın ? Ruh neyi ifade ediyor? Eğer dinsel tanımlamayla, Cenab-ı Hâk'tan gelen bir nüve ise, bu kişiliğiniz nerede ise orada olur.
Bilimsel olarak tanımlanamayan (ölçüm aletleriyle saptanamayan) bir yapıda olması olmadığı anlamına gelmez. Beynimizdeki bir kaç yüz milyar hücrenin alarında yatay ve dikey bağlantılarla iletişim halinde olması ile sahip olduğumuz bilgi işleme kapasitesi ve bilinç düzeyimize bir bakın. Yaşamınızı boyunca sürekli düşünce üretiyorsunuz. Ürettiğiniz bu düşünceler EKG dalgaları olarak saptanabiliyor. Her kişinin beyin dalgası, parmak izi gibi benzersiz, Ve sizin yaydığınız bu düşünceler, sizin ölümünüzden milyonlarca yıl sonra bile evrende var olup yol almaya devam edecek. Eğer ruh yok ise, bunları nasıl tanımlayabileceğiz ?
Bizim sorunumuz, ruhu da vücudumuz gibi belli bir kalıba ve biçime sokma arzumuz ve içgüdümüzden kaynaklanıyor. Onun sınırsız olabileceği, evrenin bir parçası olabileceği niye mümkün olmasın. Ayrıca bu şekilde, kendisini yaratan Allah'ın ( C.C.) bir parçası olmaya daha uygun olmaz mı? Tabii bunlar tasavvufi düşünceler. O yüzden beyin nakli ile ruhun ortadan kalkam ihtimalini sıfır olarak görüyorum. Ölümle bile yok olmayan bir kavram, kabuk değiştirince niye yok olsun? Önemli olan sizin ruhunuzu ne kadar beslediğiniz...
Sanat, bilim ve iyi düşüncelerle... Onun besini de bunlar çünkü. İsterseniz bırakın beyin naklini, hiçilerin yelpazesine (bir bilimkurgu romanına atıftır) kopyalayın bilincinizi, beyin dalgalarınızın kopyasını, ruhunuz gene kalır. Çünkü o bizim ürettiğimiz bir şey değil. Bizden beslenen ve gelişen bir şey.
Burtay Mutlu 05 Mayıs 2015
Olasi bir beyin nakli operasyonunun "ruh" iddasini curutucegini dusunuyorum. Ayni soruyu daha once dusunup bu sonuca varmistim. Ruhu genelde iki anlamda kullaniyoruz; "Ruh ve sinir hastaliklari" deyimindeki gibi bilimsel bir baglamda beynin bilincimizi olusturan fonksiyonu olarak, ve cogunlukla dinsel baglamda maddi dunya ile bizi baglayan, biz biz yapan fakat maddi dunayadan ote manevi bir kavram olarak. Ikinci kullanim sekli, insanlarin beynin dusunce ve benlik merkezinin oldugunun henuz bilinmedigi yillarda ortaya cikmis oldugu sanilmakta. Tamamen manevi olmasindan oturu de bu iddanin test edilebilir, ispatlanabilir hic bir ozelligi yok. Gelelim bu iddanin beyin nakli ile curutulmesine. Soyle dusunelim; benligimizi / bilincimizi aciklamak icin manevi bir ruha gereksinimimiz olsun. Baska deyisle maddi beynin fonsiyonlari benligimiz aciklamaya yetmesin. Basarili bir beyin nakli sonrasinda, benligimiz baska bir vucut icinde uyanacaktir. Operasyondan sonra uyandigimizda bir bakicaz ki, farkli bir bendeyiz; sacimiz basimiz, boyumuz, aynadaki goruntumuz, hersey degismis, sadece benlik bilincimiz, dusuncelerimiz, hatiralarimiz ayni. Ve bu degisimin de farkindayiz. "Ruhum beden degistirmis!", diyebiliyoruz. O zaman manevi bir ruh varsayimina gore, burada su soru gundeme gelir: bu ruh nasil beden degistirdi? Bunun tek aciklamasi ruhun nakil edilen beynin icerisinde yer degistirmis olmasidir. Fakat o zaman da ruhu maddelestirmis oluruz. Bu da manevi ruh iddasini curutur. Beyin nakli operasyonu teorik olarak mumkun olmakla beraber pratikte cok zor ve yakin gelecekte mumkun olmayan bir operasyon. Fakar teorik mumkunlugunu ruh iddasini teoride curutmektedir.
Ozgur Gonen 06 Mayıs 2015
Özgür Gönen'in yazısına ve mantık çıkarımlarına bayıldım... :-) Ellerinize sağlık...
Burtay Mutlu 06 Mayıs 2015
Ruha manevi bir anlam yüklenmesini, ölçümlenebilir olmamasına bağlıyorum. Ama Ruh kavramının somut bir karşılığı olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Çünkü her ne kadar dinsel inançlarımız, ruhu bize semavi bir varlık olarak gösterse de, ruh kavramının geçmişi yüz binlerce yıl önceye gidiyor.
(Mezarlardan ve bırakılan hediyelerle düzenlenen törenlerin arkeolojik kalıntılarından çıkartılan varsayımdır). Bilimin gelişmeye başladığı son 200 yıl haricinde de ruh genellikle aynı kapsamda değerlendirilmiş. Bilimle din arasında keskin çatışma olduğu zaman, insanlar ya dinsiz olur ya da beyinsiz... İkisinde de uyum noktalarından konuyu ele almak ve ortak olmayan konuların cevaplarını, bilgi birikimi sürecine bırakmak daha doğru olur.
Ruh konusunu sadece din kitaplarından ve âlimlerinden veya onların yazılarından, ilmihallerinden filan öğrenemezsiniz. Çünkü o zaten tarafsızlığını yitirmiş bir bakış açısının ürünleri. Onlar için soyut, semavi, bir varlık. Aynı şekilde salt bilim açısından bakarsanız, bilimselliğin getirdiği şüphecilik ve sorgulayıcılıkta ölçümlenemeyen, deneye tabii tutulamayan bir konu üzerinde hüküm varmaktan kaçınacaktır.
Zorlanırsa şayet, eldeki verilere göre karar verip; Yok! diyecektir.
Şimdi ana konuya dönüyorum. Her iki açıdan da zamanla incelenebilecek ve geliştirilebilecek tek bir açıklama var bence. Çünkü çok basit ve sade... Ruh dediğimiz kavram, beyninin zihinsel yollarında sinir hücreleri arasındaki iletişim sırasında oluşan beyin dalgalarının toplamıdır. (3 boyutlu madde ile sınırlı kalmayan bir evrende, mesela 5 boyutlu veya daha üstü bir evrende fiziksel bedenin varlığı pek bir anlam ifade etmeyecektir. İnsanlar daha çok zihinsel fenerler gibi sadece etrafa yayınladıkları enerji yoğunluğu ve biçimi ile algılanabilecektir.)
Bir bebek doğduğu zaman da ruhu vardır. Sinirleri birbirleriyle iletişime geçtiği andan itibaren vardır. Ölünce de sinirler arasındaki iletişim bittiğinde de biter. Ama enerjinin korunumu nedeniyle, tüm yaşam boyunca yayılan bu dalgaların, sonsuza kadar evrene dağılacağını-kaynaşacağını da düşünebiliriz. Diğer yandan ek soru geliyor? Hayvanların ruhu olur mu? Bence, onları vicdan azabı çekmeden tüketmek isteyenler yok diyecek ama evinde besleyen ve sevenler var diyecektir. Canlı her şeyin, bir nebze olsun ruhu vardır. Ruhu bu açıdan ele alınca da, beyin nakli ruhu çürütmez. Aksine destekler. Ruhun beyinle nakledilmesi, onu gene de maddeleştirmez. Hala soyut kalır. :-)
Burtay Mutlu 06 Mayıs 2015
Burtay Bey, oncelikle ruhu istpatlamak/curutmek icin net bir tanimini yapmamiz lazim. Tanimlayamadigimiz seyi ne ispatlayabiliriz, ne de curutebilirir. Bunun icin de "soyut/somut" ve "maddi/manevi" kavramlarinin farklarinin ayirdinda olmamiz lazim. Sizin iddanizda bunlar icice gecmis durumda. Ben yazimda "manevi ruh"u curuttum, siz "soyut ruh"u ispatliyorsunuz. Manevi ruh kavrami dinlerden cok oncesine, antik yunana kadar gider. Bedn/akil dualizmi felsefenin en onemli sorularindan biri olmustur. Insan canli beden ve cansiz beden arasindaki farki, aklin nerden geldigi sorularini cevaplayamadigi zaman bunu madde otesi "manevi" bir varlik ile aciklama yoluna gitmis. Gunumuzde bu sorularin cevabi beynin fonksiyonu olarak aciklayabiliyoruz. Biliyoruz ki, yasamin durmasi ve bilincin kapanmasi beyin olumu ile gerceklesiyor. Dolayisi ile manevi bir varliga artik gerek duymuyoruz. Siz de ruhu beynin icine gomup fonksiyonel, soyut bir kavram olarak ele almissiniz. Ruhun soyut/somut bir kavram olarak hala tartisabiliriz. Ama dikkat ederseniz "manevi varlik ruh"u ikimiz de curutuyoruz.
Özgur Gonen 06 Mayıs 2015
Merhaba :-) Dikkatinizden kaçmamış... :-) Zaten çok farklı sonuçlar elde etmiyoruz. O sonuçlara ulaşma yollarımız farklı. "Manevi Ruh" kavramı ile dinlerde tasvir edilen ve öncesinde vücutsuz olan, sonra vücuda gelen ardından ölüm ile manevi hayatına dönen ruh'u kast ettiğinizi düşünüyorum. Salt dini açıdan ele alırsak, bu ruh Hakk’ın yarattığı, ondan bir parça olan, O'ndan gelen ve O'na dönen, sonsuzluğa sahip/ait bir parça... Fizik ve matematik açısından ise konuyu ele almak mümkün değil. Elde yeterli veri yok kullanılabilinecek.
Ama daha önemlisi eldeki verinin değerini ve kullanılabilirliğini gösterecek “bakış açımız” yok. Çünkü sahip olduğumuz ve kullandığımız birçok kavramı, olduğu gibi kabullenmiş, daha altı için “Niçin?”, “Neden?”, “Nasıl?” dememiş durumdayız. Örneğin “enerji ?” . Bilimsel tanımlamalarını, dönüşümlerini, değişik kullanım ya da durumlarına göre isimlerine bakın (kinetik, potansiyel, kimyasal, vs.), çok bilgi var. Ama kendisinin esasen ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yok. Bütün madde, enerjinin yoğunlaşmasından oluşmuştur diyoruz. Dönüşüm denklemlerimiz ve yüzde yüz doğru hesaplayan denklemlerimiz var. Ama enerji nedir? Diye sorunca, onu bir ölçü, tanımlama kavramı gibi soyut ve anlamsız bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Enerjinin yoğunlaşması ve maddeleşmesi içinde çok yoğun enerji gerekiyor. Somut sonuçları olan ama kendisi soyut ötesi soyut bir kavramla karşı karşıyayız.
Üstelik tüm açıklamalarda; ister dini ister bilimsel, her şey tek bir kaynaktan çıkıyor. O zaman iki farklı alanın ortak bir noktası var diyebiliriz. Tanımlamaları farklı ama sonuçları net bir şekilde; aynı...
Varsayımım tamamen bu ana noktaya dayanıyor. Aradaki binlerce kişinin ve zamanın görüşleri ile şekillenmiştir muhakkak. Eğer evrende her şeyin temeli enerji ise, yaşamın temeli de enerji ise, canlının temeli de enerji ise, canlılığın sürdürülmesinin temeli de enerji (hücre içindeki dönüşümler: ATP ‘den ADP dönüşürken çıkan elektronlar) ise, bütün canlı ve cansız sistemler yapılarını korumak için sürekli denge halinde kalabilmek için enerji alışverişine (kütle çekimi, spin, momentum, kimyasal, nükleer tepkimeler vs.) dönüşümüne ihtiyaç duyuyorsa…
Ruhun da enerji kökenli bir yapıya oturtabilineceğini düşünüyorum. Embriyo gelişiminde beyinde sinir hücreleri oluşmaya başladıktan kısa bir süre sonra kendi aralarında iletişime başlıyor. İlk beyin dalgaları çok zayıf olsa da var. Bu enerjinin kaynağı ne? Nereden geliyor? Nasıl oluşuyor? Tamam, beyin hücrelerindeki kimyasal işlemler sonucu oluyor ama temel kural; evrenden hiçbir enerji ( daha önce bu “madde” idi ama sonra değiştirildi) yoktan var olamaz, vardan da yok olamaz. Toplam Enerji değişmez, korunur. Sadece aktarılır… Değil mi? Buna göre, embriyo beyin hücrelerindeki enerji ve beyin dalgalarının da bir öncesi oluyor. Üstelik bu enerji öldükten sonra da yok olmuyor. Bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Ancak bu enerjiyi ruh olarak tanımlamak tam uymuyor. Bu enerjiden yayımlanan ve kişiye özel biçimlenen beyin dalgalarının daha uygun bir tanım olabileceğini düşünüyorum.
Peki, bu dinlerde tanımlanan “manevi ruhu çürütür” mü? Farklı bakışlara kapalı din adamlarının ya da din adamı olduğunu iddia edenlerin bakış açısını kabul etmediği için, sadece onların bakış açısındaki manevi ruhu çürütür.
(Onların çoğunluk ve hâkim güç olmaları, bu konuda haklı oldukları anlamına gelmiyor zaten. Din kitapları da sapkınların her zaman çoğunlukta olduğu söylüyor zaten. J Ama hala dini ve bilimi bir arada ele alabilen ve bu konuda görüş geliştiren de binlerce kişi, özellikle genç, var. Onların bu ayrımı zamanla yok edeceğine inanıyorum.)
Ama canlıların, “manevi ruhun” somut ifadesi olabilecek bir şeye zaten (beyin dalgalarını kast ediyorum) sahip olduğumuzu kabul edersek sadece, onu destekler. Sadece beyin dalgaları son 50 yıl öncesine kadar saptanamadığı için, aralarındaki ilişki bağdaştırılamamış. Ama arada geçen 5 bin yılda (yazının keşfini kast ediyorum), tek taraflı varsayımlardan üretilmiş bilgiler ile yüz binlerce kesin (olduğu zannedilen) sonuçlara varılmış.
Yani her şey, bir bakış açısı meselesi.
Burtay Mutlu 07 Mayıs 2015
Insanlarin "Ruh" ile ne kastetmek istenildigi konsunda tam bir uzlasim yok. Fakat genelde benim "manevi ruh" ile kastetigim seklinde. Yani dediginiz gibi, bedenden ote, bedene girip-cikan, dusunen, hisseden, hatta filmlerdeki gibi baska bedenlere girip cikabilen, olumden sonra bedenden cikip ruhlar alemine geri donen, reankarnasyon var ise baska bedende tekrar dunyaya gelebilen "madde otesi" bir varlik. Boyle bir ruhun varligina inanmak icin once madde otesinin varligina inanmak gerekiyor. Ben iste bu madde otesi alemde yeralabilen ruh kavramini curuttum yazimda. Siz de gorunurde mutabiksiniz, guzel uzlasmisiz. Simdi gelelim maddesel ruhlara ve bakis acilarina:) Ruh kavrami dinlerden cok once de var oldugu icin, oncelikle ise dinleri karistirmadan incelemek gerektigini dusunuyorum. Temele inelim; Ruh kavrami niye ortaya cikti? Insanin aciklayamadigi bazi seylerden oturu: 1. canli/cansiz farki (olu beden ile canli beden arasinda gorunurde maddesel fark olmamasi), 2. "benlik bilinci"nin kaynagi, 3.dusuncelerin/duygularin/hislerin kaynagi. Bu sorulari insan madde disinda aradigi icin ruh kavrami ortaya cikti. Simdiki resimde ise bunlari beynin maddesel fonksiyonlari ile aciklayabiliyoruz. Bu yuzden ben bu resimin icerisine hala bir extra "ruh" kavramini oturtma cabasini gereksiz buluyorum. Sizin cabaniz da bence inancinizin bunu gerektirmesinden oturu. Inanciniz size ruhun varligini soyluyor, ve siz de bu resimde ruh diyebileceginiz soyut/somut bir seyler ariyorsunuz. Ve bunun cevabina da "enerji" olarak yorumlamissiniz. Bunu yaparken de geleneksel ruh anlayisindan uzaklasmissiniz. Ruha yuklediginiz islev belirsizlesmis. Dogru, enerjiyi bizim somut, olculebilir evrenimizin yapi tasi olarak kabul ediyoruz. Fiziksel evrenden bahsedebilmemiz icin oncelikle bu kabulu yapmamiz lazim. Sonra enerjiyi degisik formlarda gozlemliyoruz ve konu ruh olunca canli/cansiz formdaki enerji ayrimi on plana cikiyor. Burada "ruh" kavramindan ne bekliyoruz o zaman? Cansiz enerjiye can katmasininimi, bilinc vermesini mi, hissiyati saglamasini mi? Bu savinizda cok belirsiz. Bu belirsizligi beyin dalgalari savinizla acayim; beyin dalgalarimiz niye var? Beynimizin calismasi, bilincin dusuncelerimizin hislerimizin olusmasi icin mi gereklidir? Ruh varsayimi gibi bizi biz yapan sey midir? Esasen beyin dalgalarinin sebebi beynimizin calisirken noronlarin elektriksel aktivitesidir ve herhangi bir elektrik akiminin yaydigi dalgalardan yapi olarak hicbir farki yoktur (sadece farkli frekanstadir). Dolayisiyla ayni mantik ile sac kurutma makinesinin yaydigi dalgalardan oturu bizimikine es deger bir ruhu oldugunu soyleyebiliriz. Ustelik, bu dalgalarin fonksiyonel bir ozelligi de yoktur. Sadece fonksiyonun bir yan urundur. Ne sac kurutma makinesini sac kurutma makinesi yapan seydir, ne de bizi biz. Beyin dalgalarinin kisiye ozgu olma durumu da zaten beynin kisiye ozgu olmasindan kaynaklanir. A sarkisinin dinlerken yayilan ses dalgalari patern olarak B sarkisinindan farkliysa, bunun sebebi sarkilarin farkli olmasidir. Burada farki yaratan kaynagin kendisidir. Bu yuzden saviniz da mantiksal olarak ruhun beynin ta kendisi oldugunu soylemekle es deger. Konuya enerji dongusu yonunden bakacak olursak da bebegin de, yetiskinin de beyin dalgalarinin ana enerji kaynagi aldigi besinlerdir. Ve bu dalgalar bize ilahi bir sekilde bahsedilmiyor. Aksam yemegimizin bir kismi isiya, harekete, bir kismi tuvalete, bir kismi da dalgaya gidiyor. Soyut "ruh" fikrine donersek de, bunun somuda dokulmus sekli yine beyin olarak karsimiza cikar. Tipki bir soyut fikir olan bir bestenin icra edilerek somuda dokulmesi gibi. Fakat bu soyut "ruh" fikri, ortaya atilan ve su an tartistigimiz semavi anlamdaki ruh kavramindan beklenen can verme, benlik bilinci olusturma, dusunme, hissetme yetisinde degildir. Dolayisyila soyut ruh fikirden ote birsey olamaz. Dogrudur, bakis acisi ozne icin cok sey degistirir. Bakis acisi yuzunden bir kubu, kare veya altigen olarak algilamak mumkundur. Fakat kup oldugunu anlamamiz gidip icin olcup bicmemiz veya baktigimiz acidan ek veriler kullanarak hesap kitap yapmamiz gerek. Ozgur Gonen 08 Mayıs 2015
Bu sitede üyelerin puanlama sistemi olsaydı, takdir ve teşekkür etmek için en yüksek puanları verirdim. Dilerim başkaları bu bakış açılarını ve yaklaşımları okur, kendileri içinde geçerli olanı ortaya koyarlar. Bakış açımda elbette inancımın şekillendirdiği yaklaşımlar mevcut. Ama onlar hiç yokmuş gibi, konuları ele alırsdam kendimle çelişirim. Çünkü bazı noktalarda ciddi anlamda (teknik) bilgi birikimi eksiğim (iz) var.
Benin yaklaşımımda (bu tartışmayı, felsefe ışığında bilimsel bir konu olarak düşünmüştüm, bilim ışığında felsefe oluyor benim için :-) Saç kurutma makinesinin yaydığı elektromanyetik dalgalar mekanik, yani ritim ve frekansı ile düzenli olduğu, insan beyin dalgaları ile kıyaslanması (çünkü düzenli ve tek düze değil) pek uygun gelmedi. :-) Bakışımda şunu gördüm, evrenin ilk yaratışından itibaren her şey tek bir yapıdan ve özden oluşuyor. Tüm madde, bildiğimiz enerji ve içindeki kurallar. Evrenin işleyişinde de öyle çok büyük karmaşıklık, çok büyük kurallar dizisi de yok. Temel kurallardan biri kritik denge. Bu bisiklet üzerinde, ya da ip üzerinde dengede olmak gibi bir şey. Bu denge her seferinde öyle müterna bir yerde oluyorki, bir adım ötesi ya da berisi Kaos, bisikletten /ipten düşme oluyor. Her sistem daha alt sistemlerin toplamından oluşuyor ve her sistemdeki bir değişiklik, (kaos teorisine uygun şekilde) ilişkide olduğu tüm sistemleri etkiliyor. Örneğin, ayın 5 cm geriye çekildiğini düşünün. Bu aşama olarak tüm güneş ve hatta samanyolu sistemini etkileyecektir. Güneç sistemindeki tüm yörüngelere bir anstrom değişecek, Samanyolundaki sistemlerde belki on üzeri bol sıfırlı eksilerde bir yerde angstrom. Ama muhakak etkiliyor. Bizim saptayamamız bir şey değiştirmiyor. (Hesapları 20 değil, 40 basamaklı yapın gözükmeye başlayacaktır. ) Yine bu kritik durumun ilgilinç bir yanı daha var. (Varsayımım, bilgim yok) Tüm sistemler, quantum olasılıklarının pik, tepe yaptığı noktalarda yani ortalama en yüksek değerde iken kritik durumda oluyor. Bu yüzden binlerce olasılık var iken, sadece belli başlı olanlar gerçekleşiyor. Bu noktada devreye "hayat " giriyor. Hayatı tanımlayan ilk şey, bağımsız birim olarak bilgi depolama ve işleyebilme kapasitesi. Daha sonra da bunları bütünleyen, bilinç olgusu başlıyor. Bilinci depolanmış bilgiyi, ihtiyaca ve duruma göre kullanabilme, değiştirebilme veya seçebilme durumu olarak tanımlıyorum. Bu yüzden kuantum bilgisayarlara kadar makinelerde bilinç gündeme gelmeyecektir. (Geçenlerde bu sitede bilinç konusu ile alakalı güzel bir araştırma yayınlandı.) Ama işin içine bilinç girince, kuantum durumları ve olasılıkları giriyor. Çoğu kararımızı ve hareketlerimizi de; iç sistemlerimizin (sadece somut olanlar değil, bilgi birikimi, duygular, vs. nin) getirdiği farklı durumlara göre "kritik dengede" olduğumuz noktaya göre belirliyoruz. Bütün bunlara rağmen ruh, farklı bir olgu. Ruhu farklı frekanslardaki dalgaların bir arada olduğu bir quantum alanı olarak tanımlayabiliriz. Başlangıçta (doğumda) bize bu alanın sadece ana kuralları/formülleri tanımlı veriliyor. Ama gelişimi zamanla kişinin tutum ve davranışları ile gerçekleşiyor. Bunlar beynin bir fonksiyonu gibi gözüksede, öncesi vardır. Bilinçsiz, kişiliksiz bir enerji (saf ruh tasviri) olarak vardır. Hayat ile biçimleniyor ve bir kimlik kazanıyor. Ölümle de biliçten geriye kalan tek şey de bu oluyor gene. Ama bu seferde saflığını yitirmiş, nadiren de saflık oranını artırmış olarak. (Reenkarnasyon olayına gelince, kanıtlarına rağmen bir şeyler mantıksız geliyor. Sanki o özel kuantum alanlarından, birinin eksik kopyası çıkmış gibi geliyor bana) . (Dinsel cennet cehennem kavramlarına hiç girmeyelim, Araplar için tasvir edilen cennet, (bol huri, şarap, meyve, serin su) bana cehennem gibi geliyor. Öğrenebileceğim bir ortam bana cennet olurdu.) Sanırım bu tür bir kuantum alanındaki dalgaların dağılması, evrene yayılması gerektiğini düşünmek doğal oluyor. ama bir şekilde belki de daha üst boyut dediğimiz ve sicim terosinde ifade edilen o kıvrık boyutlardan birinden dolayı bu enerji kuantumları dağılmıyor olabilir. (Not: Yazdıklarımın çoğu ama özellikle son kısmındakiler şahsi düşüncelerimdir. Üçüncü bir kişi okurken, bunları bilimsel tabanlı filan sanmasın, Vardığım sonuçlardır ama doğrulukları kesinlikle tartışılabilir. Arada, yazmak istediğim çok şey var ama bugün iş olarak yoğun bir gündemimiz var. Saygılar)
Burtay Mutlu 08 Mayıs 2015
tüm yazılanları sıkılmadan okudum. fakat konuyu daha kapsamlı ele almak gerekir kanımca. manevi ruhu beyine indirgeyip bir olay örgüsü kurgulayarak onu çürüttüğünüzü söylemişsiniz, birşeyleri çürütmek için bundan çok daha fazlasına ihtiyacınız var. kullandığınız yol biraz şuna benziyor; Tanrı kaldıramayacağı bir ağırlık yaratabilir mi? - yaratırsa tanrının kaldıramayacağı bir ağırlık dolayısıyla yapamayacağı bir şey olur, - yaratamazsa tanrı yine birşeyleri yapamamış olur, - dolayısıyla tanrı yoktur. Söyledikleriniz kendi içinde tutarlı fakat varsayımlar üzerine birşeyler kurgulayıp onu hemen çürütüvermişsiniz. ayrıca bunu hemencik kabullenmek inançlı kişiler için mümkün değil çünkü manevi ruhu çürütmek tüm dinleri ve dünyadan sonraki yaşamı çürütmek anlamına gelir, fakat bu konu hakkında düşünüp sorgulamamıza engel değil tabiki. Tam birşeyler yazacakken yeni sorular geliyor aklıma, biraz düşüneyim, takipteyim. murat sayın 08 Mayıs 2015
Dini açıdan ele alınca, ruh bedenden çok önce vardır ve bedenden sonra da vardır. Beden içindeki ruh sadece gelişim için bir imtihandadır. Somut olgular açısından (tam olarak bilimsel diyemiyorum ama elle tutulur, ölçümlenebilirliği kast ediyorum), enerji kaybolmaz. Sadece değişir. Gene fiziksel bir nesnedeki enerji de (canlı, cansız fark etmez) o nesnede var olmadan çok öncede vardır. O nesne tamamen ayrıştığı zaman da var olmaya devam edecektir. Burada ciddiye alınması gereken bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Beyin fonksiyonlarında düşüncelerimizle biçimlendirdiğimiz dalgalarda sonuçta bir enerjinin yansımaları ve biçimlendikten sonra artık değişmiyorlar. Tüm evrene yayılsalar bile. Mesela 100 bin ışık yılı ötedekiler nasıl bir gün bizim Tv yayınlarımızı alabilecekler (tabii ellerine ulaşan dalgaların enerji yoğunluğu çok düşük olacağı için çok hassas araçlara ihtiyaç var), Bunu kabul ediyorsak, dalgaların değişmediğinin bir kanıtı olarak düşünebiliriz diye yorumluyorum. Bu nedenle beyini sadece bu enerjilerin biçimlenebileceği geçici bir araç olarak düşünmek rahatsız etmiyor. Sonuçta beynin çalışma prensipleri ile kuantum mekaniğinin çalışma prensipleri benzer. Aradaki kimyasallar ve polarlaşmayla (sinir hücreleri iletilerde elektron iletmiyor, kutuplaşarak -polarlaşarak iletiyi aktarıyor diye biliyorum) bir algı düşünce oluştuğu zaman, bu ileti birçok birimde parça parça işleniyor ve en yüksek olasılıkların toplanması ile bir sonuca ulaşılıyor. Bu nedenle akson ve dentritler arasında bazen 10 bine yakın bağlantı olabiliyor (yani bir beyin sinir hücresi 10 bin farklı sinir hücresi ile koordineli çalışabiliyor). Ama daha ilginci kullanılmayan ya da işlevselliğini yitirmiş bağlantılar koparılıp, sinir hücresi en verimli dengede (kritik denge gene) dururken, ihtiyaca göre yeni bağlantılarda kurabiliyor. (Örneğin bir matematik problemi çözerken, aynı konuda alıştırma yaptıkça koordineli çalışan kimi hücreler araki aktarıcı sinir hücrelerini devreden çıkartıp, direk bağlantıya geçebiliyorlar. Tekrar bu bağı güçlendiriyor, unutmayı zorlaştırıyor. Çözüm hızını arttırıyor. Aynı şey, her konuda geçerli… Müzik dinlerken bile algıladığımız müziğe göre yeni bağlantılar oluşabiliyor. Veya bir resimi incelerken de benzer şekilde bir yol gelişebiliyor. -Zaten bu nedenle bilim ve sanat iç içe ya bence- Bu da anlamayı, algılamayı kolaylaştırdığı gibi, yeni bir çözüm ya da bakış açısı bulmamızı sağlıyor. Farklı konularda kitap okumak, tartışmalara katılmak, düşünmek te benzer etkileri olabiliyor. Bunları yazıyorum, çünkü beynin gücünün ve imkânlarının ne kadar güçlü olduğunun farkında olduğumu anlatmak için. Ama beynin aracı bir enstrüman olmaktan öte bir işlevi gene de olmuyor. Çünkü ölümle beyindeki işlevini kaybeden enerji ve onun dalgalanımları yok olmuyor.
Burtay Mutlu 09 Mayıs 2015
Burada (sanırım) çürütülmeye çalışılan şey, binlerce yıllık ruh kavramının içeriği. Sorun burada... Eskiler ruhu tanımlarken, ellerindeki bilgi ve bu bilginin (kendi) mantık kurallarına uygun şekilde yorumlanışıyla ortaya çıkmış tanımlarını kullanmışlar. Toplumlarına da bunu empoze etmişler. O dönem için, dinin toplumsal hayattaki emredici rolüne de bakarsak, çok normal ve hatta gerekli olduğunu görürüz. Sorun bize dayatılan 5000 yıllık (yazı ile aktarılmaya başlanan kısmı ele alıyorum) bakış açısının, artık günümüzün bilgilerine ve birikimine göre tatmin edici bir açıklama sunamaması. Bu yakşaım iki seçenek bırakıyor, ya bu şekilde kabul et, sorgulama, ya da istediğini yap ama mürted olursun. (Gerçi buna karar verme yetkisini Peygamber (S.A.V) efendimiz bile kendinde görmemiş ama günümüzde hüküm yetkisini kendinde gören, desteklenen çok kişi var.) İspatlanmaya çalışılan şey onların ta, (benim açımdan) ruh'un sadece onların anlattığı şekilden daha fazla, daha geniş, daha önemli ve artık eldeki teknik imkanlarla daha anlaşılabilir olduğu ve onların tanımlamalarının ötesinde somut ifadeleri de olabileceği. Burada diyorlar ki , hayır siz ruhu göremezsiniz, elleyemezsiniz, o ulvi bir yaratılmıştır, sorgulayamazsınız. Bizim dediğimizi ve dediğimiz şekli kabul edin. (ama biz ruh çıkartırız, büyü yaparız/bozarız, cin çağırır onlara iş yaptırırız, baht açar, kapatırız, gelecekten fikir verebiliriz, bu soyut işleri biz yapabiliriz. ) (Aksi ispatlanamayacak kadar soyut olmasından güç alıyorlar) . Bende onların yaklaşımlarının hatalı olduğunu düşünüyorum. Çürütülmeye çalışılan şey esasta bu. Ruh soyut bir varlıktır ama insan üzerinde somut belirtileri vardır. Sadece beynin işlevleri ile ortaya çıkmamıştır. Fizik kanunlarına göre hiç yoktan varolamayacağına göre, beyinde şekillenip gelişmeden önce de vardır. hiç bir şey yok olmayacağına göre beynin işlevinin bitmesi ile de var olacaktır.
Burtay Mutlu 09 Mayıs 2015 Burtay Hocam, takdirlerin icin tesekkurler. Goruyorum ki tanimi tartisma isiginda biraz daha degistirmissin :) Arkadaslar, kendimi tekrar etmek gibi olacak, ama ben bizi yapan dusunme, hissetme, ogrenme, bilgi depolama, ve bilinc olusturma seklindeki beynin fonksiyonlarindan ote bir varlik/kavram herneyse aramayi cok gereksiz buluyorum. Butun bunlari hali hazirda beynin fonksiyonlari oldugu biliyoruz (sadece bilinc konusu hala gizemli). Niye illaki maddi/manevi soyut/somut birseyler bulmaya calsiyoruz ki? Ruh, beynin islevinin bilinmedigi zamanlarda ortaya cikmis bi kavram ve de insanin olumsuz olma arzusunun urunu. Simdiki bilgilerimiz isiginda bu kavrama artik gerek duymuyorsak, illa inancin gerektirdigini aramak yerine inanclari sorgulamanin vakti gelmistir bence. Inanc malesef cogu seyi koru korune kabullenmeyi gerektirir. Sorgulamayi koreltir. Simdi molekuler duzeyde yazan bir 3d yazici getirsek ve atom atom bir insan beyni yazdirsak ve bu beyin bizler gibi ogrense, dusunse, hissettse? Hani nerde bunun ulvi ruhu? Tanri 3d beyin yazdirdigimiz gorup, dur sunun icine ruh ufleyim mi demis olmayacagina gore? Inanc yuzunden belki diyeceksiniz ki bu yapay , ruhsuz bir beyin. Benim beynimin ruhu oldugu ne malum ki zaten? Ya da Burtay hocam gibi derin felsefeye dalacaksiniz. oncesinde bunun ruhu portakaldaki vitaminin enerjisiydi, sonra dalga oldu vs. Hocam fazla takmissin su dalgalara :) Televizyon vericisi de enerjiyi dalgaya ceviriyo, o dalgalarda dedigin gibi uzayda kaybolmuyor. O zaman Lost'un veya Aski Memnu'nun ruhu da dizi yayindan kalksa bile var olmaya devam ediyor, oncesinde de zaten trafoda elektrik olarak vardi :) Veya illa ruh beynin yaydigi bir formda olacaksa, yazdiigim bir siir, kitap da beyin dalgalari gibi beynimin isleyip urettigi bir enerji formu mesela? Su yazdigim satirlar da ruhumun bir parcasi olarak ben oldukten sonra amerikada serverlarda kalmaya devam edecek, o zaman olumsuz olmusum bile... Ruh ile kastedilen o kadar belirsiz ki su an... Yani "ben" diye bilcegim bir kavram bile yok ortada. En basitinden hatiralarimiz beyinde depolu. Hatiralardan, ogrendiklerinden kopmus bir "ben" dusunebiliyor musunuz? Bu ben baska bir formda var olsa ne olur ki? Artik ona ben diyebilir miyim? Hatta 1sn onceki ben ile 1sn sonraki benden farkli, cunku beynin yapisi her an degisiyor. Hangi "ben"e ait bir ruhtan bahsedicem, o bile mechul... Konuya inanclardan siyrilmis, objectif sekilde bakabilirsek aslinda cok basit olarak sunu goruruz: Beynimiz tamamen bu evrende gelisiyor. Evrenden aldiigi enrjiyle besleniyor, gelisiyor, ogreniyor, dusunuyor, bilgi depoliyor, hissediyor, unutuyor.. ama benlik bilincini bu evrende kendi gelistikce gelistiriyor. Fonksiyonunu yitiridigi zaman da tekrar enerji olarak evren donuyor. Fakat bu noktada bilinc tamamen kapanmis oluyor. Beynin eserleri, dalgalari baska enerji formunda devam etse de, bilinc fonksiyonu tamamen yok oluyor. Bu da bence en kritik nokta, Ayni bilincin baska bir formda/dunyada var olmasini beklemek o kadar gereksiz ki... veya beynin icinde olusmadan baska bir yerlerde onceden var oldugunu. Bilinci olusturan yapi taslari onceden var olmus olsa bile ona "benim benlik bilincim" diyebilir miyiz? Bu bilinci imtihan etmek icin olusturmak, yok lduktan sonra da baska formda tekrar olusturup odullendirmek/cezalandirmak ne kadar makul? Hafiza basta olmak uzere pekcok diger fonksiyonundan ayrilmis bir bilinc, bir "ben" icin ne ifade eder ki? Bu baglamda ruh diyecegim birsey olsa ne olur olmasa ne olur... Ben sahsen her uyandigimda bilincimin islemeye basladigini, uyudugumda ise kapandigini biliyorum. Bu bana zaten beyin oldukten sonra bilincimin nasil kapanacagi fikrini veriyor. Dogumdan once bilincim nasil kapali(yok) idiyse, olumden sonra da yine tamamen kapali (yok) olmasi cok makul. Bunun otesinde bilincimin baska bir formda/ dunyada tekrar acilmasi hikayesi ise cok abes. Bence inancinizla celisen durumlarda illaki inancinizin karsiligi biseyleri aramak yerine bir de inancinizi sorgulayin. Kendinize bunun icin bir firsat verin. Evrenin ve beynin isleyisinin bilinmedigi zamanlarda bilinmezleri tanrisal guclerle aciklamak, insanlara olumsuzluk vaad etmek ve mitlere inandirmak cok daha kolaydi. Gunumuz rasyonel insanin once bilgiyle harekey etmesi ardinan da bu inanislari sorgulamasi gerekli. Islerim yogun, bundan sonra uzun uzun yazamayabilirim. Saglicakla. Son olarak da su videoyu birakayim, konuyla cok alakali: https://www.youtube.com/watch?v=8On7rktFZME Ozgur Gonen 09 Mayıs 2015
Arkadaşlar yazışmaları ilgiyle takip ettim. Çok önemli bir durum varki ; Beyin nakli yapılınca bir çok şeyi öğrenebileceğiz :) 1987 yılında ahmet mekinin oynadığı bir dizi var http://www.diziler.com/dizi/kavanozdaki-adam burada ahmet mekine bir katilin beyni naklediliyor , ve kişiliği değişiyor bir katil oluyor ( kaba bir özet oldu ) o günden beri bu konu ilgimi çeker :) Kaan Akyüz 10 Mayıs 2015
Ayrıca bence ruh ( veya bilinç) , bizim henüz kavrayamadığız bir boyuttadır. Bu nedenle fizik ile henüz oturtamadığımız için din ile anlamlandırıyoruz. Zaten dinlerin en büyük özelliği , anlayamadığımız şeyleri tanrı ile çözümlenmesidir. Evet bir yaratıcı vardır ve yarattığı herşeyin çözümlenmesi için matematiği , fiziği ( anahtar ) kullanmıştır. Ve bence kendisine ulaşmamızı bekliyor , sağlıyor.. Kaan Akyüz 10 Mayıs 2015
Özgür bey iltifat etmiş ama öğretmenlik, hocalık düzeyinde değilim. :-) ama çocuklarla paylaşmak istedim. Özgür bey bu konuda daha şanslı, ona imrendiğimi söyleyebilirim. Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015
Tanımı değiştirdim gerekirse değiştirmeye devam edebilirim. Çünkü bir konuyu tek açıdan alma alışkanlığında körler olarak, fili doğru tanımlamakta zorlanıyoruz. Avantajım bu konuda esnek olabilmek. Ama bu tanımlamaya çalıştığım şey'in fil olduğu gerçeğini değiştirmez. Benim o gerçek hakkında yetersiz bilgi ile ele alışımı, yaptığım tanımları yanlış yapmaz, doğru, birbirini tamamlayan, farklı açılardan doğru yapar diye düşünüyorum. yoksa elime gelen diş minesi ile hortumu kıyaslayıp kesin bir hüküm verirsem, çelişkiler arasında kalabiliriz.
Ama Özgür Bey'in getirdiği çok önemli bir noktayı mesela hiç düşünmemiştim. "Benlik bilinci". Aslında Özgür Bey 'de "benlik bilinci" tanımlamasında neredeyse tamamen dini açıdan anlatılan (din adamlarınca yorumlanan değil) ruhu betimliyordu. En azından öyle algıladım. Sayın Kaan Akyüz'ün belirttiği gibi hala bazı şeyleri oturtamadığımız için salt din açısından olayı ele alıyoruz. (Bu arada benim dalgalar konusundaki saplantımı mazur görün. Bana göre evrendeki tüm oluşumlar dalgasal bir yapılanmanın ürünü... Madde, enerji ve onların değişik oluşumları...) Murat Sayın'ında ifade ettiği koanlar arasında, döngüsel mantık soruları ile bazen kendimizi çıkmaza sokuyoruz. Ama "benlik bilinci" güzel... Çok güzel oldu. Şimdi, en basit anlatımıyla din bize ruh'u ham, günahsız, saf bir şekilde tanımlıyor. Bu ruh yaşamı boyunca gelişiyor ve ardından işlevi bitmiş vücuttan ayrılıyor. Sonra kazandığı deneyime ve kalitesine göre bir gruba dâhil oluyor. ( Cennetlikler ve cehennemlikler gibi.-) Orada varlığı sonsuzluğa sürüyor. (Eğer bir karadelik yakınında olsaydık, size göre 1 saniye olan süre bana göre sonsuz süreceğinden bu yaklaşım göreceli bile olabilir.)
Dini açıdan ruh saf düzeydeyken, bir talepte bulunur, benlik bilinci kazanabilmek için (sizin kavramlarınızı kullanmaya çalışacağım). Bu bilinci kazanabilmesi ve koruyabilmesi için de yaşama gelir. Ölümden sonra da bu benlik bilincini korur. Bu yaklaşımdan benlik bilincinin, çok önemli bir kavram olduğu sonucuna varıyorum. (Bu arada uyurken bilincimiz tam anlamıyla kapanmaz, ölüm ile uyku kardeş olabilirler ama aynı değiller. Uykuda rüyasız bölümde, beyin hücrelerinde kimyasal onarım ve düzenleme hatta bir kısım bilginin depolanması söz konusu. Rüyalarda günlük yaşamdan gelen bilgiler derleniyor, toplanıyor, mevcut bilgi birikimler ile sınıflandırılıyor ve faydalı, faydasız bilgiler ayıklanıyor. Rüyasız bölümde sonuçlar depolanıyor, gibi... Bu sırada bilinç olmuyor değil farklı bir nitelik kazanıyor.)
Bilinci eğer günümüzün değerleriyle ele alırsam, bana göre en yakın tanımı, bilgi alış-veriş ve depolama kapasitesini aynı anda kullanabilmek derdim. Yani eldeki mevcut bilgileri, yeni bilgilerle birleştirip, daha farklı ve yepyeni bilgiler üretebilmek... Sanırım insanı özel kılan da bu. Derin uykuda iken, dış dünya ile bilgi alışverişi olmuyor. Hatta iç dünya da bile olmuyor ama hücre içi düzeyde bilgi derlemesi olduğuna inanıyorum. (Hatta bu konuda uçuk bir sav'ım da var: Bilgilerin RNA kodlaması olarak depolandığını düşünüyorum. Ya da hücre içinde uzun ve çok moleküllü değişken başka protein zincirleri varsa, onlara da olabilir. Her bilginin kodlanması ve sıkıştırılması işlem zamanı aldığından, bu işi hücre düzeyinde işbölümüne aktarmak daha mantıklı olabilir.) Yani bilinç hücresel düzeye indirgeniyor. Bu da çok düşük düzeyde ve monoton beyin dalgası olur herhalde… Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015 Uzun uzun yazmak benim içinde yorucu ve zaman alıcı... Ancak bakış açısı olarak çok değerli. Sizin durumunuzu bilmiyorum ama çevremde konuşup düşüncelerimi tanımlayabileceğim, konuşabileceğim fazla kimse yok :-( Burada yazarken sadece başkalarından öğrenmiyorum, kendimden de öğreniyorum. Ne düşündğümü nenden, niçin ve nasıl düşündüğümüz de gözlemleme şansım oluyor. Bu nedenle ayrıca çok teşekkür ederim.
Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015
Sercan Aydın 05 Mayıs 2015
Bugün fizik değil, felsefe günü anlaşılan. :-) Niye kalksın ? Ruh neyi ifade ediyor? Eğer dinsel tanımlamayla, Cenab-ı Hâk'tan gelen bir nüve ise, bu kişiliğiniz nerede ise orada olur.
Bilimsel olarak tanımlanamayan (ölçüm aletleriyle saptanamayan) bir yapıda olması olmadığı anlamına gelmez. Beynimizdeki bir kaç yüz milyar hücrenin alarında yatay ve dikey bağlantılarla iletişim halinde olması ile sahip olduğumuz bilgi işleme kapasitesi ve bilinç düzeyimize bir bakın. Yaşamınızı boyunca sürekli düşünce üretiyorsunuz. Ürettiğiniz bu düşünceler EKG dalgaları olarak saptanabiliyor. Her kişinin beyin dalgası, parmak izi gibi benzersiz, Ve sizin yaydığınız bu düşünceler, sizin ölümünüzden milyonlarca yıl sonra bile evrende var olup yol almaya devam edecek. Eğer ruh yok ise, bunları nasıl tanımlayabileceğiz ?
Bizim sorunumuz, ruhu da vücudumuz gibi belli bir kalıba ve biçime sokma arzumuz ve içgüdümüzden kaynaklanıyor. Onun sınırsız olabileceği, evrenin bir parçası olabileceği niye mümkün olmasın. Ayrıca bu şekilde, kendisini yaratan Allah'ın ( C.C.) bir parçası olmaya daha uygun olmaz mı? Tabii bunlar tasavvufi düşünceler. O yüzden beyin nakli ile ruhun ortadan kalkam ihtimalini sıfır olarak görüyorum. Ölümle bile yok olmayan bir kavram, kabuk değiştirince niye yok olsun? Önemli olan sizin ruhunuzu ne kadar beslediğiniz...
Sanat, bilim ve iyi düşüncelerle... Onun besini de bunlar çünkü. İsterseniz bırakın beyin naklini, hiçilerin yelpazesine (bir bilimkurgu romanına atıftır) kopyalayın bilincinizi, beyin dalgalarınızın kopyasını, ruhunuz gene kalır. Çünkü o bizim ürettiğimiz bir şey değil. Bizden beslenen ve gelişen bir şey.
Burtay Mutlu 05 Mayıs 2015
Olasi bir beyin nakli operasyonunun "ruh" iddasini curutucegini dusunuyorum. Ayni soruyu daha once dusunup bu sonuca varmistim. Ruhu genelde iki anlamda kullaniyoruz; "Ruh ve sinir hastaliklari" deyimindeki gibi bilimsel bir baglamda beynin bilincimizi olusturan fonksiyonu olarak, ve cogunlukla dinsel baglamda maddi dunya ile bizi baglayan, biz biz yapan fakat maddi dunayadan ote manevi bir kavram olarak. Ikinci kullanim sekli, insanlarin beynin dusunce ve benlik merkezinin oldugunun henuz bilinmedigi yillarda ortaya cikmis oldugu sanilmakta. Tamamen manevi olmasindan oturu de bu iddanin test edilebilir, ispatlanabilir hic bir ozelligi yok. Gelelim bu iddanin beyin nakli ile curutulmesine. Soyle dusunelim; benligimizi / bilincimizi aciklamak icin manevi bir ruha gereksinimimiz olsun. Baska deyisle maddi beynin fonsiyonlari benligimiz aciklamaya yetmesin. Basarili bir beyin nakli sonrasinda, benligimiz baska bir vucut icinde uyanacaktir. Operasyondan sonra uyandigimizda bir bakicaz ki, farkli bir bendeyiz; sacimiz basimiz, boyumuz, aynadaki goruntumuz, hersey degismis, sadece benlik bilincimiz, dusuncelerimiz, hatiralarimiz ayni. Ve bu degisimin de farkindayiz. "Ruhum beden degistirmis!", diyebiliyoruz. O zaman manevi bir ruh varsayimina gore, burada su soru gundeme gelir: bu ruh nasil beden degistirdi? Bunun tek aciklamasi ruhun nakil edilen beynin icerisinde yer degistirmis olmasidir. Fakat o zaman da ruhu maddelestirmis oluruz. Bu da manevi ruh iddasini curutur. Beyin nakli operasyonu teorik olarak mumkun olmakla beraber pratikte cok zor ve yakin gelecekte mumkun olmayan bir operasyon. Fakar teorik mumkunlugunu ruh iddasini teoride curutmektedir.
Ozgur Gonen 06 Mayıs 2015
Özgür Gönen'in yazısına ve mantık çıkarımlarına bayıldım... :-) Ellerinize sağlık...
Burtay Mutlu 06 Mayıs 2015
Ruha manevi bir anlam yüklenmesini, ölçümlenebilir olmamasına bağlıyorum. Ama Ruh kavramının somut bir karşılığı olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Çünkü her ne kadar dinsel inançlarımız, ruhu bize semavi bir varlık olarak gösterse de, ruh kavramının geçmişi yüz binlerce yıl önceye gidiyor.
(Mezarlardan ve bırakılan hediyelerle düzenlenen törenlerin arkeolojik kalıntılarından çıkartılan varsayımdır). Bilimin gelişmeye başladığı son 200 yıl haricinde de ruh genellikle aynı kapsamda değerlendirilmiş. Bilimle din arasında keskin çatışma olduğu zaman, insanlar ya dinsiz olur ya da beyinsiz... İkisinde de uyum noktalarından konuyu ele almak ve ortak olmayan konuların cevaplarını, bilgi birikimi sürecine bırakmak daha doğru olur.
Ruh konusunu sadece din kitaplarından ve âlimlerinden veya onların yazılarından, ilmihallerinden filan öğrenemezsiniz. Çünkü o zaten tarafsızlığını yitirmiş bir bakış açısının ürünleri. Onlar için soyut, semavi, bir varlık. Aynı şekilde salt bilim açısından bakarsanız, bilimselliğin getirdiği şüphecilik ve sorgulayıcılıkta ölçümlenemeyen, deneye tabii tutulamayan bir konu üzerinde hüküm varmaktan kaçınacaktır.
Zorlanırsa şayet, eldeki verilere göre karar verip; Yok! diyecektir.
Şimdi ana konuya dönüyorum. Her iki açıdan da zamanla incelenebilecek ve geliştirilebilecek tek bir açıklama var bence. Çünkü çok basit ve sade... Ruh dediğimiz kavram, beyninin zihinsel yollarında sinir hücreleri arasındaki iletişim sırasında oluşan beyin dalgalarının toplamıdır. (3 boyutlu madde ile sınırlı kalmayan bir evrende, mesela 5 boyutlu veya daha üstü bir evrende fiziksel bedenin varlığı pek bir anlam ifade etmeyecektir. İnsanlar daha çok zihinsel fenerler gibi sadece etrafa yayınladıkları enerji yoğunluğu ve biçimi ile algılanabilecektir.)
Bir bebek doğduğu zaman da ruhu vardır. Sinirleri birbirleriyle iletişime geçtiği andan itibaren vardır. Ölünce de sinirler arasındaki iletişim bittiğinde de biter. Ama enerjinin korunumu nedeniyle, tüm yaşam boyunca yayılan bu dalgaların, sonsuza kadar evrene dağılacağını-kaynaşacağını da düşünebiliriz. Diğer yandan ek soru geliyor? Hayvanların ruhu olur mu? Bence, onları vicdan azabı çekmeden tüketmek isteyenler yok diyecek ama evinde besleyen ve sevenler var diyecektir. Canlı her şeyin, bir nebze olsun ruhu vardır. Ruhu bu açıdan ele alınca da, beyin nakli ruhu çürütmez. Aksine destekler. Ruhun beyinle nakledilmesi, onu gene de maddeleştirmez. Hala soyut kalır. :-)
Burtay Mutlu 06 Mayıs 2015
Burtay Bey, oncelikle ruhu istpatlamak/curutmek icin net bir tanimini yapmamiz lazim. Tanimlayamadigimiz seyi ne ispatlayabiliriz, ne de curutebilirir. Bunun icin de "soyut/somut" ve "maddi/manevi" kavramlarinin farklarinin ayirdinda olmamiz lazim. Sizin iddanizda bunlar icice gecmis durumda. Ben yazimda "manevi ruh"u curuttum, siz "soyut ruh"u ispatliyorsunuz. Manevi ruh kavrami dinlerden cok oncesine, antik yunana kadar gider. Bedn/akil dualizmi felsefenin en onemli sorularindan biri olmustur. Insan canli beden ve cansiz beden arasindaki farki, aklin nerden geldigi sorularini cevaplayamadigi zaman bunu madde otesi "manevi" bir varlik ile aciklama yoluna gitmis. Gunumuzde bu sorularin cevabi beynin fonksiyonu olarak aciklayabiliyoruz. Biliyoruz ki, yasamin durmasi ve bilincin kapanmasi beyin olumu ile gerceklesiyor. Dolayisi ile manevi bir varliga artik gerek duymuyoruz. Siz de ruhu beynin icine gomup fonksiyonel, soyut bir kavram olarak ele almissiniz. Ruhun soyut/somut bir kavram olarak hala tartisabiliriz. Ama dikkat ederseniz "manevi varlik ruh"u ikimiz de curutuyoruz.
Özgur Gonen 06 Mayıs 2015
Merhaba :-) Dikkatinizden kaçmamış... :-) Zaten çok farklı sonuçlar elde etmiyoruz. O sonuçlara ulaşma yollarımız farklı. "Manevi Ruh" kavramı ile dinlerde tasvir edilen ve öncesinde vücutsuz olan, sonra vücuda gelen ardından ölüm ile manevi hayatına dönen ruh'u kast ettiğinizi düşünüyorum. Salt dini açıdan ele alırsak, bu ruh Hakk’ın yarattığı, ondan bir parça olan, O'ndan gelen ve O'na dönen, sonsuzluğa sahip/ait bir parça... Fizik ve matematik açısından ise konuyu ele almak mümkün değil. Elde yeterli veri yok kullanılabilinecek.
Ama daha önemlisi eldeki verinin değerini ve kullanılabilirliğini gösterecek “bakış açımız” yok. Çünkü sahip olduğumuz ve kullandığımız birçok kavramı, olduğu gibi kabullenmiş, daha altı için “Niçin?”, “Neden?”, “Nasıl?” dememiş durumdayız. Örneğin “enerji ?” . Bilimsel tanımlamalarını, dönüşümlerini, değişik kullanım ya da durumlarına göre isimlerine bakın (kinetik, potansiyel, kimyasal, vs.), çok bilgi var. Ama kendisinin esasen ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yok. Bütün madde, enerjinin yoğunlaşmasından oluşmuştur diyoruz. Dönüşüm denklemlerimiz ve yüzde yüz doğru hesaplayan denklemlerimiz var. Ama enerji nedir? Diye sorunca, onu bir ölçü, tanımlama kavramı gibi soyut ve anlamsız bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Enerjinin yoğunlaşması ve maddeleşmesi içinde çok yoğun enerji gerekiyor. Somut sonuçları olan ama kendisi soyut ötesi soyut bir kavramla karşı karşıyayız.
Üstelik tüm açıklamalarda; ister dini ister bilimsel, her şey tek bir kaynaktan çıkıyor. O zaman iki farklı alanın ortak bir noktası var diyebiliriz. Tanımlamaları farklı ama sonuçları net bir şekilde; aynı...
Varsayımım tamamen bu ana noktaya dayanıyor. Aradaki binlerce kişinin ve zamanın görüşleri ile şekillenmiştir muhakkak. Eğer evrende her şeyin temeli enerji ise, yaşamın temeli de enerji ise, canlının temeli de enerji ise, canlılığın sürdürülmesinin temeli de enerji (hücre içindeki dönüşümler: ATP ‘den ADP dönüşürken çıkan elektronlar) ise, bütün canlı ve cansız sistemler yapılarını korumak için sürekli denge halinde kalabilmek için enerji alışverişine (kütle çekimi, spin, momentum, kimyasal, nükleer tepkimeler vs.) dönüşümüne ihtiyaç duyuyorsa…
Ruhun da enerji kökenli bir yapıya oturtabilineceğini düşünüyorum. Embriyo gelişiminde beyinde sinir hücreleri oluşmaya başladıktan kısa bir süre sonra kendi aralarında iletişime başlıyor. İlk beyin dalgaları çok zayıf olsa da var. Bu enerjinin kaynağı ne? Nereden geliyor? Nasıl oluşuyor? Tamam, beyin hücrelerindeki kimyasal işlemler sonucu oluyor ama temel kural; evrenden hiçbir enerji ( daha önce bu “madde” idi ama sonra değiştirildi) yoktan var olamaz, vardan da yok olamaz. Toplam Enerji değişmez, korunur. Sadece aktarılır… Değil mi? Buna göre, embriyo beyin hücrelerindeki enerji ve beyin dalgalarının da bir öncesi oluyor. Üstelik bu enerji öldükten sonra da yok olmuyor. Bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Ancak bu enerjiyi ruh olarak tanımlamak tam uymuyor. Bu enerjiden yayımlanan ve kişiye özel biçimlenen beyin dalgalarının daha uygun bir tanım olabileceğini düşünüyorum.
Peki, bu dinlerde tanımlanan “manevi ruhu çürütür” mü? Farklı bakışlara kapalı din adamlarının ya da din adamı olduğunu iddia edenlerin bakış açısını kabul etmediği için, sadece onların bakış açısındaki manevi ruhu çürütür.
(Onların çoğunluk ve hâkim güç olmaları, bu konuda haklı oldukları anlamına gelmiyor zaten. Din kitapları da sapkınların her zaman çoğunlukta olduğu söylüyor zaten. J Ama hala dini ve bilimi bir arada ele alabilen ve bu konuda görüş geliştiren de binlerce kişi, özellikle genç, var. Onların bu ayrımı zamanla yok edeceğine inanıyorum.)
Ama canlıların, “manevi ruhun” somut ifadesi olabilecek bir şeye zaten (beyin dalgalarını kast ediyorum) sahip olduğumuzu kabul edersek sadece, onu destekler. Sadece beyin dalgaları son 50 yıl öncesine kadar saptanamadığı için, aralarındaki ilişki bağdaştırılamamış. Ama arada geçen 5 bin yılda (yazının keşfini kast ediyorum), tek taraflı varsayımlardan üretilmiş bilgiler ile yüz binlerce kesin (olduğu zannedilen) sonuçlara varılmış.
Yani her şey, bir bakış açısı meselesi.
Burtay Mutlu 07 Mayıs 2015
Insanlarin "Ruh" ile ne kastetmek istenildigi konsunda tam bir uzlasim yok. Fakat genelde benim "manevi ruh" ile kastetigim seklinde. Yani dediginiz gibi, bedenden ote, bedene girip-cikan, dusunen, hisseden, hatta filmlerdeki gibi baska bedenlere girip cikabilen, olumden sonra bedenden cikip ruhlar alemine geri donen, reankarnasyon var ise baska bedende tekrar dunyaya gelebilen "madde otesi" bir varlik. Boyle bir ruhun varligina inanmak icin once madde otesinin varligina inanmak gerekiyor. Ben iste bu madde otesi alemde yeralabilen ruh kavramini curuttum yazimda. Siz de gorunurde mutabiksiniz, guzel uzlasmisiz. Simdi gelelim maddesel ruhlara ve bakis acilarina:) Ruh kavrami dinlerden cok once de var oldugu icin, oncelikle ise dinleri karistirmadan incelemek gerektigini dusunuyorum. Temele inelim; Ruh kavrami niye ortaya cikti? Insanin aciklayamadigi bazi seylerden oturu: 1. canli/cansiz farki (olu beden ile canli beden arasinda gorunurde maddesel fark olmamasi), 2. "benlik bilinci"nin kaynagi, 3.dusuncelerin/duygularin/hislerin kaynagi. Bu sorulari insan madde disinda aradigi icin ruh kavrami ortaya cikti. Simdiki resimde ise bunlari beynin maddesel fonksiyonlari ile aciklayabiliyoruz. Bu yuzden ben bu resimin icerisine hala bir extra "ruh" kavramini oturtma cabasini gereksiz buluyorum. Sizin cabaniz da bence inancinizin bunu gerektirmesinden oturu. Inanciniz size ruhun varligini soyluyor, ve siz de bu resimde ruh diyebileceginiz soyut/somut bir seyler ariyorsunuz. Ve bunun cevabina da "enerji" olarak yorumlamissiniz. Bunu yaparken de geleneksel ruh anlayisindan uzaklasmissiniz. Ruha yuklediginiz islev belirsizlesmis. Dogru, enerjiyi bizim somut, olculebilir evrenimizin yapi tasi olarak kabul ediyoruz. Fiziksel evrenden bahsedebilmemiz icin oncelikle bu kabulu yapmamiz lazim. Sonra enerjiyi degisik formlarda gozlemliyoruz ve konu ruh olunca canli/cansiz formdaki enerji ayrimi on plana cikiyor. Burada "ruh" kavramindan ne bekliyoruz o zaman? Cansiz enerjiye can katmasininimi, bilinc vermesini mi, hissiyati saglamasini mi? Bu savinizda cok belirsiz. Bu belirsizligi beyin dalgalari savinizla acayim; beyin dalgalarimiz niye var? Beynimizin calismasi, bilincin dusuncelerimizin hislerimizin olusmasi icin mi gereklidir? Ruh varsayimi gibi bizi biz yapan sey midir? Esasen beyin dalgalarinin sebebi beynimizin calisirken noronlarin elektriksel aktivitesidir ve herhangi bir elektrik akiminin yaydigi dalgalardan yapi olarak hicbir farki yoktur (sadece farkli frekanstadir). Dolayisiyla ayni mantik ile sac kurutma makinesinin yaydigi dalgalardan oturu bizimikine es deger bir ruhu oldugunu soyleyebiliriz. Ustelik, bu dalgalarin fonksiyonel bir ozelligi de yoktur. Sadece fonksiyonun bir yan urundur. Ne sac kurutma makinesini sac kurutma makinesi yapan seydir, ne de bizi biz. Beyin dalgalarinin kisiye ozgu olma durumu da zaten beynin kisiye ozgu olmasindan kaynaklanir. A sarkisinin dinlerken yayilan ses dalgalari patern olarak B sarkisinindan farkliysa, bunun sebebi sarkilarin farkli olmasidir. Burada farki yaratan kaynagin kendisidir. Bu yuzden saviniz da mantiksal olarak ruhun beynin ta kendisi oldugunu soylemekle es deger. Konuya enerji dongusu yonunden bakacak olursak da bebegin de, yetiskinin de beyin dalgalarinin ana enerji kaynagi aldigi besinlerdir. Ve bu dalgalar bize ilahi bir sekilde bahsedilmiyor. Aksam yemegimizin bir kismi isiya, harekete, bir kismi tuvalete, bir kismi da dalgaya gidiyor. Soyut "ruh" fikrine donersek de, bunun somuda dokulmus sekli yine beyin olarak karsimiza cikar. Tipki bir soyut fikir olan bir bestenin icra edilerek somuda dokulmesi gibi. Fakat bu soyut "ruh" fikri, ortaya atilan ve su an tartistigimiz semavi anlamdaki ruh kavramindan beklenen can verme, benlik bilinci olusturma, dusunme, hissetme yetisinde degildir. Dolayisyila soyut ruh fikirden ote birsey olamaz. Dogrudur, bakis acisi ozne icin cok sey degistirir. Bakis acisi yuzunden bir kubu, kare veya altigen olarak algilamak mumkundur. Fakat kup oldugunu anlamamiz gidip icin olcup bicmemiz veya baktigimiz acidan ek veriler kullanarak hesap kitap yapmamiz gerek. Ozgur Gonen 08 Mayıs 2015
Bu sitede üyelerin puanlama sistemi olsaydı, takdir ve teşekkür etmek için en yüksek puanları verirdim. Dilerim başkaları bu bakış açılarını ve yaklaşımları okur, kendileri içinde geçerli olanı ortaya koyarlar. Bakış açımda elbette inancımın şekillendirdiği yaklaşımlar mevcut. Ama onlar hiç yokmuş gibi, konuları ele alırsdam kendimle çelişirim. Çünkü bazı noktalarda ciddi anlamda (teknik) bilgi birikimi eksiğim (iz) var.
Benin yaklaşımımda (bu tartışmayı, felsefe ışığında bilimsel bir konu olarak düşünmüştüm, bilim ışığında felsefe oluyor benim için :-) Saç kurutma makinesinin yaydığı elektromanyetik dalgalar mekanik, yani ritim ve frekansı ile düzenli olduğu, insan beyin dalgaları ile kıyaslanması (çünkü düzenli ve tek düze değil) pek uygun gelmedi. :-) Bakışımda şunu gördüm, evrenin ilk yaratışından itibaren her şey tek bir yapıdan ve özden oluşuyor. Tüm madde, bildiğimiz enerji ve içindeki kurallar. Evrenin işleyişinde de öyle çok büyük karmaşıklık, çok büyük kurallar dizisi de yok. Temel kurallardan biri kritik denge. Bu bisiklet üzerinde, ya da ip üzerinde dengede olmak gibi bir şey. Bu denge her seferinde öyle müterna bir yerde oluyorki, bir adım ötesi ya da berisi Kaos, bisikletten /ipten düşme oluyor. Her sistem daha alt sistemlerin toplamından oluşuyor ve her sistemdeki bir değişiklik, (kaos teorisine uygun şekilde) ilişkide olduğu tüm sistemleri etkiliyor. Örneğin, ayın 5 cm geriye çekildiğini düşünün. Bu aşama olarak tüm güneş ve hatta samanyolu sistemini etkileyecektir. Güneç sistemindeki tüm yörüngelere bir anstrom değişecek, Samanyolundaki sistemlerde belki on üzeri bol sıfırlı eksilerde bir yerde angstrom. Ama muhakak etkiliyor. Bizim saptayamamız bir şey değiştirmiyor. (Hesapları 20 değil, 40 basamaklı yapın gözükmeye başlayacaktır. ) Yine bu kritik durumun ilgilinç bir yanı daha var. (Varsayımım, bilgim yok) Tüm sistemler, quantum olasılıklarının pik, tepe yaptığı noktalarda yani ortalama en yüksek değerde iken kritik durumda oluyor. Bu yüzden binlerce olasılık var iken, sadece belli başlı olanlar gerçekleşiyor. Bu noktada devreye "hayat " giriyor. Hayatı tanımlayan ilk şey, bağımsız birim olarak bilgi depolama ve işleyebilme kapasitesi. Daha sonra da bunları bütünleyen, bilinç olgusu başlıyor. Bilinci depolanmış bilgiyi, ihtiyaca ve duruma göre kullanabilme, değiştirebilme veya seçebilme durumu olarak tanımlıyorum. Bu yüzden kuantum bilgisayarlara kadar makinelerde bilinç gündeme gelmeyecektir. (Geçenlerde bu sitede bilinç konusu ile alakalı güzel bir araştırma yayınlandı.) Ama işin içine bilinç girince, kuantum durumları ve olasılıkları giriyor. Çoğu kararımızı ve hareketlerimizi de; iç sistemlerimizin (sadece somut olanlar değil, bilgi birikimi, duygular, vs. nin) getirdiği farklı durumlara göre "kritik dengede" olduğumuz noktaya göre belirliyoruz. Bütün bunlara rağmen ruh, farklı bir olgu. Ruhu farklı frekanslardaki dalgaların bir arada olduğu bir quantum alanı olarak tanımlayabiliriz. Başlangıçta (doğumda) bize bu alanın sadece ana kuralları/formülleri tanımlı veriliyor. Ama gelişimi zamanla kişinin tutum ve davranışları ile gerçekleşiyor. Bunlar beynin bir fonksiyonu gibi gözüksede, öncesi vardır. Bilinçsiz, kişiliksiz bir enerji (saf ruh tasviri) olarak vardır. Hayat ile biçimleniyor ve bir kimlik kazanıyor. Ölümle de biliçten geriye kalan tek şey de bu oluyor gene. Ama bu seferde saflığını yitirmiş, nadiren de saflık oranını artırmış olarak. (Reenkarnasyon olayına gelince, kanıtlarına rağmen bir şeyler mantıksız geliyor. Sanki o özel kuantum alanlarından, birinin eksik kopyası çıkmış gibi geliyor bana) . (Dinsel cennet cehennem kavramlarına hiç girmeyelim, Araplar için tasvir edilen cennet, (bol huri, şarap, meyve, serin su) bana cehennem gibi geliyor. Öğrenebileceğim bir ortam bana cennet olurdu.) Sanırım bu tür bir kuantum alanındaki dalgaların dağılması, evrene yayılması gerektiğini düşünmek doğal oluyor. ama bir şekilde belki de daha üst boyut dediğimiz ve sicim terosinde ifade edilen o kıvrık boyutlardan birinden dolayı bu enerji kuantumları dağılmıyor olabilir. (Not: Yazdıklarımın çoğu ama özellikle son kısmındakiler şahsi düşüncelerimdir. Üçüncü bir kişi okurken, bunları bilimsel tabanlı filan sanmasın, Vardığım sonuçlardır ama doğrulukları kesinlikle tartışılabilir. Arada, yazmak istediğim çok şey var ama bugün iş olarak yoğun bir gündemimiz var. Saygılar)
Burtay Mutlu 08 Mayıs 2015
tüm yazılanları sıkılmadan okudum. fakat konuyu daha kapsamlı ele almak gerekir kanımca. manevi ruhu beyine indirgeyip bir olay örgüsü kurgulayarak onu çürüttüğünüzü söylemişsiniz, birşeyleri çürütmek için bundan çok daha fazlasına ihtiyacınız var. kullandığınız yol biraz şuna benziyor; Tanrı kaldıramayacağı bir ağırlık yaratabilir mi? - yaratırsa tanrının kaldıramayacağı bir ağırlık dolayısıyla yapamayacağı bir şey olur, - yaratamazsa tanrı yine birşeyleri yapamamış olur, - dolayısıyla tanrı yoktur. Söyledikleriniz kendi içinde tutarlı fakat varsayımlar üzerine birşeyler kurgulayıp onu hemen çürütüvermişsiniz. ayrıca bunu hemencik kabullenmek inançlı kişiler için mümkün değil çünkü manevi ruhu çürütmek tüm dinleri ve dünyadan sonraki yaşamı çürütmek anlamına gelir, fakat bu konu hakkında düşünüp sorgulamamıza engel değil tabiki. Tam birşeyler yazacakken yeni sorular geliyor aklıma, biraz düşüneyim, takipteyim. murat sayın 08 Mayıs 2015
Dini açıdan ele alınca, ruh bedenden çok önce vardır ve bedenden sonra da vardır. Beden içindeki ruh sadece gelişim için bir imtihandadır. Somut olgular açısından (tam olarak bilimsel diyemiyorum ama elle tutulur, ölçümlenebilirliği kast ediyorum), enerji kaybolmaz. Sadece değişir. Gene fiziksel bir nesnedeki enerji de (canlı, cansız fark etmez) o nesnede var olmadan çok öncede vardır. O nesne tamamen ayrıştığı zaman da var olmaya devam edecektir. Burada ciddiye alınması gereken bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Beyin fonksiyonlarında düşüncelerimizle biçimlendirdiğimiz dalgalarda sonuçta bir enerjinin yansımaları ve biçimlendikten sonra artık değişmiyorlar. Tüm evrene yayılsalar bile. Mesela 100 bin ışık yılı ötedekiler nasıl bir gün bizim Tv yayınlarımızı alabilecekler (tabii ellerine ulaşan dalgaların enerji yoğunluğu çok düşük olacağı için çok hassas araçlara ihtiyaç var), Bunu kabul ediyorsak, dalgaların değişmediğinin bir kanıtı olarak düşünebiliriz diye yorumluyorum. Bu nedenle beyini sadece bu enerjilerin biçimlenebileceği geçici bir araç olarak düşünmek rahatsız etmiyor. Sonuçta beynin çalışma prensipleri ile kuantum mekaniğinin çalışma prensipleri benzer. Aradaki kimyasallar ve polarlaşmayla (sinir hücreleri iletilerde elektron iletmiyor, kutuplaşarak -polarlaşarak iletiyi aktarıyor diye biliyorum) bir algı düşünce oluştuğu zaman, bu ileti birçok birimde parça parça işleniyor ve en yüksek olasılıkların toplanması ile bir sonuca ulaşılıyor. Bu nedenle akson ve dentritler arasında bazen 10 bine yakın bağlantı olabiliyor (yani bir beyin sinir hücresi 10 bin farklı sinir hücresi ile koordineli çalışabiliyor). Ama daha ilginci kullanılmayan ya da işlevselliğini yitirmiş bağlantılar koparılıp, sinir hücresi en verimli dengede (kritik denge gene) dururken, ihtiyaca göre yeni bağlantılarda kurabiliyor. (Örneğin bir matematik problemi çözerken, aynı konuda alıştırma yaptıkça koordineli çalışan kimi hücreler araki aktarıcı sinir hücrelerini devreden çıkartıp, direk bağlantıya geçebiliyorlar. Tekrar bu bağı güçlendiriyor, unutmayı zorlaştırıyor. Çözüm hızını arttırıyor. Aynı şey, her konuda geçerli… Müzik dinlerken bile algıladığımız müziğe göre yeni bağlantılar oluşabiliyor. Veya bir resimi incelerken de benzer şekilde bir yol gelişebiliyor. -Zaten bu nedenle bilim ve sanat iç içe ya bence- Bu da anlamayı, algılamayı kolaylaştırdığı gibi, yeni bir çözüm ya da bakış açısı bulmamızı sağlıyor. Farklı konularda kitap okumak, tartışmalara katılmak, düşünmek te benzer etkileri olabiliyor. Bunları yazıyorum, çünkü beynin gücünün ve imkânlarının ne kadar güçlü olduğunun farkında olduğumu anlatmak için. Ama beynin aracı bir enstrüman olmaktan öte bir işlevi gene de olmuyor. Çünkü ölümle beyindeki işlevini kaybeden enerji ve onun dalgalanımları yok olmuyor.
Burtay Mutlu 09 Mayıs 2015
Burada (sanırım) çürütülmeye çalışılan şey, binlerce yıllık ruh kavramının içeriği. Sorun burada... Eskiler ruhu tanımlarken, ellerindeki bilgi ve bu bilginin (kendi) mantık kurallarına uygun şekilde yorumlanışıyla ortaya çıkmış tanımlarını kullanmışlar. Toplumlarına da bunu empoze etmişler. O dönem için, dinin toplumsal hayattaki emredici rolüne de bakarsak, çok normal ve hatta gerekli olduğunu görürüz. Sorun bize dayatılan 5000 yıllık (yazı ile aktarılmaya başlanan kısmı ele alıyorum) bakış açısının, artık günümüzün bilgilerine ve birikimine göre tatmin edici bir açıklama sunamaması. Bu yakşaım iki seçenek bırakıyor, ya bu şekilde kabul et, sorgulama, ya da istediğini yap ama mürted olursun. (Gerçi buna karar verme yetkisini Peygamber (S.A.V) efendimiz bile kendinde görmemiş ama günümüzde hüküm yetkisini kendinde gören, desteklenen çok kişi var.) İspatlanmaya çalışılan şey onların ta, (benim açımdan) ruh'un sadece onların anlattığı şekilden daha fazla, daha geniş, daha önemli ve artık eldeki teknik imkanlarla daha anlaşılabilir olduğu ve onların tanımlamalarının ötesinde somut ifadeleri de olabileceği. Burada diyorlar ki , hayır siz ruhu göremezsiniz, elleyemezsiniz, o ulvi bir yaratılmıştır, sorgulayamazsınız. Bizim dediğimizi ve dediğimiz şekli kabul edin. (ama biz ruh çıkartırız, büyü yaparız/bozarız, cin çağırır onlara iş yaptırırız, baht açar, kapatırız, gelecekten fikir verebiliriz, bu soyut işleri biz yapabiliriz. ) (Aksi ispatlanamayacak kadar soyut olmasından güç alıyorlar) . Bende onların yaklaşımlarının hatalı olduğunu düşünüyorum. Çürütülmeye çalışılan şey esasta bu. Ruh soyut bir varlıktır ama insan üzerinde somut belirtileri vardır. Sadece beynin işlevleri ile ortaya çıkmamıştır. Fizik kanunlarına göre hiç yoktan varolamayacağına göre, beyinde şekillenip gelişmeden önce de vardır. hiç bir şey yok olmayacağına göre beynin işlevinin bitmesi ile de var olacaktır.
Burtay Mutlu 09 Mayıs 2015 Burtay Hocam, takdirlerin icin tesekkurler. Goruyorum ki tanimi tartisma isiginda biraz daha degistirmissin :) Arkadaslar, kendimi tekrar etmek gibi olacak, ama ben bizi yapan dusunme, hissetme, ogrenme, bilgi depolama, ve bilinc olusturma seklindeki beynin fonksiyonlarindan ote bir varlik/kavram herneyse aramayi cok gereksiz buluyorum. Butun bunlari hali hazirda beynin fonksiyonlari oldugu biliyoruz (sadece bilinc konusu hala gizemli). Niye illaki maddi/manevi soyut/somut birseyler bulmaya calsiyoruz ki? Ruh, beynin islevinin bilinmedigi zamanlarda ortaya cikmis bi kavram ve de insanin olumsuz olma arzusunun urunu. Simdiki bilgilerimiz isiginda bu kavrama artik gerek duymuyorsak, illa inancin gerektirdigini aramak yerine inanclari sorgulamanin vakti gelmistir bence. Inanc malesef cogu seyi koru korune kabullenmeyi gerektirir. Sorgulamayi koreltir. Simdi molekuler duzeyde yazan bir 3d yazici getirsek ve atom atom bir insan beyni yazdirsak ve bu beyin bizler gibi ogrense, dusunse, hissettse? Hani nerde bunun ulvi ruhu? Tanri 3d beyin yazdirdigimiz gorup, dur sunun icine ruh ufleyim mi demis olmayacagina gore? Inanc yuzunden belki diyeceksiniz ki bu yapay , ruhsuz bir beyin. Benim beynimin ruhu oldugu ne malum ki zaten? Ya da Burtay hocam gibi derin felsefeye dalacaksiniz. oncesinde bunun ruhu portakaldaki vitaminin enerjisiydi, sonra dalga oldu vs. Hocam fazla takmissin su dalgalara :) Televizyon vericisi de enerjiyi dalgaya ceviriyo, o dalgalarda dedigin gibi uzayda kaybolmuyor. O zaman Lost'un veya Aski Memnu'nun ruhu da dizi yayindan kalksa bile var olmaya devam ediyor, oncesinde de zaten trafoda elektrik olarak vardi :) Veya illa ruh beynin yaydigi bir formda olacaksa, yazdiigim bir siir, kitap da beyin dalgalari gibi beynimin isleyip urettigi bir enerji formu mesela? Su yazdigim satirlar da ruhumun bir parcasi olarak ben oldukten sonra amerikada serverlarda kalmaya devam edecek, o zaman olumsuz olmusum bile... Ruh ile kastedilen o kadar belirsiz ki su an... Yani "ben" diye bilcegim bir kavram bile yok ortada. En basitinden hatiralarimiz beyinde depolu. Hatiralardan, ogrendiklerinden kopmus bir "ben" dusunebiliyor musunuz? Bu ben baska bir formda var olsa ne olur ki? Artik ona ben diyebilir miyim? Hatta 1sn onceki ben ile 1sn sonraki benden farkli, cunku beynin yapisi her an degisiyor. Hangi "ben"e ait bir ruhtan bahsedicem, o bile mechul... Konuya inanclardan siyrilmis, objectif sekilde bakabilirsek aslinda cok basit olarak sunu goruruz: Beynimiz tamamen bu evrende gelisiyor. Evrenden aldiigi enrjiyle besleniyor, gelisiyor, ogreniyor, dusunuyor, bilgi depoliyor, hissediyor, unutuyor.. ama benlik bilincini bu evrende kendi gelistikce gelistiriyor. Fonksiyonunu yitiridigi zaman da tekrar enerji olarak evren donuyor. Fakat bu noktada bilinc tamamen kapanmis oluyor. Beynin eserleri, dalgalari baska enerji formunda devam etse de, bilinc fonksiyonu tamamen yok oluyor. Bu da bence en kritik nokta, Ayni bilincin baska bir formda/dunyada var olmasini beklemek o kadar gereksiz ki... veya beynin icinde olusmadan baska bir yerlerde onceden var oldugunu. Bilinci olusturan yapi taslari onceden var olmus olsa bile ona "benim benlik bilincim" diyebilir miyiz? Bu bilinci imtihan etmek icin olusturmak, yok lduktan sonra da baska formda tekrar olusturup odullendirmek/cezalandirmak ne kadar makul? Hafiza basta olmak uzere pekcok diger fonksiyonundan ayrilmis bir bilinc, bir "ben" icin ne ifade eder ki? Bu baglamda ruh diyecegim birsey olsa ne olur olmasa ne olur... Ben sahsen her uyandigimda bilincimin islemeye basladigini, uyudugumda ise kapandigini biliyorum. Bu bana zaten beyin oldukten sonra bilincimin nasil kapanacagi fikrini veriyor. Dogumdan once bilincim nasil kapali(yok) idiyse, olumden sonra da yine tamamen kapali (yok) olmasi cok makul. Bunun otesinde bilincimin baska bir formda/ dunyada tekrar acilmasi hikayesi ise cok abes. Bence inancinizla celisen durumlarda illaki inancinizin karsiligi biseyleri aramak yerine bir de inancinizi sorgulayin. Kendinize bunun icin bir firsat verin. Evrenin ve beynin isleyisinin bilinmedigi zamanlarda bilinmezleri tanrisal guclerle aciklamak, insanlara olumsuzluk vaad etmek ve mitlere inandirmak cok daha kolaydi. Gunumuz rasyonel insanin once bilgiyle harekey etmesi ardinan da bu inanislari sorgulamasi gerekli. Islerim yogun, bundan sonra uzun uzun yazamayabilirim. Saglicakla. Son olarak da su videoyu birakayim, konuyla cok alakali: https://www.youtube.com/watch?v=8On7rktFZME Ozgur Gonen 09 Mayıs 2015
Arkadaşlar yazışmaları ilgiyle takip ettim. Çok önemli bir durum varki ; Beyin nakli yapılınca bir çok şeyi öğrenebileceğiz :) 1987 yılında ahmet mekinin oynadığı bir dizi var http://www.diziler.com/dizi/kavanozdaki-adam burada ahmet mekine bir katilin beyni naklediliyor , ve kişiliği değişiyor bir katil oluyor ( kaba bir özet oldu ) o günden beri bu konu ilgimi çeker :) Kaan Akyüz 10 Mayıs 2015
Ayrıca bence ruh ( veya bilinç) , bizim henüz kavrayamadığız bir boyuttadır. Bu nedenle fizik ile henüz oturtamadığımız için din ile anlamlandırıyoruz. Zaten dinlerin en büyük özelliği , anlayamadığımız şeyleri tanrı ile çözümlenmesidir. Evet bir yaratıcı vardır ve yarattığı herşeyin çözümlenmesi için matematiği , fiziği ( anahtar ) kullanmıştır. Ve bence kendisine ulaşmamızı bekliyor , sağlıyor.. Kaan Akyüz 10 Mayıs 2015
Özgür bey iltifat etmiş ama öğretmenlik, hocalık düzeyinde değilim. :-) ama çocuklarla paylaşmak istedim. Özgür bey bu konuda daha şanslı, ona imrendiğimi söyleyebilirim. Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015
Tanımı değiştirdim gerekirse değiştirmeye devam edebilirim. Çünkü bir konuyu tek açıdan alma alışkanlığında körler olarak, fili doğru tanımlamakta zorlanıyoruz. Avantajım bu konuda esnek olabilmek. Ama bu tanımlamaya çalıştığım şey'in fil olduğu gerçeğini değiştirmez. Benim o gerçek hakkında yetersiz bilgi ile ele alışımı, yaptığım tanımları yanlış yapmaz, doğru, birbirini tamamlayan, farklı açılardan doğru yapar diye düşünüyorum. yoksa elime gelen diş minesi ile hortumu kıyaslayıp kesin bir hüküm verirsem, çelişkiler arasında kalabiliriz.
Ama Özgür Bey'in getirdiği çok önemli bir noktayı mesela hiç düşünmemiştim. "Benlik bilinci". Aslında Özgür Bey 'de "benlik bilinci" tanımlamasında neredeyse tamamen dini açıdan anlatılan (din adamlarınca yorumlanan değil) ruhu betimliyordu. En azından öyle algıladım. Sayın Kaan Akyüz'ün belirttiği gibi hala bazı şeyleri oturtamadığımız için salt din açısından olayı ele alıyoruz. (Bu arada benim dalgalar konusundaki saplantımı mazur görün. Bana göre evrendeki tüm oluşumlar dalgasal bir yapılanmanın ürünü... Madde, enerji ve onların değişik oluşumları...) Murat Sayın'ında ifade ettiği koanlar arasında, döngüsel mantık soruları ile bazen kendimizi çıkmaza sokuyoruz. Ama "benlik bilinci" güzel... Çok güzel oldu. Şimdi, en basit anlatımıyla din bize ruh'u ham, günahsız, saf bir şekilde tanımlıyor. Bu ruh yaşamı boyunca gelişiyor ve ardından işlevi bitmiş vücuttan ayrılıyor. Sonra kazandığı deneyime ve kalitesine göre bir gruba dâhil oluyor. ( Cennetlikler ve cehennemlikler gibi.-) Orada varlığı sonsuzluğa sürüyor. (Eğer bir karadelik yakınında olsaydık, size göre 1 saniye olan süre bana göre sonsuz süreceğinden bu yaklaşım göreceli bile olabilir.)
Dini açıdan ruh saf düzeydeyken, bir talepte bulunur, benlik bilinci kazanabilmek için (sizin kavramlarınızı kullanmaya çalışacağım). Bu bilinci kazanabilmesi ve koruyabilmesi için de yaşama gelir. Ölümden sonra da bu benlik bilincini korur. Bu yaklaşımdan benlik bilincinin, çok önemli bir kavram olduğu sonucuna varıyorum. (Bu arada uyurken bilincimiz tam anlamıyla kapanmaz, ölüm ile uyku kardeş olabilirler ama aynı değiller. Uykuda rüyasız bölümde, beyin hücrelerinde kimyasal onarım ve düzenleme hatta bir kısım bilginin depolanması söz konusu. Rüyalarda günlük yaşamdan gelen bilgiler derleniyor, toplanıyor, mevcut bilgi birikimler ile sınıflandırılıyor ve faydalı, faydasız bilgiler ayıklanıyor. Rüyasız bölümde sonuçlar depolanıyor, gibi... Bu sırada bilinç olmuyor değil farklı bir nitelik kazanıyor.)
Bilinci eğer günümüzün değerleriyle ele alırsam, bana göre en yakın tanımı, bilgi alış-veriş ve depolama kapasitesini aynı anda kullanabilmek derdim. Yani eldeki mevcut bilgileri, yeni bilgilerle birleştirip, daha farklı ve yepyeni bilgiler üretebilmek... Sanırım insanı özel kılan da bu. Derin uykuda iken, dış dünya ile bilgi alışverişi olmuyor. Hatta iç dünya da bile olmuyor ama hücre içi düzeyde bilgi derlemesi olduğuna inanıyorum. (Hatta bu konuda uçuk bir sav'ım da var: Bilgilerin RNA kodlaması olarak depolandığını düşünüyorum. Ya da hücre içinde uzun ve çok moleküllü değişken başka protein zincirleri varsa, onlara da olabilir. Her bilginin kodlanması ve sıkıştırılması işlem zamanı aldığından, bu işi hücre düzeyinde işbölümüne aktarmak daha mantıklı olabilir.) Yani bilinç hücresel düzeye indirgeniyor. Bu da çok düşük düzeyde ve monoton beyin dalgası olur herhalde… Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015 Uzun uzun yazmak benim içinde yorucu ve zaman alıcı... Ancak bakış açısı olarak çok değerli. Sizin durumunuzu bilmiyorum ama çevremde konuşup düşüncelerimi tanımlayabileceğim, konuşabileceğim fazla kimse yok :-( Burada yazarken sadece başkalarından öğrenmiyorum, kendimden de öğreniyorum. Ne düşündğümü nenden, niçin ve nasıl düşündüğümüz de gözlemleme şansım oluyor. Bu nedenle ayrıca çok teşekkür ederim.
Burtay Mutlu 11 Mayıs 2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)