Farklı açılardan, aynı sonuçlara yaklaşmış gibiyiz.
Çalışma
Yaşamındaki değişiklikleri ve olası gelecek profilini çıkartmak için yaptığım
kısa bir araştırma da, 80'lerde başlayan özelleştirme furyası ile dünya da
Sosyal Devlet anlayışının aşamalı olarak gerilediğini gördüm.
Ülkeden
ülkeye farklı derecelerde olsa da, nedenleri hemen hemen bütün ülkelerde
çalışma yaşamlarında benzer sorunlar var. Çalışma yaşamındaki değişimin, bir
başka nedeni ise "bilgi"nin üretimdeki rolü ve öneminin değişmiş
olması. Artık üretimler "bilgi tabanlı" bir yapıya bürünüyor.
Üretim
temeli ve yöntemleri ise devlet yönetimlerinde belirleyici olmuştur.
Toprağa-Hayvancılığa dayalı üretimde, toprak sahibine dayalı üretim 1789 ile
devrini tamamlıyor. Elbette sonraya bakış açısı ve alışkanlıklar bıraksa da,
endüstrileşme ile sanayi üretimine dayalı ekonomi, daha çok karar merkezi ve
uygulayıcı içermesi ile demokrasiye uyum sağlıyor.
Artık
endüstriyel dönemde bitmiş, gelişmekte olan ülkelere tevdi edilmiş durumda.
Endüstrileşme dönemini bitirmişlerden başlayarak, bilgi tabanlı ekonomi ve
ekonomi modelleri başlıyor.
Bu
dönem bir geçiş süreci ve sancılarla dolu. Her ülkenin yaşayacağı sancılar,
eski ile yeni arasındaki çatışmada nerede durduğuna bakıyor.
Bu
yüzden Sosyal Refah Toplumu için gerekli kamu hizmetleri de artık tek merkezli
olmaktan çıkmış durumda. Ana merkezler (başkentler) bunu başaramıyorlar.
Çünkü
devletin elinde sosyal politika yürütmesini sağlayacak araçların çoğunluğu
özelleştirilmiş durumda.
Bu
yüzden geriye, bölgelerin kamusal iradesini temsil eden ve taşıyan yerel
yönetimler kalıyor.
Yerel
yönetimlerin görevleri ve işlev çeşitliliği artıyor ve artacak.
Dilerim
merkezi hükümetler, sağlıklı bir toplum ve refahı için yerel yönetimlerin
içişlerinde bağımsız ama hesap verebilir-şeffaf olmasının neden olduğunu
anlarlar.
Çünkü
hükümetlerin güçlerini aldıkları devlet, gücünü toplumdan alır. Milleti olmayan
bir devlet, var olamaz. Milleti güçlü ve refah içinde ise, devlet güçlü olur.
Aksi mümkün değil.
============================
============================
“İSTANBUL ANKARA’DAN YÖNETİLEMEZ”
VE/VEYA
“ÇÖZÜM YERELDE…” SÖYLEMİ ÜZERİNE
Birisi kalkıp, “Diyarbakır (Hatay, Mardin, Hakkari vb.) Ankara’dan yönetilemez!” deseydi, ne anlardınız? Nasıl tepki verirdiniz?
Ya da
“Artık ilişkiler ülkeler arasında değil kentler arasında yürütülecek, geleceğin dünyası ‘kentler dünyası’…” deseydi…
Aşağıdaki sözler CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’na ait:
(…) İstanbul tek basına bağımsız bir ülke olsaydı, dünyanın ilk 25-30 büyük ekonomisi arasında yerini alırdı. Bu yüzden, İstanbul Ankara’dan yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul, iradesi bağlı yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul eski model yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul günü birlik yönetilemez, yönetilemiyor. .. Bu şehir ancak, genç, dinamik, yeni nesil bir yönetici tarafından yönetilebilir. Ben İstanbul’u yeniden küresel iddia sahibi bir marka kent haline getirmek için adayım…”
(…) Peki bunları nasıl yapacağım? 5 Temel yönetim anlayışıyla…
Her şeyden önce bir Kent Anayasası’yla…”
“(…)Bir İstanbullu olarak sayın Cumhurbaşkanı’nın beni dinlemesini isterim. Eminim ki İstanbul’a yaşatacağım bir 5 yıl sonrasında sayın Cumhurbaşkanı bile bana oy verir…”
(CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu)
Ekrem İmamoğlu bu söyleminde yalnız değil, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Aday Adaylarından en iddialı olanı (ya da en iyi ambalajla sunulanı) da benzer sözler söylüyor:
“(…) Şu anda insanlık, otoriter ve popülist bir insanlık krizi ile karşı karşıya. Bu krizi yine ‘ulus devlet’ ile çözmeye dair bir tercihi var. Onun için tekrar ‘ulus devlet’e sarılmış vaziyette insanlık…
Aslında insanlık ‘ulus devlet’ ile bu hikâyeyi çözebilecek bir noktada değil. İnsanlık aslında Aralık 2015’de Paris’te bunu keşfetti. Neyi keşfetti biliyor musunuz? Global hiçbir sorunun ‘yerel’ olmaksızın çözümü yok… Çözüm ‘yerel’de ve artık ‘kentler dünyası’ geleceğin dünyası…”
(Tunç SOYER- 8 Kasım 2018 - Halk TV- ‘Enver Aysever İle Ayrıntılar)
CHP üyesi ve seçmeninin, yukarıdaki sözleri doğru anlaması ve doğru değerlendirmesi gerekiyor.
Xxx
‘özelleştiremezseniz yerelleştirin’
biçiminde özetlenebilecek ‘strateji’, küreselleşme sürecinde çok uluslu sermayenin stratejisi… Ve bu strateji çokuluslu sermayenin hedeflerine engel çıkaran ‘ulus devlet’in, merkezi yönetimin, -kibar söyleyişle- ‘aşılmasını’ öngörüyor.
Klasik anlamda yerelleşme (desantralizasyon) tanımı şöyle:
Ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetimden yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder; bu anlamda yerelleştirme, yerel yönetimlerin ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetime oranla güçlendirilmesidir.
Küreselleşme sürecinde tanımı farklılaştırılan 'yerelleşme' ise
kamuya ait merkezi yönetimin elindeki planlama, karar verme, kaynak oluşturma ve bunları yürütme gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere (vakıflar, dernekler gibi) ve şirketlere aktarılması olarak kabul edilmektedir.
Dünya Bankası da benzeri bir tanım yapıyor: Desantralizasyon (Yerelleşme); kamusal faaliyetlere ilişkin sorumluluk ve yetkinin merkezi yönetimden taşra ve yerel yönetimlere ya da yarı özerk kamu kurumlarına veya özel sektöre devredilmesidir.
Bu tanımlardan sonra, ‘Yerelleşme’nin değerlendirildiği iki makaleden iki kısa alıntı aktaralım:
"(…) Esasında yerelleşme ve küreselleşme politikalarıyla aslında özgür hale getirilen, sermayedir. Sermaye belli bir yerel yönetim alanına bağımlılıktan kurtulmakta, yani kendi çıkarına uygun yatırımları ve yeri belirleyebilecek ve yerel kararların buna uygun düzenlenmesini sağlayabilecektir. Bu bakımdan küreselleşme ile birlikte kente aktarılan kaynakların nasıl ve hangi gruplara dağıtılacağı önemli bir kaygı alanı yaratmaktadır."
(M. ÖZKAN-Küreselleşme ve Yerelleşme)
"(…) Yerelleşmeyle, yerinden demokrasi ve toplum katılımının sağlanacağının ifade edilmesi en dikkat çeken konu olmaktadır. Ancak birçok ülkede ve ülkemizde görüldüğü gibi yerel yönetimlerde yerel güç odaklarının oluştuğu ve belediyelerin rant paylaşımına yatkın olduğu toplumun her kesimi tarafından açıkça gözlemlenmektedir…"
(L.ÖZMÜŞ- Desantralizasyon (Yerelleşme) ve Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı.)