Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki devrimler, dış görünüşten
ziyade içsel bir dönüşümü amaçlıyordu.
Şapka, kılık kıyafet devrimleri ki, topluma "Artık her alanda bir değişim
içindeyiz. Dünya özellikle gelişmiş Batı ile entegre oluyoruz" mesajını
içeriyordu.
Eğer eski tip kıyafetler kalsaydı, toplum değişir miydi? Bunu görebilir veya
hissedebilir miydi?
Dünyanın gelenekler açısından en tutucu toplumlarından olan Japonlar bile
değişim yaparken, kılık-kıyafetin değişminin etkisini kullanmıştı. (1856 -1905
arasını bir inceleyin. ABD'li Amiral Perry silah zoruyla Japonya(yı
ticarete-emperyalizme- açınca başlayın konuya, Rus-Japon savaşı ile
bitirebilirsiniz...)
Söz ettiğiniz dönem Yaklaşık 12-13 yıllık savaşlarla yıpranmış, parçalanmış,
sakatlanmış bir toplum idi...
Siz cevaplayın.
Hadi o dönemde yönetimde olduğunuz farz edelim.
Hangi fabrikalara hangi işgücünü koyacaktınız?
Bu iş gücünün kalifiyesi neydi? Eğitimli usta-ustabaşı ne kadardı?
Hangi alanlarda bilgi birikimi vardı?
Ülkenin çay ve şekeri bile ithaldi.
Çiftçiliğe gelelim. Ülkedeki büyükbaş, küçükbaş hayvan sayısına ve çiftçi
sayısına bakın. Saban sürecek sağlam çifçi bile çok azdı. Sıtma, kolera,
trahoma, verem yaygın hastalıklardı. Bunlarla baş edecek doktorlarımız
neredeydi, kaç taneydi?
Ancak zır cahiller bir heykele adak adar, kurban keser. Bu ülkenin en cahili
bile bunu yapmadı şimdiye kadar.
Eğer kurbanlar verilecek ise, sadece Atatürk'ün bu ülke insanı ve vatanı için
gösterdiği yola başkoyanlar kurban olurlar.
Bu da hiç bir partinin hegemonyasında değildir. Her parti içinden ve dışından
bu ülkenin milyonlarca insanının ortak olduğu ve paylaştığı bir ülkü bu.
Türk halkı bu ortak payda da geneldi birleşiyor. Ama daha alt diğer paydalarda
ayrışmalar olabiliyor. Olmalı da... O ülkülere ulaşmak için en iyi yol ve
yöntem de ayrı fikirlerin olması doğaldır.
İktidardaki hiç bir kişi ya da grup, yönetimde uzun süre tek başına kalmamalı.
Çünkü insanoğlu nefsine zayıftır.. Zamanla devlet makamının kerametini
kendinden hissetmeye, zannetmeye başlar. Böylece zamanla devlet sistemi sekteye
uğrar. Devlet, halkın cismanileşmiş tezahürüdür.
Devleti olmayan halklar var olmaya devam edebilirler. Ama halkı olmayan hiç bir
devlet, var olamaz. Kağıt üstünde bile... Bu yüzden öncelik halktır, insandır.
Evet, seçimlerde "en az hoşlanmadığımızı" seçiyoruz. Zaten yıllardır
partiler adaylarını kendi içlerinden belirliyorlar.
O seçimlerde öne çıkabilecek ekonomi veya çevre veya arka destek sıradan
vatandaşta yok.
O yüzden ülkenin tüm siyasi partileri toplumdan uzak kalmış durumda.
Bugün partiler, aday olacakların düşüncelerine, söylemlerine bakmıyorlar.
Eğer öyle olsaydı, belki siz de bir partiden ön sıra aday gösterilebilirdiniz.
Sizin gibi düşünen ve hissedenlerin oyunu alabilecek bir aday..
Ama partiler mahalle/ilçe ve il parti örgütlerine yaptığınız bağış ve
desteklerle öne çıktıktan sonra, Partiye yapacağınız destek ile ilgileniyor.
Bugün o yüzden cebindeki 3-4 milyon lirayı gözden çıkartıp, aday olabilecek
kişi sayısı çok az.
Bu parayı gözden çıkartabilecek kişinin de ya çok büyük bir vatansever olması
lazım ya da standart orta direk vatandaşın yaşam tarzını ve sorunlarını hiç
yaşamamış birisi olması gerekir.
Böyle biri elektrik, su, yol, gıda fiyatlarındaki kuruşluk veya 1-2 liralık
artışların ne kadar hayati olduğunu anlaması ve buna göre çözümler üretmesi de
imkansızdır.
Üretilen çözümler, kendi hayat standartlarındaki kişiler için uygulanabilir mantıktadır.
Vatandaşa inmez... Piyasa da gerçeklik bulmaz. Sanırım bu durum tanıdık
olmalı...
Bizin insanımızın demokrasideki en zayıf yanı, demokrasiyi futbol taraftarlığı
gibi ele almaları.
Parti veya kişiler, toplum içinden belli sesleri temsil ederler.
O temsil ettiklerin seslerin yoğunluğuna göre de devlet yönetiminde
biçimlendirici olurlar.
Her ses bir bakış açısıdır. Bir ağırlığı vardır.
Son karar yani uygulama ise tüm bu seslerin bileşkesidir.
Batı bunu yapıyor. O yüzden iç ve dış politikalarında kendi toplum
menfaatlerini koruyabiliyorlar.
Biz de ise baskın ses, diğer sesleri bastırıyor. Daha güçlü olmak için tek ses
olmaya çalışıyor ama bu onu güçlü kılmıyor tam tersi zayıflatıyor.
En basiti, bir karar aldığınızda mesela çocuğu hangi okulu göndereceksiniz?
Bunda bile bir çok iç sesi dinliyoruz. Çocuğun alacağı eğitim kalitesi,
sonrasına etkisi, öğretmenlerin durumu, genel maliyeti, yol maliyeti, okul
süreleri, yol süreleri, arkadaşlık ortamı, sosyal aktiviteler, vs.vs. Her bir
koşul bir iç ses olarak belli bir ağırlığa sahip oluyor. Ama verdiğiniz karar,
bunların hepsinin bileşkesi, belki de çoğunun önerdiği kendince en iyi çözüme
bile yaklaşmayan bir sonuç oluyor.
İnsan kendi endişe ve beklentileri içinde karar alırken demokrasi uyguluyor.
Aynı şeyi ülke yönetiminde de yapabilen veya yaklaşan toplumlar, en başarılı
toplumlar oluyorlar bu şekilde...
İşte bu aynı zamanda 100 yıl önce birilerinin, bu ülke için olan idealiydi.
20 Mayıs 2022 Cuma
Cumhuriyet devrimleri, Demokrasi ve günümüz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)