18 Ağustos 2018 Cumartesi

Dil ve Kavramları


Almanca ile İngilizce arasında bazı yazılışı ve okunuşu benzer (kök) kelimeler vardır.

Haus-House, Schule- School, der Student-Schüler-Student ,  Schwert-Sword, Feind-foe , vs. vs... Bunlar, Hun akınları ile İngiltere adasına kaçan Germen kabilelerinden Saxonların, daha o zamanlarda bu kurumları oluşturduklarını gösterir.



Ancak Avrupalı bir çok dile Latince ve Germence iz bırakmıştır. Bu yüzden bir olguyu anlatırken, durumu tanımlayacak kelime sayısı da değişkenlik gösteriyor.

Mesela Savaş ve ilgili kavramlarını anlatan Türkçe kökenli kullanılan kelime sayısı, İngilizce'den çok çok daha düşüktür. Savaş hileleri-terimlerinde bu durum çok daha açıktır.



Bir dilde toplum yaşamının nasıl olduğu da, kelime yapılarını ve çeşitliliğini etkiler. Arapların çölün, Eskimoların kar'ın , Denizcilerin gemilerin ve denizin yüzlerce çeşitli durumunu, ayrıntılarıyla tasvir etmek için ürettiği ve kullandığı kelimeler gibi...



Göçebe kavimlerde, güncel yaşama ilişkin kelimeler ağırlıktadır. Zor bir yaşam şekli olduğu için, soyut kavramlara çok vakit kalmaz, Bu yüzden düşünce yapıları da düz ve net'dir. (Dilin düşünce yapısını ve ruhu biçimlendirmesi)

Mesela, İstanbul Türkçesi ile Çine kadar gidip, aç-susuz, yorgun olduğunuzu herkese anlatabilirsiniz. Ortak kök ve benzer seslerden dolayı, zorluk çok çıkmaz.

Ama Türk dilinin kullanım alanları ve kökeni konulu bir tartışma yapamazsınız. Soyut kavramlarda yerleşik hayat özellikleri öne çıkar.

Soyut kavramların gelişimi Zamana  ve yaşamın ihtiyaçlarından ortaya çıkar.



Örneğin şehirleşme olgusuna bakalım: Almanya'da aynı aile soyunun 600 yıldır oturduğu evler varmış, (gerçi serflik sisteminin de bunda katkısı oldu ama...). Şehirleşme ve toplu yaşama yönelik alışkanlıkların - kavramların gelişmesi ve yerleşmesi için iyi bir süre...

Bize bakınca, biz hala göçmen toplumuz. Sadece yaşam tarzı olarak değil, savaşlarla diğer bölgelerden göçenlerle, ülke içinde bile gelişmişlik farkları nedeniyle iç göç çok fazla... Kaç kişi 4 ve üstü kuşak öncesini biliyor ki?

Sonuç, kentlileşememiş, toplu yaşama adapte olamamış ilkel yaratıklar ve aileleri hala hakim.

Toplumuzun gazetelerde gördüğümüz bir çok olumsuz haberi de bu hamlıktan kaynaklanıyor.

Foça, Urla hafta sonları tam bir Cehennem, millet geliyor, denizi görünce mangalı açıyor, içiyor, yiyor ailece gidiyor.

Geriye yaşam alanlarına bıraktığı çöpler kalıyor. Aynı kültürü İzmit otogarında da gördüm. Belediye otobüs otogarı çıkışı çöp tenekesi yarı yarıya boş ama etrafında yerlerde yüzlerce yarım litrelik pet su şişesi vardı. Kefken-Kovanağzı kıyıları da, Ege kıyıları gibi doğa-yaşam düşmanının işgali altındaydı.



Dil ve özellikle kendi dilini ve kavramlarını bilmek, diline sonradan girmiş ve yerelleşmiş kavramları anlamak bu yüzden çok önemlidir. Zaten kendi dilinizdeki kelimeyi ve kavram karşılığını bilmiyorsanız, kullanamıyorsanız, başka yabancı bir dili anlamak ve kavramlarına aşina olmak o derece güçleşiyor.



Dil bilimci değilim. Hatta bu konuda meraklısı bile değilim.

Sadece  ana dilimin, kendim ve toplumum için ne önemi olduğunu sorgulayan bir basın çalışanıyım.



Diller hakkında araştırma yapacağınız zaman yelpazeyi biraz geniş tutun. Tarihteki toplum ve kavram hareketlerine bakın.

Mesela kültürümüzde güçlü izleri olan Tasavvuf anlayışı, Araplarda pek yok. Olanlarda, tuhaf yorumları (bana göre tabii)... Çünkü bu felsefenin gerisinde en az 3000 yıllık Asya kültürlerinin kaynaşmış, özümsenmiş kavramları var. (Şu an Çin'e mal ettiğimiz çoğu şey'in mesela dövüş Sanatları, kaynağı aslen Hintli... Hint felsefeleri, güçlü nüfuz ve uyum yeteneğine sahipler.



Sanırım sorunuza ancak düşünürseniz bulabileceğiniz dolaylı bir cevap verdim. Kusura bakmayın.

========================

İlk sosyoloji kitaplarından ibn-i Haldun'un eserlerinden aklımda kalanlar (Mukaddime- ilk bölüm), Cevat Şakir Kabaağaçlı  (Halikarnas Balıkçısı) Anadolu Medeniyetleri üzerindeki inceleme kitaplarından, ve adını-yazarını hatırlamadığım kitaplardan aklımda kalanlar üzerine:

Üretim yöntemleri ve araçları, toplumun sosyolojik yapılanmasını da belirler. Üretim araçlarının sahipliği ise yönetim biçimlerini ve dinleri şekillendirmiştir.

Avcı toplayıcı klan bireyleri, doğa üzerindeki kısmi etkilerini göz önüne alarak, tüm dünyayı ve doğayı  da bazı kuvvetlerin şekillendirdiğine karar vermiştir. Bu kuvvetlerle işbirliği, en azından uzlaşma yaparsa, daha az zarar göreceğini, fayda göreceğini düşünmüştür. ilk doğa dinlerinin temelinde bu var.
Ölüm, bir son gibi gözükse de, bilinmezlik içermesi nedeniyle korkulan bir olgu olmuş. Üstelik ölen varlığın anılarını ve etkilerinin sürekliliği, ölümden sonra varlığında sürüp sürmediğini sorgulamaya itmiş. Böylece ölenlerin canlı kalan anılarından yola çıkarak, atavizm de başlamış.
Avcı toplayıcılıktan, göçebe toplumlara geçişte, kan birliğine bağlı olarak ortak dinsel figürlerde ortaya çıkmış. Böylece doğa dinlerindeki doğa ruhları-tanrıları, şekil değiştirip, atavizm ile karışıp, klanlara has totemlere dönüşmüşKlan birliği, bireyselliğin önüne geçtiği için, iş bölümü karşılığında da sosyal statü ve dereceler başlamış. İlk soyluluk kavramları bu dönemlere denk geliyor.

Yerleşik hayata geçişle, sosyal statüler güçlenmiş, İş bölümü artmış. Sonuçta üretim araçlarının sahipliği ve soyluluk, bu kişilere özel yönetim modelleri koymuş. ilk şehir devletler, türedikleri kültürün dini motiflerini taşırken, kendilerine has koruyucular da 8şehir tanrıları) geliştirmiş, iş korunmaya gelince, her sınıf, her meslek alanı, her aile için farklı koruyucularda gelişmiş.
Ancak bu kadar çeşitlilik, özellikle büyüyen şehir devletlerinde toplum üzerindeki kontrolu zayıflattığı için, dini figürlerin sayısı azaltılırken, bu figürlerle iletişim kurmayı sağlayacak aracıların (tapınak rahip ve rahibeleri) konumları güçlenmiş.
Krallıklar döneminde, tanrı sayısı azaltılıp, tüm toplumlara genelleştirilmiş. İmparatorluklardan sonra ise tek tanrılı dinler ve onların bakış açıları toplumlara hakim olmuş.
Endüstrileşme ile üretim araçlarının ve yöntemlerinin değişmesi (lord-kont-dük-ağa-bey, vs,den burjuva-soylu olmayan ama paralı esnaf-tüccar' a geçiş) ile dinsel yaklaşımlarda çeşitlenmiş, Özellikle üzerlerindeki hakim, katı yaklaşımlar yumuşatılarak toplumlara, iş yapma ve üretme kapasitelerini destekleyecek normlara getirilmiş.

Bu dönemden sonraki gelişmeleri tahmin edebilirsiniz. Başlangıçta, dünya'yı ve doğa'yı insanlığın emrine amade, onun için yaratılmış olarak kabul eden, doğa ile savaşmaya va onu yenmeye dayalı bakış ve bunu destekleyen dinsel doktrinler, son 50 yıldır, artan insan nüfusu ile tükenme noktasına gelen ve insanlığı da tükenme ile tehdit eden doğa ile uzlaşma- beraber yaşama doktrinlerine yönelmekte...

Bütün bu süreçte, "Ruh" her toplumda, insanın ölümden sonra kalan anılardaki canlılığından dolayı hayat bulmuş.
Ancak bunun dünyanın her yerinde aynı anda olup olmadığını bilemem. Çünka Amerika kıtasına giden homo sapiensler 15-20 bin yıl önce bu düşünceleri de yanlarında götürmüş olmalılar.
Polinezya- Yeni Zelanda gibi bölgelere ilk yerleşim 50 bin yıl kadar gerilere gidebiliyor.

Tarih boyunca insanlık bu kadar kalabalık değildi zaten. Son  bin yıldır toplam ortalama 500 milyon civarında olan insanların sayısı ancak endüstri devri ile artmaya başlamış.

DÜNYANIN NÜFUS TARİHİ
MÖ 4000: 5 milyon
MÖ 1000: 50 milyon
MÖ 0: 100 milyon
500: 200 milyon
1000: 250 milyon
1500: 350 milyon
1800: 900 milyon
1900: 1.65 milyar
2012: 7 milyar

* MÖ 4000 yıllarında ilk yerleşik tarım toplulukları ortaya çıkana kadar dünyanın nüfus'u hep 10 milyonun altındaymış.

Bu durumda ilk göç edenlerin dünya ve doğa ile ilgili düşüncelerinin ortak bir ata düşünceden kaynaklanıp, dağıldığını düşünmek daha makul gibi...

================

"Akıl" konusu , kayıtlarda daha çok Yunan felsefesi ve sorgulamaları ile gözüküyor. Bu yazılı kaynakların kıtlığından da olabilir ...

Eldeki mevcut bilgilere göre, ruh kavramından çok sonra doğmuş ve sorgulanır olmuştur diyebiliriz.
Özellikle, üretim araçları ve mülkiyeti kaynaklı sorunlarda, bir bakıma dinlere böylece aynı zamanda toplum da yönetici veya karar verici sınıfların egemenliklerini kısıtlamaya yönelik yaklaşımlarla, "akıl" kavramı güçlenmiş gibi duruyor.
Akıl ve sağduyu, bir çom basmakalıp alışkanlığın, adetin sorgulanmasında, yenilenmesinde, değişmesinde etkin kullanılan bir araç olmuş.
Aklın bu sorgulama yöntemleri evrenselleştikten (ve kilisece evrenselleştirildikten) sonra, özellikle orta çağ kilisesinde, dinsel sınıfların konumlarını korumada da bir zırh görevi görmüş.

İlgili konu:

https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/37536/

Ruh ile akıl aynı şey midir?



Ahmet Yılmaz 14 Ağustos 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder