23 Nisan 2019 Salı

Kendini Düzeltmek

Geçenlerde, yeni tanıştığım bir arkadaşım "kendini düzeltmekten" söz etti. Bu kavramla bir kaç defa karşılaştığım için, üzerinde biraz durmaya ihtiyaç duydum.

Genelde bir insanın üzerinde taşıdığı 3 temel kişilik var. Kişinin kendisini, "olduğunu düşündüğü kişi", "olmak istediği kişi" ve çevresince "algılandığı kişi"...

Genellikle bu üçü arasında denge kuramayız. Bu yüzden kendimizi sürekli geliştirmek ve olmak istediğimiz kişi ile algılanmak istediğimiz kişi arasında uyumlu denge geliştirmeye çalışırız.

Ancak özellikle, yaşam şartları dediğimiz belirsiz değişkenlerden dolayı da bu gelişimin sürekliliğini  garantileyemeyiz.

Kendisiyle barışık olma, olduğu gibi kabul etme tanımı bile aslında kendimizi gördüğümüz kişilik ile olmak istediğimiz kişilik arasında uyumlu noktalara dayanıyor.






Peki bu karışıklıklar, nereden çıkıyor?

Neden hep kafamızdaki kendimize biçtiğimiz ideal kişiliğe ulaşmaya çabalıyoruz?

İlk neden, toplumun ve ailenin bize yüklediği rollere uygun olma ihtiyacından kaynaklanıyor. Bu iş sonucu, yaptıklarımız ve eğilimlerimiz için yakın çevremizden tasdik alabiliyoruz.
Bu çabanın, toplumsal birliğin ve düzenin yürümesi açısından önemli olması nedeniyle, göz ardı edilmeyecek önemde olduğu kesin.

Ancak bunun yanında, idealimizdeki duruma ulaşmak için izlediğimiz yol bizi mutsuz ya da huzursuz kılabiliyor.
Bunun temelinde ise "doğru olanın aynı zamanda mantıklı olan" olduğuna inanmamız.

Yani mantıklı davranmaya çalışırken, doğru olana yapınca, mutlu olacağımızı umuyoruz ama pek olmuyor gibi.

Çünkü beynin çalışma sistemi matematiksel temele dayandığından, mantığımız bizi duygularımızla çelişen sonuçlara ve uygulamalara götürebiliyor.

Duygularımız, bize başka bir şey söylerken, mantığımız bize daha başka bir şey söyleyebiliyor. Yani kendi içseslerimizi bastırıyoruz.
Oysa içses olarak niteleyebileceğimiz duyguların oluşması, bir çok uyarıcı bilginin ortak bileşkesinden oluşuyor.
İç hormon yapımızdan, bilgi birikimimize, beklentilerimizden, korkularımıza ve deneyimlerimize kadar bir çok bilginin bir bakıma süper pozisyonundan oluşuyor. Yani hepsinin bileşiminin ortak sonucundan... Biraz ondan, biraz bundan...

Bu nedenle tutum ve davranışlarımız sonucunda iç huzurumuzu ancak mantığımızla, duygularımız ortak bir noktada buluştuğu zaman bulabiliyoruz.

Hem mantığımız, hem de duygularımız bizi tasdik ettiğinde. Bu tür insanları kendisiyle barışık olarak da tanımlayabiliriz.

Duygularımızı, bir bakıma sezgilerimizi görmezden gelerek yaptığımız hiç işte de tatmin duygusu sağlayamadığımız için, iç huzuru ve dolayısıyla mutlu olamıyoruz.

Günümüz Türkiye'sinde bu durum toplumun büyük bir kesimine yayılmış durumda. Özellikle medya ve sosyal medya ile beyinlere aşılan ideal yaşam tarzları ile çelişen hayatlarımız, ideal kişilikler ile uyuşmayan tutum ve davranışlarımız, kendimizden duyduğumuz memnuniyetsizliği körüklüyor.
Mantığımıza göre, her şeyi doğru yapmış olsak bile, içimizde hissettiğimiz tatmin olmamış duygularımızdan dolayı sürekli memnuniyetsizlik halindeyiz. Geleceğe karşı da güvensiziz.

Bu durumu görmek için toplum ulaşım araçlarında, insanların yüzlerine bakmak yeterli.
Gülmeye değil, asılmaya alışmış ve hazır yüzler. Etrafımızda bolca var.

Nasıl yenebiliriz?

En başta, yaptığımız eylemi, gençler gibi, kendi istediğimiz için yapmalıyız. Şartlar buna zorladığı için değil. İş gibi, sorumluluk gibi bize beklentilerimizin dışında duygular yükleyen ama mantığımızca tasdik edilen konularda bile, severek yapabilmek için kendimizi yönlendirmeliyiz. Yaptığımız işin, sistem çarkındaki konumunu ve önemini düşünüp, (her iş kutsaldır ve toplum için önemli bir işlevi vardır) iyi yanlarını ön planda ele almalıyız.

Ayrıca çevremizle olan iletişimimizde, olumlu duygu ve düşüncelere izin vermeliyiz. Kimse hakkında, aslında yanlış olduğunuzu düşünseniz bile, olumsuz duygu ve düşünce beslememeye dikkat etmeli, aksi durumda da bu olumsuz yaklaşımları büyümeden durdurmalısınız.

Çevresine yardımcı olan insanlar, daha mutlu oluyor. Çünkü herkese kendilerinden bir parça katıyorlar. Ve insanları da iyi ve kötü yanları ile olduğu gibi kabulleniyorlar. Elbette o kötü yanları olduğu gibi kabul etme, uygulamada razı olma anlamına gelmiyor. Bu karşılıklı ilişkilerde, zarar görme endişesi doğuran durumlarda o kişilere sınır koyma anlamına geliyor.
Kimse salt kötü, hatalı, yanlış değildir. Salt iyi ve doğru da değildir. Farklı oranlarda bunların karışımıdır. Önemli olan bunlar arasında dengeyi kurabilmek, tolere edilmeyecek noktalarda sınırları koymaktır.

Bir diğer konu da, kişinin kendisine zaman ayırmasıdır. Özellikle hobi ve çeşitli sosyal etkinlikler için zaman ayırması. Bu çevreyle olan iletişini hem güçlendirir, hem de kişi bazında zenginleştirir.


Kişiler kendini düzeltmeli mi?

Hayır!

Kişiler bozuk değil ki, kendilerini düzeltsinler. Düzeltilmesi gereken şey algılar ve tutumlar olmalı. Sezgilerle, yapılması gerekenler arasında sıkıştığında, ikisini de tatmin edecek çözümlere yönelenler unutmamalı ki; yapılan eylem, ne tamamen "mantıklı olan" olacak, ne de "sezgisel olan" olacak.

Sezgiler yalan söylemez. Çok fazla hata da yapmaz. Aklınıza gelen ve içinizde hissettiğiniz duyguların bir çoğu, mantıklı temelleri henüz ortaya çıkmamış bilinçaltı tümevarımlarıdır.

Birisi için ne hissederseniz, büyük oranda o da sizin için benzerini hisseder.
Ama salt mantık bizi yanıltır. Ve genellikle de hatayı bu mantıklı olduğunu düşündüğümüz eylemler sonucu yaparız.
Sonra da sezgilerimizi göz ardı ettiğimiz gerçeğini unutarak, durumumuzdan gayrimemnun oluruz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder