Dünya tarihine baktığımız zaman, bilim
ve teknoloji liderliğindeki ülkelerin hep baskın güç olduğunu görüyoruz.
Uluslararası ilişkilerde toprak veya
nüfus büyüklüğü çoğu zaman fazla bir anlam ifade etmiyor. Sadece "tüketime
dayalı büyüme ekonomisi" modeli içinde tüketici olarak tüketim
kapasiteleri ve bu tüketimlerinin bedelini ülkelerinin kendi kaynaklarından ödeyebilme
potansiyeli ilgiyi çekiyor.;
Kısaca, büyük, kalabalık bir ülke olmak
güç göstergesi değil.
Bir ülkeyi güçlü kılan şey temelde sahip
olduğu bilgi birikimi ve teknoloji ile bunun sürekliliğini sağlayacak olan
politikalar oluyor.
Örneğin Çin. Dünyanın en kalabalık
ülkesi. 1980'lere kadar gelişmemiş ekonomilerin içinde sayılıyordu. Nasıl bu
duruma geldi? Şu an kendisi teknoloji üretiyor ve geliştiriyor...
1979 yılında çıkan bir yasa ile tek
çocuk politikası, sert bir şekilde destekleniyor. Oysa kültürel olarak atavizm
eğilimi yüksek Çinli ebeveynler için bu gelecekte, onları anacak, ruhlarını
ferahlatacak daha az çocuk demek idi.
Tek çocuk politikası ile her bir çocuğa
düşen eğitim kalitesi, sağlık desteği, sosyal ve kültürel imkan kaynakları
katlıyor. (Sadece gelişmesini istemedikleri azınlıkları çocuk sayısı konusunda
serbest bırakıyorlar.)
Her Çinli çocuğa verilen eğitim
kalitesi, artarken, yurt dışından ülkeye gönderilen öğrenciler vasıtasıyla
bilgi aktarımı da yapılıyor.
Aynı zamanda Çin Devriminin değerlerini
aşındırmadan, Çin kültür ve sanatı'nın da dünya düzeyine çıkması için
destekleniyor.
Burada bir kaç amaç var. Uzak Doğu'nun
hasta adam psikolojisini kırmak ilk başta geleni. İkincisi, Çinli
vatandaşlardan özellikle eğitilenlerin,
dünyaya bakışını geliştirerek, onları zihinsel olarak gelişmeleri kavrayabilecekleri zihinsel yapıyı sağlamak.
Teknoloji asla ama asla tek yönlü bakış
açısı ve "salt bilgi ile" gelişmez. Hayal gücünü de geliştirecek ve
aradaki bağlantıları da görmeyi sağlayacak diğer bakış açılarının da insan
katılması ile gelişir. Bu da "Sanat" tır.
Sanat; özgürlük, sınırsız düşünme,
sınırları zorlamaktır. Alışılagelmiş kalıpların dışına çıkmayı sanat benimsetir
insana....
2000'li yılların başında yüksek
teknoloji ile üretim yerine yoğun ve ucuz emek ile üretim politikaları sonucu
batıya göre hala çok düşük olsa da toplumsal olarak bir gelir artışı
sağlanıyor.
Buna rağmen azla yetinmeyi bilen bir
toplum olarak tüketmek yerine gelecek kuşaklar için biriktirmeyi, tasarruf
etmeyi seçiyorlar.
Bu arada Hong Kong'un İngiliz
idaresinden , Çin yönetimine geçişi de ciddi bir teknoloji birikimi sağlıyor.
Yoğun kopyala, taklit et, teknolojisini
çözümle ve geliştir politikalarından sonra günümüzde Çin, özellikle elektronik
tüketim ve sanayi makineleri alanında ABD ile yarışacak düzeyde gelişiyor.
Tabii devlet sisteminde, rüşvet alan ve
veren bürokratlara uygulanan katı cezalar, başarıların ödüllendirilmesi,
liyakat ile terfinin ön planda olması bu sistemi destekleyen unsurlar.
Bize bakarsanız, özellikle 80 sonrası
toplumumuz üretmeden tüketme, geleceğini borçlanarak tüketme, köşe dönme
kültürü yerleştirildi. İşini bilmek, hangi yolla olursa olsun para kazanmak
veya sağlamak, başarı ölçütü haline getirildi.
Yetmedi, geleceğimizi ipotek ederek, kredi ile borçlanarak tükettik. Başarı ölçütü olarak sadece, sahip olunan para miktarını öngördük.
Yozlaştık, cahilleştik.
Bazıları çıkıp yaptığımız bazı özel ürünleri, ülkemizin teknolojisi gelişiyor, bilimsel tabanı güçleniyor diye yutturmaya çalışıyor olabilir. Bunlar sadece askeri teknoloji...
O da bu alana kaynak ayrıldığı ve kısmen serbestlik sağlandığı için...
Ama bilimi geliştirecek ulusal bir politikamız yok. Ve askeri teknoloji de toplumsal yaşamı destekleyecek ve sosyal refahı geliştirecek bir alan değil.
Bakanlık gençleri teşvik etmek için, girişim yapmaları için hibe ve ucuz kredi paralar veren projelerle bunu sağlamayı umuyor. :-) Para ile bilim gelişmez.
Gelişseydi, Araplar dünya lideri olurlardı.
Bilimsel bakışın ve zihniyetin gelişmesi için sanat, felsefe, mantık eğitimleri ve beden eğitimi ilkokuldan sonra güçlendirilmeli. Din derslerine değil, ahlakı ve insan olmayı anlatan, öğreten dersler ön plana çıkmalı.
Güzel sanatlar dersleri artırılmalı. Ve tartışmalarda kendini ifade etme özendirilmeli.
Ve kendini eleştirebilmekte. Diğerlerinin yargısına ya da övgüsüne aldırmadan.
Tarih, savaşların ve zaferlerin tarihi olarak değil, toplumların başarılarının ve felaketlerinin neden, nasıl olduğunun anlatıldığı, irdelendiği ve ders çıkarıldığı tarih olmalı.
Teknoloji değişir ama toplumlar aynı değişim hızında değiller. Aynı toplumsal hatalar, farklı teknoloji ile tekrarlanır sadece.
Edebiyat, dilin kökeninin de yatan mantığını ve kullanımındaki zenginliği anlatan bir tartışma derslerine döndürülmeli. İnsanların duygu ve düşüncelerini nasıl aktardığı, kelimelerin altına başka hangi duyguları ve düşünceleri gizlediği incelenmeli. Dil bir şifreleme sistemidir. Her kelimenin sıralamasının bile farklı bir anlatımı vardır.
Yoksa deve yürüyüşünden çıkan aruz vezni ya da hece sayısı ile sağlanmış kafiye uyumu ve eskilerin biyografileri olmamalı edebiyat konusu. Hangi koşullarda, hangi duygu ve düşünceleri aktardıkları olmalı konular...
https://www.fizikist.com/beyin-firtinasi/30391/